• Sonuç bulunamadı

BİZİM RAMAZANLAR “Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihan Değer”

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "BİZİM RAMAZANLAR “Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihan Değer”"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÖZET: “Ramazan geldi. Ne gözümü kaldırıp minare-ye baktım. Ne gönlümü araştırıp kandil kadar ışık buldum. Gözlerim düşük, boğazım kuru yerlere bakıp irkildim. Geç-miş zamanların güzel Ramazanlarını, geçGeç-miş Ramazanların güzel günlerini aradım. Düşündüm. Düşündükçe daldım. Hep yuvası civarına inen yaralı kuşlar gibi, memleketim Is-parta’nın Ramazan hatıraları üstüne düştüm.

Isparta’da iftar için Hükümet Konağı civarından Kışla havalisinden iki havai fişekli bir top atarlar. Fişeklerin hava-daki kırmızı yılankavi ateşi etraftaki açık köylerin çoğundan görülür. Topun sedası üç dört saatlik açık veya dağ ardı köy-lere kadar gider. Sahur vakti, imsaktan bir buçuk saat evveli yine böyle iki fişek ve bir topla haber verilir. Halk buna (ilk top) der. İmsakı ilan eden (son top) yalnız bir toptur.”

ANAHTAR KELİMELER: Ramazan, iftar, sahur, im-sak, Adem EFE.

ABSTRACT: “Ramadan came. I looked up at the mi-naret. I searched my heart and found a light as a lamp. I was staring at my low, throat dry places. I looked for the beautiful Ramadan of past times, the beautiful days of past Ramadan. I thought. I fell asleep. Like the wounded birds that always des-cend to the nest, I fell on the memories of Ramadan of Isparta in my hometown.

For iftar in Isparta, they shoot two fireworks balls from the Kışla airport around the Government Mansion. The flares fire red snakeskin fire in the air is seen from the majo-rity of open villagers around. The cane goes up to three four-hour open or mountain-top villages. At the time of the sahur, one two and a half hours ago, two such cartridges and one ball are given. People call it (first ball). The one who declared the loser (the last ball) is a lonely whore. “

KEYWORDS: Ramadan, iftar, sahur, imsak, Adem EFE.

“Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihan Değer”

Ispartalı HAKKI

2

Yay.Haz.: Adem EFE

3

1 Bu çeviri yazı, Ispartalı Hakkı’nın, İslâm Mecmûası, Yıl: 4, Sayı: 54, 23 Ramazan 1335/14 Temmuz 1333/14 Temmuz 1917, s. 1074-1082 sayfaları arasında yayınlanan “Bizim Ramazanlar” başlıklı makalesinin günümüz harflerine aktarılması suretiyle hazırlanmıştır. Çeviri yazı hazırlanırken metnin aslı korunmaya çalışılmış; yalnızca bazı kelimelerin bugünkü karşı-lıkları ve dipnotlar tarafımızdan verilmiştir. (Yhn).

2 (1869-1923) yılları arasında yaşamış olan Ispartalı Hakkı, 1908 devri-mindeki II. Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı’nda Isparta Mebusu olarak görev yapmıştır. Islah-ı Huruf Cemiyeti üyesi olan Hakkı Bey Türk Derneği’nin kurucularındandır. İslam Mecmûası, Sırat-ı Müstakim/Sebilürreşad ve Türk Yurdu gibi dergilerde “Osmanlı Dili Öğretimi”, “Türklük”, “Dilimiz İçinde” ve “Köyümden Geliyorum” vb. başlıklı çok sayıda makalesi vardır. Bunlardan “Köyümden Geliyorum” başlıklı seri yazı aynı isimle, Haz.: Şevket Aziz Kansu, TDK Yay., Ankara 1971, kitap olarak yayınlanmıştır. 3 Prof. Dr.; SDÜ. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi; e-posta: ademefe@ sdu.edu.tr.

(2)

R

amazan, evvelleri hayırla, bere-ketle beraber gelirdi. Gözlere nur-lar, gönüllere sürûrlar getirirdi. Mübarek ay, belki yine öyle geldi. Lâ-kin biz bunu anlayacak halde olmadı-ğımızdan, anlamadık. Ramazan gelin-ce, ben yeniden çocukluğa kavuşmuş gibi olurum. Bütün üstümdeki ağırlık-lar, bütün içimdeki kederler kalkardı. Bana olan hal, elbette her Müslüman-da olurdu. Lâkin bu yıl… Heyhât.

Ramazan geldi. ne gözümü kaldırıp minareye baktım. Ne gönlü-mü araştırıp kandil kadar ışık buldum. Gözlerim düşük, boğazım kuru yerle-re bakıp irkildim. Geçmiş zamanların güzel Ramazanlarını, geçmiş Rama-zanların güzel günlerini aradım. Dü-şündüm. Düşündükçe daldım. Hep yuvası civarına inen yaralı kuşlar gibi, memleketim Isparta’nın Ramazan ha-tıraları üstüne düştüm. Memleketimin o güzel günleri, letâfetleri, latîfeleri, âdetleri, iftarları sahurları her katmeri bir saâdet gülü açtıran âlemleri hazîn hazîn gözümden geçti. Saatlerce bun-lar arasında dolaşıp ruhumu avuttum, oyaladım.

Taşranın, taşra cümlesinden meselâ bizim Isparta’nın Ramazanları, belki İstanbul’unki kadar parlak değil-dir. Lâkin onun da kendine göre

tecel-lileri vardır ki yâd ve hikâye edilmeğe değer. Oralarda da âlemler, iftarlar, sahurlar, olur ki sefâsına doyulmaz. Za-ten büyük ağaçların top güzelliği yap-rakların parça güzelliğinden çıkmaz mı?

Ramazan, şüphesiz her yerde senenin rûh ve inşirâh1 ayıdır. İbâdet ve tefekkür zamanıdır. Rûhânî ve cis-mânî istirâhat devrânıdır. Bizde ise bu tecelliler daha açıktır, daha lekesizdir. Sabahları ortada edebli ve sâkin bir hâl. Sokaklardaki halk, çokluk sahur-dan sonra uyumamış, bir camide, bir mescidde mukâbele dinleyip sabah namazını edâ etmiş evlerine dönen kimselerdir. Azıcık uyuyup işine, ya ki bir vaaza veya derse gidecekler.

Öğle vakti cami hayatı. Hemen her camide bir vâiz, İstanbul’da oldu-ğu gibi şu köşede bir vâiz, yanında bir başkası, yine orada bir hâfız, sesler bir-birine karışmaz. Vaazlar ve dersler ba-zen ikindiyi bulur. İkindileri mukâbele denen Kur’an kıraati… Hâfızlar cami-nin imamı başta sekiz, on kişi mihrâbın soluna sıralanır. Uca düşenler çokluk yedi, sekiz, on yaşında hıfz çocukla-rıdır. Hıfzına göre, mukarrer üç, beş sahifeden bir sahifeye kadar her gün birer cüz okurlar. Okuyan mutlaka ez-ber okur. Ötekiler mushaf tutmayarak veya tutarak dinler.

Akşama doğru, camiden çı-kanlar çarşıları, arastaları doldurur her yerde bir inşirâh, her yerde bir rûh. Her yerde her nev’iden yiyecek, içe-cek bâ-husus adam boyu beyaz uzun pideler. Kırmızı parmak pideler, fincan pideler, herkes tatlısını kendi yapar, mahalle fırınında veya ev ocağında pi-şirir. Tatlı faslı uzuncadır. Pekmezden, şekerden yüz türlü reçelden sonra kadayıflar, sarık burmalar, baklavalar, helvalar. Dükkânlarda satılan tatlılar çokluk yancı memurlar ve gözü dışarı kimseler içindir. Maa-haza2 eşin, dos-tun mürüvveti satıcıdan tatlı almağa pek de meydan bırakmaz.

Akşam yaklaştıkça eğlencenin meyânesi3 kızışır iğne iğne latîfeler,

çu-1 ferahlık. 2 bununla beraber. 3 kıvam.

valdız gibi şakalar, gürültüler ortalığı tutar. Ne o? Tiryaki Ali Ağa’ya kahveci dumanı üstünde kahve, ateşi yanında sigara getirmiş. Yahut Kızak Ömer Us-ta’nın tezgâhı üstünden gaz tenekesi-ni düşürmüşler. Keçeci Osman Ağa ne söylüyor ki başına üşüşmüşler. Bir şey değil. Ağa, bu ikindi namaz niyetini bir türlü becerememiş (neveytü)4 demiş, hecelemiş, everip çevirmiş, yapama-mış, nihayet “Al Allah’ım namazını” de-miş ve duruverde-miş.

İftar, İstanbul’daki gibi değil. Herkes akşam selamı çekip bir sefer-de görünmez. Bundan belki, kerem ve ikrâm sahibi bir zâtın külfetsiz nimeti açık olması gibi, birbirini tanımayan kimselerin bu münâsebetle tanışıyor olması gibi, çok ahbabı olanları ara-yıp davet etmek namına üzüntülere düşmemesi gibi iyilikler yok. Lakin misafirlerin ancak yemek için gelmiş görünmesi gibi, sofra üzerinde ancak yemek hatırı için anlaşması ve söyleş-mesi gibi, iftar sahibinin yemeği eksik gelmek veya artık gelip atılmak gibi ezalara uğratılmaması gibi iyiliksizlik-ler de yok. Zaten her âdetin hikmeti yerine ve kendine göre olur. Bizde iftar için herkes misafirini, ahbabını evvel-den düşünür, arar, davet eder. Maa-ha-za kolayca anlaşıvermek, haberleşiver-mek için de yol kapalı değildir. Ahbap oymakları olur ki bir aylık ramazan bir-leşmelerini bir sözle tertip ediverirler.

Taşralılar latîfe işinde bazen ile-ri giderler. Hele samimi ahbap arasında hele Ramazanlarda-hem onlar bir mi-zahçının, bir meddahın bulduğu, yaz-dığı yapma fukaraları, çiğnem yiyen çocuklar gibi kötürüm kötürüm dinle-mekle, okumakla kalmazlar-hayır bir şey olmuşsa kendileri de içindedir. İşin en hoş ciheti de budur. Öyle latifêler yapılmıştır ki yazılsa kitaplar olur. İşte mesela yine bir ramazan… Erbaşı iftar ve gece birleşmelerini kararlaştırırken on beşinci akşam için açık bir şey söy-lemez. Yalnız “O gece bir kaz yolacağız.” Nasıl kaz? Çok söz yok. Bir kaz, işte bu kadar. O gün gelir. İşe başlanır yahut ki işe birkaç gün evvelinden başlan-mıştır. İsmail Efendi’nin uzak semtteki

(3)

evinden çıkıp iş başına geldiği anlaşıl-dıktan sonra, köydeki sürüden çoba-nın o sabah kendi eliyle kestirdiği iki kuzu da beraber yollanarak eve haber uçurulur: İftara ve sahura ehemmiyetli misafir var. Kuzular kesilecek. Evden iki de kaz koşulacak. Her şey mükemmel olacak. Büyük oğul İzzet Efendi bugün inmemeli, evde kalmalıdır. İkindiden sonra toplanırlar. Yolda takılanlar da olur. Sabırsızlık edenler birbirine sorar: Canım nereye? İsmail Efendi bir fısılla5 cevap verir: “Bir kaz yolunacak dedik ya! Çok söz yok.” Yol uzar; yol uzadıkça gidilen yer de yolunan kaz da yavaş ya-vaş anlaşılır. Efendi “Vah! Sersem kaz” diye diye kendi elleriyle kendi şakakla-rına vururken, sokak başında iftar topu görülür. Yârân bir kelime bile söyleme-ye üşenerek sofraya üşüşüp iftarlıklara saldırırlar.

Müezzin merhum İvâ Hasan Efendi gibi, gıdası latîfe nekreler var-dır ki kendilerine yapılan şeylere karşı tahammüllerine akıllar şaşar. Ramazan olmuştur ki iftar verir bir yerde, sahur bir yerde, uyku bir yerde Hasan Efen-di’yi bir ay evine ayak bastırmamış-lardır. Ve Ramazan olmuştur ki dağa adam kaldırır gibi sert muamelelerle Hasan Efendi’ye sofradan sofraya kal-dırıp bir iftarı üç mahallede tamam-latmışlardır. Yine ramazan olmuştur ki zeytincikle iftar açtırıp Hasan Efendi’yi sofra başından almışlar, ellerini bağla-yıp yemek biterken karşıdan seyrettir-mişler, sonra da mükellef bir sofra ile hatırını yapmışlardır.

Sofraları fukaraya açık in’âm6 sahipleri de eksik değildir. Bunlara (Hanedan) ve (Oda sahibi) derler. Ha-nede misafir alınan kısım (oda)’dır. Böyle misafir alıp yemeklemek veya sadece kahve ve şerbet çıkarmak (oda açmak)’tır. Oda açanlar, terâvih için üc-retli ve ikramlı ayrıca imam da tutarlar. Komşular, uzak yakın misafirler iftar-dan sonra veya evvel odada toplanır. Yatsı ezanı ve salât ve selamı odanın yakınında münasip bir yerde okunur. Namaza başlanır. Evdeki, komşuluk-taki çocuklar müezzinlik ve ramazana

5 fısıltıyla. 6 iyilik.

mahsus temcîdcilik vazifesini yapar. Teravih ekseriya dörder veya sekiz re-katle ve sür’atle edâ edilir. Hükümet Konağı, Askeri Dairesi, Hastane gibi belli başlı yerlerde de cemaatle teravih kılınır. Bilfarz Askeri Dairesi’nde on üç dakikada kılınıyor, diye bir haber şâyî olursa çokları oraya koşar, izdiham ya-par.

Teravihten sonra tâ sahurlara kadar münacaât gibi, naat gibi, teşbih ve temcîd gibi dinî na’meler, ezgiler okurlar. İş konuşurlar. Laf atarlar. Oda-larda böyle olduğu gibi minarelerde de:

“Yâ ze’l-Celâli ve’l-Ceberûti le-ke’l-ulâ ulâ

Yâ ze’l-Kemâli ve’l-Melekûti le-ke’l-velâ velâ”

ve

“Sekâhum rabbuhum câmın7

Suna uşşâka fercâmın”8 gibi temcidler9, tehliller okutup semaları

7 cam, kadeh. 8 akibet.

9 temcid: Üç aylarda Receb’in ilk gecesiyle başlayarak özellikle Ramazan ayında, Allah’ı anmak, yüceltmek için sahur vaktinde imsaktan önce birkaç müezzin tarafından minarelerden topluca melodik bir şekilde Arapça olarak okunan bir cami musikisi türüdür. Türk Din Musikisi’nde en meşhur temcid, Hatip Zakiri Hasan Efendi’nin Irak makamındaki eseridir. Bkz. Erdoğan Ateş,

çin çin öttürürler.

Teravihe müteallik10 pek çok menkıbeler hikâye ederler. Bir defa Hoca Ethem Kuddûsî Efendi11, bahçe-de yeşil çimen üstünbahçe-de, yeşil ağaçlar altında teravih kıldırırken yağmur çi-selemeğe başlar. Hoca merhum ce-maatin dağılacağını teemmül12 eder ki teravihleri kesmeyerek tam yirminci

Türk Din Musikisi, Rağbet Yay., İstanbul 2015, s. 69-70.

10 ilişkin.

11 Burada ismi geçen zatın Müderris Ethem Kuddûsi Efendi olduğunu düşünüyoruz. E. Kuddûsi Efendi, (d. 1819), 1266/1850’de Isparta’ya gelen Karaağaçlı Topal Şükrü Efendi’den gizlice Farsça dersi; Müftü Ab-durrahman Efendi’den Arapça dersleri almış, bir süre İstanbul’da Papazoğlu Medresesi’n-de okumuş, şiire, eMedresesi’n-debiyata meraklı bir zat-tır. Şimdilerde Ziraat Bankası’nın olduğu yerde bulunan Harâbizâde veya Çubukçuzâ-de Medresesi’nÇubukçuzâ-de 1278/1862 yılında bizzat müderrisliğe başlamıştır. Hadikatü’l-Üdeba, Şerhü Nasihatu’l-Hükema isimli eseri vardır. Rüştiye’de öğretmenlik de yapmış olan E. Kuddusi Efendi, 1311/1894 yılında 75 yaşını aşkın olduğu, Edirne Kırk Medrese ruûsunu hamil bulunduğu halde vefat etmiş ve Pirie-fendi mezarlığına defnedilmiştir. Geniş bilgi bkz. Nuri Katırcıoğlu, Bütün Isparta, Bereket Matbaası, Ankara 1958; Böcüzade Süleyman Sami, Isparta Tarihi, Yay. Haz. Hasan Baba-can, Isparta Valiliği İl Kültür ve Turizm Mü-dürlüğü Yay., Isparta 2012, s. 158-166. 12 düşünme.

(4)

rekatı bulup işte o zaman (es-Selâmu aleyküm ve rahmetullah) der, selam verir. Bu mübarek hocanın bu müba-rek teravihi bir parçada tulum deri çı-karır gibi olduğu için, (Tulum teravih) diye bir vakitler ağızdan ağza düşüp an’ane olmuştur.13

Isparta’da iftar için Hükümet Konağı civarından Kışla havalisinden iki havai fişekli bir top atarlar. Fişekle-rin havadaki kırmızı yılankavi ateşi et-raftaki açık köylerin çoğundan görülür. Topun sedası üç dört saatlik açık veya dağ ardı köylere kadar gider. Sahur vakti, imsaktan bir buçuk saat evveli yine böyle iki fişek ve bir topla haber verilir. Halk buna (ilk top) der. İmsakı ilan eden (son top) yalnız bir toptur.

İftar yemekleri mükellefçedir. Sözde hafif iftar seniyyesiyle oruç açılır. Bunda mevsime göre çiy ve pişmiş ye-mişler, yerli kompostolar, reçeller, pey-nir, zeytin, salata, kupa kupa şerbet, yumurta mıhlaması bulunur. İftardan sonra kalkılıp kahve sigara keyfine giri-şilir. Cemaatle namazdan sonra tekrar sofraya oturulur. Yemek işi (mükellef-çe) deyip kısa kesmek evladır. Çünkü uzundur. Maa-haza muhtasar olduğu

13 Asr-ı Saadet’te yine ramazan ayında buna benzer bir vak’a olmuş, geceleyin kuvvetli bir yağmur yağarak Peygamber Efendi’miz ve sair mescitte bulunanlar iyicene ıslanmış-lar ve Aleyhisselam’ın alnında secdede aldığı toprak eserleri görülmüştür. (Buhari 2, H. 256, Müslim 2 C. 122), Ayrıca bkz. Buhari, Kitabu’l-Ezan, 669, 813, 836, Buhari, Kitabu Fazli Leyletü’l-Kadr, 2016, 2018: Müslim, Kitabu’s-Sıyam, 1167.

da olur. Yaz mevsimleri bağlarda, bos-tanlarda iftar yapıldığı eksik değildir.

Gece birleşmeleri ömürdür. İf-tardan sonra çok kimseler evinde veya misafir bulunduğu yerlerde kalama-yarak bir odaya, bir ahbap evine can atar. Bu yerlerde yakası açılmadık, öyle çekici burnunda şakalar, şamatalar olur ki bir tanesi, bir yıl sermaye olsa yeridir. Mesela bir salonda “Kahve mi? Yoksa şerbet mi evvel? Diye hiç yoktan bir düzensizlik çıkar. Kahveden evvel şerbet içilmez… Yok, herkesin harâre-ti var, şurup evvel içilmeli… Gibi kimi nala kimi mıha… Söz, sav kıyamet. Nihâyet karar verilir: Kahve evvel, şer-bet sonra. Kahve içilir. Lakin şurup niye gelmiyor? Bu kadar söze sebep olan şurup ne olsa gerek? Çok geçmez, o da gelir. Kimi bardağı birden diker, kimi bir solukta yarıyı bulur. Kimi de sade dudağını dokundurup geçer. Bazıla-rıysa el bile sürmez. Acaba ne şurubu? Tadı ne nev’iden? Şeker mi? Bal mı? Kimseler anlayamaz. Meğerse bu, tat-lıyı tatsızı anlayanları, anlamayanları seçmek için sade sudan bir imtihan tertibi imiş. “Âbi14”, “âbi” diye meseleyi hallettikleri sırada mükellef hardaliye15 de söker. Arkasınca kıramık16 şurubu, üzüm turşusu suyu. (Âbi)’den içmiş olanlar tekrar içer, içmemiş olanlar tek-rar tektek-rar içer. Bakılsa sudan bir eğlen-ce. Lakin samimi. Samimi olduğu için hatırası yıllarca ruhları okşar.

14 su.

15 hardaliye: içine hardal katılan üzüm şırası. 16 anberbaris.

Bir gece Etrelizâdelerin Oda-sı’nda17 bulunuluyor. Ramazan bahara düşmüş, lakin meydan hâlâ kış, orta-da hevenk üzümü, kuru üzüm, ceviz, iğde gibi kış döküntüleri. Hakkı Efendi birine der ki “Kıştan bir kavun kalmış. Lakin cemaate birer dilim düşmeye-cek. Dinleyen tereddütsüz, kat’i cevap verir: “Kolayı var… Kavunu kes. Parça-la. Bir de yumuşak suyundan helvacı kabağı kurban et. Kavun gibi dil, bü-yük tepsiye güzelce istif et. Ne olacak? Bulanlar kavunu bulur, bilmeyenler kabağı yuvarlar.” Münâsip işe ne denir? A’lâ bir eğlence. Tepsi gelir. Ohh mart içinde misk kokulu kavun. Eller uzanır. Tadı tuzu yok, tatsız. Tatsız da söz mü? Tatsız sensin. “Tatlıyı tadı için, tatsızı Allah için demişler.” Derken tepsi yarıyı bulur. Yârânın tuzu biberi Mehterzade Kara Mehmet Efendi bağırır: “Valla-hi yutamayacağım.” Gürültü yükselir: “Halt edersin Mehmet” deyip çıkışırlar. “Lakin olamayacak.” Nasıl olamayacak? Râsih yardım et!”. Pat küt Ahmet Efen-di’ye su yetiştirir. Şükrü Efendi birkaç yumruk yollamış olur. Mehmet’e ağ-zındaki parçayı güç kolay yuttururlar. Karaoğlan sofra başından kaçmak is-ter. Lakin bırakırlar mı? “Acayip, bahar-da kavun bulursun bahar-da onbahar-da bir de tat mı ararsın?”, “Acayip sen hangi nazlı bostanın çiçeği imişsin?” Gibi bin sa-raka ile omuzuna yeniden yumrular iner. Kavunu bulamayanların sessizce-leri kabağı yutkuna yutkuna yutarlar. Kavunun esrarını bazıları orada ba-zıları ertesi akşam anlamıştır. Baba-zıları ise hâlâ ve hâlâ anlamamıştır. Bu vâkıa benim hatırıma geldikçe ağzımı bıçak-lar açmadığı zamanbıçak-larda bile ihtiyarsız gülerim.

İlk topunda davulcu çıkar. Her mahallenin davulcusu başkadır. Da-vulcunun yanında fenercisi, yamağı bulunur. İbtida 18davulunu vurarak mahallenin sokaklarını söyler geçer. İkinci defa her evin kapısında başka başka durup türküsünü söyleyerek bahşişini veya sahur yemeğinden ya-ğını, katmerini alır. Davulcu türküleri

17 Etrelizâdeler, Isparta’da halıcılığın gelişme-sinde büyük rol oynamış bir ailedir.

(5)

İstanbul’unki gibi yavandır.

Sahur yemekleri çokluk hamur işleridir. Bâ-husus oklava ile açılan, saç-ta pişirilen hamur işleri… Börek nev’i-leri, ıspanak böreği, kıymalı, peynirli sini ve saç börekleri, (katmer) denilen tahinli, sadeyağlı, susam yağlı haşhaş yağlı kalın yufka hamur işleri. Göçebe-likten kalmaya benzeyen bu âdet unu-tulmamıştır. Et, sebze, pilav, çıkaranlar olsa da halkın yüzde altmışı bunlarla sahur yer. Davulcuya para vermeyen-ler bunlardan ikram eder. Bunun için türküsünde katmerin ismi çok geçer. Davulcu topladığını yiyemeyeceği için kurutur veya satar derler.

Sahur yemeklerini yoluna koy-mak kadınların işidir. Kadın akşamdan hazırladığı hamuru açar, (senit) denen tahtaya yayar, tahininin veya yağını, cevizini emiştirir. Saç önünde pişirip gözetir. Sonra da hazır hoşaf yoksa çömleklerdeki kızılcık, erik, vişne reçel-lerinden ezer, soğutur. Sofrasını tertip edip evin erkeğine buyurun der. Davulcu Kadir’den sonraki geceler ra-mazanı okşar, “Bizden şikâyet etme ramazan” gibi sözlerle selamlar, teşyi’ eder. O sıralarda camilerde de teravih-ten sonra imam minbere çıkıp tehliller okuyup (elveda)’lar çeker, bu

geceler-de minareler tehlîllerle dile gelip bül-büller gibi şakır.

Bayram haftası, ramazanın en nazlı günlerini toplayan haftadır. “Ben derim bayram haftası, o anlar man-gal tahtası!” Sözünü söyleyen kim ise, bunu anlatmak istemiş olmalıdır. Ka-dir’den evvelki veya sonraki günler-de gece gündüz herkes halince telaş içindedir. Bir taraftan hali vakti olanlar muhtaç olanları arar bir taraftan bun-lar onbun-ları bulur. Bababun-lar anabun-lar çocuk-ların bayramlıkları kaygısına düşer. Ka-dınlar (Nokul)19 ve (Yuvalak)20 dedikleri yumuşacık veya gevrek, sütlü, altı su-samlı, içi katmer katmer yağlı, karanfil-li, kokulu (Susâmât)

çöreklerinin ince üzüntüleriyle ter-ler, pişer. Yavuklular gidecek ve gelecek bayram hediyeleri-ni hayaliyle hülya-lara dalar.

19 Bafra, Sinop ve Is-parta’nın sahiplendiği mayalı hamurla yapı-lan haşhaşlı, fındıklı ve sakızlı türleri bulunan rulo şeklin-deki bir tür poğaça. 20 nohutlu sulu köfte.

Ben burada o güzel şeyleri anıp ayık-larken acaba zavallı vatancığım, o yı-kılıp harap olan cennetcik ne halde oluyor? Orada yine odalar açık mı? Sofralar dolu mu? Hemşehriciklerim oruç mu? Yoksa aç mı? Ya iftar? Ya sa-hur? Ya cami? Ya bayram? Geçen sene bir şeyler yoktu. Göklerin rengi bile o çok ve yeşil yapraklar bile solgundu. Bana kurtlar, kuşlar haber veriyor ki bu sene bu haller daha fenâ… Ya Rabbi, mübarek günler hürmetine, sen yetiş bize!

*** ** *

Referanslar

Benzer Belgeler

3 numaralı asenkron jeneratör şebekeden bağımsız çalışmaktadır. Terminal uçlarına bağlı değişken yükler şematikte 7 numara ile işaretlenmiştir. Değişken yük

ÇOLAK, Oktay; 2011: Portre Fotoğrafı Nasıl Çekilir..

“Çarpmaya gerek yok” dedi, “çünkü bu sezyumun o periyodu, zaten bizim zaman biri- mi!” “Tevekkeli” dedim içimden ve devam ettim: “Nas›l isterseniz.... “Tamam:

When the CVP-2 radiation filter is mounted, it collimates the primary radiation bundle and decreases the scattered radiation amount from the patient, so that, compared

karbonhidrat beslenen bireylerin Klotho (KL) geni metilasyon yüzdesi protein beslenen bireylerin Klotho (KL) geni metilasyon yüzdesinden daha yüksek bulundu ve bu

Asırların bütün istilâlarına köprü olan Anadolu ve Trakya, Taş Dev­ linden Sümeriere, Fenikelilere, Asu- rilere, Etilere, Frikyalılara, Kapa- dukyalılara, daha

Uzun boylular, k›sa boylulara k›yasla risk al- maya daha e¤ilimli; kad›nlar, erkeklere oranla daha dikkatli; risk alma e¤ilimi yaflla birlikte belirgin biçimde azal›yor..

The basis of such model is forecasting, calculation and measurement of changes in the present value of bank assets, liabilities and off-balance sheet positions in various