• Sonuç bulunamadı

Hajime Nakamura, Ways of Thinking of Eastern Peoples: India-China-Tibet-Japan

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hajime Nakamura, Ways of Thinking of Eastern Peoples: India-China-Tibet-Japan"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

B

ilgi edinmenin zor, anlama-nın daha zor, basmakalıp ge-nellemelere başvurmanın ise yay-gın olduğu bir ortamda, bir top-lumun düşünce yapısı ile ilgili sağlıklı bakış açısına sahip olma-nın yolu herhalde o topluma mensup fertlerin kendi düşünce yapılarını sunumlarını temel al-maktan geçmektedir. Bu bağlam-da Doğu halklarının nasıl düşün-düğü sorusunun cevabı öncelikli olarak Doğuluların eserlerinde aranmalıdır. Hajime Nakamu-ra’nın Ways of Thinking of Eas-tern Peoples: India-China-Tibet-Japan adlı kitabı bu açıdan son derece faydalı eserlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eser bir giriş ve Hint, Çin, Tibet ve Japon düşüncesi ile ilgili dört temel bölümden oluşmaktadır.

Nakamura eserine, bir dünyaya aidiyet hissinin hiçbir dönemde bugünkü kadar kuvvetli olmadı-ğını vurgulayarak başlar. İnsanlar bir taraftan global olayların etki-sinde kalırken, diğer taraftan daha

güçlü bir şekilde kendi millet ve kültürlerinin yaşam ve düşünce yöntemlerinin etkisi altında kal-maktadırlar. Bu noktada, Batı medeniyetinin Doğu’nun bütün halklarını asırlardır etkisi altına al-masına rağmen, onların pratik ve somut davranışlarını yönetmede etkili olamadığı görülmektedir. Yazar bu durumu geri kalmışlık veya az gelişmişlik gibi terimlere atıfla izah etmek yerine, her bir halkın kültürel özelliklerini ve ge-leneksel düşünce yöntemlerini in-celeyerek izah etmek gerektiğini vurgulamaktadır.

Uzun zamandır Doğu ve Ba-tı’yı iki farklı değer sistemi olarak görme ve Oryantal düşünce yön-temini manevî, içe dönük, sente-tik ve sübjektif; Oksidental dü-şünce yöntemini ise materyalistik, dışa dönük, analitik ve objektif olarak değerlendirme eğiliminin olduğuna işaret eden yazar, bu tarz bir izahın artık reddedildiği-ni, Doğu ve Batı kültürlerinin ol-dukça karmaşık yapılar arz

ettiği-DÎVÂN İlmî Araştırmalar sy. 16 (2004/1), s. 251-259

251

Hajime Nakamura

Ways of Thinking of Eastern Peoples:

India-China-Tibet-Japan

Kegan Paul International,

(2)

ni belirtir. Örnek olarak, Batı me-deniyeti içinde Yunan ve İbranî medeniyetleri oldukça farklı yapı-lara sahiptirler. Yine bu iki farklı yapının birleşiminin oluşturduğu medeniyet de ilkçağ, ortaçağ ve modern dönemlerde birtakım farklılıklar göstermektedir. Mo-dern medeniyet sözkonusu oldu-ğunda ise bunun her millette farklı özellikler kazandığı göz-lemlenmektedir. Dolayısıyla, bü-tün bu farklılıkları kavramadan Batılılar’ın düşünce yapıları hak-kında doğru genellemeler yap-mak imkânsızdır. Aynı durum Doğu halkları için de geçerlidir. Bu halkların düşünce yöntemleri-ni kavramak için öncelikle her bir halkın düşünce yöntemini incele-mek gereklidir. Yazar inceleme konusu yaptığı dört halkı Do-ğu’nun en etkili halkları olarak kabul eder ve ancak bu inceleme-nin ardından Doğu halklarının düşünce yöntemleri ile ilgili ge-nel bir bakış açısının ortaya çık-masının mümkün olabileceğini söyler.

Yazara göre bir halkın düşünce yöntemini incelerken yararlanabi-leceğimiz ilk vâsıta o halkın dili-dir. Dil ile felsefî düşünceler ara-sında nasıl bir ilişki olduğuna da-ir Batı düşüncesinde değişik tar-tışmalar olduğunu vurgulayan ya-zar, genel varsayımı kabul ederek bu ikisi arasında paralel gelişme-nin olduğunu ve dilin ses, yazı ve jestlerle düşünce eyleminde üre-tilen kavramın simgesi olduğunu

belirtir. Dolayısıyla her halkın düşünce yapısı incelenirken onla-rın fikirleri ifade ediş şekilleri ön-celikli olarak araştırma konusu edilmelidir. İkinci olarak, Doğu halklarının mantığının farklı işle-yiş tarzı göz önünde bulundurul-malıdır. Son olarak bir halkın dü-şünce yapısı incelenirken filozof-ların düşünce yöntemlerinin millî ve tarihî gelenekten tamamen ba-ğımsız düşünülemeyeceği gerçe-ğinin de göz önünde bulundu-rulması gerekmektedir. Bununla beraber büyük filozofların kendi geleneklerinin dışına çıktıkları, geleneklerini aştıkları da bir ger-çektir. Büyük filozofları büyük yapan husus da zaten budur. Son olarak yazar, bir halkın farklı bir kültürü benimseme şekli sözko-nusu olduğunda, o halkın genel-de farklı kültürü doğrudan kabul etmediğini, eleştirerek, seçerek ve tâdil ederek alıntılar yaptığını ifade etmektedir.

Yukarıda söylenenleri göz önünde bulundurarak yazar, ese-rinde öncelikle Doğu halklarının düşünce yöntemlerinin özellikle-rini tespit etmeyi, sonra da bu özelliklerin fiilî kültürel ortamda nasıl işlev gördüğünü araştırmayı hedeflemektedir. Bunu yaparken de tarihî sıralamayı temel alarak Hint’ten başlayıp Çin, Tibet ve Japonya ile devam etmenin daha uygun olacağını belirtmektedir. Bu bağlamda yazar şu sorulara cevap bulmaya çalışır: Kültürleri-nin farklılığına rağmen Doğu

DÎVÂN 2004/1

252

(3)

DÎVÂN 2004/1

halklarının düşünce yöntemlerin-de ortak özellikler var mıdır? Bu soruya cevap vermeden önce “Doğu” veya “Oryantal” kavra-mının anlakavra-mının araştırılması ge-rektiği söylenmelidir. İlk olarak Hegel tarafından ifade edilen, da-ha sonra da birçok düşünür tara-fından tekrar edilen Doğu insanı-nın kişisel varlığıinsanı-nın tam olarak gerçekleşemediği, ferdin küllî olanın altında kaybolduğu iddi-ası, hem Doğu’da hem de Batı’da görülebilen bir fenomen değil midir? Doğu’nun sezgiselci ve sentetik, Batı’nın akılcı ve analitik olduğu iddiası da aynı yanılgıya düşmüyor mu?

Doğu’da bilginin insanı dünya ve âhirette mutluluğa götüren vâsıta olduğu; Doğu’nun dinin, dindarlığın kaynağı, Batı’nın din-sizliğin mekânı olduğu; Do-ğu’nun manevî, ahlâkî olduğu, Batı’nın materyalist olduğu; Do-ğu’nun irrasyonalist, Batı’nın ras-yonalist olduğu; Doğu’nun daha uzlaşmacı olduğu, Doğu dinleri-nin dünyadan kaçışı öğrettiği, Doğu insanının meditasyonla ta-biat üzerinde tefekküre dalarken Batı insanının tabiatı istilâ etmeye çalıştığı ve benzeri birçok genel-lemeler yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu genellemelere karşı kısaca şu söylenebilir: Tek bir Doğulu bakış açısı yoktur, Doğu insanlarının farklı bakış açı-ları vardır. Zaten Doğu’nun tek bir kültürel tarihi de olmamıştır, bu nedenle de tek bir Doğu

kül-türünden bahsedilemez. Doğulu-ya atfedilen özellikler de aslında insan tabiatının genel eğilimleri olup bu eğilimler hem Doğulu hem de Batılı halklar tarafından paylaşılmaktadır. Bu durumda Doğulu halkların düşünceleri ni-çin öğrenilmelidir? Yazar bunun iki tür faydasının olacağını söyler: İlk olarak bu bize ortada He-gel’in bakış açısından farklı bir resmin olduğunu gösterecektir. İkinci olarak, bu düşünce yapısını öğrenmemiz bize Batı düşüncesi-ne çok daha eleştirel gözle bakma imkânı sağlayacaktır.

Giriş bölümünü tâkiben Naka-mura, Hint düşüncesini incele-meye geçer. İlk olarak vurgula-nan husus, Hintliler’in varlıklarla ilgili düşüncelerini ifade ederken tümellere vurgu yaptıkları ve so-yut kavramları somut hakikatler gibi ifade ettikleri tespitidir. Dü-şüncelerin ifade edilişinde genel-likle olumsuz ifadelerin kullanıl-dığı Hint düşüncesinde mutlak varlık da ancak olumsuz vasıflarla ifade edilebilmektedir. Bu bakış açısına göre, bilinemeyen ve ta-nımlanamayan daha fazla ilgi çe-kicidir. Tümel kavramlara yapılan bu vurgu ferdîliğe ve tikelliğe vurguyu azaltmıştır. Bunun yan-sıması olarak şu hususlar zikredi-lebilir: Herhangi bir bölgenin coğrafî ve meteorolojik ayrıntıla-rıyla ilgilenilmemesi; ahlâk veya masal kitaplarında ferdin duygu ve davranışlarının fazla eleştiril-memesi; güzellikle ilgili genel

(4)

tartışmaların olmasına rağmen belirli somut sanat eserleri ile il-gili analizlerin yapılmaması; Tan-rı’nın ferdî şahsiyetinin olmama-sı, O’nun tümel güç ve faziletin sembolü olarak algılanması. Son olarak tabiat ilimlerinin gelişme-mesi de tümellere yapılan bu vurgunun bir yansıması olarak görülebilir.

Tümel varlığa yapılan bu vurgu bizi varlığın birliği fikrine götür-mektedir: Hintlilere göre her şe-yin arkasında Küllî Varlık vardır. Küllî Varlık hakikatin kaynağıdır. Bu düşünceyi savunan monist Vedanta Okulu klasik Hint dü-şüncesinin en önemli okulu ol-muş ve diğer Hint düşünce okul-larını da etkilemiştir. Hemen he-men bütün Hint düşünce okulla-rı hakikatin tek olduğuna ve onun da nihaî olarak ruhsal oldu-ğunu savunmaktadır. Hint etiği-nin gâyesi de bu hakikatle (At-man) birleşmek ve ferdî varlığın onda yok olmasıdır. Bu bağlamda Nakamura, Budizm’in Hint or-todoks felsefesinde kabul edilen bu metafizik prensibe karşı oldu-ğunu vurgulamaktadır. Budizm dünyevî işlerde birlikte hareket edip sosyal hayatta birliği sağlaya-rak mutlak erdeme ulaşmayı öğ-retir. Bu panteistik eğilimin yan-sıması olarak Hintliler günümüz-de dahi Batılı bir filozofu çalışma gereği duyduklarında Hegel, Whitehead ve Spinoza gibi filo-zofları tercih etmektedirler.

Yazar, Hintlilerin tümellere

bü-yük önem vermeleri nedeniyle fe-nomenleri durağan olarak anlama eğiliminde olduklarını söyler. Bu âlemde her şey değişim ve hare-ket içinde olmasına rağmen var-lıkların özünde herhangi bir de-ğişim vukû bulmamaktadır. Bu nedenle varlıkların özüyle ilgilen-mek onların değişen görünümle-riyle ilgilenmekten daha önemli-dir. Bunun yansıması olarak şu hususlar zikredilebilir: Sanskrit cümle yapısında varlığın değiş-mez yönünü ifade etmesi nede-niyle isim hâlinin fiil hâlinden da-ha çok kullanılması; Hint dilinde değişik zaman kiplerinin olması-na rağmen bu kipler arasında ke-sin ayırımların oluşmaması; keke-sin zaman kavramına önem verme-yen Hintlilerin doğru tarihler ve-ren tarih kitapları yazmamaları; Kişisel hayat tecrübesini tekerrür eden ezelî hayatın durağan bir parçası olarak görmeleri; yine bu tavrın bir yansıması olarak Hintli-lerin fizikî dünyaya karşı pasif bir tavır takınmaya eğilimli olmaları, bunun neticesinde sosyal ve siya-sî hayatta pasif bir direniş, ekono-mik hayatta fazla üretim yerine eşit paylaşım, durgunluk ve pasif-liği öven bir tavır takınmaları.

İnsanın benliği ile aşkın varlık ilişkisini etraflı bir şekilde incele-yen Nakamura, Hintlilerin aklı veya nefsi dışsal bir cevher olarak algılamaktan hem günlük dilde hem de felsefî düşüncede kaçın-dıklarını vurgular. Budizm dışar-da bırakılırsa, Hint düşüncesinde

DÎVÂN 2004/1

254

(5)

kişinin içinde düşünülen ruh, aş-kın varlık olan Atman ile de öz-deşleştirilmektedir. Atmanın var-lığının sezgi ile bilinebileceği ka-bul edilir. Yüce benlik ferdî ben-liğin özü olunca bu ikisinin birli-ğinden bahsedilebilir. Bu birlik bizi tabiî olarak avataraya, yani enkarnasyona götürmektedir. Hintliler genellikle Yüce varlığın on farklı avatarasından bahse-derler. Bu bağlamda yazar Hin-distan’da monoteizmin ortaya çıkmadığını belirtir. Mutlak var-lık sınırlayıcı vasıflardan yoksun kişisel olmayan ruhsal bir ilke ola-rak kabul edilmektedir. Mutlak varlık çok soyut olarak düşünül-düğünden, Hintliler somut tanrı-lar edinerek ontanrı-lara tapınma ihti-yacı hissetmişlerdir.

Nakamura’ya göre tekillerden ziyâde tümellere büyük önem verme anlayışının yansıması olarak Hintliler fertlerin eylemlerini önemsemezler, bunun yerine fert-leri aşan tümel varlığın gücüne vurgu yaparlar. Sanskrit cümle ya-pısı incelendiğinde dolaylı anlatı-mın tercih edildiği, öznenin zik-redilmesinden özellikle kaçınıldığı dikkat çekmektedir. Kişinin eyle-minin kabul edilir olup olmaması da onun gerçek ve evrensel kanu-na (darma) uygun olup olmama-sına bağlıdır ve bu bağlamda eyle-min kieyle-min eylemi olduğu çok önemli değildir. Ferdin ön plana çıkarılmamasının bir yansıması olarak Hintliler yazdıkları birçok eseri eski azizlerine atfederler.

Böylece ferdin önemi küçümsenir ve söyleyenden ziyâde söylenen ön plana çıkarılmaya çalışılır. Bu bağlamda Buda’nın ölümünden sonra Buda’ya atfedilen birçok görüşle ilgili olarak Budistlerin genel yaklaşımı, iyi ve doğru olan her fikrin, Buda tarafından ifade edilsin veya edilmesin, onun öğ-retisi olduğu şeklindedir.

Evrensel kanunu bilip ona bo-yun eğme Hintliler için ahlâkî ve dinî açıdan büyük önem arzet-mektedir. Hint dinleri felsefî te-fekküre dayanırlar ve felsefeden ayrılamazlar. Hintliler için imanın esası mümkün olan herhangi bir vâsıtayla hakikati görmektir. Ger-çek hikmet kurtuluşa götüren yoldur. Kurtuluş ise gerçek hik-metin kuvvetiyle elde edilen ruh-sal uyanıklıktır. Bu bağlamda iman ile bilgi arasında bir çelişki-nin gündeme gelmesi düşünüle-mez. Ahlâk, ırkının bir ferdi ol-maktan çok canlı varlık türünün bir ânı olarak algılanan insanın sadece insanla olan ilişkisini değil, tüm canlılarla olan ilişkisini dü-zenler. Hayvan haklarının savu-nulması da bunun tabiî bir neti-cesidir. En yüce otorite olan ev-rensel kanun ruh taşıyan tüm var-lıklara iyi davranmayı gerektirir. Hintliler evrensel düzenin geç-mişte gerçekleştiğini düşünürler. Artık bu düzeni tekrar kurma im-kânı olmadığı için Hintliler geç-mişe taparlar ve klasik olan her şeye hayranlık duyarlar. Buda bile kendini yeni bir okul kurucusu

255

DÎVÂN

(6)

olarak görmek yerine her zaman geçerli evrensel kanunu keşfet-meye çalışan birisi olarak kabul eder. Yeni düşünceler ortaya ko-nulurken dahi bu düşünceler eski otoritelere atfedilerek temellen-dirilmeya çalışılır.

Nakamura’ya göre kendi kişi-likleri ile başkalarının kişikişi-likleri arasında keskin bir ayırım yap-mayan Hintliler, kişi ile tabiî çev-resi arasındaki ayırımı da tam olarak algılayamamışlardır. Hint-lilerin meditasyon âleminde ya-şamalarının yansıması sanatların-da sanatların-da kendini gösterir. Bir heykel yapılırken dış âlem yerine hayal âleminden yararlanılır. Heykel yapılırken hiçbir zaman fizikî za-man-mekân sınırlarına riâyet edilmez. Hayallerin ise sınırı yoktur. Bu, kendini hikâyelerde de göstermektedir. Hayalciliğe bu kadar fazla dalma, kişiyi ger-çek hayatta da hayaller peşinde koşmaya itebilir. Bu bağlamda altın orta, Budizm dışındaki Hint düşüncesinde karşımıza çıkmaz. İnsan hayatını idealize etmede mitoloji ve şiirden de ya-rarlanılır. Hatta mitolojik ifade-ler felsefî tartışmalarda dahi kul-lanılır. Hint tarih kitapları da bu-nun etkisiyle masalımsı bir karak-ter arz etmektedir. Yazara göre bu eğilimin neticesi olarak Hint medeniyetinde tabiat ilimleri ge-lişmemiş, bu da ekonomik geri-lemeye neden olmuştur. Tabiat ilimleri yerine ise daha çok ma-nevî ilimler teşvik edilmiştir.

Nakamura bu yapısıyla da Hint düşüncesinin oldukça dinî bir ka-rakter arz ettiğini ileri sürer. Bu dünyaya değer vermeme, bu dünyayı aşma anlayışı, medeniye-ti temsil eden şehirlerin gelişme-mesine neden olmuştur. Yine bu anlayışın neticesi olarak Hint dü-şüncesi oldukça hoşgörülü bir ya-pı arz etmektedir. Farklı okul mensupları birbirlerine oldukça hoşgörülü davranırlar. Hint dün-yasında “sapkın” kavramı bulun-maz. Hiçbir okul mensubu kendi öğretisinin tek gerçek olduğunu savunmaz. Bu nedenle de Hint dünyasında din savaşları olma-mıştır. Nakamura, Hintlilerin dinsel özgürlüğe diğer tüm mil-letlerden daha fazla önem verdik-lerini vurgular ve bu bağlamda bir Amerikalı profesörden şu alıntıyı yapar: “Ekonomik ve po-litik hayatta ferdiyetçiliğe bu ka-dar vurgu yapan bizlerin ahlâk ve din alanında Hint düşüncesiyle karşılaştırıldığında ferdiyetçiliğe bu kadar az yer vermemiz ne bü-yük çelişkidir.”

Çin düşüncesine girişte Naka-mura, Çin’in kültürel tarihinin binlerce yıl eskiye dayandığını ve Çin kültürünün, çevresindeki kültürler üzerinde güçlü etkisi ol-ması nedeniyle bu kültürün ba-zan “Uzak Doğu Kültürü” ola-rak da isimlendirildiğini belirtir. Batı dillerine benzer bir yönü ol-mayan Çin dili, düşünce yapısının anlaşılmasında önemli bir vâsıta-dır. Çin düşünce yapısında

Bu-DÎVÂN 2004/1

256

(7)

dizm’in de önemli yeri vardır. Ancak Çinliler’in Budizm’i alır-ken geleneksel düşüncenin etki-siyle dönüştürerek aldıkları, bu bağlamda bütün Budist metinleri tercüme edip artık orijinal metin-lere başvurma gereği duymadık-ları, tercüme ederken de oldukça serbest bir tercüme metodunu kullandıkları ve sonuçta yorum ve metot açısından oldukça farklı bir Budizm ortaya çıkardıkları vurgulanmalıdır.

Hintlilerin aksine Çinliler so-mut düşünceye eğilimlidirler. Kavramlar oldukça somut şekilde ifade edilir. Bu nedenle Çince’de cisim ve şekilleri ifade için bolca kelime bulunmaktadır. Bunun neticesi olarak soyut düşünce ge-lişmemiştir. Daha çok hissî idrâke vurgu yapıldığından tümel kav-ramlarla çok az ilgilenilmiştir. Bu açıdan Çince’nin Yunanca gibi felsefe yapmaya uygun bir dil ol-duğu düşünülmemelidir. Zaten pratik felsefe için bu gerekli de değildir. Diğer yandan Çinliler tabiat bilimlerinde diğer millet-lerden çok ileri bir seviyede ol-muşlardır. Matematikte Hintli-lerden bağımsız sistemler geliştir-mişler, botanik alanında birçok eser üretmişlerdir. Tikellere ve te-killere vurgu Çin düşüncesinin beş klasiğinde de ön plana çık-maktadır. İnsan hayatına yön ve-ren kurallar belirli olay ve tekil fertlere atfen ifade edilir. Yine Zen Budizm’inde Buda’nın ger-çek hakikati kelimelerle değil,

so-mut tecrübeyle kazanılır. Fikirler müşahhas örneklerle anlatılmaya çalışılır. Hintlilerin aksine Çinliler tarihî olayları objektif ve dakîk bir şekilde kaydederler. Onlar için ta-rihî eserler ne kadar ayrıntılı ise o kadar mükemmeldir.

Çin düşüncesinde eskiye karşı aşırı bir saygı duyulur. Eski hayat tarzı gerçeğin ölçütüdür. Yeni olan bozuk kabul edilir, eski yü-celtildiği için de ileriye yönelik kötümser bakış açısı hâkimdir. Bu nedenle yeni düşünceler geliştir-me gayreti ve iddiası yoktur. Konfüçyüs dahi bağımsız spekü-lasyonlarla hakikati aramayı amaçlamayıp gününün sosyal sis-temini önemsemekle beraber geçmişi taklit edip canlandırarak gününün sosyal hayatını değiştir-meye çalışmıştır. Bu düşünce tar-zında öğrenme, nesilden nesile değişmeden aktarılan bilgiyi ka-bul etmektir ki, öğrenmek etimo-lojik olarak da “taklit etmek”tir.

Hint düşüncesinin aksine Çin düşüncesinde çokluk asıldır ve çokluğu düzenleyen bir kural arama sözkonusu değildir. Bu durum birçok sanatın da geliş-mesine neden olmuştur. Somuta yoğunlaşmaları sanatta muhayyi-lelerinin sınırlı kalması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle roman üretebilmelerine rağmen, destan üretememişler, şiirde de somut unsurları ön plana çıkarmışlardır. Çin düşüncesinde dilde süslü söylem, anlamdan önce gelir. Tartışmalarda da teorik

tartışma-257

DÎVÂN

(8)

lara dalmaktan ziyâde karşı tara-fın psikolojisini keşfedip onu ik-na esastır. Her açıdan klasikler ölçü kabul edildiği için onlara eleştirel olarak yaklaşmayıp, on-lardaki çelişik hususları başka bir klasiğe atfen gidermeye çalıştık-ları görülmektedir.

Nakamura Çinlilerin her şeye insan merkezli yaklaştıklarını vur-gular. Soyut kavramlar bile insan-la ilişkileri bağinsan-lamında aninsan-laşılır. Çince’de özne çoğu zaman in-sandır. Fikirler ifade edilirken de insan özne olarak kabul edilir. Faydacı anlayışın etkisiyle Çinliler daha çok ahlâk, siyaset ve dünye-vî başarıya götüren şeylerle ilgile-nirler. Faydalı olmadıkça mantık geliştirilmez. Faydacılık ve dün-yevî eğilimin yansıması olarak mi-tolojiye çok az yer verilir. Halk inanışları ve dinlerde de dünyevi eğilim ön plana çıkar. Çin’de Bu-dizm ve Hıristiyanlık dahi dünye-vî, hümanistik, realist ve faydacı bir yapıya bürünmüştür. Bu eğili-min neticesi olarak metafizik dü-şünce çok fazla gelişmemiştir. Çin düşüncesinde ferdiyetçilik önemli bir yer tutmaktadır. Memurluk sı-navında ölçü ferdî özelliklerdir. Fert aşkın varlıkla dahi iletişim kuracaksa bir aracıya ihtiyaç duy-maz. En önemli ilgi alanının ah-lâk olduğu yukarıda belirtilmişti. Kozmik hiyerarşiye önem veri-lir ve kişi bu hiyerarşiye uyduğu oranda doğru davranış sergilemiş olur. Bu anlamda Hintlilerin dar-ması ile Çinlilerin taosu aynı şeyi

ifade eder. Çin düşüncesi de uz-laşmacı bir yapı arz etmektedir. Mutlak kötülük reddedilir ve hiç-bir insanın mutlak anlamda kötü olmadığı, dolayısıyla nihaî olarak her insanın kurtuluşa ereceği vur-gulanır. Din savaş nedeni olamaz ve bu nedenle Konfüçyusçu, Ta-ocu ve Budist öğretiler uzlaştırıl-maya çalışılır.

Nakamura, bir kapitalist açısın-dan hiçbir değeri olmayan Tibet topraklarının eşsiz bir kültür ürettiğini vurgular: Lamaizm Bu-dizm’de bulunmayan birçok un-sur içermektedir. Tibetçe’nin de Çince gibi soyut fikirleri ifade et-meye uygun bir dil olmadığına dikkat çeken Nakamura, ferdî va-roluşun güçlü olduğu bu toprak-larda aile ve ırkî bağlar oldukça zayıf olduğundan bu boşluğu La-maizm’in doldurduğunu belirt-mektedir. Yaşayan Lama, Bu-da’dan dahi önemli kabul edilir ve ona mutlak bir bağlılık esastır. Nakamura, Lamaizm’in tabiat şartları nedeniyle aktif, cesur ve güçlü yapıya sahip Tibetlileri pa-sifleştirdiğini de vurgular.

Japon düşüncesi ile ilgili bölü-me, düşünce tarihinde fikirlerin değişik kültürel bağlamlarda tadi-lata uğramasının yaygın olduğu-nu ifade ederek başlayan Naka-mura, Japon düşünce yapısını et-kileyen en önemli kültürün Çin kültürü olduğunu, Budizm ve di-ğer Hint düşünce okullarının da Çin aracılığı ile Japon düşüncesi-ni etkilediğidüşüncesi-ni ileri sürmektedir.

DÎVÂN 2004/1

258

(9)

Fakat Çin düşünce yapısına ol-dukça benzer olan Japon düşün-cesi bütün bu dış unsurları oldu-ğu gibi almak yerine kendi yapısı-na uydurarak benimsemiştir.

Japonlar da Çinliler gibi feno-menler âlemini mutlak olarak ka-bul eder ve somut müşahhas olaylara daha fazla önem verirler. Fenomen âleme önem verme ta-biat sevgisiyle de örtüşür. Tabi-atın küçük kopyasını yapmak Ja-pon bahçe kültürünün en önemli özelliğidir. Şintoizm de bu dünya hayatına büyük önem verir ve öte dünya pek tartışma konusu yapıl-maz. Bu inançta Hint düşünce-sinde karşılaştığımız ruh göçü, karma ve benzeri öğretiler bu-lunmamaktadır. Bu anlamda Bu-dizm dahi Japonya’da dünyevî bir dine dönüşmüştür. Dünyanın kötü olduğu inancı burada asla kabul edilmez. Japon inancına göre Buda değişik beldelere gön-derdiği öğrencilerine “şayet be-nim öğretilerim başka beldelerde uygun değilse onları kullanmak zorunda değilsiniz” der. Değişik dinler arasındaki uyum Japon-ya’da da kendini gösterir. Hatta bir Japon hem Budist, hem de

Şintoist dahi olabilir ve bunda hiçbir çelişki görmez. Her ne ka-dar bu dinlerin yolları ayrı ise de bunların hepsinin aynı aydınlan-maya götürdüğüne inanılır. Bura-da Hint ve Çin dinî okullarının Japonya’da barışçıl yollarla yayıl-dığı vurgulanmalıdır. Şintoizm ise barışçıl yollarla dahi herhangi bir yerde yayılamamıştır, çünkü Şintoizm’in bir kabile dini olması ona bu imkânı vermemiştir. Çin düşüncesi gibi soyut düşüncenin fazla ilgi görmediği Japon düşün-cesi de sezgisel ve duygusaldır. Bununla birlikte tabiat bilimle-rinde Çinlilere benzer bir başarı sağladıkları da bir gerçektir.

Hajime Nakamura’nın Doğu düşüncesi ile ilgili eseri, Doğu halklarının dil ve kültürüne ha-kim bir uzmanın uzun yıllar bo-yunca yaptığı çalışmanın bir so-nucu olarak karşımıza çıkmakta-dır. Dolayısıyla genel olarak Do-ğu düşüncesi tarihi veya Hint, Çin, Tibet ya da Japon düşüncesi tarihi okumaya başlamadan önce bu halkların düşünce yöntemleri hakkında bilgi sahibi olmak iste-yenler için önemli bir eser olarak tavsiye edilebilir.

259

DÎVÂN

Referanslar

Benzer Belgeler

Zaten en acıtan şey de gitmeleri değil sanki bir gün geri gelecekmiş gibi gitmeleri olur.. 9 Haziran, Fesleğen gideli 9

These  changes are just  the  beginning. Climatologists  predict  that  southern  Europe  will  warm  by  1.8 o C  by  2030,  and  that  this  will  accompanied 

Okul Karakter Eğitimi Yeterlik Ölçeği, Character Education Partnership (CEP) tarafından ortaya konulmuş olan karakter eğitimi ilkeleri ile karak- ter eğitimi kalite

Tibetçe ve Tibet tarihi de Orta Asya Türk tarihinin araştırılması açısından en az Çince kadar önemlidir.. Fakat ne yazıktır ki, Tibet ve Tibetçe ile ilgili

Erdal'ın yer verdiği örneklere ShöAbhi II 375 a (8 kez) ve HT VIII 2110'daki örnekleri de ekleyebiliriz. Eylemin -tür- ekiyle türemiş ettirgen biçimi ilk kez Suv.' da

Bedeni, farkındalık için bir çapa olarak kullanmak da zihnin daha sakin ve daha odaklanmış olmasına yardımcı olacaktır, Tıpkı zihnin katılımının yaşamın

Son kaynakları itibariyle felsefe ve din kaynak birliğine sahip olsa da ortaya çıkış süreçleri birbirinden farklıdır.Din insanlara tüm hitap

Uslu bir çocuktum ama kelebek olmak için değil, babamı çok sevdiğim için usluydum ben.. Büyümüş de küçülmüş dedikleri babasının güzel