• Sonuç bulunamadı

İslami hareket ve Necip Fazıl

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İslami hareket ve Necip Fazıl"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T T

ÇooV

1

"Büyük Doğu-İBDA'nm tem el istinad noktası şeriattır. Bu manada bizim ona bağlılığımız; onun şeriata

uygunluğu kadardır

KONFERANS

Tfaatofa SAZA

İSLÂMÎ

HAREKET

ve

NECİP

FAZIL

TAKDİM

2-8 Haziran Tarihleri arasın­

da D enizli M.G.V. tarafından

tertip edilen NECİP FAZIL

HAFTASI'nda M . SAKA'nın

verdiği konferansı; konuşma

dilinin tekrarlarından ve ayrın­

tılarından arındırarak takdim

ediyoruz.

AK-DOĞUŞ

... A

Allah'ın selâmı, rahmeti Ve bereketi üzerinize ol­ sun!

Bismillahirrahmânirrahîm: (Yasin Sûresi'nin 7. Aye­ ti ... Ayetin metnini ve asliyle, hel latin harfleriyle bu­ raya almaya İslâmî terbiyemiz müsade etmemektedir. Ak-Doğuş) Bu ayet-i kerimenin meali bir yana, o çok özel manâsını hatırlatmak için okuyarak konuşmaya başlamak istedim. Allah Resûlü'nün hicretleri esna­ sında, avuçlarına aldıkları toprağa bu özel manâyı üf­ leyerek küfür gözlere saçışını, küfrün gözlerini kör edişini ve o muazzam Hicret'e adım atışlarını sîzle­ re hatırlatmak isteyişimdeki maksat şudur ki; bu de­ rece bir iman, bu derece bir teslimiyetle ancak İslâ­ mî hareket başarıya ulaşabilir. Böylesi bir iman ve tes­ limiyetten pay sahibi olunmadan da; örnek insan, ör­ nek ümmet modelinin de remz şahsiyeti Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek'i (Rh.A.) anlamak mümkün de­ ğil.

Konuşmamızın başlığı: "İslâm î Hareket ve Necip Fazıl!.." Şu veya bu şekilde bir araya gelmiş, bütün eksikliklere, yanlışlıklara rağmen, sırf samimiyetlerin­ den emin olduğumuzdan dolayı düşmanlık gütme­ diğim iz, ayrılık noktalarından önce birlik ve beraber­ lik noktalarını aradığımız grupların, hiziplerin, cema­ atlerin, fert fert bütün müslümanların "federatif bir­ liği ve kollektif katılım ı"yla gerçekleşmesi mümkün olabilecek olan büyük İslâm İnkılâbı'nın İslâm'a mu­ hatap anlayışını örgüleştiren, ideolojik bünyesini ku­ ran, sevgi ve nefret kutuplarını gösteren, kısaca İslâ­ mî hareketi nihaî hedefe doğru istikametlendiren Üs­ tadımızı anmak için buradayız.

Anm ak... Ne kadar tatsız, ne kadar yavan, ne ka­ dar geçici; Necip Fazıl için hiç de yakışmayan bir ke­

lim e...

ibadet nedir? Allah'ı anmak, O 'na karşı kulluk bor­ cumuzu hatırlamak, niyet ve amelle bunu yerine ge­ tirm ek... Allah anılır mı hiç, İslâm hatırlanır mı hiç?.. Kelimelere özel manâlar yükleyerek konuşuyorum, sakın yanlış anlamayın. Demek istediğim şu: İman bir " h a l" dir, inkıta kabul etmez. Böyle olursa iman tazelemek gerekir. Ama insan olarak gaflete düçar ol­ duğumuz için her an iman tazelemek gerek; bu da batınî bir incelik, İslâm tasavvufuna ait!.. Evet, yanlış anlaşılmamasını tekrar hatırlatarak söylüyorum: Mü­ essir eser sahibini anmak, onu yaşamak, eserini ya­ şatmakla olur.

Büyük Doğu'yu yaşatmak; onu Firavun leşlerine ya­ pıldığı gibi mumyalayarak bir sandığa kilitleyip, se­ nede bir, hiçbir istinat noktası olmayan, hayatta karşılı­ ğı bulunmayan, onun muradının da dışında kalan ölü bir sevgi, kuru bir saygı ve tazim merasimi malzemesi yaparak olmaz. "Büyük şair, büyük sanatkâr, yüce in­ san, misilsiz kahraman ve benzeri..!' cenaze çelenk- lerinden daha adi pohpohlamalarla O 'nu, dostunu » da düşmanını da kendisine gıpta ettiren Necip Fa- z ıl'ı; karşısında nefslerimizi tapındırdığımız totem ve tabu haline getirmek demektir.

Necip Fazıl'ın mücadelesini dört cepheye ayırırsak: Birincisi o muazzam arayışı-çilesi... İkincisi; küfre kar­ şı m ücadelesi... Üçüncüsü; bütün bir vatan sathını elekten geçirircesine örnek insan nutfesi aramak gi­ bi divanelere has bir çaba... Ve sonuncusu; birinci madde olarak zikrettiğimiz çilesinin hem sebebi ve hem de sonucu olan fikriyatını oluşturma mücade­ le si... Bakmayın böyle maddelere ayırmaya kalktığı­ ma; O'nun inkısam ve inkıta kabul etmeyen hayatını

(2)

"hayatı" olarak, mücadelesini "m ücadelesi" olarak; hayatım ve mücadelesini birbirinden ayırarak anlat­ mak m üm kün d e ğ il. N ecip F a z ıl'ın "hayat m ücadelesi" veya "m ücadele hayatı" demek daha münasip...

Ne mutlu O 'na ki; Necip Fazıl mücadelesinin bü­ tün cephelerinde zaferi kazanmış bir kumandan ola­ rak göçtü. "Ya Rab! Nefsim için değil, sadece en ha­ kir bir müslümana düşen liyakat payını göstermek için, fikirde, ilimde, sanatta... Hasılı herşeyde, en bü­ yük, en büyük olmak istiyorum!.." duasına icabet etti Cenab-ı Rabbülalemîn. ihtilaller, ihtilaçlar lüks ve kar­ naval çağında yaşadığı soylu fikir çile si... Küfrün sur­ larında açtığı mukaddes gedik... Anadolu kıtasından başlayarak bütün dünya coğrafyasını hedef alan bü­ yük İslâm İnkılâbı'nın ideolocyası... Ve... Ve, bu mu­ azzam inkılabın Kumandanı'm dünya gözüyle gör­ müş olarak irtihal etti dar-ı bekaya...

Sizler için hazırladığım bu konferansın buraya ka­ dar olan bölümünü, metne bağlı olarak size aktar­ dım. Konferansımın tamamını bu şekilde, dağınıklık olmasın diye metne bağlı olarak vermeyi düşünmüş­ tüm, Denizli'ye gelirken... Fakat burada gördüğüm... Sîzleri tenzih ederek söylüyorum... alakasızlığı na- zar-ı itibara alarak, şu küçük ama müstesna toplulukla irticalî, samimi bir sohbet havasında konuşmak da­ ha münasip olur diye düşünüyorum. Konuşmamı da şu şekilde dinlem enizi istiyorum: Konuşmamın so­ nunda, sizden gelecek olan sorular olursa, onları da memnuniyetle cevaplandıracağımı bilmenizi ve onun için dikkatle dinlemenizi sizden istirham ediyorum.

Yıl 1905... Bütün dünyanın kaynama noktasına gel­ diği, patlama noktasına geldiği bir dönüm noktasın­ da, İstanbul'un bir semtinde, evlerden bir evde bir çocuk dünyaya geliyor. Dünyanın o büyük hadisele­ ri karşısında ne kadar basit bir hâdise, değil mi? Dün­ yaya gelen bu çocuk Necip Fazıl'dır. O, kaynama- patlama noktasına gelen... demiştim... Hadiseler pat­ lak vermiş, büyümeye başlayan Necip Fazılla birlik­ te bütün dünya kabuk değiştirmiş ve Türkiye öylesi­ ne değişim geçirmiş ki; bu değişimi en net bir şekil­ de genç Necip Fazıl'da görmek mümkün. Avrupa'ya gidecek, ehl-i küfrün bilumum rnuzahrafatını takıp takıştıracak, Türkiye'ye dönecek ve insanımıza çağ­ daş uygarlık yolunda örnek olacaktı. Düzen bunun için Avrupa'ya gönderir genç Necip Fazıl'ı... Batı'nın ailumummuzahrafatına bulaşıp ülkesine dönen ada­ mın, beklenenin tam aksine, maddede ve manâda bü­ tün pisliklerden arınmanın, İslâm'ı bütün saffet ve as- liyetiyle hayata hakim kılmanın mücadelesidir Büyük Doğu!.. Emperyalizmin yerli kuyrukçuları için ne bü­ yük bir akamet! Ne yapsınlar, ne etsinler de İslâm'ı kökünden kazıyarak atsınlar yeryüzünden?.. Allah de­ meyi bile yasakladılar... Bu, firavunların bile yüzle­ rini kızartacak kararın çıkışından hemen sonraki sa­ yısında Büyük Doğu'da Allah Resulü'ne ait şu ölçü: ALLAH'IN HÜKM ÜYLE İTAAT ETMEYENE İTAAT EDİ­ LEMEZ!!! O, kırk yıllık mücadelesinde, o kırk yıllık, gerçekten destanlık çapta hayatında, Allah'ın hükmü ile hükmetmeyene nasıl itaat edilmez, Allah'ın hük­ müyle nasıl hükmedilebilir, bunun çilesini çekmiş, bu çilenin ürünüdür Büyük Doğu!

O halde, Necip Fazıl için: Büyük sanatkâr, büyük şair, byyük tiyatrocu, büyük şu, büyük bu deyip, O'- nun bu yüzünü görmemek, hele göre göre bu mü- keellefiyete soyunmadan Necip Fazıl'ı sevenler, Ka­ narya sevenler derneği cinsinden, Necip Fazıl Seven­ ler Derneği'nin komik üyeleridir.

Kahrolsun bütün beşerî ideolojiler! Bu slogana

aşi-^

--- —

---"Büyük Doğu-İBDA: Vahye

dayalı, tevhidî akideye sımsı­

kı bağlı bir dünya görüşüdür.

Tevhid akidesini hâkim kıla­

rak, yeryüzünde vahdeti ger­

çekleştirebilmenin diyalekti­

ğ id irr

nasınızdır zannederim. Kahrolsun bütün beşerî ide­ olojiler, derken, Necip Fazıl da ortaya koyduğu İslâ­ mî dünya görüşüne ideolocya diyor ya; kahrolsun Bü­ yük Doğu ideolocyası!.. Büyük Doğu Allah kelâmı değil tabii, müellifi bir insan, beşer... Şimdi burada öyle bir münafık mantığı işletiliyor k i... Cam iam ız­ da bunu anlayacak bir fikir yapısı da olmadığı için hemen yandaşlarını bulabiliyor bu mantık. Büyük Do­ ğu ideolocyasının şu cümleyle harikulade izahını ya­ pan ve bunun muazzam açılışları halinde, Büyük Do- ğu'ya bağlıIığını-nisbetini ortaya koyan da Salih Mir- zabeyoğlu: "N ecip Fazıl İslâm'a muhatap anlayışın dünya görüşünü örgüleştiren adamdır." İslâm'a mu­ hatap anlayış... Şimdi, Allah'ın hükmüyle hükmetme­ yene itaat edilemez, peki Allah'ın hükmüyle nasıl hükmedilebilir? Efendim, anayasamız Kur'an, Sünnet var... Bu işin kaçamak tarafı, cehlini örtme çabasının ürünü bu sözler. Bunu söylemekle onlar hükme gel­ mez. Allah'ın vazettikleri mutlak hükümlerdir. Bizim bu sınırlı idrakimiz onları mutlak manâda anlamaya muktedir değil k i... İslâm sonsuz bir gaye; ona ulaş­ manın sonu yok... O halde ne lazım; tatbik sistem lazım, bunun için de tatbik vasıta sistem lazım ... Ne­ cip Fazıl bunu ortaya koymuş adam ... İnandım de­ mek, Kur'anî hakikatlere tamamen vakıf oldum de­ mek değildir. Senin ondan ne anladığındır, imanını da bağlayıcı o lan... Konuşmamın başında da söyle­ diğim gibi Necip Fazıl gerçekten hayatının bütün

mü---4

cadele sahalarında zafere ermiş bir adam. Kulluk bor­ cunu yerine getirmiş bir adam. Burada bize düşen borç da; ortaya konulan bu İslâmî dünya görüşünü hayatımıza tatbik edebilmenin mücadelesini vermek. İbda'nın Büyük Doğu'ya nisbeti budur. Zaten bu nis- bet davası anlaşılamazsa, Kur'anî ölçüler, sadece inan­ dım demenin avuntusundan başka pratikte hiçbir fay­ da sağlamaz bize... Adım atamazsınız. Necip Fazıl'- ın ortaya koyduğu İslâmî dünya görüşünü de, sırf o "id eo lo ji" batı kökenli bir kavram diye reddedemez­ siniz. Bu şekilde, tamamen avamî, basit bir mantık silsilesiyle Büyük Doğu'yu İslâm dışı görenlere söy­ lüyorum, buna hemencecik kananlara söylüyorum: Büyük Doğu-İBDA, vahye dayalı, tevhidî akideye sım­ sıkı bağlı bir dünya görüşü, bir diyalektik tarzıdır. Eğer bu nisbet davası anlaşılamazsa, Allah Resûlü'nün A l­ lah ve Kur'an karşısındaki, Sahabenin Peygamber- sünnet karşısındaki durumu nedir, bunu anlayama­ yız . Tabiinin, mezhep imamlarının, içtihad erbabı­ nın ve mukallitlerin ashap ve Resul ve Kur'an karşı­ sındaki konumunu anlayamayız, mükellefiyetimizi anlayamayız. Ö lçü şudur: Büyük Doğu-ibda'nın te­ mel, mutlak istinat noktası Şeriattır. O 'nu kabul eder­ ken reddederken, yargılarken alınacak ölçü de ancak bu olmalıdır. Bütün beşeri... müsbet ilimlerde sos­ yal ilimlerde metodolojik bir ölçüdür ki; bir şeyi de­ ğerlendirirken, o kendini neye nisbet iddiasında ise, siz de ancak öncelikle o ölçüye nisbetle değerlen­ dirme yapabilirsiniz. Ö lçü budur ve bizim bu ma­ nâda Necip Fazıl'ı daha doğrusu (şahıs değil, fikrin­ den dolayı şahıs) Büyük Doğu'ya bağlılığımız, O'nun şeriata bağlılığı kadardır. Eğer bu noktada bir açmaz sözkonusu ise, bu noktada bir takım tezatlar, çelişki­ ler, bir takım uyuşm azlıklar sözkonusu ise buna dik­ kat edilm eli, bu söylenmelidir: Şu noktası, bu hare­ keti, o fikri İslâm'a terstir, Şeriat'a mugayirdir! Var mı?.. Eee, o halde Necip Fazıl hatasız mı? Hemen burada da o münafık mantığı, nefsanî savunma mekanizması devreye sokuluyor: "Yani şimdi, Necip Fazıl hatasız mı demek istiyorsunuz?" Yoo, Haşa! Ne demek Ne­ cip Fazıl hatasız mı?.. Biz inanıyoruz ki; Mutlak Doğ­ ru, Mutlak Hakikat ancak Allah'a mahsustur ve O '­ nun inayetiyle "İsm et" sıfatı peygambere mahsustur. Öyleyse, burada meseleye esas ve usul açısından ba­ kılır. Bir şey esasa nisbetle ve usulüne göre ortaya ko­ nulurken gerçekleşebilecek yanlışlıklar öyle yanlış­ lardır ki (dikkatinizi çekerim) doğruya tahvil edilebi­ lir, kendisini tashih edebilir yanlışlardır.

Basit bir örnek... Fakat mevzuyu benimsetebilmek için, belki de ilk defa bu vesileyle bu tür meselelerle muhatap olanlarınız için, basit bir örnek: imam Ha­ tip Lisesindeyken, matematik dersi imtihanlarında, so­ nuç yanlış bile çıksa formülleri doğru ve yerinde kul­ lananlara belli bir miktar puan verirdi hocamız. Çün­ kü usûl doğru, yeni baştan alınıp sağlaması

(3)

ğında tashih edilebilir o yanlış. Ama formül doğru değilse, usulüne uygun kullanılmamışsa, sonuç doğru bile çıksa, o doğru serseri-başıboş bir doğrudur. Ve olm adık yerlerde, olmadık yanlışlara yüzünü çevire­ bilir, dönüşebilir. Bu manâda Necip Fazıl, Allah Re- sûlü'nden başlayarak gelen Ehl-i Sünnet geleneğine (burada gelenek kelimesi yadırganabilir, ama özellikle kullanıyorum; geleceğiz...) sımsıkı bağlı bir şekilde ortaya ı-islâmî bir dünya görüşü koymuş insan... Böyle olunc.a da, O'nun fikriyatı baştan beriye doğru, son­ dan geriye doğru kelime kelime, cüm le cümle takip edilebilir. Hayatı da öyle; ileriye ve geriye doğru gün gün, dakika dakika izlenebilir... Bugün, dikkat edin, ortalıkta mütefekkir geçinen müsvettelerin hayatları­ nı, fikir hayatlarını bu şekilde takip ederseniz muaz­ zam zik zaklarla karşılaşırsınız. Bugünleri dünlerini yalanlar, dünleri yarınlarını... İşte size bir adamı ve bilhassa Necip Fazıl'ı değerlendirebilmenin ölçüsü: Büyük Doğu'yu o, 1400 yıldır, bozulmadan, çözül­ meden gelen Ehl-i Sünnet geleneğine tatbik edersi­ n iz, bir çelişki, bir terslik varsa, bunu yakalar bizi de uyarırsınız. Sizin şahsınızda veya boşluğun şahsında tekrar soruyorum: Bu şekilde Necip Fazıl'ı anlamış, (kabul etmiş demiyorum, o sonraki iş) ortaya koydu­ ğu fikriyatı değerlendirebilmiş ve şu noktalarda Şeri­ ata mugayirdir diyebilmiş biri var mı? (D inleyiciler­ den: "H ayır", "Yok", sesleri) Üstad, kendisi söylüyor, ideolocya Örgüsü'nün başında: "Büyük Doğu", İs­ lâmiyet'in emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm için­ de ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihad kapı­ s ı... Sadece Sünnet ve Cemaat Ehli tabirinin ifade­ lendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olan­ ca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asli- yeti Yirm ibirinci asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tat­ bik etme iş i... Galiba işlerin de en değerli ve pahalı­ s ı... (...) Bu sistem ve ismin bağlı olduğu iman mih­ rakına göre hiçbir istiklali yoktçır; ve bu ruh, sistem ve isim, ancak başbuğ imanın her iradesini yeni in­ san ve yeni dünya üzerinde zerre zerre nakşedici kö­ le bir em ir subayından ibarettir." İşte burası bir türlü anlaşılmıyor veya anlamak istenmiyor.

Dedikki, Büyük Doğu-ibda tevhidi diyalektiktir... Bunu şunun için üzerine basarak söylüyorum; son günlerin oldukça aktüalite kazanmış, lafı edilen kav­ ramlarından biri de "V A H D E T " m eselesi... Yani bir­ lik... Bunun özünde "T E V H İD " vardır!.. Büyük Doğu- İBDA'ya eleştiri makamında getirilen bir mesele bu aynı zamanda. Necip Fazıl tevhidi akideye aykırı dav­ ranıyor, İslâm'ın evrensel mesajını misak-ı m illî sınır­ ları içerisine hapsediyor, İslâm dururken niçin Büyük Doğu-İBDA? Bu vahdeti engelliyor vesaire... Evet bun­ lar söyleniyor. Biz de üzerine basa basa, daha yük­ sek bir sesle diyoruz ki: Büyük Doğu-İBDA İslâmî bir dünya görüşüdür, tevhidi diyalektiğin ta kendisidir.

Flerkes vahdetten bahsediyor, birlikten bahsediyor, müslümanların birleşmesinden, böyle grup grup, ce­ maat cemaat bölünmenin zararlarından, bunun ız- dırabından, mutlaka bir araya gelinmesinden, inkı­ labın ancak bu şekilde gerçekleştirilebileceğinden... iyi, güzel de; şunu diyebilen var mı: Nasıl, niçin, ne­ rede birlik?.. Herşeyden önce vahdet nedir? Bunun akaidi temelleri nelerdir, objektif ve nesnel temelle­ ri nelerdir, yani pratikteki karşılığı nedir? Daha da ön­ cesinde tevhid nedir? Tevhidi akide nedir, bunun usu­ lü nedir, metodolojisi nedir? Daha bunlar bilinmiyor, ama tevhidin ne olduğunu, vahdetin nasıl olduğu­ nu, nerede ve nasıl birleşilmesi gerektiğini ortaya ko­ yan bir adama yafta yapıştırmalar... Ne büyük bir edepsizlik!.. Açıkça söylüyorum, "nerede b irlik"

so-"Büyük Doğu-İBDA herşe-

ye yeter mi? Ortaya konulan

çözüm ler fikir bazındadır ve

erbabları tarafından ilmi-

teknik-programatik olarak de-

taylandırılmayı, pratiğe yak-

laştırılmayı bekliyor."

S

rusuna cevap vermiş tek adam Necip Fazıl'dır. Bu­ nun "niçin "in e ve pratiğine dair aynı kaynağa nisbet içinde fikriyatını ortaya koyan da İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'dur.

İşte bu tevhidi diyalektiğin, üzerine inşa edildiği, Allah ve insan, insan ve toplum eşya ve hadiseler ara­ sına döşeli, gidişli gelişli iki yol: Birincisi: Alakalar­ dan silerek derinleşme, İkincisi: Alaka kurarak geniş­ lem e... Bu ölçüler İbda Diyalektiğinden... Diyalek­ tik deyince ilk akla gelen dinamik oluşu, akışkanlı­ ğı ...ya p ışka n ve statik değil... insan ve toplum me­ selelerini İslâmdan hareketle halletmeye giderken, her hangi bir fikirden, herhangi bir iman mihrakından, herhangi bir bilgi kaynağından, herhangi bir bilim kürsüsünden hareketle meselelere yaklaşırken uyul­ ması zarurî bir ölçüdür bu: Alaka kurarak genişleme... Alakalardan silerek derinleşm e... Veya objelerden kaynağa dönerken... Büyük Doğu-İBDA, tevhidi aka­ ide eşya ve toplum üzerinde nasıl tezahür ettirilebi­ lir, İslâm hayata nasıl tatbik edilebilir bunun cevabı­ nı veren bir dünya görüşü... Ö yle mi, değil mi?.. Ma­ lûmu ilâma hacet yoktur; ispat isteyenlere, işte Bü­ yük Doğu-İBDA külliyatı, 150 ciltlik kütüphane...

Şimdi böyle diyoruz ya, hemen şöyle bir soru ge­ lebiliyor: Yani Büyük Doğu-ibda herşeyi halleder mi, yeterli midir, peki fıkıh ne olacak, diğer ilimler... Böy­ le bir sorunun bakış açısı yanlış herşeyden önce. Ve Büyük Doğu-İBDAlyı anlamamış biri tarafından so­ rulabilir. Kısaca şunu söyleyeyim: Büyük-Doğu-İBDA, mevzu sahibi insana anlayış ölçüleri, kendi mevzu­ una yaklaşım ölçüleri vericidir. Maalesef bundan mahrum kaldıkları için de, fıkıhçısı, hukukçusu, ik­ tisatçısı vesair mevzu sahipleri, kendini empoze eden yeni ihtiyaçlara, çağın meselelerine gerek fikir bazın­ da, gerek teknik olarak tutarlı ve herşeyden önce İs­ lâmî bir çözüm öneremiyorlar... Çözüm diye ortaya konulanlar ise bir araya getirilip uygulamaya kalkıl­ dığında birbirini itiyor, işlersiz kılıyor. Hasılı, bizim dünya görüşümüzün en önemli özelliği sistem olma­ sıdır, yani kendi içinde tutarlı olmasıdır. Ama ortaya konulan çözümler fikir bazındadır ve erbabı tarafın­ dan ilmi sahada, teknik ve programatik alanda mut­

laka detaylandırıİması, açımlanması gerek. "H erke­ sin emeğini gerekli kılacak bir talep piyasası oluştur­ maya çalıştığını" söyleyen, bizzat Salih Mirzabeyoğlu- Büyük Doğu'ya bağlılığının, onun lafzına bağlılık ol­ madığını da söyleyen Mirzabeyoğlu... Yoksa, qyle zannedildiği gibi; takılıp kalmak filan... İdeolocya Ör­ güsü meselelerin kafasına geçireceğimiz bir şablon değil ki. Ne demek; ona takılıp kalmak, kısır dön­ gü... Muhatabını muazzam bir zenginliğe, çetin bir çabaya davet ediyor dünya görüşümüz... Ama, piya­ sada ilim erbabı geçinen bu böyle anlamıyor, teknik bir takım kavramlara sahip olmakla Necip Fazıl'ı aş­ tığını zannediyor. Bunların, Necip Fazıl'ı bu kadar ko­ lay aştıklarını zannetmelerinin bir sebebi de şudur... Batıda, en çok taklidi yapılan ressam Pikasso'dur... Neden?.. Onun ressamlığı... Fırçasını suretin kemi­ ğine dayamış... Ve o noktada, at gözlüğüyle baktığı­ nız zaman, birtakım, gelişli gidişli rastgele çizgiler... Am erikalı ünlü zengin Rockfeller... İsmini duymuş­ sunuzdur; kafirliğiyle beraber işinin erbabı, büyük adam ... Soruyorlar: "S iz nasıl bu kadar zengin oldu­ nuz?" Verdiği cevap şu: '.'Elimin değdiği herşeyi, na­ sıl paraya tahvil edebilirim diye düşünürüm ..!' Alın siz bunu, müslüman olarak meselelerimizi hallede­ bilmenin ilk şartı olarak... Karşılaştığımız her mese­ lede, "m evzuuyla kayıtlı idrak" ölçüsüne uyarak, o meseleye İslam'ı nasıl tatbik edebiliriz, bunun çile­ sine talip olmamız lazım. Pikasso'dan bahsediyor­ d u k... O Rockfeller'in Amerika'da fevkalade bir ma­ likanesi var. Amerika'ya gittiği zaman, Kainat Paşa­ mızı bu müze haline gelmiş evi gezmeye götürüyor­ lar. Bahçesi heykellerle dolu. "N e bu taş parçaları di­ yor, Kainat Paşa, ben olsam evimin bahçesine koy­ mazdım bunları... Evin içini geziyorlar; değişik res­ samlara ait tablolar... Pikasso'nun eserlerinin asılı bu­ lunduğu bölümde, bir resmin önünde duruyor ve ay­ nen şunu söylüyor.akl-ı evvel: "Bunlar resim mi, ben bunların daha iyisini yaparım." Günlerce basında, yurt içinde, yurt dışında konu edildi, hatırlarsınız... İşte, Necip Fazıl aşıldı, sanatta, fikirde, İslâmî anla­ yışta çok gerilerde kaldı diyenler, Kenan Evren'in Pi­ kasso'dan anladığı kadar bile meselelerden anlama­ yan adamlardır. Necip Fazıl'ı aşmak, onun ortaya koy­ duğu fikriyatı meselelere tatbik etmekle olur... Yok­ sa O bir köprü değil; geldin, geçtin... O bir yoldur; katedilmesi gerek!.. Tekrar ediyorum: O bir kul ola­ rak geldi ve kendisinin mükellef kılındığı misyonu­ nu gereğini yerine getirerek bu dünyadan ayrıldı. O misyon üzerinde bize düşen ne? Mesele bu!

Sizi sıkıyor muyum, konuşmam nasıl, fioşlanıyor musunuz?.. (Hayır, şahane... G ü zel... Allah razı ol­ sun sesleri...) Buradan itibaren, eğer kafanızda birta­ kım sorular oluşmuşsa, onları cevaplandırarak daha da samimi bir hava verebiliriz konuşmamıza... Ge­ rek Büyük Doğu-İBDA, gerekse Ak-Doğuş hakkında sorabilirsiniz, mevzumuz sınırlı olmadığı için soru­ ları da sınırlandırmaya gerek yok... Aslında şu ölçü olmalı: İslâmî hareket ve Necip Fazıl, diyoruz... Bir müslümanın kendi nefs muhasebesi, aslında doğru­ dan doğruya hareketin muhasebesidir; böyle olma­ lı... Konuşmamın başlığını "İslâm î Hareket ve Necip Fazıl" olarak koymamın özel manâsı da şudur: Ne­ cip Fazıl, Türkiye'deki İslâmî Hareketin milat nokta­ sıdır. Başlangıç noktasıdır. Hemen zihinlerde; daha önce yapılanlar?.. Bunun böyle olması, daha önce ya­ zılanları yok saymak, onlann hakkına girmek değil... Eğer şu soruların hakkıyla cevabı verilebilirse, niçin şöyle gördüğümüz de anlaşılır: Önce İslâm nedir, son­ ra hareket nedir, sonra İslâmî hareket nedir, bir hare­ keti ideolojik çapta, inkılâpçı nitelikte hareket kılan

(4)

unsurlar nelerdir, böyle bir hareketi İslâmî kılan un­ surlar nelerdir?.. Hareket deyince; bir müslümanın tuvalete sol ayağıyla girmesi de İslâmî bir harekettir, yemeğe besmele ile başlaması da, sizin buraya gel­ meniz de, buradan gitmeniz de... Bir Bediüzzaman Hazretleri'nin hareketi başka, İnkılap çaplı bir hare­ ketin fevkalade mühim bir cephesidir. Bunun için İb­ da Mimarı demiştir ki: "Bugün İBDA, Said-i Nursî Hazretleri'nin rüyasını gördüğü bir temsil planında- dır ve O, bu manâda ibda'nın kadrosudur."

İnkılap çaplı bir İslâmî Hareketin ön şartının ne olduğuna yine Necip Fazıl cevap veriyor... Cevap ve­ rişi, "şudur", şeklinde sadece bir tesbit değil; bizzat ihtiyaca cevap veriyor, ihtiyacı karşılıyor: İslâma mu­ hatap anlayışı tezatsız bir sistem olarak ortaya koyu­ yor! Bundan böyle yapılması gereken; ortaya konul­ muş, dairesi tamamlanmış, bütün noktaları birleşti­ rilmiş fıkıh ölçülerinden hareketle, bir mütefekkirin insan ve toplum meselelerini çözecek ideolocyasını kurmasıdır, diyor Necip Fazıl! Necip Fazıl'ın, içtihad heveslileri tarafından en çok eleştirilmiş bir yanı da budur: İçtihad kapısının pratikte kapanmış olduğu... Buralarda tartışmanın bir anlamı yok. Hemen aklı­ ma gelen; Said-i Nursî Hazretleri'nin "S ö zler" kita­ bını adres olarak verebilirim ... Niçin kapalı olduğu­ nu harikulade misallerle izah etmiş; Rahmetullah-i A leyh...

İkinci şart: Ortaya konulmuş bu ideolocyanın tat­ bikine dair izah edilmesi gerekenler... İşte İBDA nın misyonu budur. Ondan sonraki aksiyonu tezgahlama meselesi: devrim devri. Çıban başlarını patlata pat- lata, birbirine sirayet ettire ettire bu muazzam inkı­ lâbın inşa sahasını açmak. Bu şekilde, bir bütün ha­ rekete bağlı olarak yaptığınız en küçük bir hareket, gerçek bir harekete tabi olması bakımından büyük bir harekettir de, bu ön şartlardan yoksun olarak ger­ çekleştirilecek bir büyük hareketin tek başına hiçbir manası yoktur. Bu yüzbin kişilik bir harekette olsa, bütün dünyanın basını alaka da gösterse, bir manâsı yo k... Bu iman gibi... Bir müslüman olarak verece­ ğiniz bir kuruşluk hayır bir manâ ifade eder de, bir kafir dünyasını bir yere bağışlasa kendisine hiçbir fay­ dası olmaz. Şunlar sorulmalı, hareket sahibi olduk­ larını iddia edenlere: Senin stratejik hedefin ne? Bu hedefe doğru hangi taktik hedefleri izleyerek ilerli­ yorsun?

Bizde fikir geleneği oluşmadığı için ve insanlarda... Hafıza-i beşer nisyan ile m alül... Lenin ve Hitler pro­ pagandalarının temelini bu gerçek üzerine atmışlar­ dır İnsanların kitle halinde yaşamalarının verdiği o müthiş unutkanlığına dayanarak... Bizde varolmayan bir fikir geleneği var mesela Batı'da. Bir fikir aristok­ rasisi var; şiirde, sanatta, müzikte... Yani, damdan dü­ şer gibi her isteyen orada tutunamaz, şöyle veya böyle bir geleneğe nisbetle gelir. Aykırılar da bir gelenek oluşturmuşlar. Bizde bu oluşmadığı için, kimin ne söylediği, nereye gittiği belli değil. Okuyucuda da bu­ nu talep edecek bir seviye henüz yok maalesef. Mi­ sal olarak birini ele alıp bakabiliriz, mesela Fehmi Koru... Kimdir bu adam, nerdeo gelir, nereye gitmek ister, kimsenin birşey diyebileceğini zannetmiyorum. Yurt dışında gazetecilik eğitimi gördüğünü biliyoruz. Sonra Türkiye'ye geldi. G elir gelmez M illî Gazete'- ye geçti. M illî Gazete'ye dizayn olarak Cumhuriyet- varî bir hava verdi ve orada partinin adamı olarak göz­ üktü. Sonra Zaman çıktı, oraya geçti. O dönemde Za­ man İran sempatizanı diyebileceğimiz kişilerin elin­ deydi ve bu adam o şekilde orada göründü. Sonra Zaman el değiştirdi, Fethullah'ın adamlarına geçti; bu

"Konuşmama İSLA M İ HA­

REKET ve N ECİP FAZIL başlı­

ğı koymamın özel manasıda:

N ecip Fazıl Türkiye'deki İslâ­

m î hareketin milâd noktası­

dır."

*

tip Ahmet Kot ve Nabi Avcı'yı üçkağıda getirerek ye­ ni patronlarla anlaşıp iki arkadaşının payını da cebe indirerek Zaman'da kaldı. Halen de orada ve şimdi düzenbazın teki, iktidara kuyruk sallamakla, müslü- manları provakatörlere(l) karşı uyarmakla meşgul. Bir insan bu kadar değişebilir mi? Değişebilir, ama bu­ nun bir izahı olur, değişim bir çilenin ürünü olur. Böy­ le olmazsa bizim aklım ıza başka şeyler gelir. Biliyor­ sunuz, dergimizde bu herifin ajan-pasifist olduğunu yazmıştık. Cevap vermeye yeltendi, sonra da gazi ol­ du. işte böyle bir ortamda Büyük-Doğu-İbda ile bir fikir geleneği başlamıştır. Ö yle görülüyor ki, çok kı­ sa bir zaman sonra herkes rastgele yumurtlayamaya- cak; hesabı sorulacak çünkü! Hesap sormanın da tür­ lü çeşitleri mevcut!..

Burada da müşahede ettik, her zaman karşılaştığı­ m ız, dergiye gelen ziyaretçiler tarafından da en çok sorulan ortak soru şu; şunu nasıl, bunu nasıl görü­ yorsunuz, şu adam iyi mi, öteki kötü mü? Şimdi, bah­ sini ettiğimiz bu fikir geleneği yerleşmiş olan bu so­ rulara ihtiyaç olmaz. Burada cevabı alınmak istenen, bu adamın dünkü sözlerine göre mi, bugünküne göre mi, söyleyebileceklerine göre mi?.. Geçmişleri ve ge­ lecekleri bir arada, böyleleri için söylenebilecek olan en iyimser sıfat: Serseri... Başıboş... işte Üstad, bu­ nu yıkmış adam... Bunun için de bu kadar saldırı nok­ tası... "Bütün sahte dengeleri yıkıldı hayatımın", di­ yor ya, bu bir hakikat; o bir tarafa, hayatın da bütün sahte dengelerini yıkm ış bir adam...

Gelenekten hareketle buraya gelmişken söz; Necip Fazıl .için iftira derecesinde söylenen bir yanlış anla­ ma da, O'nun gelenekselliği, rakidal olm ayışı... Yi­ ne son günlerde aktüalitesi oldukça yoğunlaşan kav­ ramlardan biri de geleneksellik ve karşıtı; radikallik... Ama kimsede, ne manâda geleneksel lige karşısın, ne­ ye karşı radikalsin, bunun tutarlı bir izahı yok. Hal­ buki Üstad bu konuda o kadar net ki!..

Nedir radikallik? Radikallik, eğer Allah'ın vaazet- tiğinden başkasına, Resûlullah'ın sünnetinden gay- rısına, sahabenin, hak mezhep imamlarının, içtihad erbabının ve fukahanın... Kısaca islâmın hilafına olan­ lara karşı ise ne alâ... Ama bunlara karşı, bunlardan

birine karşı işe radikalliğiniz; yeni dininiz hayırlı(î) olsun!..

Böyle değilse, radikalliğiniz, İslâm'dan olmayan herşeye karşı ise, bunu radikal vesaire diye nitelemeye ihtiyaç yok; bu zaten İslâm'ın em ridir... Ama male- sef bizi hep dışımızdâkiler yaftalıyor ve bizim de ken­ di hal izahım ızı yapacak kapasitemiz olmadığı için onları severek benimsiyoruz. Tamamen dışımızdaki- leri... Ne demek, radikal müslüman, geleneksel müs­ lüm an... Ö lçülerin olduğu yerde müslümanın böyle bir seçme hakkı mı var ki!.. Bizim anladığımız ma­ nasıyla müslüman zaten radikaldir ve yine bizim an­ ladığımız manasıyla müslüman zaten gelenekseldir. Gelenekten kastımız ne? Kitap, sünnet, icma-i üm­ met, kıyas-ı fukaha... Dört temel esas... Radikalliği buna karşı olan adam, anti geleneksel müslüman- radikal müslüman değil, düpedüz kafirdir!!! Bunlara bağlı olmaksa, geleneksellik; bunu geleneksel diye yaftalamaya gerek yok, bu müslümanlıktır... Her İs­ lâm ferdi, müslüman olması hasebiyle bu manada zaten gelenekseldir. Ama, dediğim gibi, tamamen dı­ şardan empozelerle; rakidal müslüman, geleneksel m üslüm an... Şu noktada, belki bu şekilde bir ayrım ihtiyacı doğabilir: Tamamen düzenin empoze ettiği bir İslâm anlayışı, örf-adet seviyesine indirgenmiş bir­ takım dini motifler, mistik unsurlar; m evlit... bay­ ram ... yani seküler-laik b ird in anlayışına sahip müs- lüman(!) i.le (ki toplumumuzun çoğunluğunu teşkil ederler), Şeriat'ı bütünüyle bir hayat nizamı olarak kabul eden müslümanları ayırmak iç in ... Bu manâ­ da geleneğin kaynağı küfürdür; küfürcü müslüman- lar... Evet, birtakım güçler özellikle müslümanlara empoze ediyorlar bu tür kavramları. Fakat Necip Fa­ z ıl, bu tür yaftalanmalarla önü kapatılamayacak bir mütefekkirdir. Şeriat ve tasavvuf dengesi içinde, 1400 yıllık Ehl-i Sünnet geleneğine sımsıkı bağlı... Ve bu manâda Necip Fazıl, evet geleneksel... Ben de öyle­ yim , müslümanım diyen herkes de öyle olmak du­ rumunda!..

Ve yine Necip Fazıl'a yapıştırılmaya çalışılan, ama tutturulamayan bir yafta da O'nun demokrat oluşu. Komedi ve trajedi bir arada... Rahmetli'nin kemikle­ rini sızlatacak bir iftira!.. Necip Fazıl'ın öngördüğü ve bizim kavgasını verdiğimiz İslâm inkılâbı (açıkça söylüyorum, donkişotluğun yeri değil), tamamen şid­ dete dayalı, teröre yatkın bir inkılâp değildir. Büyük Doğu-İBDA, herşeyden önce ve herşeyden sonra, fi­ kirde ve ruhta inkılabı öngörür. Bunun içinde, İslâ­ mî bir fikir ve ruh sistemi lâzım. Bu olmadı mı, müs- lümanlar da yapsa, yapılan hareket neticede anarşist­ liğe varır. Peki o olmadan olur mu gibi bir soruya da burada yer yoktur. Bazı şeyler tabiat şartları gibidir ve bunu seçme, belirleme şansı-kudreti tamamen si­ zin elinizde değildir. En az sizin kadar, düşmanını­ zın tavrı da belirleyicidir bu konuda. Üstad, not ko­ yuyor ideolocya Örgüsü'nün içine: "Bu ideolocya hiçbir ülkenin rejimi yerine kendini ikame etme ama­ cında olmayıp, tamamen mücerret bir zemin üzerin­ de..!' Ve atılan zarf adresine ulaşıyor orada! Harp hu- dadır!.. Yine İhtilal isimli eserinde: "B izim gençliği­ miz ihtilali yapmaya değil, bilmeye memurdur, bu eser onun için ..!' Bilmek ve yapmak, birbirlerinden ayrılamayacak, birbirlerini o kadar gerekli kılan iki kavram ki; yapabilmek için bilmek gerek, bilmek yap­ mayı gerektirir!..

Her devrim şiddeti şart kılar, şiddetsiz devrim ol­ maz, genellemesi bizce yanlıştır. Vakıa böyle bile ol­ sa; bunun çıkış noktası alınmasıdır yanlış olan. De­ diğim gibi, bizim inkılabımız şiddeti öngören ve te­ röre yatkın bir inkılap olmayıp; kafalarda ve ruhlar­

(5)

da gerçekleşecek bir inkılaptır. Ama düşmanın uzan­ dığı alete senin de uzanman, her hukuk sisteminde meşru olan nefsi müdafaadır. Bunu söylerken laf oyu­ nu yapmıyorum, kanunlar karşısında kıvırıyorum gi­ bi anlaşılmasın. Kanunlar, onun işleyebileceği şart­ larda vardır. Devrim ise anormal bir haldir ve kendi kanunlarına tabidir.

Ö bür taraftan, rahat hareket edeceğim diye kanunculuk oynamanın nereye kadar işe yarayacağı, devrimci bir harekete ne katkısının olacağı da tartı­ şılabilir. Çeşitli devrimci mücadelelerin tarihlerine baktığımızda görürüz ki; egemen güçler kimi zaman tamamen kanunî hareketlerin üzerine şiddetle gider­ ken, kimi zaman da yerinde bir sert çıkış (legal veya illegal), karşısında donup kalmışlardır. Egemen güç­ ler, bu derece cesur bir çıkışın arka planını deşifre etmekle uğraşırlarken atı alan "Üsküdar'a geçebilmiş­ tir. Burada söylemek istediğim özetle şu: Necip Fa­ z ıl, mübalağa yapmıyorum, gerçekten siyasî bir de­ ha! Bunun için de O'nun düzen karşısındaki tavrııîı çok iyi değerlendirmek lazım. Yerine göre, siyasî kon­ jonktürün dayatması neticesinde takındığı paradok­ sal tavırlarını gerçekte bir çelişki içindeymiş gibi yo­ rumlamak düpedüz ahmaklıktır.

/ / —

"Büyük DOğu-İBDA terör

ve şiddete dayalı mekanik bir

ihtilal öngörmüyor. Biz kafa­

larda ve ruhlarda başlayarak

kendi coğrafyasını kuracak bir

inkılâba talibiz

//

ni hep dışarıdan esen rüzgarlar doldurmuş: ihvan, Pa­ kistan, Libya, Afganistan, İran... İşin evrensel boyut­ ları olduğu bir realite de; buralardan hareketle üç cüm le fikir üretilememiş, kendi şartlarımızda hare­ kete dair. Türkiye'li müslümanların gündeminin ha­ lâ bu şekilde... İran tartışmasıyla hareketin amacın­ dan saptırılmasını ben doğrudan doğruya emperya­ lizm in bir oyunu olarak görüyorum. Açılabilecek, de­ taylarına inilebilecek çok şeyler var ama, burada gir­ miyorum.

Mezhebî ayrılığımıza gelince; bir Ehl-i Sünnet ola- rak "iran'da şeriat tam manâsıyla uygulanıyor" diye­ bilmem için öncelikle aramızda bir mezhebî ittifak olması lazım . Ya benim Şiî veya onların Sünnî olma­ sı lazım . Bunu da bir tartışma açmak için söylemi­ yorum. Vakıaları kabullenmek ve vadesi belirsiz iş­ lerle iştigal etmeyip bu vakıalardan hareket etmek la­ zım . Şu kadar yüz yıldır, her iki taraf imamlarının hal­ ledemediği bir meselede, benim yapabileceğim bir şey yok. Ben, insanlarımın "yanlış" dediğine "doğ­ ru", "o lm az" dediğine "o lu r" diyemem. Bu manâ­ da benim Şiaya veya onların Ehl-i Sünnete yaklaşa­ rak birleşmeleri, Şia ile Ehl-i Sünnetin birliği olmaz. Ya iki mezhepsizin birliği olur veya birinden birinin diğerine iltihakıdırsözkonusu olan. Bunlarda müm­ kün olmayacağına göre... Ama şu her zaman müm­ kün; bizim için de şim dilik gerekli olan bu; EYLEM ­ DE BİRLİK!.. Bunun altyapısı oluşturulmalı ve bu ma­ nâda bir birlik sağlanmalı. Yoksa, dediğim gibi; so­ nu gelmez tartışmalar emperyalizmin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz.

Soru: Bugüne kadar İslâm devletleri arasında ne­ den birlik kurulamadı? (İkinci Dünya Savaşı'ndan son­ ra) Bunun sebebi; dış güçler mi, aydınlarımız mı, böl­ gesel sorunlarımız mı, İslâm devletlerinin birbirine soğuk olması mı? Allah uzun öm ürler versin.

Çevap: Bir kere "İslâm devletleri" diye birşey yok;

halkı müslüman olan devletler var! Tabii İran bu de­ ğerlendirmenin dışında. Onun için sorunuzu bu şe­ kilde anlıyorum. Bu manâda birlik de, ihtiyaç üzeri­ ne olursa bir anlamı vardır. O ihtiyaç da şudur: Bu­ gün halkı müslüman ülkelerin tamamı emperyaliz­ min boyunduruğu altındadır. Bu sömürüden kurtul­ mak için birlik gerekli. Bunu isteyen ülke yöneticile­ ri varsa, herşeyden önce müslüman halklarıyla bir bir­ lik sağlamaları gerek. Bu da böyle olmaz m a... An­ cak, birinde tabandan bir patlama olur, devletleşir, sonra bu diğerlerine sirayet ederse olur... Yoksa, bu­ gün birlik adına bu ülkelerin birbirlerinden petrol alıp yerine çorap vermeleri cinsinden ekonomik birlikle­ rinin, sömürüden kurtulmaları adına bir faydası ola­ maz. Senin alıp sattığın metaın kaymağını yiyen de emperyalizm. Vampir gibi dişlerini geçirmiş. Ama bu­ na rağmen bu şekilde bir ekonomik birlik sağlanır­ sa, ileride asıl hedefine doğru yönü değiştirilebilir.

Evet, sorular bu kadar herhalde. O halde ben ko­ nuşmamı burada bitiriyorum. Sîzlerle bir arada bu­ lunmaktan zevk duydum, gurur duydum ... Rabbim; vadettiği İslâm inkılâbı'nın münbit topraklarından biri eylesin bu beldeyi!.. O muhteşem ve müstesna inkı­ lâbın kumandanına er olmak liyakatini kazanmak na­ sip etsin Cenab-ı Zül Celâl!..

Ve şu dua şuurlaşsın: Ya muntakîn Allah; bizi inti­ kamına memur et!..

SORU - CEVAP BÖLÜMÜ

Soru: Gücüm üzü öncelikli fonksiyonlara göre mi teksif edeceğiz? Objetivite-subjektivite dengesini n asıl muhafaza edeceğiz? Kısaca öncelikleri sayabilir

m isin iz?

Cevap: Ö nce nihaî hedefi tesbit... İslâm inkılâbı­

nın nihaî hedefi; İslâm'ı bütün dünya coğrafyasına ha­ kim kılmaktır. İnsanların şuurlarına İslâmî anlayışı, ya­ şayışlarına İslâmî yaşayış biçimini hakim kılmak... Bu­ nun için de; hakim kılınacak İslâmî anlayışı sistema- tize etmek, bir dünya görüşü olarak ortaya koymak gerek. Bütün dünya coğrafyasına dedik... Lâkin bir is­ ti nat noktası lazım ; bu bulunduğunuz yer olabilir, şartları hiç imkan vermiyorsa daha müsait şartlar ta­ şıyan bir beldeye hicret edilebilir... Bu da belirlen­ dikten sonra bir programatik... Yapısal ve işlevsel ör­ gütlenme sözkonusu...

Teksifat meselesine gelince... Şu apaçık bir reali­ tedir ki; hiçbir inkılap hedef aldığı coğrafyalar üze­ rindeki toplumların tamamının katılımıyla gerçekleş­ mez; bir öncü kadro, bir çekirdek oluşum ... Belirli sahalarda localar oluşturulur; iktisatçılar, fıkıhçılar, sa­ natçılar, hukukçular... Bunlar öncelikle meselelere kendi mevzuları açısından İslâmî çözümler üretirler­ ken, aynı zamanda bizzat eylemin içinde de yer alır­ lar, yani fikircisi ayrı, savaşçısı ayrı olmaz. Hemen söy­ leyebileceğim, öncelikli ana unsurlar bunlar... Bun­ ların düzen karşısındaki teksifatı ise konjonktüreldir. Genel bir şey söylenemez. Ö lçü olarak şu söylene­ bilir; yedirmeyeceksin, yiyeceksin!.. Sonra bu fikir ve eylemler halka da sirayet etmeye başladı mı; taktik hedefler izlene izlene stratejik hedefe doğru gidilir. Bu fiziksel güç birikimi sağlanınca, iktidarı parçala­ mak İzafî, basit bir taktik sorunudur.

Soru: A z evvel vahdetten bahsettiniz. Oysa dergi­ nizde ",b izi saymazsak, dünyada İslâmî bir örgüt yok'' dem iştiniz. Bu anlayışla vahdeti nasıl sağlayacaksı­ nız?

Cevap: Gösterebileceğiniz var mı? Varolan şu; me

kanik teşkilatlar. Üç silah, beş adam bu da bir örgüt.. Yok, derken; fikir yok!

Ö bür taraftan birlik m eselesi... Birlik nedir? Birlil güçler arasında olur. Yoksa, sen müslümansın, beı de müslümanım, o halde birlik olalım !.. Bu noktad; zaten bütün müslümanlar bir ve beraber... Ama in kılâba yönelik bir birlik, iş içinde birlik; o iş için ge rekli unsurların bir araya gelmesiyle olur. Onun dc öncesinde, alet mevkiindeki bu unsurların mimarî biı fikrin emrine girmesiyle olur. İşte Büyük Doğu-İBDA inkılâp için gerekli unsurların emrine gireceği mimar bir projedir. Yoksa; tuğlayı, kiremiti, kumu, çakılı üs üste koyarsan;z(bir mimarî pre»J* yoksa ortada), or

taya malzeme yığını çıkar. Günümüzde, cemaatleş m elerim izin hali de budpr. Bu şekilde bir araya d; gelinse birşey olacağı yok. Bakın su korkunç bir id diadır; diyor ki Necip Fazıl: "Eğer bu davayı bütün leyebiliyorsak ve hakkını verebiliyorsak, bizi ayakt. ve saygıyla alkışlayınız! Yok, eğer bu iddiamıza rağ men maskaralaştırıyorsak, bizi maskaraların akibeti ne mahkûm ediniz!" Gördünüz mü erkek tavrı!! Bı erkek tavır karşısında; ya boyun eğilir veya şiddetli reddedilir. Zannediyorum, "sadece kendinizi görü yorsunuz, bu halinizle vahdeti nasıl oluşturursunuz' sorunuza cevap ald ın ız...

Soru: islâmiyete öcü gibi bakanlar, Şeriat deyince İran İslâm Cumhuriyeti'ni gösteriyorlar. Sizce İran İs­ lâm Cumhuriyeti Şeriat'ı tam manasıyla uygulamak­ ta mıdır? Teşekkür ederim.

Cevap: Burada meseleyi İran tartışmasına kaydır­

mak istemiyorum. Müslümanların gündemine de: "İran karşıtı" veya "İran sempatizanı" gibi ayrılıkla­ rın sokulmasını, tartışmaların bu noktada yoğunlaş­ tırılmasını hareket açısından fevkalâde zararlı görü­ yorum. Önce hakkını verelim; onların emperyalizme karşı koydukları başkaldırı tavrı takdire şayandır. Ama burada yapılması gereken vazifelerini İran'ı alkışla­ yarak deşarj edenlere de karşıyız. Geçmişten günü­

müze bakın; Türkiye'li müslümanların gündemleri­ 3-6-1990 O da Tiyatrosu - DENİZLİ

Ak-Doğuş 14

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Pakistan'ın ev sahipliğinde yapılan D-8 zirvesi için İslamabad’da bulunan Başbakan Erdoğan, Gazze'de sağlanılan bar ış süreci ve dün gündeme gelen Patriot füzeleriyle

İki ayrı dönemde inşa edilen Galata Ticaret Han, hem Ceneviz Kolonisi sınırları içindeki oluşumu hem de 19. yüzyılın ikinci yarısında Galata‟daki mimari

323 el-Bundârî, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, s.XLI; Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Boy Teşkilatı Destanları, s.106; Köymen, Büyük Selçuklu

Kontrol grubunda çok sayıda normal seminifer tübül yapısı görülür- ken; EMD+Fötal (p<0.05) ve EMD (p<0.01) gruplarında anlamlı şekilde azalmıştır.. Regresif

Bunu bir örnekle açıklayalım: Kaçırılan, araba kazası geçiren ya· da cinsel saldırıya uğrayan bir çocuk, çeşitli korkular ve bunalımlar geliştirir.

Su yasası çıkarılmalı" diyen Ziraat Mühendisleri şube başkanı Gür, bu alanda kamu yat ırımı yapacak kurum kalmadığını belirtti: "Köy İşleri kapatıldı,

Pek çok kuramcıya göre atar- caların hem böylesine büyük kütleye sahip olmaları, hem de böylesine ufak olmaları, ancak nötron yıldızı ol- malarıyla mümkün..

Samsun‟un aydınlatma düzeninde renk kullanımının nasıl olduğuna dair fikirleri sorulduğunda farklı yaĢ gruplarının ortak fikirlerinin aydınlatmanın rastgele