• Sonuç bulunamadı

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası"

Copied!
30
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın

Söyleminin İdeolojik İnşası

*

The Ideological Construction in Press Discourse during the Declaration Period of Candidate in the Presidential Elections of 2007

Hafize Nurgül DURMUŞ ŞENYAPAR, Okt. Dr., Gazi Üniversitesi Rektörlüğü GÜADEK Ofisi, E-posta: nurguld@gazi.edu.tr

Öz

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sürecinde, cumhurbaşkanı adayı üzerine yürütülen tartışmalarla biçimlenen ve tartışmaları biçimlendiren ideolojik inşanın irdelenmesi amacını güden bu çalışmada, egemenlik ilişkilerinin medya metinleri aracılığıyla nasıl yeniden üretildiği çözümlenmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazeteleri internet sitelerinde konuyla ilgili yayınlanan haber ve köşe yazılarına eleştirel söylem çözümlemesi uygulanarak ideolojik inşanın nasıl kurgulandığı sorgulanmıştır. Bunun sonucunda Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi ve açıklanması sürecinde basın söyleminin, egemenin gücünü pekiştirir nitelikte olduğu saptanmıştır. İktidar partisi ve Başbakan, Cumhurbaşkanını tek başına belirleme ve seçtirme yetkisine sahip olarak konumlanırken vatandaşların kendisine sunulan isme, demokratik sistem gereği çoğunluğa sahip partinin adayı olmasından ötürü razı gelmesi doğal ve makul olarak sunulmuştur.

Abstract

Aiming to examine the ideological construction both shaped by and shaping the debates on the presidential candidates in the process of Presidential Elections of 2007, this study analyses the reproduction of relations of dominance by the media texts. Fictionalization of the ideological construction is questioned by applying critical discourse analysis to related news and columns published on the websites of the newspapers Cumhuriyet, Milliyet and Zaman. It is concluded that press discourse during the assessing and declaring period of the only candidate was such as to strengthen the power of the sovereign. The Government Party and the President were positioned as the only authorities to determine the candidate and to get him elected while the acceptance of the candidate announced to the citizens was presented as natural and reasonable because he was the claimant determined by the majority party in a democratic system.

Anahtar Kelimeler:

Eleştirel Söylem Çözümlemesi, Haberde İdeoloji, Medya Söylemi, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimi, Egemenliğin Yeniden Üretimi.

*: Bu makale, Prof. Dr. Nazife Güngör’ün danışmanlığında Okt. Dr. H. Nurgül Durmuş (Şenyapar) tarafından hazırlanan “2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Bağlamında Türkiye’de Rejim Tartışmalarının Basında İdeolojik İnşası” adlı doktora tezinden üretilmiştir.

Keywords:

Critical Discourse Analysis, Ideology in News, Media Discourse, Presidential Elections of 2007, Reproduction of Dominance.

(2)

Giriş

2007 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Seçimleri pek çok yönüyle diğer cumhurbaşkanlığı seçimlerinden ayrışmaktadır. Yürütmenin başı konumundaki Cumhurbaşkanlığı makamına getirilecek kişinin belirleneceği seçim döneminde yoğun bir ideolojik mücadele yaşanmış, toplumdaki siyasi kutuplaşma belirginleşmiş, bu durum kitlesel gösterilerle sokağa yansımıştır. Ordunun gece yarısı bildirisiyle gerilimi iyice tırmanan seçim süreci, Yüksek Yargı’nın 367 kararıyla kesintiye uğramıştır. Meclis turlarının sonuçsuz kalmasıyla zorunlu olarak Genel Seçime gidilmiş ve üç ay gecikme sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı, yedi yıllık görevine başlamıştır. Seçim sürecinde yaşananlar, beraberinde köklü bir sistem değişikliğini getirmiştir. Cumhurbaşkanını halkın seçmesine yönelik Anayasa değişikliği Referandumda olur almış ve böylece 2007 yılı, TBMM tarafından seçilen son cumhurbaşkanının göreve geldiği yıl olarak siyasi tarihe geçmiştir. Çalışmada ele alınan dönem, bu yönleriyle sosyal bilimlerin pek çok dalı için bereketli bir araştırma alanı sunmaktadır. Özellikle bu süreçte siyaset alanındaki gelişmelerin basına yansıması ve basın aracılığıyla şekillenmesi, siyaset ve medya arasındaki girift ilişkinin değerlendirilebilmesi amacıyla incelenmelidir.

Seçim dönemlerinde basının rolü araştırmalara (Lemert, 1991; Çağan, 1997; Işık, 1998; Herman, 2004; Kürne, 2008) pek çok kez konu olmuş; medya siyaset ilişkisi çeşitli çalışmalarda (Baştürk Akça, 2004; Dursun, 2004; Dursun, 2009; Devran, 2010) ideoloji çerçevesinde ele alınmıştır. Benzer şekilde cumhurbaşkanlığı seçimleri detaylarıyla (Demir, 2003; Muzbeg, 2003; Atay, 2004; Arcayürek, 2007; Özdemir, 2007; Tanyol, 2007) incelenmiştir. 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçim süreci, Ercan’ın 2009 tarihli çalışmasında ele alınmış ve gazetelere uygulanan içerik analiziyle Cumhuriyet, Zaman ve Hürriyet gazetelerinin haberleri yayın politikalarına göre taraflı biçimde yansıttıkları saptanmıştır. Durmuş’un 2012 tarihli yayımlanmamış doktora tezi, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri döneminde basının ideolojik içeriğini eleştirel söylem çalışmasıyla çözümlemektedir. Söz konusu araştırmada Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinin 27 Aralık 2006 – 15 Mayıs 2007 ve 10 Ağustos – 04 Eylül 2007 tarihleri arasındaki 166 günlük haber ve köşe yazıları derlenmiştir. Cumhuriyet’ten 14.123; Milliyet’ten 9.996, Zaman’dan 8.509 olmak üzere toplam 32.628 haber ve köşe yazısının belirli tema kategorileri kapsamında incelendiği bu çalışmada, 557 haber ve 365 köşe yazısı alıntılanarak gazetelerin ideolojik duruşlarının söyleme yansımaları saptanmaya çalışılmıştır (Durmuş, 2012).

İdeolojiyi, belirli bir toplumsal grubun belirli bir zaman dilimindeki değerler bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Bir grubun üyelerinin köklü inançları, gruplar tarafından paylaşılan toplumsal belleğin temeli olarak ideoloji, baskın grupların kendilerine hizmet eden düşünce sistemleridir ve ideolojinin önemli işlevlerinden biri, egemenliğin meşrulaştırılmasıdır (van Dijk, 2003b: 16-24). Wodak, ideolojinin eşitsiz güç ilişkilerini kurmak ve yerleştirmek amacına hizmet ettiğini savunur (Lassen, 2006: vııı).

Gramsci, ideolojik üretimde yönetilenlerin kendi rızalarıyla sömürüye boyun eğmelerini hegemonya kavramıyla açıklar. Hegemonyaya yapılan vurgu, beraberinde ideolojiye ve günlük hayatın yapıları ve pratiklerinin, kapitalist toplumsal ilişkileri nasıl rutin olarak normalleştirdiğine yapılan vurguyu getirir (Fairclough ve Wodak, 2004:

(3)

261). Maddi üretim araçları gibi fikri üretim araçlarını da elinde bulunduran erk sahibi sınıf, kendi düşüncelerine evrensellik biçimi vererek onları tek mantıklı ve evrensel olarak geçerli düşünce gibi göstermek zorundadır (Marx ve Engels, 2003: 50-53). Hâkim ideolojiler, büyük oranda tartışmasız kaldıkları varsayımına tutunarak “doğal” görünürler; toplumdaki çoğu kimse belirli konularda aynı düşündüklerinde ve hatta statükoya alternatifler olduğunu unuttuğunda, hegemonyaya erişilir (Wodak ve Meyer, 2009: 8).

Stuart Hall’un da işaret ettiği gibi egemen ve muhalif ideolojiler arasında süregiden hegemonya mücadelesi (Scholle, 2005: 267) söylemdeki mücadeleyle ifade bulur. Söylem yoluyla toplumsal denetim uygulanmasının önemli bir koşulu ise söylemin denetimi ve bizzat söylem üretimidir (van Dijk, 2005: 319). Söylem üretimin temel çıktılarından biri medya metinleridir. Medya metinleri itinayla seçilmiş, düzenlenmiş, gözden geçirilmiş ve kurgulanmış yapılardır; her ne kadar gerçek gibi görünse de bize sergilediği dünya gerçek olan değil gerçeğin medya tarafından temsil edilmiş biçimidir (İnceoğlu ve Çomak, 2009: 28). Söylemle edinilen ideolojilerin devamlılığı da yine medya aracılığıyla dolayımlanan söylem vasıtasıyla olur. Zira medya, kendi kültürel ve ideolojik konumunu koruyabilmek için toplumsal bilgiyi sağlar ve seçmeci olarak inşa eder (Hardt, 2005: 54).

Politik söylem, toplumu kendi söylem alanının sınırları içerisinde sabitlemeye ve kapatmaya çalışır (Oskay, 2003: 10). Siyaset ve medya sektörünün iç içe geçmiş ve karşılıklı bağımlı ilişkisi sonucu medya metinlerinin ideolojik içerikleri belirlenmekte ve muhalif görüşler, güçleri oranında söyleme yansımaktadır. Cumhurbaşkanlığı Seçimi sürecinde de siyaset sahnesindeki gelişmeler medyada yansımasını bulmuş; basın, söylemde ideolojinin üretim ve dağıtımına aracılık etmiştir. Zihinsel inşa sürecinin bir parçası olarak basın organının ideolojisine göre farklı gerçeklikler kurgulanmış; gazeteler egemenlik mücadelesinde önemli birer araç haline gelmiştir. Bu çalışmanın amacı, 2007 Seçiminde cumhurbaşkanı adayının açıklanması sürecinde gerçekleştirilen ideolojik inşanın irdelenmesi ve inceleme kapsamındaki gazetelerden seçilen haber ve köşe yazılarına uygulanacak eleştirel söylem çözümlemesiyle incelenmesidir. Yazılı basının haber söylemine yansıyan ideolojik içeriğin, siyasal alandaki hegemonya mücadelesinin bir yansıması olduğu ve güç mücadelesinin söylemde de devam ettiği varsayımından hareketle, egemenlik ilişkilerinin medya metinleri aracılarıyla nasıl yeniden üretildiği araştırma konusu yapılacaktır. Türkiye’de basının, toplumun ideolojik biçimlenmesiyle nasıl ilişkilendirilebileceği, gazete haber ve köşe yazılarında ideolojik inşanın nasıl kurgulandığı sorularına yanıt aranan bu çalışmanın temel varsayımı; söylemin, güç ilişkilerini sürdürme işlevini üstlenen ideolojilerin inşası, yayılması ve yeniden üretilmesine katkıda bulunduğu, gazetelerin ise gerçekliğin temsillerini inşa ederken söylemleri vasıtasıyla ideolojilerin taşıyıcısı olduklarıdır.

Bu çalışma, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde söylemin ideolojik inşasını hem 367 tartışmaları, e-muhtıra ve siyasal iletişim gibi konulara hem de “cumhuriyet/ demokrasi”, “laiklik/irtica, “ulusalcılık/statükoculuk” ve “rejim tehdidi/halkın iradesi” gibi kategorilere göre inceleyen yazarın 2012 tarihli tez çalışmasının sadece bir bölümünü kapsamaktadır. Cumhurbaşkanı adayının geç açıklanması ve bunun bir siyasi strateji olarak basın üzerinden yürütülmesine ilişkin analizleri kapayan bölümü aktaran bu araştırmada, söz konusu çalışma için derlenen veriler kullanılmıştır. Asıl araştırmada

(4)

örneklem kullanılmak yerine tam sayım yapılması ve belirlenen gazetelerde konuyla ilgili yayınlanan tüm haberlerin değerlendirme kapsamına alınması sebebiyle çalışma sadece üç gazeteyle sınırlı tutulmuş; Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinin internet baskılarında yayınlanan cumhurbaşkanlığı seçimi konulu tüm haberler arşivlenerek inceleme kapsamına alınmıştır. Bu gazetelerin seçiminde etkili olan genel yayın politikalarının belirlenmesinde, alanda yapılan önceki çalışmaların bulgularından faydalanılmıştır. Kemalist sol ideolojiyi satırlarına yansıtan Cumhuriyet1 gazetesi ve

muhafazakâr sağ Zaman2 gazetesine merkez medyadan Milliyet3 gazetesi ilave edilerek

ilgili dönemdeki ideolojik yönelimleri bakımından üç farklı basın organının araştırılması hedeflenmiştir.

Cumhurbaşkanlığı tartışmalarını alevlendiren Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun 367 toplantı yeter şartı açıklamasının gazetelere yansıdığı 27 Aralık 2006 tarihinden başlatılan inceleme, Adalet ve Kalkınma Partisi4 cumhurbaşkanı adayının

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül olduğunun açıklandığı 24 Nisan 2007 tarihine kadar sürdürülmüştür. Belirtilen tarihler arasındaki 126 günde konuyla bağlantılı Cumhuriyet gazetesinde 10 bin 572, Milliyet gazetesinde 7 bin 23 ve Zaman gazetesinde 5 bin 872 olmak üzere toplamda 23 bin 467 haber ve köşe yazısı yayımlanmıştır. Sayılardaki farklılık, gazetelerin konuya gösterdikleri ilgiden çok, belirtilen gazetelerin internet sayfalarının yapısal özelliklerinden kaynaklanmıştır. Örneğin Zaman gazetesi, haberlerini uzun bir metin olarak yayınlarken Cumhuriyet, aynı konuyu birden fazla parça halinde sayfalarına yansıtmış; Milliyet ise bazı günlerde özet ya da kısa biçimde işlediği bir konuyu sonraki gün geliştirip farklı bir haber olarak tekrar yayına vermiştir. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda gazetelerin cumhurbaşkanlığı seçimi konusuna benzer bir ilgi gösterdiklerini söylemek mümkündür. Arşivlenen bu metinler içerisinden alıntılanacak haber ve yazıların belirlenmesinde amaçlı örneklem (purposive sample) kullanılmış; Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinden 47 haber ve köşe yazısı, bu çalışmaya aktarılmıştır. Dönem boyunca yaşananlara ilişkin olay örgüsünün, nispeten tarafsız haber

1 7 Mayıs 1924 tarihinde Yunus Nadi tarafından kurulan ve isim babası Atatürk olan Cumhuriyet, bir dönem DP’yi desteklemiş ama bunun haricinde genel olarak Atatürkçü ve sol çizgide yayın yapmıştır. Milli mücadeleye destek olan bir gelenekten gelen Cumhuriyet’in okurlarınca kurulan CUMOK isimli bir sivil toplum hareketi bulunmaktadır. Cumhuriyet Vakfı’na ait olan Cumhuriyet, siyasi kimlik olarak Atatürk ilke ve devrimlerinin taraftarlığını benimsemiş (Emre Kaya, 2009: 324), milliyetçi, devletçi ve Atatürk’e bağlı (Şimşek, 2007: 75) ve sol (Önder, 2008: 66) olarak tanımlanmıştır.

2 3 Kasım 1986’da kurulan ve Feza Gazetecilik AŞ’ye ait olan, okurlarının büyük bölümüne abonelik yöntemiyle ulaşan Zaman gazetesi, muhafazakâr demokrat ya da İslamcı olarak anılmaktadır. Zaman diğer çalışmalarda kendini siyasal yelpazenin sağında konumlandıran ve ağırlıklı olarak İslami sağ/muhafazakâr görüşleri benimseyen okurlar tarafından tercih edilen (Özmen, 2009: 8) muhafazakâr sağ (Kete, 2009: 222) bir yayın organı olarak tanımlanmıştır.

3 İlk sayısı Ali Naci Karacan tarafından 3 Mayıs 1950 yılında, Nuri Akça Matbaası’nda çıkarılan ve 1960 yılına kadar Karacan’ın şahsi şirketi olan Milliyet, Milliyet Gazetecilik A.Ş.’nin kurulması ile anonim şirket haline dönüştürülmüştür. 20 Temmuz 1979’da Aydın Doğan tarafından satın alınmış ve inceleme döneminde Doğan Grubu bünyesinde faaliyet göstermiştir. Milliyet, grubun diğer gazetesi Vatan ile birlikte, Haziran 2011 seçimlerinden iki ay önce Demirören-Karacan ortaklığına satılmıştır. Milliyet gazetesi, önceki çalışmalarda araştırmacılar tarafından liberal-çoğulcu (Önder, 2008: 55), kimi zaman iktidarın politikalarını destekleyen kimi zaman da bu desteği çeken (Şimşek, 2007: 67), Atatürk’e bağlı (Şimşek, 2007: 73) olarak tanımlanan günlük ulusal bir gazetedir.

4 Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kısaltmasının AKP ya da AK Parti şeklindeki kullanımında görüş ayrılıkları bulunmakta; tercih edilen kısaltmanın yandaşlık ya da karşıtlık içerdiği öne sürülmektedir. Partililer ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İçişleri Bakanlığına sunduğu kuruluş dilekçesinde AK Parti kısaltmasının yer aldığını (Haber Türk, 05.06.2009) ve bu şekilde kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Çalışmada Parti’nin açık adı kullanılmış; doğrudan alıntılarda ise metinlerin orijinaline müdahale edilmemiştir.

(5)

dilinden ötürü Milliyet gazetesi haberlerine dayalı olarak oluşturulmasına bağlı olarak, bu gazeteden alıntılanan haber sayısı diğerlerine göre fazla olmuştur.

Kullanılan yöntem bakımından bu araştırma, niceliği ölçerek sıklığı yorumlamaya çalışan ampirik bir çalışma değil, içeriğin niteliğini sorgulayan bir çalışmadır. Nitel analizler içerisinde metne örülü ideolojiyi en iyi ortaya koyabilecek yaklaşımlardan birinin “Eleştirel Söylem Çözümlemesi” (Critical Discourse Analysis) olduğu söylenebilir. Bu sebeple çalışmada, gazetelerin farklı gerçeklikleri nasıl inşa ettikleri, Fowler, Hodge, Kress, Fairclough ve van Dijk gibi kuramcıların öncülüğünü yaptığı, söylemi bağlamından koparmaksızın ele alan eleştirel söylem çözümlemesi yaklaşımından faydalanılarak incelenmiştir. Temel olarak toplumsal gücün suiistimali, egemenlik ve eşitsizliğin toplumsal ve politik bağlamda metin ve konuşmalarla nasıl sahnelendiği, yeniden üretildiği ve direndiğini konu edinen bir tür söylem analizli araştırma yöntemi olarak eleştirel söylem çözümlemesi, van Dijk’a (2003a: 352) göre toplumsal sorunlara yönelen, iktidar ilişkilerinin söylemsel karakterini ortaya çıkarmaya odaklı, söylemi tarihsel ve ideolojik bir işleyiş olarak gören ve bundan hareketle, metin ve toplum arasındaki dolayımlanmış ilişkiyi yorumlayıcı ve açıklayıcı bir çerçevede kurmaya kalkışan bir çözümlemedir (Dursun, 2004: 11). Dil ve güç arasındaki ilişkiye özel ilgi gösteren; güç ilişkilerinin yaratılmasında ve sürdürülmesinde kültürel ve ekonomik boyutların önemini savunan eleştirel söylem çözümlemesi tek bir metot değil, dil ve toplumsal bağlam arasındaki ilişki üzerine çalışan değişik perspektif ve yöntemleri içeren bir yaklaşımdır (Wang, 2006: 60).

Metinde güç ve iktidar ilişkilerini ele alan van Dijk, bağlam, metin ve konuşmanın tüm düzey ve yapılarının prensipte güçlü konuşmacılar tarafından fiilen az ya da çok kontrol edilebileceğini ve böyle bir gücün, diğer katılımcılar pahasına istismar edilebileceğine dikkat çeker (2003a: 357). Medya söylemine erişim ve hatta denetim gücüne sahip iktidarlar, toplumsal güce ulaşmada önemli bir avantaja sahiptirler. Çalışmada uygulanacak çözümlemeyle bu avantajın nasıl değerlendirildiği ortaya konulmaya çalışılacaktır. Siyasi gelişmelerde belirleyici olan aktörlerin, medyada yer alma sıklıklarının da bu belirleyiciliğe paralel olduğunu saptamak bile bunun için yeterli olacakken bu figürlerin söylemlerine güçlerini nasıl yansıttıkları örneklenecektir.

Medyada güç sahipleri avantajlı olarak görüşlerini söyleme yansıtsalar da muhalif görüşlerin söylemden tamamen yok edilmeleri mümkün olamamaktadır. Siyaset sahnesindeki kutuplaşma medya metinlerine de yansımakta, muhalif fikirler yok sayılmak yerine olumsuzlanmakta, küçümsenmekte, değersizleştirilmektedir. Gruplar arasındaki çeşitli kutuplaşma biçimleri, karşıtlıklar ile gerçekleştirilebilir (van Dijk, 2003b: 61). Kendini olumlu ve ötekini olumsuz sunmanın, hem grup çatışmasının ve karşıt gruplarla etkileşim şeklimizin çok genel bir özelliği olduğunu hem de kendimiz ve başkaları hakkındaki konuşma şeklimizi tanımladığını belirten van Dijk’in “ideolojik kare” olarak adlandırdığı ve ideolojik çözümleme için önemli bir araç sunan kavramsal alan şu şekilde açıklanabilir (2003b: 57):

-Bizim hakkımızdaki olumlu şeyleri vurgula. -Onlar hakkında olumsuz şeyleri vurgula.

(6)

-Bizim hakkımızda olumsuz şeyleri vurgulama. -Onlar hakkında olumlu şeyleri vurgulama.

Esas itibariyle söylemin her yerinde ortaya çıkabilirse de ideolojik içeriğin en dolaysız olarak söylemin anlamında ifade edildiğini belirten ve haberleri araştırma materyali olarak kullanan van Dijk’a göre kendimizin iyi şeylerini ya da onların kötü şeylerini vurgulamak istiyorsak, yapacağımız ilk şey böyle bir bilgiyi konulaştırmaktır; tersine bizim kötü şeylerimizi ve onların iyi şeylerini vurgulamamak istiyorsak, o zaman da böyle bir bilgiyi konulaştırmamaya eğilimli oluruz (van Dijk, 2003b: 58-59). Haber imal sürecinde de bu anlayış egemendir. Haber konusu olarak ele alınanlar genellikle bizim iyi onların kötü yönleridir. Tam tersi durumlar ise ya haberleştirilmez ya da haberciler arasında kullanılan tabiriyle “küçük görülür” yani iç sayfalarda önemsiz küçük bir haber olarak verilir. Çalışma kapsamında incelenen haberlerde hem siyasilerin hem medya mensuplarının savundukları ideolojik grubu nasıl olumlu, karşıtlarını nasıl olumsuz sundukları gerek anlamdan gerekse sözcük seçimleri ve cümle yapılarından yararlanılarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Söylemde kimin belirleyici olduğu ve hangi karşıtlıkların kurulduğunun yanı sıra makro ve mikroyapılar da ideolojik içeriğe ilişkin önemli taşıyıcılardır. Konu, tema, ana fikir gibi global anlamın çeşitli kavramları için kullanılan makroyapı kavramı, van Dijk tarafından “söylemin ve onun bilişsel sürecinin yerel mikroyapılarını organize eden daha üst düzeydeki anlambilimsel ve bağlamsal yapılar” olarak tanımlanır (aktaran Baştürk Akça, 2004: 25). Metnin makro önermelerini belirlemek üzere uygulanan makroyapısal analizde başlıklar, haber girişleri, fotoğraflar, haber kaynakları, olaylar ve yorumlar incelenir. Söylemin mikroanalizi ise seslerin (phoneme), sözcük seçimlerinin (lexicalization) ve cümle yapılarının (syntax) analizini kapsar. Cümle uyumları, kısa-uzun, basit-karmaşık ve aktif-pasif olmaları, kelime seçimleri ve haberin retoriği değerlendirilir (Şeker, 2004: 37). Bu çalışmada da incelenen metinlerde dikkat çekici ve belirleyici makro ve mikroyapısal örnekler alıntılanarak söylemdeki ideolojik izler yakalanmaya çalışılacaktır. İncelemede anlam ve yorumun yanı sıra haber başlıkları, cümle yapıları, sözcük seçimleri ve habere eşlik eden fotoğraflarla metinde kullanılan benzetme, deyim ve mecaz gibi anlambilimsel unsurlar da göz önünde bulundurulmuş ancak araştırmanın kapsamının genişliği sebebiyle tüm haber ve yazılara tek tip inceleme şablonu/yönergesi uygulanmak yerine sadece çarpıcı bulunanlar alıntılanmıştır.

Nitel analiz ya da eleştirel söylem çözümlemesi yaklaşımının sınırlılıkları bu çalışma için de geçerli olup araştırmanın bir nicel içerik çözümlemesi gibi sınanabilirlik, yinelenebilirlik ya da objektiflik iddialarından yoksun olduğu söylenebilir. Zira van Dijk’a (2003a: 354) göre “bir pozisyon alma” olmasından ötürü eleştirel söylem çözümlemesi “nötr” olamaz. Bununla birlikte metin analizlerinde objektifliğin ne ölçüde aranması gerektiği tartışmalıdır. Gerçeğe dayalı değil, anlama dayalı bir sonucu amaçlamayan, bulgularını/sonuçlarını nesnellik tartışmasından uzak tutan ya da nesnelliği zımnen yok sayan söylem çözümlemesinin bir yöntem değil de bir yaklaşım olması, Atabek’e (2007: 154) göre onun geçerliliğini tartışılır kılmaktan çok, araştırmacılar için (bir klasik/pozitivist yöntem kadar) kolay uygulanabilir bir şey olmadığını ifade etmektedir.

(7)

Bu sınırlılık ve zorluklar göz önünde bulundurularak yürütülen çalışmada öncelikle 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçiminde yaşananlara ilişkin kısa bilgi verilmiş, sonrasında cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi ve açıklanması sürecinde basın söylemindeki ideolojik inşa irdelenmiştir.

Cumhurbaşkanlığı ve Tartışmalı 2007 Seçimleri

Cumhurbaşkanlığı görevine seçilecek 11. ismin belirleneceği 2007 Seçimleri döneminde medya söyleminin ideolojik analizini yapabilmek için konuyu bağlamıyla birlikte ele almak, bunun için de cumhurbaşkanlığı makamına kısaca değinmek faydalı olacaktır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında Büyük Millet Meclisinin açılışından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede Türkiye’de meclis hükümeti sistemi uygulanmış, sonrasında bağımsız bir devlet başkanı olarak cumhurbaşkanlığı kurumunun oluşturulmasıyla parlamenter dizgeye geçilmiştir. Yasama ve yürütme güçleri arasında işlevsel, dengeli işbirliğine dayanan parlamenter dizgede, yürütme gücünü elinde bulunduran bir bakanlar kurulu, yürütmenin ikinci kanadı ve devletin başı sıfatıyla simgesel yetkilerle donatılmış bir devlet başkanı ve yasama yetkisine sahip, yürütmeyi kendine bağımlı kılabilen bir yasama organı vardır (Sevinç, 2002: 112). Kurucu Cumhuriyet Halk Partisi, çok partili rejimin ikinci seçimi olan 1950 Genel Seçimlerinde iktidarı Demokrat Parti’ye teslim etmiş; sonrasında yapılan genel seçimlerde çoğunlukla sağ ve muhafazakâr partilerin galip gelmesi, cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından da belirleyici olmuştur.

90 yıllık Cumhuriyet’in ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra göreve on cumhurbaşkanı gelmiş5, bu kişiler 61 hükümette yürütmeye başkanlık etmişlerdir.

Anayasanın 8. Maddesi gereği Bakanlar Kurulu ile birlikte yürütme yetkisini elinde bulunduran Cumhurbaşkanı, 104. Madde gereği “Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” Sahip olduğu önemli konum gereği tarafsızlığını korumak zorunda bulunan, bu sebeple de göreve seçildiğinde varsa partisiyle ilişiği kesilen cumhurbaşkanının taşıması gereken nitelikler, 101. Maddede “kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşı” biçiminde sıralanmış, cumhurbaşkanının seçim yöntemine ilişkin hükümler Anayasa’nın 102. Maddesinde6 açıklanmıştır. Cumhurbaşkanının TBMM tarafından yedi yıllığına ve

5 T.C. Cumhurbaşkanları: M. Kemal ATATÜRK (29 Ekim 1923 - 10 Kasım 1938), İsmet İNÖNÜ (11 Kasım 1938 - 22 Mayıs 1950), Celal BAYAR (22 Mayıs 1950 - 27 Mayıs 1960), Cemal GÜRSEL (27 Mayıs 1960 - 28 Mart 1966), Cevdet SUNAY (28 Mart 1966 - 28 Mart 1973), Fahri KORUTÜRK (6 Nisan 1973 - 6 Nisan 1980), Kenan EVREN (18 Eylül 1980 - 9 Kasım 1989), Turgut ÖZAL (9 Kasım 1989 - 17 Nisan 1993), Süleyman DEMİREL (16 Mayıs 1993 - 16 Mayıs 2000), A. Necdet SEZER (16 Mayıs 2000 - 28 Ağustos 2007), Abdullah GÜL (28 Ağustos 2007 - )

6 Madde 102. Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır. Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından otuz gün önce veya Cumhurbaşkanlığı makamının boşalmasından on gün sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine başlanır ve seçime başlama tarihinden itibaren otuz gün içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin ilk on günü içinde adayların Meclis Başkanlık Divanına bildirilmesi ve kalan yirmi gün içinde de seçimin tamamlanması gerekir. En az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir, üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday

(8)

bir defaya mahsus olarak seçilmesi hükümleri, 21 Ekim 2007 tarihli referandumuyla değiştirilmiş; cumhurbaşkanının halk tarafından, beş yıllığına ve en fazla iki kez seçilmesi Anayasa’ya girmiştir. Bu değişikliğe vesile olan gerilimli süreç ise 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolduğu Mayıs 2007’den çok önce başlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 11 Cumhurbaşkanı’nın göreve geleceği 2007 Seçimleri üzerine fikir ayrılıkları ilk olarak, 59. Hükümet’in ve 22. Dönem Milletvekillerinin, görev süresinin son yılında, takip eden yedi yılın cumhurbaşkanını seçecek olmasının siyasi etik açısından değerlendirilmesi çerçevesinde gelişmiştir. Tartışmaları alevlendiren gelişme ise Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun 2006 yılının son günlerinde yaptığı “Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yapılabilmesi için üçte iki çoğunluğun yani 367 milletvekilinin TBMM’de bulunması gerektiği” yönündeki açıklaması olmuştur. Anayasa’nın 102. Maddesine dayandırılan bu iddia, hem hukuk çevrelerini hem siyasi rakipleri bölmüştür. Bu sava karşı çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Meclisteki sandalye avantajı sayesinde, kendi belirlediği adayı, seçimin üçüncü turunda cumhurbaşkanı seçeceği ihtimali yüksek görülmüştür. Bu dönemden sonra politik aktörler, cumhurbaşkanında olması gereken nitelikleri kendi siyasi çizgileri çerçevesinde tanımlarken, adaylıkları bile açıklanmayan bazı isimlerin neden cumhurbaşkanı olamayacakları tartışılmıştır.

Muhaliflerin en çok karşı çıktığı husus, Milli Görüş geçmişinden gelip yenilikçi Adalet ve Kalkınma Partisi hareketinin liderliğini yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olma ihtimali olmuştur. Başbakan’ın özellikle laiklik ve cumhuriyet üzerine yaptığı açıklamalar gerekçe gösterilerek Cumhurbaşkanlığı makamının böyle bir siyasi zihniyetle bağdaşmayacağı ve bu durumun rejimi tehdit edeceği yönündeki iddialar, tartışmaları doruğa çıkartmıştır. Başbakanlık ve Meclis Başkanlığından sonra Cumhurbaşkanlığı makamına da aynı ideolojiyi paylaşan birinin geleceği düşüncesi, kamuoyunun belirli bir kesiminde “son kalenin de zapt edileceği” kaygısını doğurmuş; bu kaygılar, çeşitli illerde düzenlenen “Cumhuriyet Mitingleri”nde sokağa yansımıştır. Muhalefet, Parlamentodaki sandalye dağılımı ve genel seçim tarihinin yaklaşmasından ötürü cumhurbaşkanlığı seçiminin genel seçimlerin sonrasına bırakılmasını savunurken iktidar, adayını son dakikaya kadar açıklamama stratejisini başarıyla uygulamıştır. Bununla birlikte adaylar için başvuru süresinin bitimine iki gün kalana dek Partinin bir isim açıklamamasının, yaşanan gerginliği artırdığı yönündeki iddialar da izlenen politikaya yöneltilen eleştirilerden biri olmuştur.

Tartışmalar türban, muhafazakârlık, milli irade, laiklik gibi kavramlar üzerinden yürütülürken olağan seçim takviminde ilk tur oylama 27 Nisan’da yapılmış ve Genel Kurul Salonunda bulunması gerektiği savunulan 367 milletvekilinin katılımı sağlanamamıştır. Bunun üzerine Muhalefet, önceden açıkladığı gibi konuyu Anayasa Mahkemesine taşımıştır. Aynı gece geç saatlerde Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinden yayınladığı açıklama, Ordunun cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve Anayasa Mahkemesi

Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır, bu oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yenilenir. Seçilen yeni Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder. (Anayasa’nın ilgili tarih için geçerli olan hükümlerine göre aktarılmıştır. H.N.D.Ş.)

(9)

iradesine yaptığı bir müdahale olarak algılanmıştır. Yüksek Mahkemenin, 367 iddiasını doğrulayan hükmü ve muhalefetin Genel Kurulda yapılan ikinci ilk tur oylamaya da katılmaması sonucunda cumhurbaşkanını seçme girişimlerinden ilki, başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Sürecin çıkmaza girmesini takiben alınan erken genel seçim kararı, kimi çevrelerce İktidarın son dakika manevrası olarak görülürken aynı dönemde gündeme gelen Anayasa değişikliği paketiyle cumhurbaşkanını halka seçtirme girişimi yeni tartışmaları doğurmuştur. 3 Kasım 2002 seçimlerinde %34,43 oy alan Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde %46,58 oy alarak zaferini perçinlemeyi başarmıştır. Hem Mecliste yüksek sandalye sayısına ulaşması hem de Milliyetçi Hareket Partisi’nin de Genel Kurula girerek seçimler için aranan 367 şartını sağlamasıyla İktidar, aday gösterdiği Kayseri Milletvekili Abdullah Gül’ü, üç ay gecikmeli de olsa cumhurbaşkanı seçmiştir.

Basın Söylemindeki İdeolojik Mücadelenin Makro ve Mikroyapısal Analizi

2007 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde basın; örtük ya da açık olarak bir saf belirlemiş, söylemde egemenlik mücadelesinin biçimlenişine katkıda bulunmuş, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Seçiminin her gün merakla takip edilen bir maceraya dönüşmesine aracılık etmiştir. Söylem alanındaki bu mücadele, cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi ve açıklanması sürecinde belirginleşmiştir.

Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin iddiası, 26 Aralık 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetinden duyurulmuştur. Buna göre Anayasa’nın 102. Maddesinde yer alan “cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilecektir. En az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa, üçüncü oylamaya geçilecektir.” ifadesiyle karar için aranan nitelikli çoğunluk üzerindeki katılım, aynı zamanda toplantı yetersayısıdır; yani ilk oylamaya 367 üyenin katılmaması durumunda ikinci ve sonraki oturumlara geçilemez (Cumhuriyet, 26.12.2007). Haberin üst başlığı “Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu, iktidarın cumhurbaşkanı seçemeyeceğini öne sürdü” sözleriyle verilirken alt başlığında ise “Sabih Kanadoğlu anayasa hükümlerine göre Cumhurbaşkanlığı seçimleri için AKP oylarının yeterli olmadığını, seçim için gerekli üçte iki çoğunluğun seçimin gündeme alınabilmesi için de zorunlu olduğunu savundu.” ifadeleri kullanılmıştır. Haberde kullanılan “öne sürdü” ve “savundu” kelimeleri, iddiaya duyulan güvenin az olduğunu ortaya koymaktadır. Zira haber metinlerinde “ileri sürdü, öne sürdü, iddia etti” gibi kelimeler kesinliğinden şüphe duyulan bilgiler için kullanılırken doğruluğuna güvenilen durumlarda “açıkladı, ortaya koydu” gibi daha kesin ifadeler kullanılmaktadır. Böylelikle Cumhuriyet gazetesinin de kendi satırlarına taşıdığı bu iddia ile ilgili şüpheleri bulunduğu anlaşılmaktadır.

367 iddiasının Cumhuriyet’te yer bulmasının ertesi günü NTV televizyonunda gazeteci Murat Akgün’ün sorularını yanıtlayan TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın açıklamaları, Milliyet gazetesine “Arınç: ‘184’le toplantıyı açarım’” başlığıyla haber olmuştur (Milliyet, 28.12.2006):

(10)

184 varsa açacağım toplantıyı. Dört turun sonunda 276 bulunamazsa sonuç belli, seçime gidilecek. Bu işin sorumlusu benim, hazırlıklar tamam, meşruiyet şartlarımız tamam. 16 Nisan’ı bekliyoruz. Önce adaylar, sonra seçim. Zorlamalarla bu işi çıkmaza sokmak isteyenlere insafa, akla, hukuk mantığına davet etmek istiyorum. ... Bu parlamento dışarıdan aday seçmeye mecbur kalır mı, milyonda bir ihtimal bile değil.

Bu rest, tartışmayı daha da alevlendirmekle birlikte Arınç’ın “cumhurbaşkanı adayının aktif siyasette yıpranmayan bir isim olması gerektiği”açıklaması, Başbakan Erdoğan’ın aday olmaması gerektiği yönündeki düşüncesinin ilk sinyalleri olarak algılanmıştır. Arınç’ın “açarım” vurgusunun haberin başlığına çekilmesiyle Başkanın Meclisteki yetkisi ve gücünün altı çizilmiş, bu söylemle güç yeniden üretilmiştir. Konuşmada “184 varsa açacağım toplantıyı.” ifadesiyle Meclis Başkanı Bülent Arınç yetkinin kendisinde olduğunu vurgulayarak “otorite” konumunu güçlendirmekte, “Bu işin sorumlusu benim.” diyerek de yine aynı şekilde güç ve sorumluluğunu perçinlemektedir. Arınç “zorlama” dediği 367 iddiasını “insafsız ve mantıksız” olarak nitelemekte ve “diğerlerini olumsuz sunma” stratejisiyle muhaliflerini hedef almaktadır. Cumhurbaşkanının parlamento dışından olması olasılığının ise “milyonda bir bile” olmadığını söyleyerek hedef kitlesinin bu düşüncesinin önünü tıkayarak ideolojik kapanmayı sağlamakta, adayın mevcut parlamentodan çıkmasını tek mantıklı ve doğal gerçek olarak sunmaktadır.

Kanadoğlu’nun 367 iddiasını zorlama olarak kabul eden Milliyet yazarı Doğan Heper, Erdoğan’ın olası cumhurbaşkanlığı adaylığının uygun olmadığını savunmakta; yazısında Çankaya’yı ele geçirilmek istenen bir kale olarak tanımlarken, “laikliğin tehlikede olduğunu görüyor” ifadesiyle bunun bir kaygıdan öte gerçek olduğu imasında bulunmaktadır (Milliyet, 28.12.2006):

AKP şimdi Çankaya’yı ele geçirmek istiyor. … ne yapıp etmeli ve Tayyip Bey’i Çankaya’ya çıkarmalı. … Durum kanuna uygun ama ülkenin havasına uygun mu? Değil. Tayyip Erdoğan üzerinde ülkede konsensüs var mı? Yok. Neden? Çünkü çoğunluk ülkede laikliğin tehlikede olduğunu görüyor ve bu tehlikeye kesin olarak karşı duracak birini Çankaya’da görmek istiyor.

Heper, laikliği tehlikede olduğunu görenlerin “çoğunluk” olarak nitelerken bu görüşü savunanların konumunu güçlendirme ve tehlikenin gerçek olduğunu açıklama görevini üstlenmektedir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olup olmayacağı sorusu, Cumhurbaşkanlığı Seçiminde yaşananların kilit noktalarından birisi olmuştur. Erdoğan, aday açıklama süresinin son günlerine kadar bir ismi ortaya sürmeyerek hatta belki bunu en yakınındaki birkaç isim dışında kimseyle paylaşmayarak stratejisini başarıyla uygulamıştır. Bu stratejinin açıkça ifadesini bulduğu söylem ise “çelik çomak” benzetmesi olmuştur. 3 Ocak günü basın mensuplarıyla evinin karşısındaki börekçide bir araya gelen Başbakan Erdoğan, şu tarihi benzetmeyi yapmıştır (Milliyet, 04.01.2007):

Tayyip Erdoğan adaylık falan açıklamış değil. Ama bunlar niyet okuyucu. Niyet okuyucu oldukları için ne kadar başarılı olup olmadıklarını da Nisan’da göreceksiniz. Ben başta da söyledim, Nisan’a kadar AK Parti kendi adayını açıklamayacak. İsteyen adaylığını açıklar. Sayın Baykal düşünüyorsa adaylığını açıklasın veya başka düşünenler varsa açıklasın. Bizi niye zorlama gayreti içine giriyorlar? Biz bir siyasi partiyiz, bizim de kendimize göre stratejimiz, taktiklerimiz var. Biz de bunları uyguluyoruz. Biz şimdi çelik çomağı verdik ellerine, bol bol oynayıp duruyorlar. Oynasınlar...

(11)

cümlesiyle AK Parti adına kendisinin tam yetkili olduğunun altını çizen Başbakan Erdoğan, “Biz de bunları uyguluyoruz. Biz şimdi çelik çomağı verdik ellerine, bol bol oynayıp duruyorlar.” cümlesiyle “Biz” “Onlar” vurgusunu yaparak kendisini ve AK Parti’yi muhaliflerinin karşısına konumlandırmakta, ayrışmanın altını çizmektedir. “Verdik ellerine” diyen Erdoğan, fiili etken olarak kullanarak muhaliflerini edilgen konumlamakta ayrıca kullandığı “çelik çomak” metaforuyla siyaseti bir çocuk oyununa benzetirken muhaliflerini çocuklaştırmakta, onlara istediğini yaptırabildiğini ima ederek gücünü artırmaktadır. Haberin son paragrafında “Bu arada Başbakan Erdoğan’ın, esnaf ziyaretinden önce Üsküdar’daki evinden ayrılarak, Karacaahmet Mezarlığında kayınpederi Cemal Gülbaran’ın mezarını ziyaret ettiği öğrenildi.” denilerek Erdoğan’ın toplum gözündeki dindar ve vefalı imajı güçlendirilmektedir.

Süreç tam da Başbakan Erdoğan’ın istediği gibi gelişmiş; her türlü söz, açıklama ve hatta ima, Erdoğan’ın aday olup olmayacağı yönünde bir işaret olarak algılanmıştır. Medya Başbakan’ın her söz ve hareketinde adaylık sinyali aramış, böylece okurların merak ve beklenti içine girmesini sağlamıştır. Örneğin Başbakan Erdoğan’ın Kızılcahamam kampında milletvekillerine hitap ederken “2007 hem tamama erme hem taze bir başlangıç yılı olacaktır” demesinin Partililer tarafından “cumhurbaşkanlığına aday olacağı” şeklinde yorumlandığı, gazete haberlerine “Çankaya sinyali mi?” başlığıyla yansımıştır (Milliyet, 21.01.2007). Konunun başlığa çekilmesiyle Başbakan’ın konuşması kapsamındaki tüm konular geri plana itilmiş; gündemin en önemli mevzusunun Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylık açıklaması olduğu yönünde okurlar manipüle edilmek istenmiştir. Aynı haberde Başbakan Erdoğan’ın “Siyasetçi üzerinden bu dokunulmazlık çalışmalarını yürütmenin, siyaset kurumunu zayıflatmaya ve siyasetçiyi bürokratik oligarşiye mahkûm etmeye yönelik bir adım olduğunu hatırlatmak isterim. Kusura bakmasınlar, demokrasinin geliştiği bir dünyada asla seçilmişler, atanmışların elinde oyuncak haline getirilmez.” açıklaması, Başbakan’ın “bürokratik oligarşi” olarak nitelediği bazı devlet kurumlarıyla olan anlaşmazlığını ortaya koymakta ve Erdoğan, “seçilmişler”i “atanmışlar” üzerine konumlayarak bunun demokrasinin bir sonucu olduğunu savunmaktadır.

ANKA Haber Ajansı’nın haberi, Başbakan Erdoğan’ın bu meraklandırma stratejisini seçime 11 ay kala uygulamaya başladığına dikkat çekerek Erdoğan’ın sözlerini hatırlatır (Milliyet, 01.02.2007):

29 Haziran: “Şimdi isim açıklamıyorum. Çünkü hem gündemi değil hem de isim açıklarsam onu yıpratma süreci başlayacaktır.”

1 Ekim: “Bizim cumhurbaşkanlığımız veya grubumuzun belirleyeceği bir cumhurbaşkanı ‘Türkiye’yi İran gibi yapacak...’ Bunlar safsatadır.”

Kasım 2006: “İlla ben cumhurbaşkanı olacağım diye bir iddiam yok. Kararı bizim yetkili kurullarımız verecek.”

23 Aralık: “Nisan ayına kadar bizden herhangi bir şey duymayacaksınız’ derken aslında planın uygu-laması başlamıştır. … Geçen gün bir basın toplantısında da söyledim. ‘Biz çelik çomağı verdik oynasınlar’ dedim ve Nisan’a kadar bu açıklanmayacak... Bunun nedenini, niçinini açıkladığım takdirde, orada da ben şu andaki kendi yol haritamızı ifşa etmiş olurum ki, bu da bir lider, siyasetçi olarak benim bir yanlışım olur.”

Erdoğan’ın açıklamalarından; adayın yıpranmaması için strateji gereği isim açıklanmadığı, kendisinin veya Parti Grubunun belirleyeceği bir ismin seçilmesi

(12)

durumunda Türkiye’nin İran’a benzeme gibi bir tehditle karşı karşıya bulunmadığı, uzlaşmaya gidilecekse bile bunun parlamento içinden ve Partisinin önereceği bir isim olacağı, Anayasa’da belirlenen nitelikler dışında cumhurbaşkanı olmanın önünde bir engel olmadığı, aday açıklamanın bir siyasi plan dâhilinde Nisan ayına bırakıldığı anlaşılmaktadır. Adayın bir türlü açıklanmadığı bu konuşmalarda aslında pek çok siyasi mesaj verilmiştir.

Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk, Çankaya adayının belli olmamasını Türkiye’de Cumhurbaşkanı adayının yazgısının Beyaz Saray’da saptanacak olmasına bağlamakta, yazısında “Eğer Bush ‘adam’ı deliğe süpürmezse, ‘adam’ da Çankaya’ya Cumhurbaşkanı olarak çıkarsa çoktan satılmış kimileri diyecekler ki: –Türkiye’de demokrasi var!.. Oysa seçmenin 4’te 1’inin oyuyla Meclisin 3’te 2’sini ele geçiren partinin Cumhurbaşkanlığı Seçimindeki oldubittisi Beyaz Saray’ın Çankaya atamasından başka bir şey değildir...” ifadelerini kullanmaktadır (Cumhuriyet, 13.01.2007). Selçuk, “4’te 1’in oyuyla Meclisin 3’te 2’sini ele geçiren” ifadesiyle seçim sisteminin adaletsizliğini vurgularken Meclisi de “ele geçilen”, “zapt edilen” bir makam olarak nitelemekte, böylece tıpkı Çankaya Köşkü gibi Meclisin de savunulması gereken kale olarak tanımlanması sürecine destek verirken bu makamları ele geçirenleri de adeta düşman olarak konumlandırmaktadır. Şükran Soner de AK Parti iktidarının ABD güdümlü olduğunu, Türkiye’nin ABD’den gelen emir ve stratejilerle yönetildiği fikrinin yayılmasına hizmet etmekte, Başbakan Erdoğan’a yakın medyanın “oğlundan ABD kaynaklı stratejik taktik aldığını, adaylığının son dakikada ilanı ile tartışmalara meydan bırakmayacağını” duyurduğunu aktarmaktadır. Soner yazısının sonunda görüşlerini şu şekilde paylaşmaktadır (Cumhuriyet, 13.02.2007):

Demokrasi, hiç de pazarlanmaya çalışıldığı gibi, seçim sistemi sayesinde Meclis çoğunluğunun ele geçirilmesi, sonra da Başbakanın iki dudağından çıkacak söze bakan milletin değil, liderin vekili üyelerin parmak kaldırması ile karar alınması, devletin yönetimine, yaşamın her alanına el konulması değildir. Bu modele, çoğunluk diktatoryası demeye bile dilim varmıyor. Çünkü ortada olan çarpık sistem sayesinde hukuka uydurulmuş, biçimsel çoğunluğun yakalanması duruyor.

Bu şekilde yazar, iktidarın meşruiyetini seçim sonuçlarıyla aldığı çoğunluk sandalye sayısına bağlamasının aslında demokrasiyle bağdaşmadığını savunarak iktidarı ‘çoğunluk diktatörlüğü’nden de beter olarak konumlandırmakta, olumsuzlamaktadır.

Mustafa Balbay ise “Erdoğan’ın son ana kadar cumhurbaşkanı adaylığı konusunu askıda bırakmasının bir nedeni de parti içinde bütün ipleri elinde tutmaya devam etmek.” yorumunda bulunmaktadır (Cumhuriyet, 16.02.2007). Burada Başbakan’ın Parti içindeki tek adam konumuna dikkat çekilirken AK Parti’nin adaydan kaynaklanabilecek olası çekişmelerle yıpranacağı ve dağılacağı iması da yapılmaktadır. Yazar, yaklaşan Genel Seçimlerde “para ve erzak” dağıtımının etkili olacağını iddia ederken “Önceki yıllarda da seçmeni değişik yöntemlerle ‘satın alma’ arayışı olurdu. Ancak bu dönem bir başka! Böyle bir ortamdan nasıl demokrasiyi rayına oturtacak seçmen eğilimleri çıkar?” diye sorarak AK Parti’nin seçim başarısını seçmenin satın alınmasına bağlayarak değersizleştirmektedir.

Başbakan Erdoğan adaylığı konusunda kafaları biraz daha karıştıran açıklamasını Rize’de yapmış, vatandaşların “Beş yıl daha size ihtiyacımız var Başbakanım” sözlerine,

(13)

“Beş yıl yeter mi”, “Nisan ayına kadar bekleyeceğiz. Nisan’a kadar dedik da, Nisan’dan önce bir şey yok”, “Halkımız ne derse o” karşılıklarını vermiştir (Milliyet, 10.02.2007). “Nisan’a kadar dedik da, Nisan’dan önce bir şey yok” sözleriyle Başbakan, Cumhurbaşkanı adayının açıklanmasında tek yetkili kişinin kendisi olduğunu bir kez daha vurgularken “Halkımız ne derse o” sözleriyle de seçmeninin gönlünü almaktadır.

Başbakan Erdoğan, gizlilik stratejisini başarıyla uygulamış, bu konuda partililerin de büyük disiplin altında olmasına özen göstermiştir. Zira Partisinin il başkanları, belediye başkanları, MKYK üyeleri ve milletvekillerinin katıldığı toplantıda Sinop Belediye Başkanı Zeki Yılmazer konuşmasına, “Sayın Cumhurbaşkanım” diye başlayınca sinirlenen Erdoğan, “Böyle şeyler söylemeyin. Basın gibi olmayın. Bizim basın bunu bilerek kullanıyor zaten.” demiş; Yılmazer’in “Dilim sürçtü Başbakanım. Ama vatandaş merak ediyor, bu konuyu açıklığa kavuşturur musunuz?” sözleri üzerine de Erdoğan, “Olur mu öyle şey? Nisan’a kadar açıklayamam, siz işinize bakın.” diye konuşmuştur (Milliyet, 18.02.2007). “Basın gibi olmayın” sözüyle medyaya yönelik eleştirisini de dile getiren Erdoğan “Siz işinize bakın.” diyerek Belediye Başkanına sınırlarını hatırlamaktadır. “Sinop Belediye Başkanı Yılmazer’den sonra ilerleyen günlerde ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu (Milliyet, 10.04.2007) ve hatta Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın (Milliyet, 04.04.2007) da dili sürçecek ve Erdoğan’a “Cumhurbaşkanı” diye hitap edeceklerdir.

Özellikle Milliyet, Başbakanın söylediklerinden aday olup olmayacağı kestiriminde bulunma çabasını çeşitli haberlerle sürdürmüştür. Sadece gazeteler ya da siyasiler değil, iş çevreleri de Erdoğan’ın adaylığına dair tahminler öne sürüp bunu iddiaya kadar vardırmışlardır. Murat Yetkin’in Radikal’deki haberine göre iki işadamı 5 bin dolara iddiaya girmiştir. ‘Aday olmayacak’ diyenler, Erdoğan’ın yürütme gücüne sahip olmayı tercih edeceğini, ayrıca cumhurbaşkanı olursa çıkabilecek gerilimleri de hesap ederek başbakan kalmayı tercih edeceğini savunmuş; ‘aday olacak’ diyenler ise Erdoğan’ın siyasi mücadelesinde cumhurbaşkanlığını son hedef olarak gördüğünü öne sürmüştür (Milliyet, 01.03.2007). Bu şekilde cumhurbaşkanlığı seçimi adeta ülke geleceği üzerine oynanan basit bir tahmin oyununa dönüştürülmüş, medya da bu durumu satırlarına taşıyarak meşruiyet kazandırmıştır. Yazar Nail Güreli ise Başbakan tarafından izlenen stratejiyi analiz eden bir yazı kaleme almış ve Erdoğan’ın aday olmayacağını öngörmüştür (Milliyet, 07.03.2007):

Başbakan ve AKP’nin Genel Başkanı Erdoğan isterse cumhurbaşkanı seçilir mi? Seçilir. Amma ve lakin büyük bir grup diyor ki uzlaşma sağlanmadan yalnız AKP’nin oylarıyla seçilirse, ülke sonu belirsiz bir bunalıma girer. Bu tartışma, Nisan yaklaştıkça giderek sertleşip gerilimi tırmandırıyor. Sanki Tayyip Bey de bir şöyle bir böyle gizemli konuşmalarıyla bu gerilimin tırmanmasına tırnak sürtüştürüyor. Ortamı gerdikçe geriyor. … Herkes, farkında olarak ya da olmayarak AKP’nin değirmenine su taşıyor, Tayyip Bey’in ekmeğine yağ sürüyor. Tayyip Bey de her türlü muhalefeti ajite ediyor, kışkırtıyor. Bu minval üzere, Erdoğan, 16 Nisan gelince, “toplumun isteklerini dikkate alarak, gerilimi önlemek, istikrarı korumak” amacıyla “büyük bir özveri” göstererek cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçtiğini açıklamaya ve başka birini aday göstermeye hazırlanıyor. Hesapça, bu göz yaşartıcı yurtsever özveri karşısında, Tayyip Bey’e ve AKP’ye sempati artacak. Erdoğan’ın önderliğinde yürütülecek genel seçim kampanyasında reyting tavan yapacak ve AKP yine tek başına iktidar olacak. Ondan sonrası Allah kerim!

(14)

belirsiz bir bunalıma gireceğini düşünenlerin“büyük bir grup” olduğunu savunan yazar, toplumdaki kutuplaşmada Başbakan aleyhtarlarını güçlü olarak konumlandırmaktadır. “AKP’nin değirmenine su taşıyor, Tayyip Bey’in ekmeğine yağ sürüyor.” deyimleriyle yazısındaki anlatımı güçlendiren Güreli, “göz yaşartıcı yurtsever özveri” ifadeleriyle de ironi yapmaktadır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olup olmayacağı üzerine tartışmalar yürütülürken basındaki taraflar, görüşlerini açıklama fırsatını bolca yakalamışlardır. Mustafa Ünal, Başbakan’ın sessizliğinin yerinde olduğunu, konuşmayarak doğru yaptığını söylerken muhalefeti de “dikkate değer politika üretmemek”le suçlamaktadır (Zaman, 07.03.2007):

Söyledikleri ‘Erdoğan olmasın’ sloganıyla sınırlı. ‘Neden olmasın’ konusuna haklı, tutarlı argüman geliştirebilmiş değiller. Bakıyorum Meclisin toplanabilmesi için 367 oyun gerekli olduğu fantezisinin peşine takılmış durumda. CHP yönetimi Anayasa Mahkemesine götürmekte kararlı görünüyor. Bu, sistemin zorlanmasından başka bir şey değil. Sonuç vermeyeceği gibi siyasete de bir şey kazandırmaz. Ezkaza mahkemeden 367 yönünde karar çıkarsa bundan gayrı Mecliste cumhurbaşkanı seçmek çok güçleşir. Bu arada malum gazetenin paniği, ‘Çankaya oturmalarının’ 16 Mayıs’la sona erecek olmasından kaynaklanıyor, ciddiye almamak lazım.

Ünal, “başkalarının negatif yönlerini öne çıkarma” stratejisini uyguladığı yazısında muhalefetin haklı ve tutarlı bir tez geliştiremediğini savunurken 367 oy şartını fantezi olarak niteleyerek küçümsemekte ve önemsizleştirmekte, ismini vermeden bahsettiği Cumhuriyet gazetesinin cumhurbaşkanlığı konusundaki hassasiyetini ise kurumsal çıkarlara bağlayarak değersizleştirmektedir.

Doğan Heper, Erdoğan’ın Ordu, yargı, üniversiteler ve Cumhurbaşkanlığı ile çatışma içinde olmasından ötürü cumhurbaşkanı olamayacağını savunmaktadır (Milliyet, 08.03.2007):

Cumhurbaşkanlığı anayasal bir mevkidir. Ama cumhurbaşkanlığının bir de manevi yanı var. Yani konsensüs, yani uzlaşma yanı. Ülke insanlarının çoğunluğu tarafından istenme, saygı duyulma ve cumhurbaşkanı olarak kabul edilme durumu. Onun partisine oy vermeseniz bile o kişiye saygı duymanız, o kişiyi cumhurbaşkanı olarak kabul etmeniz, görmek istemeniz mümkündür. Bugüne kadar Türkiye’de hep böyle oldu. Öyle kişiler cumhurbaşkanı seçildi ki, 70 milyon Türkiye vatandaşı bu kişiyi cumhurbaşkanı olarak tanıdı, saydı... Buna konsensüs denildi. Yani uzlaşma. Uzlaşma pazarlıkla olmaz, uzlaşma gönüllerde olur. Bugün Tayyip Erdoğan üzerinde bu uzlaşma var mı? Yok.

Heper’in yazısında Başbakan Tayyip Erdoğan, “ülke insanlarının çoğunluğu tarafından istenmeyen, saygı duyulmayan ve cumhurbaşkanı olarak kabul edilmeyen” yani üzerinde uzlaşılamayan kişi olarak olumsuzlanmıştır. Böylece Erdoğan’ın neden cumhurbaşkanı seçilemeyeceğine dair mantıklı bir açıklama yapılmak istenmiştir.

Bu arada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, özel uçağına alınan gazetecilerin “Adaylar konusunda bir sürpriz olabilir mi?” sorusuna, “Evet, Çankaya seçiminde sürpriz olabilir. Bizim hayatımız sürprizlerle doludur, bu konuda da sürpriz yaşanabilir.” cevabını vererek merakları biraz daha artırmıştır (Zaman, 11.03.2007). Haber, uçağın içinden çekilmiş bir fotoğrafla verilirken Zaman gazetesi ve yazarlarının bu uçakta yer alabilme imtiyazı da vurgulanmaktadır.

Mustafa Balbay Başkent’teki belirsizliğe “Senaryo Enflasyonu” başlığıyla dikkat çekerken bu senaryolardan birkaçına yazısında yer vermektedir (Cumhuriyet, 15.03.2007):

(15)

1. Şu aşamada asıl olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin sorunsuz geçmesi. Bunun için ileri yaşta, iddiası olmayan bir kişiyi aday gösterelim. O seçilsin. Sonbahar seçiminde çok güçlü gelelim. Anayasayı değiştirip yeni bir formül yerleştirelim. Erdoğan’ı Köşk’e o zaman çıkaralım...

2. Erdoğan cumhurbaşkanı olmazsa, AKP içinden bir başkasının Köşk’e çıkmasını istemeyecektir. Dışımızda ılımlı birini aday gösterelim, Köşk’te o olsun. Böylece AKP Türkiye’yi geriyor iddiaları da boşa çıkarılmış olur. Sonbahar seçimlerinde bu havayla yine tek başımıza iktidar olur, yolumuza devam ederiz.

3. Mademki Erdoğan ille de cumhurbaşkanı olmak istiyor; 24 Nisan gününe dek durumu bugünkü gibi çalkantılı tutalım, o gün pat diye aday olsun. ANAVATAN’dan yapılacak transferlerle ve bağımsızların desteğiyle ilk turda, pat diye cumhurbaşkanı seçelim.

4. Medya gücünü de arkamıza alarak topluma ve hedef seçilecek devlet kurumlarına karşı psikolojik savaş uygulayabilecek güçteyiz. Bunu sürdürelim, cumhurbaşkanı seçiminin fiili olarak başladığı günlerde karşımıza çıkabilecek tüm refleksleri bu yolla çökertelim.

5. Erdoğan’sız AKP tek başına iktidar olamaz... Erdoğan Köşk’ü başkasına bırakmak istemez. O zaman, Erdoğan’ın Köşk’e çıksın, Bakanlar Kurulu’na da ayda 1-2 kez başkanlık yapacağı bir süreç başlasın. İkisini birleştirelim.

Yazar bu senaryoları sıraladıktan sonra “Cumhurbaşkanı seçimi ciddi bir iştir” vurgusuyla Başbakan’ın adayı açıklamama stratejisini ciddiyetsizlik olarak nitelemekte, diğerlerinin olumsuz yönlerini vurgulama stratejisini uygulamakta ve “Medya desteğiyle pompalanan istikrar balonu, daha fazla havayı kaldıramayacak durumdadır.” diyerek bu belirsizliğin beraberinde istikrarsızlık getireceği kaygısını dillendirmektedir. “İstikrar balonu” sözleriyle iktidarın aslında gerçeği söylemediğini, buna medyanın aracılık ettiğini savunan Balbay, bu ifadeyle ekonomideki duruma ilişkin olumsuz görüşünü de okurlarına aktarmıştır. Böylece hükümet sadece ciddiyetsizlikle değil aynı zamanda ekonomik başarısızlık ve medya desteğiyle gerçekleri gizlemekle de suçlanmış, olumsuzlanmıştır.

Adalet ve Kalkınma Partisi cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tartışılırken Fikret Bila, Parti kulislerinden önemli bir bilgi aktarmıştır (Milliyet, 16.03.2007):

Arınç’ın, Erdoğan veya Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına bir itirazı yok. Ancak, bu iki isim dışında biri –Erdoğan tarafından desteklense bile– cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarsa, o zaman Arınç da adaylığını koyabilir. Arınç’ın Partide ve Meclis Grubunda, ‘Erdoğan ve Gül’ dışında bir ismin cumhurbaşkanlığı veya başbakanlığa adaylığını kabul etmesi çok zor. Bu durumda Arınç da adaylığını koyarak şansını deneyecektir.

Çetin Altan, cumhurbaşkanının kim olacağına tek başına karar verme fırsatına sahip bir başbakanın bütün olanaklar elindeyken cumhurbaşkanı da olmayı isteyeceğini savunarak Erdoğan’ın aday olacağı tahmininde bulunmaktadır (Milliyet, 18.03.2007):

Başbakan olmayı istemiş ve gerçekleştirmiş bir siyasetçi, bütün olanaklar elindeyken istemez mi cumhurbaşkanı da olmayı? Tayyip Bey, böyle bir fırsatı ıskaladığında, 7 yıl sonra bir daha yakalayabilir mi cumhurbaşkanı seçilme olanağını? Kimin cumhurbaşkanı olacağı sorusunun yanıtını, böylesi bir mantıkla gergeflediğimizde, durum tabak gibi apaçık ortada...

Zaman yazarı M. Nedim Hazar ise Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını arzu etmediğini, bunun sebebinin de Partisinin başında en az bir dönem daha kalıp belki sistemin değişimine önayak olmasını istemesi olduğunu dile getirmiştir (Zaman, 24.03.2007):

Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını arzu eden biri değilim. Yanlış anlaşılmasın ‘orkestra’cıların ortaya döktükleri fasaryadan nedenlerden dolayı değil, bu ülkenin artık siyasi parçalanmışlıklara tahammülü olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle irili ufaklı 50 tane siyasi oluşumun hiçbir yararı olduğuna inanmıyorum. Erdoğan’ın partisinin başında en az bir dönem daha kalıp belki

(16)

sistemin (artık başkanlık mı olur, yarı başkanlık sistemi mi bilemiyorum!) değişimine önayak olmasını istediğim içindir bu. Üstelik bu ülkede cumhurbaşkanlığı devlete zerre kadar olumlu katkı yapacak bir pozisyon değildir. Ancak devleti tıkamak için yetkilerini kullanırsa onu yapabilir. Bakınız bugünkü cumhurbaşkanımız...

“Ülkemizde son dönemde gerilim katsayısı gittikçe yükselerek sahnelenen tiyatroya bakıldıkça, bu ülkenin orkestrasının büyüklüğü ve enstrümanistlerinin bolluğunu da görmekteyiz.” diyerek siyaset sahnesinde yaşananları bir oyuna benzeten ve “her gerilim döneminde aynı şarkıları dinlemekten” şikayet eden Hazar, muhaliflerin cumhurbaşkanlığı tezlerini “fasaryadan” yani boş ve anlamsız olarak nitelemekte ve değersizleştirmektedir. Muhalifleri de “orkestracılar” diye olumsuzlayan yazarın kullandığı “sistemin değişimi” ifadesinin, üstelik “artık başkanlık mı olur, yarı başkanlık sistemi mi bilemiyorum” açıklamasıyla bu ifadenin altını doldurmasının, iktidar sahiplerinin bu değişikliğe yönelik planlarının eskiye dayandığının bir göstergesi olarak algılanması mümkündür. Hazar’ın, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i “yetkilerini devleti tıkamak için kullanmak”la suçlaması da dikkat çekmektedir. Böylece tarafsız Cumhurbaşkanı da muhalif olarak konumlanmakta, devletin işleyişi engelleyen kişi olarak tanımlanmakta ve verdiği kararların meşruiyeti tartışmaya açılmaktadır.

İnceleme döneminde yazıları aynı gün hem Posta gazetesinde hem Hürriyet gazetesinin tüm dış yayınlarında, hem Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin internet sitelerinde, hem de Daily News gazetesi ve internet sitesinde yayınlanan, bu sayede çok sayıda okura ulaşma imkânı bulan Mehmet Ali Birand, izlediği akıllıca stratejiden ötürü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı iletişim “guru”su olarak nitelerken izlenen stratejinin sonuçlarını şu sözlerle değerlendirmektedir (Milliyet, 20.03.2007):

Eminim, Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili söylenenleri, Emine Hanım’la birlikte uzaktan izliyor ve bizlerin haline kıs kıs gülüyordur. Erdoğan bir ara … “ellerine çelik çomak verdik oynuyorlar” demişti. Galiba doğru. Muhalefeti bir yana bırakın, hepimiz bu oyuna daldık. Bir türlü de kendimizi kurtaramıyoruz. Acaba kendi başına kendisi mi akıl etti, yoksa birileri mi söyledi bilemiyorum. Ancak Başbakan, cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili öylesine bir taktik izledi ki, birçok sorunu rahatlıkla çözebildi. … Erdoğan adeta bu şekilde, başka isimlerin önünde paratoner rolü oynadı. … Bu tartışmalar öylesine yoğunlaştı ki, sonunda dikkat edecek olursanız, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne, eşi türbanlı dahi olsa bir AK Partilinin çıkması fikrini kabullenir olduk. Hatta Erdoğan’ın adaylığı dahi ilk zamanlardaki kadar tepki görmez oldu. İşte iletişim sanatının inceliği buna denir.

Başbakan Erdoğan’ın hem muhalefeti hem halkı hem de medyayı “oyuna getirdiğini” ima eden ve bu durumu gülerek izlediğini tahmin eden Birand, bu başarılı taktiğinden ötürü Başbakan’a övgüler yağdırmaktadır.

Dönem boyunca bir yandan da 367 tartışmaları artarak devam etmiş, Cumhuriyet gazetesi iddianın haklılığını savunurken Zaman ise iddianın gerçekliğine ihtimal vermeyen bir çizgide yayınlarını sürdürmüştür. “‘367 tezi’ tutmayınca ‘şiir cezası’ gündeme getirildi” başlıklı haber gazetede “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasını istemeyen çevrelerin, ‘formül’ arayışı bitmiyor.” giriş cümlesiyle sunulmuş; yargıların açıkça belirtildiği haberle bu çabaların, Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına karşı kasıtlı ve haksız olduğu iması yapılmıştır (Zaman, 22.03.2007):

Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ortaya attığı “Seçimin yapılabilmesi için Meclisin 184’le değil 367 vekille toplanması gerekir.” yönündeki tezi ne siyasi ne de hukuki çevrelerde kabul gördü.

(17)

Kanadoğlu’nun tezi tutmayınca bu kez Erdoğan’ın Siirt’te okuduğu şiir yüzünden eski TCK’nın 312. maddesinden aldığı 10 aylık mahkumiyet cezası gündeme getirildi. Son tezin sahibi Meclis eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk. Cindoruk, Erdoğan’a milletvekilliği yolunu açan Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’nun verdiği hükmün mahkeme kararı olmadığını, Yargıtay’ın kararının geçerliliğini koruduğunu savundu. Bunun bir ‘sabıka kaydı’ olduğunu ileri süren Cindoruk, anamuhalefet partisinin, “Siyasi geçmişinde milletvekili sıfatını alabilme imkanı kaldırılmış bir kişi o kararın geçerliliği sürdükçe cumhurbaşkanlığı için yeterlilik belgesi alabilir mi?” sorusuyla Anayasa Mahkemesi’ne gidebileceğini iddia etti. Cindoruk’un iddiası siyasi kulisleri hareketlendirirken, partilerden sadece CHP ve MHP destek verdi.

Haberde Kanadoğlu’nun 367 iddiasının siyasi ve hukuki çevrelerde kabul görmediği vurgusu yapılırken Cindoruk’un iddiasına ise sadece CHP ve MHP’nin destek verdiği söylenilerek bu iddia da asılsız kılınmakta, her ikisi de muhalefetin iktidar karşısında geliştirdiği temelsiz tezler olarak sunulmakta ve basının desteklediği savları meşrulaştırma işlevinin tam tersi yerine getirilmektedir.

Başbakan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı ya da 367 konuları Milliyet’te ele alınırken çoğunlukla bu gerilimlerin ekonomiye yansımaları öncelikli kaygı konusudur. Medya sektörü dışında ekonominin pek çok alanında faaliyet göstermekte olan Grubun yayınlarında, siyasi istikrarın korunması vurgusu özellikle yapılmaktadır. Başbakan’ın “Ülkeme en yararlı olacağım görev hangisi ise onu tercih ederim. Ülke gerilim yaşamamalı. Bunun piyasalara etkisi var. Bizim için her şeyden önemlisi ekonomik durum, bunu asla sarsmamalıyız.” sözlerini satırlarına aktaran ve bu sözlerin Erdoğan’ın aday olmayabileceği şeklinde yorumlandığını aktaran Fikret Bila, yaşanan durumu ‘papatya falı’na benzetmektedir (Milliyet, 05.04.2007):

Başbakan adaylık sorununu “bilinmezlik” politikasıyla yönetiyor. Erdoğan adaylığı konusunda net açıklama yapmadığı için AKP içinden aday olabilecek başka isimler de “susmayı” tercih ediyorlar. Erdoğan, kararını vermeden başka şansları da yok. Kamuoyu gibi AKP milletvekilleri de Başbakan’ı bekliyorlar. Kamuoyu cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda “papatya falı”yla meşgul ediliyor.

Uygulanan politikayı eleştiren Bila, bu sözlerle Erdoğan’ın Parti içindeki gücünü ortaya koyarken Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkma niyeti taşımasa, konuyu “bilmece”ye dönüştürmeyeceğini söyleyerek “Son ana kadar adaylığıyla ilgili nabız yoklamayı sürdüreceği anlaşılıyor.” yorumunda bulunmaktadır. Yazar, Başbakan’ın “uzlaşmayla aday belirleme” çağrısının sadece “AKP içine yönelik olduğu, sivil toplum kuruluşlarının göstereceği eğilimin ise Erdoğan’ın kararını etkileyeceğini düşünmenin gerçekçi olmayacağını söylemektedir. Böylece yazar Erdoğan’ın gücünü tekrar tekrar vurgulamakta ve hatta yeniden üretmektedir.

Bu belirsizlik zaman zaman esprili diyaloglara da ilham olmuş, Başbakan Erdoğan gazetecilerin “Sizi Cumhurbaşkanı olarak görebilecek miyiz?” sorusuna CHP lideri Deniz Baykal’ın “Çankaya yokuşu diktir, fıtıkla çıkılmaz.” sözlerine göndermede bulunarak, “Malum bel fıtığı oldum ben. Bel fıtığı olanlar Çankaya’ya çıkamaz.” demiştir (Milliyet, 20.03.2007). Başbakan’ın her sözünden anlam çıkarma uğraşını Milliyet büyük bir ısrarla sürdürmüş, “Sizi Köşk’te görmek isteriz.” diyen bir misafirine Başbakan Erdoğan’ın “İnşallah” cevabını vermesini “Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda ilk kez renk verdi.” ifadesiyle haberleştirerek şifre çözme işini sürdürmüş; ayrıca “Erdoğan’ın, Çankaya Köşkü’ne çıkıp çıkmayacağı konusunda tartışmaların yapıldığı bugünlerde, ‘İnşallah’ gibi bir kelimeyle de olsa bu dileğini açıkça ifade etmesi dikkati çekti.”

(18)

cümlesiyle de haberde yaşanan gelişmenin yorumunu metinde sunmuştur (Milliyet, 21.03.2007). Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanlığı konusunda kendisine yöneltilen soru ve talepleri ustalıkla yönlendirmeyi bilmiş, stratejisinden hiç vazgeçmemiştir. Karadeniz gezisinde horon tepmesini isteyen Rizelileri yorgunluk gerekçesiyle reddeden Erdoğan, “Köşk’e çıkarsınız dinlenirsiniz.” sözlerine “Ula uşağum Köşk emeklilik yeri midur?” diye karşılık vermiştir (Milliyet, 09.04.2007). Haberde yer alan Erdoğan’a yönelik fındık üreticilerinin tepkilerinin değil de Başbakan’ın Köşk esprisinin başlığa çekilmesi, Milliyet’in seçim ve adaylık sürecini magazinleştirme politikasının bir sonucudur.

Milliyet ve Zaman gazetelerinde genel olarak Başbakan Erdoğan’ın aday olacağına dönük hava Nisan’a kadar esmiştir. Bu arada bazı isimler de isabetli tahminlerini köşelerine not etmişlerdir. Abbas Güçlü de “Tayyip Bey, bir köşede oturacak insan değil. İcraatçı. … Futbolculuktan kalma bir alışkanlığı olsa gerek, ters köşe yapmayı seviyor. Ve yine öyle yapacak.” diyerek aday olmayacağını savunmuştur (Milliyet, 13.04.2007). “Ters köşe yapmayı seviyor” benzetmesiyle yazar siyaseti bir spor oyununa benzeterek Tayyip Erdoğan’ı da rakiplerine gol atan bir golcü olarak konumlandırmaktadır.

A&G araştırma şirketinin Kanal D televizyonu için gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre, zamanın Erdoğan’ın lehine işlediğini sütunlarına aktaran Güneri Civaoğlu, o tarihten 4 ay önce Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığını “olumlu” bulanların oranının yüzde 31,5, “olumsuz” bulanların ise yüzde 51,2 olduğunu; yazıyı kaleme aldığı gün ise Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesini isteyenlerin oranında yüzde 8 artış olduğunu, olumsuz bakanların ise sadece yüzde 0,2 arttığını söyleyerek “Erdoğan, zamanı iyi kullanmış. Muhalefet ise olduğu yerde kalmış.” yorumunu yapmaktadır (Milliyet, 17.04.2007). Bu sonuçlardan da görülmektedir ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği strateji son derece başarılı sonuç vermiş ve daha önce karşı olanlar bile Erdoğan’dan yana tavır almaya başlamışlardır. Zira yaratılan hava, ülkenin Başbakanına, daha aday olmak istediğini bile açıklamamışken, cumhurbaşkanı olma hakkı tanınmadığı yönündedir. Bu durum özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeninde muhalif cepheye dönük bir kızgınlık yaratmış, taraflar arasındaki gerilim artmıştır.

Nisan ayında yaşanan gelişmelerin, Cumhurbaşkanlığı konusunun Türk siyasetinde ne denli tehlikeli bir kutuplaşma vesilesi haline getirildiğini olanca açıklığıyla gösterdiğine işaret eden Şahin Alpay; bu kutuplaşmada, bu yolla oylarını arttırabileceği zehabına kapılan CHP’nin sorumluluğunun elbette büyük olduğunu ama bu noktaya gelinmesinde Başbakan Erdoğan’ın da payı bulunduğunu söylemekte (Zaman, 17.04.2007) ve “AKP’lilerin ve AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun dahi, partisinin başında ve başbakan kalmasını istediği ortada iken, Erdoğan’ın aday olup olmayacağı sorusunu son ana kadar muallâkta bırakması, doğru olmadı.” demektedir. Erdoğan’ın Başbakan kalması gerektiği yönündeki görüşünün “AKP’lilerin ve AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun isteği” olduğunu söyleyerek meşrulaştıran Alpay, yazısını şu sözlerle bitirmektedir:

Kuşku yok ki, kimin Cumhurbaşkanı olacağına TBMM karar verecektir ve herkes buna saygı göstermelidir. Ne var ki ben umudumu hâlâ yitirmedim: Erdoğan’ın, Başbakan olarak Türkiye’ye yapacak hizmetleri bulunduğunu ve başka bir saygın AKP’linin Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu açıklamasını bekliyorum.

Referanslar

Benzer Belgeler

2v hacimli havuz 2 saatte doluyorsa, 5v hacimli havuz 5 saatte dolar. Fıskiyeden 6 saat su aktığına göre, II. Bir işi tek başına; Çiğdem 20 günde, Lale 30 günde, Nilüfer

Dolayısıyla, İran seçimlerinde halkın seçimlere katılım oranı ile siyasi ve sosyal değişimlerin arasında çok önemli bir bağlantı vardır.. Cumhurbaşkanlığı

Milletvekili Genel Seçimlerinin yenilenmesi; seçimlerin 25 Nisan 1999 Pazar günü Mahallî İdareler Genel Seçimleri ile birlikte yapılması konusunun; Anayasanın 77 ve 127 nci,

Eğitim :Orta Ziraat Okulu Mesleği :Tarım, Ticaret Seyhan Milletvekili (10. Dönem) Mehmet Zahit AKDAĞ. Eğitim

Olağan Genel Kurulda, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sen- dikaların genel başkanları tarafından ‘tek aday’ gösterilen Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Türkiye

Fakat yine de Adalar ve onların “Kaptan Köşkü” olan Büyükada, hem tarihin, hem doğa­ nın kalan son nimetlerini, Adalı veya şehirden ge­ len

Ancak 2001/18/ EC sayılı yönergeye göre 90/220 sayılı yönergeden farklı olarak üye devletler, yapılan risk değerlendirmesinde veya GDO’nun piyasaya sürülmesi

Proposed model measures and reveals performance not only financial and operational, but also from customer and intellectual capital perspectives with timely information based on