i# Ağustos 1052
■■■i1...
• *
_Qlíim yıldönümü münasebetile
Tevf i k F i k r e t
Üstad Reeaizade Ekrem
«abes-Yazan: Genab Ozankan
&
muktebes» kelimelerinin kafiye o- labileceğini -kulakta aynı sesi bı- raktıklan için- kabul edince bir hayli süren münakaşa başlar. Na zif Siiruri Bey «Malûmat» gazete sinde Recaizadeya karşı şiddetli bir hücuma geçer. Üstad da tale belerinden Ahmed İhsanın çıkar dığı «Servet-i Fünun» isimli hafta lık mecmuayı kendine silâh edi nir.
Ekrem Beyin uğradığı haksız hü cumlar Tevfik Fikreti de Kızdırır. Garba ve yeniliğe meyilli, gene ka- lemlerden, «Mekteb» gazetesine makaleler yazan Cenab Şahabed- din, Hüseyin Suad, Halid Ziya, Hüseyin Cahid de bir mecmuaya Ekrem Beyin tavassutu ile topla nınca kuvvetli bir edebî zümrenin tohumları atılmış olur. Fikret, 1896 senesinde bu gençlerin başına, «Servet-i Fünun» mecmuasının da başmuharrirliğine getirilir. Böyle- ce bu edebî mektebin en orijinal şahsiyetlerinden Fikret beliriverır. Bu, onun edebiyat âlemine doğuşu.. Bir de yeryüzüne gelişine bakalım:
Fikret 24 birincikânun 1867 sene sinde dünyaya geldi. Babası Ha riciye kalemi memurlarından Hü seyin Efendi gayet doğru ve dürüst bir adamdı. Bu vasfı evlâdına geç ti. Öyle ki, Fikret -senelerce sonra- kabul etmek istemediği bir kimse kapısını çaldığı vakit, pencereden uzanıp: «Affedersiniz, Fikret Jey evde değil» diyecek kadar aşırı bir prensip sahibi oldu.
Mehmed Tevfik -o zamanki adile- ilk tahsilini Aksarayda Valide Rüş tiyesinde yaptı. Rus harbi sonunda bu mektebe muhacirler yerleştiri lince, Galatasaray Sultanisine ve rildi. Burayı 1888 de fevkalâde par lak bir derece ile bitirdi. Hariciye istişare odasında vazife aldı. Aynı zamanda Galatasarayda türkçe ho calığına da başladı. Maaşları biri kip durduğundan devlet kapısına bakmak ona zor geldi. Bu yüzden Babıâliden istifa etti. Parasını bir müddet sonra toplu halde evine gönderdiler. Gözü tok, gönlü zen gin olan gene Fikret bunu da kabul etmedi ve muhacirlere verilmesini istedi. Cenab Sahabeddin, onun cömerd ve maddiyata müstağni mi zacını şöyle çizer:
«Fikret mal namına, denebilir ki. hiç bir şeye malik değildi. Fa kat tamamile nefsine malikti ve nefsi onu iğnaya kâfi gelmişti. Mahrumiyeti hiç sevmediği halde menfaatini ayakları altında tut maktan fariğ olmamıştır. Onun na zarında zenginlik «istememek» ti. Bu itibarla Fikretten daha zengin bir adam göremezsiniz.»
-t k d
-Tevfik Fikret, tâ talebelik zama nında şiir yazmağa başlamıştı. «Ağaç yaşken iğrilir» derler. Bu kabilden o da, mekteb çağında iken hocalarının tesiri altında kal dı. Yolunu muallim Feyzi Efendi, Recaziazade Ekrem, Muallim Na ci ve Hâmid gibi üstadlan göster di. «Nazmi» mahlâsmı kullanarak Divan çeşnisinden gazeller yazdı. İlk kalem tecrübelerinde Fikret hakiki şahsiyetinden henüz uzakta kalır. Ancak «Servet-i Fünun» tın bsvraktarlığma başladığından son radır ki. asıl çehresi meydana çı kar. ««Hasta Çocuk» manzumesile eskiden ayrılarak yeniye ilk adı mını atar.
Fikret geçim için Babıâlideki va- zifesile, Galatasaraydaki muallim liğine tekrar döndü. Fakat memur maaşlarında yapılan tenzilat ikinci defa istifasına setıeb oldu. Bundan sonra «Servet-i f'ümih» ¿uların ba- şınageçtl. Aradan bir sene geçin ce Bebekteki erkek kolejine oeş lira maaşla türkçe hocası oldu.
1898 de Fikretin evinde «Ser v e ti Fünun» müntesiblerinin top lantısı, Abdülhamide verilen jurnal üzerine basılır. Fikret de padişaha hicviye yazmış olmak suçile Beşik- taşın meşhur Haşan Paşa karako luna atılır. Saire vurulan ilk bü yük darbe.. Fikret aynı zamanda şefkatli bir babadır. Karakolda ev lâdım düşünerek bir kâğıd parça sına hissiyatını konuşur gibi ortava döker. Bunu takib eden senelerde manzumelerini «Rübab-ı Şikeste» namı altında toplayarak bastırır. Ancak, istibdad devrinde meydana çıkamıyan şiirleri Meşrutiyetin ilâ nını müteakıb basılır.
Fikretin ilk inzivaya çekilmesi nin sebebi, Hüseyin Cahidin «Ser vet-i Fünun» da Fransız ihtilâlin den bahsetmesi üzerine mecmua nın kapatılmasıdır. Onun Bebekte ki sakin ve sessiz evine çekilmesi belki de hayırlı oldu. Zira bura dan müstebid padişahı tel in etti, istibdad altında inleyen şehri gös termemek için «sis» ledi, hürriyet yerine millete zulmeti reva gören padişahın suikasdden kurtulduğu na eseflendi. Böylece edebiyat ta rihine geğecek şiirler bir lâv akışı gibi ağır ağır bütün İstanbula
ya-ı u ya-ı .
1908 de Meşrutiyet ilân edilip, ilim padişah Selâniğe nefyedi- ıce milletle beraber Fikret de nu- ı kavuştu. Babıâliye geldi, eski astları Hüseyin Kâzım ve Hüse- n Cahidle «Tanin» i çıkardılar. Fakat çok sürmeden siyasî entri- darı yakından görünce nezahat , doğruluk dolu ruhu o havaya ıhammül edemedi. Babıâliden ay- larak, vaktile talebelik yaptığı Galatasarayı» na müdür oldu. Mek be istediği gidişi vermeğe çalışır- en Maarif Nazırı Emrullah Efendi e anlaşamadı ve istifa etti. Fikret rtık Âşiyanına tamamile çekildi. , cemiyete değil, haksız ve yolsuz
yapan ferdleıe küsmüştü. İkinci Meşrutiyetten sonra kuru- m «Hürriyet ve İtilâf» fırkasının uvvetlenmesinden korkan «Ittihad e Terakki» fırkası, yeni seçimlere (dilerek Mecliste ekseriyeti ka- anmak gayesile Padişaha müra- aatle- üç ay için 5 ikinci kânun
1327 (1912) de Meclis-i Mebusanı kapatır. Fikret bunu 1295 de meclisi fesheden Abdülhamidin marifetine benzeterek hürriyet, kanun ve mil let namına istibdad yapmağa kal kışanlara karşı gürler. Meclisin ka patılması hakkında iradenin sadır olduğu tarihin ertesi günü «Doksan beşe doğru» şi’rini yazar:
Silmez fakat elvahmı târih-i muânid, Doksan beşi aç: gölgesi bir tâc-i
harisin Saklar mütelâşi, mütereddid, mütemerrid Evzâ-ı şeb-engizini bir bûm-i
habisin, Hâlâ o vesâvis, o desayis, o mefâsid. * * * Hâlâ tarafiyyet, hasebiyyet, nesebiyyet Hâlâ «bu şenindir, bu benim!» kısmeti câri. Kanun diyoruz; nerde o mescud-i
muhayyel? Düşman diyoruz; nerde bu? Hanede mi, biz mi?. Fikret artık, üzerinde yaşadığı memleketinin derdini gözönüne se ren bir cemiyet »airl ve müstebid idarecilere karşı da amansız bir ha- tlb kesilmiştir. «Doksan beşe doğ ru» dan iki gün sonra başladığı «Rübabın cevabı» m «Serveti Fü nun» fikir ailesine İthaf etmiştir. Bu şiirde Îttihad ve Terakki fırka- sının İdaresindeki memleketi kud- retli bir tasvir ile anlatır. Fırkaya cephe alanların hayatının «bir hiç» olduğu günde, Fikret bu manzume yi neşretmekle celâdet ve cesaret sahibi olduğunu da gösterdi:
Bağırın! diyor vatan; acıyın, bin yılan dişi Bağrımda saplı, karhaların en muharrişi Yorgun ciğerlerimde; medid öksürüklerim, Hummalarımla ben yine sinemde
beslerim, Besler ve saklarım sizi sinemde
bi-füiur, Lâkin biraz nefes bana, bir
parçacık huzûr! Fikret, «Han-ı yağma» yı da «Doksanbeşe doğru» dan altı ay
sonra yazdı. Vatanın dört tarafı harb ve istilâ felâketlerde hırpala nırken mevki ve soygunculuktan başka bir şey düşünmiyen iktidar sahihlerini, bu şiirle yerin yedi kat dibine batırır:
Verir zavallı memleket, verir ne varsa; Malım, Vücudünü, hayatını, ümidini, hayalini, Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i
halini. Hemen yutun, düşünmeyin
haramım, helalini... Kendini cemiyetin derdlerine has reden, titiz, doğru, hürriyetin âşıkı, hakkın muharibi, vatanın kalem si lâhşoru şairi; münzevî ömrünün sonlarında hastalandı. Manevî ba kımdan hırpalana hırpalana harab düştü. Cenab Şehabeddinin tasviri- le; büyük, fakat zarif ve para ya- kışmıyan parmaklan kalemi ile fır çayı bırakmadı. O, aynı zamanda iyi bir ressamdı da.. Senelerce ev vel yaptığı kendi portresinin altına müstehzi bir eda ile şunu yazmış tı:
Güleriz, ağlanacak halimize... Fikret son demlerinde «Şermin» adlı manzume mecmuasını meyda na getirdi. Artık çektiklerinden u- sanmıştı. Mevcudiyetini fazla bir ağırlık olarak görüyordu. 1915 se nesinin 19 ağustosunda, tabutunun arkasında ancak bir iki kişi olduğu halde, Eyüb mezarlığına gömüldü. Ne hazin tecelli! O Fikret ki, bü tün mücadelesini vatanın selâmeti uğruna yapmış, bütün üzüntüsü memleketteki idarenin tefessühünü görmekten doğmuş, cemiyet hürri yet havasını teneffüs edemediği için eza çekmişti.
Fikretin edebiyatımıza hizmeti büyüktür. Tiirkçevi aruza çok ta biî ve akıcı bir eda ile tatbik etti. Kelimeleri konuşur gibi o çetin vez nin kalıblarma döktü. Hem de imâ le ve zihaflara meydan vermeden... Sonra tâ Divan edebiyatından ge len kaideleşmiş bir teamül gere ğince, manayı beyit içinde belirtmek âdetti. Halbuki Fikret, bu an’ane- nin dışına çıktı. Asırlaıdanberi sü rüp gelen bir âdete karşı teced- düd rehberliği etmek herkesin kârı değil... İşte «Halûkun Defteri» nden bir kaç mısra:
Ey şanlı vatan bayrağı, bir gün seni oğlum Bir mevkib-i zî-heybet-i hürriyet
önünde Çekmiş görebilseydim... O pür- hande ölütKerl Etmezsem eğer şevkini takdis ile secde, Dünyada en aiçak baba elbet ben
olurdum. Fikret, kuİâk kâfiyesinin müda- filiğini üstadı Recaizadeyi destek lemekle yaptı. Sbnfâ yâlnız âynı cinsten kelimelerin kafiye tilâbile- ceği kaidesini de yıktı. Meşrutiyet ten sonra, aradığı havayı bulafflı- yan şairin, bedbin bir Hin haleti içinde yazdığı «Hayat» ı göteiim: «Harelenen» fi’li, «ben» zamiri ile kafiye olmuştur:
Nedir bilir misin, oğiıiin?.. Ötitinde hflî-eleııen. Şu mai safhaya bak, şimdi ansızın seni lıtü, Tutup firİatıvcfsem dniitı
derliiİlğint*. Düşün biraz, he olur? Hınktı
bilmesen de ylhe Tahammül eyliyemez, çırpınırsın, oğlâtSiti. Fikretin yeniliklerinden bir diğe ri de edebiyatımızda Fuzulî, Nefî, Nedim, Hâmid gibi şahsiyetlerin çehrelerini işlemek olmuştur. Bu manzumelerde bir kaç mısra bile sahibini anlatmağa yeter: «Nef’î» den:
Bir yağız çehre çatılmış iki Jıniıçer, kaşlar. Gene hançer gibi keskin iki manalı nazar. Fikretin «memleket sevgisi» bir çok bakımdan hayli münakaşalara sebeb oldu. Onun küskünlüğüne a- cayib nazarla baktılar. Âşiyana çe kilişini hoş görmediler. Şu mısrala rı içi titriyerek yazan şair «vatan
ız» olur mu?
. ... şu gördüğün | Zünuüd bakışlı, inci şetaretti
kızcağız Kimdir, bilir misin? Vatanın... Şimdi saygısız Bir göz bu nazlı çciırcyc -Allah esirgesin- ] Kem bit nazarla baksa tahammül
eder ıhısın? Fikret Îürk edebiyatında ümmet îihhiyetini şiirden çıkârip, yerine Sik bir ahi ay ışı koydu. Şair bir türban bayramı arifesinde İstinye- re doğru karısı ve çocüğû İle ge- dntiye çıkar. Karşı istikametten |eleri sandalda kurbanlık iki koyun ¡örünce, aşağıdaki mısraları söyler .e ertesi güllü «Taıih-î Kadim» i eazar:
tliiı şeliitİ isler, asuman kurban; İİcr Zaınliii hei- tarafta kan, kon, kan! İnsanlığın ancak vicdan ve bilgi hürriyeti ile yükseleceği bunun dı şında bif kuvvet tanımadığını ifade eden «Taıih-î Kadım» yüzünden başta Mehmed Akifin hücumuna uğradı. Lâkin «Tarih-î Kadim» in yanında «Sancağı Şerif» i okumak lâzım...
Şu var ki, Fikret ruhun şairi olmaktan ziyade fikrin şairi oldu, ve ruhun nihayetsiz derinliğine in medi. Eğer fikirden biraz uzaklaşıp, hisle kucaklaşsaydı, elbette daha renkli bir sanatkâr olacaktı. Şahsi yeti ve sanatı bakımından bir çok tenkidlere maruz kaldı. Fakat her ferd keşke Fikıetin İnsanî meziyet lerine sahih olsaydı...
Cenah Ozankan
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi