mmim
•
ADAM
siT»!t »le«su* İmtiyaz Sahibi ve Tazı İşleriMüdürü
Hâmi Tezkan Umumi Neşriyat Müdürü:
Gökhan Evliyaoflu
Tazı Kurulu
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgü, Peyami Safa, Doç. Dr. Nurettin Topçu, Gökhan Evliyaoflu, Doç. Dr. Cevdet Perin, Faruk K. Timurtag, Kâmuran Evliya oflu, Galip Erdem, Selâhattin Şar. N- Arıkan, Nihat Ay, Dr. Abdullah öztemez, M. L. Ballı- soy, Neclâ Tonak, Burhan Te- kinlif, V. S. Balcı Cahit Ata- soy, Hayda.r Sanal, İslâm Çupi, Hüseyin Yıldız, Muzaffer Ce- lâsun, Nejat İlhan, Mehmet Özuyar, Kâmil Turan, Mehmet Turgut, İbrahim Özkan.
İdarehane Bagmuhasib sokak No : 10 C afaloflu — İstanbul Tl : 22 32 17 Ankara Bürosu Kâmuran Evliyaoflu Sakarya Cad. Pasakay Apt.
Daire : 3 — YENİŞEHİR Tel : 12 44 49 İzmir Bürosu Nihat Ay Fotoğraf Servis Fatih Yılmaz
Kayhan Vandemir, İsmet Tag- kurt, Süha Aknur
Ressam
Fatin Yılmaz
İdare Müdürü
Mehmet Emin Alpkan
Karikatür Yurdagün Göker Dizgi, Tertip ve Baskı
TAN Gazetecilik ve Negriyat Evi. Tel : 22 85 50
Basıldığı Tarih 20 Haziran 961 ABONE ŞARTLARI ‘ 3 Aylık (12 Sayı) 10 Lira 6 Aylık (25 Sayı) 20 Lira 12 Aylık (52 Sayı) 40 Lira
v --- --- --- * İLAN TARİFESİ Arka kapak : 4 Renk 2000 TL. Arka kapak : 1 Renk 1000 TL. İç kapak : 1 Renk 1000 TL. Diğer sahifeler Santimi 20 TL.
DÜŞÜNEN A D A M ’DAN MEKTUP
SEVGİLİ OKtmjCÜ
İjS T A D Peyami Safa bun vefatından dolayı izhar ettiğiniz taziye» W ve alâkanıza teşekkür ederiz. Kalanlar ve hepiniz sağ olunuz.
Arzu ettiğiniz gibi Düşünen Adam mecmuasının bu sayısında Peyami Safa’ya dair yazılar bulacaksınız. Dostlan onun hakkında ilk hislerini hemen kaleme aldılar. Biliyorsunuz; ilk hisler n«im. en samimi olanlardır. Fakat o derece sembolik ve umumi olurlar.
"Düşünen Adam, Türk siyasi fikir hayatında bir ekoldür” diyor sunuz. İltifatınıza ayrıca teşekkürler. İzhar ettiğiniz bu kanaat ne kadar yaygın hale gelirse, bu konuda yapılacak her ciddi çalışma 0 nisbette, Peyami Safa’mn da gayretini, emeğini ve hatıralarını taşı, yacaktır
Zaman geçtikçe Düşünen Adam. Peyami Safa’mn fikir ve eser lerini yeni okuyucu nesillerine nakletmek hususunda bütün dikkatiy le çalışacaktır. Onun fikirleri, hatıraları ve eserleri çerçevesinde, Türk tefekkürüne yeni istidatlar ve yetişkin kültür adamları topla, narak bir içtima! mektep faaliyetinde bulunacaklardır. Düşünen Adam, şimdiden bu güzel çalışmaların emrine girmek kararındadır. Peyami Safa, Yeni Türidyede gerçekleşmesi beklemen bir fikir aim_ demişine rahatça temel olabilecek desteklerden biridir.
Bize bu kanaat, sadece Peyami Safa’yi tanınmış olmaktan değil, sizin gibi okuyucuların kadirşinaslığından da sirayet ediyor.
Düşünen Adam mecmuasının ciltlenmesi ve buna aynlan mik- tarlan soruyorsunuz. Tam zamanına rastladı. Elinizde bulunan bu nüsha ile mecmuamızın ikinci cildine başlamış bulunuyoruz.
Bu konuda ve hazırlanan cilt kapaklan hususunda gelecek sa yımızda geniş bilgi bulacaksınız.
Selâm ve Sevgiler
DÜŞÜNEN ADAM
m
SENE : 1
CİLT : II - SAYI : 25 21 .Haziran. 1981
«AFTAMK TARAFSIZ SİYASI MFC MU A
MEMLEKET OLAYLARI
“İD AR E TARAFSIZDIR”
J/Ü RSÜ D E K Î zat izahatına devam ediyordu:
Temsilciler Meclisinde soruların cevaplandırılmasına tahsis edilen pa zartesi günü idi ve kürsüde içişleri Bakanı Nasır Zeytinoğlu izahat ver mekteydi. Soruyu Adıyaman il tem silcisi Mehmet Özbay vermişti. 27 Mayıstan sonra idare âmirlerinin ta rafsızlığının temini için alınmış olan tedbirleri sormuştu. İçişleri Bakanı geniş ve rakamlara dayanan bilgiler veriyordu:
inkılâptan sonra 67 validen 21'i emekliye sevkedilmiş, l l ’i bakanlık, 16’sı Teftiş Kurulu, 6’sı merkez em rine alınmış, 13ü başka vilâyetlere tâyin edilmişti. Bakanlık em r indeki- ierdert 4’iine de sonra başka vazife. !er verilmişti. Bu 67 vali hakkında İhbar ve şikâyetler dolayısiyle 206 tahkikat dosyası açılmış, 16’sı için lüzumu muhakeme kararı alınmıştı. Kaymakamlardan da 6’ sı bakanlık, 2 si merkez emrine alınmış, 8'i hu kuk İşlerine nakledilmiş, 384’ü başka kazalara nakledilmişti. Muhtarlıklara da tarafsız tanınmış kimseler ikame olunmuştu.
“ RUHÎ ŞOK GEÇİRENLER”
İÇİŞLERİ Bakanının bu izahatm. * dan sonra kürsüye gelerek uzun uzadıya “ idare adamlarının ruhî şok” geçirdiklerinden bahseden önerge sa hibinin sözleri ve maksadı pek anla şılamadı. Nitekim içişleri Bakanı da sorunun bu kısmına “ idarecilerimizin moralleri bakımından üzerinde duru lacak bir durum bahis mevzuu değil dir” demişti. Mehmet özb a y da ne de mek istediğini anlatamadığına kana at getirmiş olacak ki, konuşma za. maninin uzatılmasına karar verilme sini istemişti. Mevzu çok mühimdi ve bir çok misâller vermek istiyordu. Fakat konuşma zamanının uzatılma sı içtüzük bakımından imkânsızdı. Ancak bakan ikinci defa kürsüye ge lirse kendisine yeniden söz almak hakkı tanınmıştı. Başkan bunları an lattı. O cümlesini bağlamak için k o nuşmasına devam etti. Bu arada Dev let ve Hükümet Başkanının köylü borçlan hakkmdaki İzmir nutkundan sonra bu nutkun ruhuna tamamen aykırı olarak takım kazalarda borcu
İçin tazyik edilmedik vatandaş bırakıl madiğim iddia etti ve “ 27 Mayısa al kış tutan nasırlı ellerin sahiplerinin” bazı karakollarda dayak yediği iddia sında bulundu. Zamanı dolduğu için kürsüden indi.
içişleri Bakam önerge sahibinin sözlerinin müphem kalması gibi bir netice doğuracak durumu önlemek istedi. Kürsüye gelerek ona ikinci de fa söz almak fırsatını kazandırdı ve bant belirtti. Mehmet Özbay’.in ko nuşmasının misâllere kadar olan kıs mının içişleri Bakanlığı ile alâkasını tesbit edememişti. Misâller verdiği takdirde tedbir alınmakta kusur e- dilmeyecekti. Bakanın kürsüye gel mesi sırf hatibe konuşma fırsatı ver mek içindi.
Mehmet Özbay ikinci konuşmasın da milli birlik ruhunun bunu lâyıkı ile anlamayanlar tarafından zedelen diği mütalâasını ileri sürdü. Fakat Bakanın da açıklamasını istediği mi sâlleri jandarma onbaşısı seviyesini geçmedi. Silâh teslimi muameleleri sırasında “ vatandaşları sopadan ge çiren” bir “ Ali Onbaşı” dan bahsetti. Kaymakama, valiye müracaatların tesirsiz kaldığını, ancak işin merke ze ve bizzat Milli Birlik Komitesine aksettirilmesi üzerine harekete geçil diğini hikâye etti. Köylerde işin en sıkı olduğu sırada vatandaşların yol yapımı faaliyetine sevk edildiği iddi asında bulundu. Muhtar mühürlerinin alınıp yeni şahıslara verilmesi işinde mahalli idare adamlarının çok hatalı davrandıklarım söyledi.
KÂHTA AĞALARI
»ÇİŞLERİ Bakanı Nâsır Zeytinoğlu, ■ milli birlik ruhunu muhafazada idarecilerin vazifesinin tarafsız olma ğa azami dikkati göstermek olduğu nu belirtti. Tarafsız olmak demek kanun hükümlerini eşit olarak tatbik etmek demektir. Ufak tefek hâdiseler her zaman ve her yerde olabilirdi. Bakanlık bunları haber alınca der hal önleyici tedbirler almakta ge cikmemekteydi- Nitekim Adıyama. nın bir nahiyesinde de nahiye müdü rü hakkında tâkibata geçildiğini önerge sahibi yakından bilmekteydi. Şimdi de müsbet deliller verilirse gereken kanunî muamele yapılması tabii idi.
Bakanın bu iiçüncii konuşması önerge sahibine bir kere daha söz al
mak fırsatım vermişti. Madem bakan misâlden hoşlanıyordu. Kendisine Kâhta ağalan misâlini verebilirdi. Bunlar eskiden nüfuzlanna güvenir lerdi. Şimdi de zenginliklerine güve- niyorlardı. Özbay bu konuyu bir gen soru halinde meclise getirmek düşün, cesinde olduğunu da bu arada açıkla dı.
içişleri Bakanı Nâsır Zeytinoğlu önerge sahibinin ufak tefek hâdisele ri getirip idare adamlanm töhmet al tında bırakmağa "yeltenmek” sure, tiyle “ işi şirâzesinden çıkardığım” be lirtti- “ Hele hâdiseleri de tahrif et mek suretiyle" konuşması milli birlik ruhu ile nasıl telif edilebilirdi? Ufak tefek hâdiseleri agrandismandan ge çirip şümultu intibaını uyandıracak şekilde umumî efkâra arz etmek o kadar bahsettiği millî birlik ruhuna uygun olabilir mi idi? Bugün Türki- yede idare adamlarının tam tarafsız lığı hakkında şüphe edilmemek lâ zımdı. önerge sahibi sayın Cemal Gürsel’in bir nutkundan bahsetmişti. Cemal Paşa nın başka sözleri de var dı, ihtilâlin başı 27 Mayısın herhan gi bir zümrenin lehine veya aleyhine değil, memlekette kanun hakimi yetini ve hukuk devletini kurmak için yapıldığım da söylemişti. Öner ge sahibi her hangi bir zümrenin ha kimiyetini tevebhüm ediyorsa bun da aldanıyordu. Gensoru meselesine gelince, bunda muvaffak olursa ba kan bundan ancak memnun olurdu. Bu sebeple bu konudaki çalışmaların da kendisi pe başarılar dilemekteydi. Adıyamsîh temsilcisi bakanın bu konuşması sayesinde dördüncü defa kürsüye gelmek fırsatım kazandığın da bakanın kendisini durumu müba lâğa etmekle suçlandırdığını, kendi, sinin ise bilâkis bakanın işi küçüm sediğine kani bulunduğunu söyledi. O kararlı idi, bu işi bir gensoru halin de getirecekti.
TERSİNE GİDEN BİR PARTİ: CHP
G
ERİDE bırakılan hafta içinde, ış. ler tıkırında gitmiyor denemez di.. İşler tıkırında gitmiyor denemez di ama, tabii CHP’ninkileri bunun dışında tutmak gerekiyordu. Şimdi, “ Neden tabii..?” diye soranlar çıka caktı ve onlara, “Herkes tıkır tıkır Mersin’e giderken, CHP, neden pal DÜŞliNEN A D A M • 21 HAZİRAN 1961 DÖRTdır küldür tersine gidiyor” du an latmak mümkün olacaktı.
İşin aslına bakılırsa, CHP’nin ter sine gitmekte ısrar etmesine verile cek o kadar çok ve çeşitli sebep var. dı ki, insanın bunların arasından bi lini ya da birkaçını seçmesi bile zor oluyordu. Balık, bir kere baştan kok muştu.
CHP’ de, ta eski zamanlardanberi, nasıl başkalarının aleyhine çalışmak fobisi olduğunu, bizzat CHP’liler de bilirlerdi. Hatta, bu fobinin son za manlarda nasıl hâdiselere sebebiyet verdiği de, kimselerin dikkatinden kaçmıyordu. Hani, CHP karşısında çatacak, aleyhine çalışacak kimse bulamazsa, kendi içindekilere çatıyor, bağırıyordu. E, bunu da çok görme mek lâzımdı. Demokrasi (!) bu par. tinin iliklerine işlemişti. Polemiksiz, çatışmasız olmayacağına göre de, ne reden olursa olsun, biri bulunup, iki gözünün ortasına, arkadan bir odun yapıştırmak pek zor olmuyordu.
CHP, son zamanlarda, bu muame leyi MBK’ne karşı da denemeye başla dığı için, herkesin gözünü tekrar üs tüne çevirdi. Meclis’te bir kanun ya pılıyordu, kanunu hazırlayanlar çok d efa kendileri oluyorlardı, kanun meclisten çıkıyordu, kanun meclisten çıkana kadar bundan istifade ediliyor, du, kanun meclisten çıkıp da maazal. lah halk arasında geri tepti mi, CHP, basıyordu yaygarayı, “ idare bizde sanıp, aleyhimizde kötü propaganda lar yapıyorlar... Kanunları Komite çıkarıyor bizim üzerimize atıyor lar...”
KIRILAN POTLAR
C
HP, isteri nöbetleri içinde titri yordu. Mensuplannnı en akıllı sanılanlarının bile kırdığı potlar, ar tık yüzü geçmişti. Bu yaygaralarına meclis ekseriyetinin kimde olduğu nu hatırlayanlar içinde hak veren olmadığı gibi ilericiler partisinin bu tip hareketlerini mühim değilmiş gibi gösterme gayretinde bulunanların sa yıları da her geçen gün biraz daha azalıyordu. CHP nereye gidiyordu- Kanunu ben yapmadım diye bağıra cak, haydi onu Komite’nin üzerine atacaktı da, neden kurtulacakhı ve ne kazanacaktı?... Bu sorular, umu mi efkârın kalplerinde artık belli bir yer tutuyor ve kafalar, CHP için, bu hâdiselerin aydınlığı içinde çalışıyor du.Son potlar, geçtiğimiz hafta İçinde kırıldı. Potların kırılışı, öncü gazete sinde, Basm’a intikal etti. Cumarte. si günkü gazeteyi ellerine alanlar, Basın Hürriyeti palavracılarının, bu gazetenin tepesine nasıl bağdaş ku.. cup oturmuş olduklarını gördüler, ama artık hayret eden de kalmadığı İçin, bu iş mühimsenmedi.
Cumartesi günkü Öncü gazetesinin öst kısmından itibaren onbeş santim
yüksekliğinde sekiz sütunluk yerini, silik bir fotoğraf ve beyazlıklarla bir likte, gramerin canına rahmet oku tan şekilde puntolanmış bazı başlık lar dolduruyordu. Mesele basitti ve şöyle cereyan etmişti:
BİR TEKZİP VE ÖTESİ
Kg İN A ve arazi vergileri konusunda Millî Birlik Komitesince teklif olu nan metnin bugünkü Temsilciler Meclisinde reddedilmesi üzerine mec lis koridorlarında İçişleri Bakanı Na sır zeytinoğiu ile C.H.P.’li bâzı temsil çiler arasında bir nevi “ açık oturum” şeklinde sohbet yapılmıştı. Nâsır Zeytinoğiu bu sohbette tasarıyı sa vunmuş, tartışmaya iştirak eden C- H.P. lilerden Vahap Dizdaroğlu, Av- ni Doğan, Yavuz Feyzıoğlu, Zeki Bal. tacıoğlu, Celâl Sungur ise tasarının aleyhinde bulunmuşlardır. Sohbete iş tirak edenler bir aralık daha da kala- balıklaşmıştı. Konuşmada bir ara Millî Birlik Komitesinden Sami Kü çük de bulunmuş ise de tartışmaya iştirak etmemişti.
Bu “açık oturum” daki konuşma lar şöylece özetlenebilirdi!
N. Zeytinoğiu — Bu vergilerden bütçeye 200 milyon lira civarında bir gelir konulmuştur. Şimdi bütçe yılı içinde . bu gelirden vaz geçilmesi mümkün olabilir m i?
Zeki Baltacıoğlü — Köylü müşkül durumdadır. Zam zamanında yapıl mamıştır. Çünkü tam o sıralarda me mur maaşlarına zam yapılmıştır.
Nâsır Zeytinoğiu — Memur ma aşlarına ^yapılan zamma tarafdar de ğil misiniz?
Celâl Sungur — Esasına tarafta rız. Zamanına değil.
N. Zeytinoğiu — Memurlara yapı lan zam kalbi durmak üzere olan bir
hastaya yapılan şırınga gibi tam za„ mamnda bir müdahaledir. Bu maaş larla kaymakam, hatta umum müdür bulmak imkânsızdı.
Zeki Baltacıoğlü — Haklısınız. Esasına iştirak ediyoruz. Ben de bu ödeneklerle milletvekilliğine adaylığı, mı koymak taraflısı değilim.' Zaten ben amatör politikacıyım. Bu işe 1957 de başladım. Asıl mesleğim avu katlık.
Adil Vardarlı — Memurların duru munu ben kardeşim dolayısiyle iyi bilirim. Baş komiserlikten 30 yıl hiz metten sonra emekliye ayrıldı. İnkı lâptan önce. Bemyardım etmesem ço luk çocuğu ile sefil olacaktı.
Nâsır Zeytinoğiu — Gördünüz mü ? Bu zamlar mı çok görülüyor ?
Vahap Dizdaroğlu — Vergi zamla rını C.H.P- mi yaptı? Bütün memle kette partimiz aleyhinde bu konu propaganda ediliyor.
Nâsır Zeytinoğiu — Bunların lü. zum ve zaruretine kani iseniz bunu vatandaşa izah ve zarureti müdafaa ediniz. İştirak etmiyorsanız mesele yok. Kurucu Meclisin işe başladığı ta rih malûm.
Vahap Dizdaroğlu — Diğer parti, ler bunu aleyhimize istismar ediyor lar.
Zeytinoğiu — Zaten bütün bunlar politikacıların ihdas ettiği meseleler. Eğer politikacılar hep aynı silâhlar la birbirlerini ithama bundan böyle de devam edecek olurlarsa yazık bu memlekete, çok yazık. Yüz sene ge riye gittik diyorduk. Bundan sonra da yeni politikacılar bu zihniyetle ha reket edecek olurlarsa o takdirde dört yüz sene geriye gitmiş oluruz.
Zeki Baltacıoğlü — Mukayesedeki 100 sene ve 400 sene çok ağır
oldu-BEŞ DÜŞÜNEN ARAM - 31 -*61
Onların zamanında 100 de bizim za manımızda 400 m ü?
Zeytinoğlu — Yanlış anlaşılmasın. Ben içişleri Bakanı olarak ve bu sı fatımla tarafsızım- Şu veya bu parti den bahsetmiyorum. Ben sadece bir zihniyetten bahsettim.
Zeki Baitacıoğlu — Biz bu vergile, rin indirilmesine partimiz aleyhine istismar edildiği için çalışıyoruz.
Zeytinoğlu — Memleketin gelece ğini de düşünmeliyiz. Ben hükümet üyesi olarak bu kanunun şeref ve mesuliyetini memnuniyetle kabul edi yorum. Siz iştirak etmiyorsanız ve bir talebiniz varsa bunu radyolarla ilân edelim m i? O zaman tasarıyı kabul eder misiniz?
Baitacıoğlu ve Yavuz Feyzioğlu — Düşünürüz.
Avni Doğan — Çıkan kanunlar C. H.P. ye mal ediiiyor. Diğer partiler bu şekilde propoganda yapıyorlar. Hükümet de bu fobi İçindedir ve C. H.P- ye düşman gibi bakıyor.
Ali Rıza Akbıyıkoğlu — Evet, hü kümet C.H.P. ye karşı bir fobi için dedir.
Nâsır Zeytinoğlu — Asla. Hükü met mutlak şekilde tarafsızdır. Mu vakkat bir hükümettir, Allaha şükür ki muvakkat.
Avni Doğan — Zaten partiler mil lî iradeyi temsil ederler. Onları hor görmemek lâzımdır.
Nâsır Zeytinoğlu — Şu halde cl birliği ile seçimlerin bir an önce ya pılmasına çalışalım. Treni tekrar ra yına koyup muntazam bir şekilde iş lemesini temin edelim. Allah koru, sun bu tren bir defa daha raydan çı karsa hayırlı olmaz.
Zeki Baitacıoğlu — Bütün teminat sağlandı- Endişeye mahal yok.
Zeytinoğlu — Beyefendi, şahısları mızdan değil, millî menfaatlerden bahsediyorum, Asıl bahsimize döne lim. Vergisiz devlet görülmüş mü dür?
Zeki Baitacıoğlu — Biz bu vergiye taraftarız. Ancak zamanı değil. Biz iktidarda olduğumuz zaman gider va tandaşa zamanların zaruri olduğunu izah ederiz ve gerekirse 100 misli zam yaparız. Biz zammın kendisine de ğil, yapılış zamanına ve psikolojik faktörlerin dikkate alınmamasına iti raz ediyoruz.
Açık oturumu ilk terkedenler A v ni Doğan ile Valıap Dizdaroğlu ve Ali Rıza Akbıyıkoğlu olmuş, konuş ma bundan sonra gitgide bir sohbet havası içinde sona ermişti.
TEKZİPLE ÎŞ BİTSE İDÎ...
H
ADÎSE, bu şekilde cereyan etmiş, CHP’lilerîn vecizeleri de, orada bulunan dört gazeteci tarafından zaptedilmişti. Konuşmaları müte akip, dört gazeteci, MBK Basın Bü rosunda toplanmışlar, aldıkları not. lan titizlikle formüle etmişlerdi.Ama aradan günler geçince bazı
A v r
sivri akıllılar, kırdıkları potlan fa r. kedecekler ve akılları nisbetinde fa aliyet gösterip, bunu gidermenin ça relerini arıyacaklardı. Nitekim, zekâ kaynakları, CHP’ de olan Zeki Balta- cıoğlu adındaki temsilci, bu işin ça resini buldu ve konuşmanın yayın landığı gazetelere mahkeme kararıy la birer tekzip yolladı. Ama aferindi gene de Baltacıoğlu'na, hiç olmazsa, potlarını düzeltmek lüzumunu hisset, inişti. Toplantıda olup da, potlan halâ farketmeyenlere ne demeliydi... Baltacıoğlu’nun, ön cü gazetesinde, bir hilkat garibesi gibi yer alan tek. zibi şöyleydi:
öncü Yazı İşleri Müdürlüğüne Gazetenizin 13 haziran tarihli nüs hasının birinci sahilesinde “ Meclis Koridorunda açık oturum” başlıklı yazınızda iç işleri bakanı ile özel ko nuşmam yanlışlar, ilâveler ve haki. Kate uymayan sözlerle yayınlanmış, tır. Bu sebeple açıklama ve düzeltme zarureti hasıl olmuştur:
Iç İşleri bakanı Nasır Zeytinoğlu*. nun sözlerine cevaben zamlara mu. halelerimizin hiçbir suretle oy endi şesinden doğmadığını, belirterek (Türk milleti gerektiği zaman vata nı için tereddütsüz ölmesini bilen bir millettir. Devlet hazînesine hakiki zaruret karşısında yardıma seve se ve katılır. Yeter ki fedakârlığın za ruretini görmeli ve buna inanmalı dır. Yapılan vergi zamları Subay ve memur maaşlarının arttırılması ile birlikte vuku bulduğu için vatandaş, zamların bir zarurete değil, bir gaye ye müteveccih olduğunu düşünmek tedir. Ayrıca Türk Köylüsü de zara, îı vergileri karşılayacak durumda da değildir. Muhalefetimiz politik men. inatlara değil bu düşüncelere ıtıüsie. aittir. Yarm iktidarda da psikolojik şartlara riayet ve hakiki zaruretin mevcudiyeti halinde Yüz misli zam. mı dahi müdafaa etmekten çekinme yiz.) Dedim.
Milletvekili maaşını kâfi görme diğim için aday olmayacağım hak kında bir süz sarf etmiş değilim.
Temsilciler Meclisi Üyesi
Zeki Baitacıoğlu
Baltacıoğlu'nun hele son cümlesi, olayı rapteden gazeteciler tarafından kahkahalarla karşılandı. Gazeteci, ler, “ Şimdi bizim yüzümüze nasıl bakacak bu zat, insan bu kadar ya. lan söyler m i?” diye birbirlerine so ruyorlardı. Ama bu gazeteciler de çok oluyorlardı artık, dördünün se kiz kulağı yerine Baltacıoğlu'nun iki kulağı varsa, sekiz kulağın Baltacı- oğîu'nun diline uzaklığıyla, Baltacı'- nm kendi dilinin, kendi kulağına olan uzaklığı arasında hiç mi fark yok tu... Yani, artık Baitacıoğlu söyledi ğini işitmeyecek kadar kiiometre/i doldurmuş muydu?... Kendi dilinin
kendi kulağına, dört gazetecinin se. kiz kulağının kendi diline olan mesa.J fesinden daha yakın olduğu mantı, ğıyla hareket eden Baitacıoğlu, böy lelikle gazetecilerin de aradığı bir adam olmuştu. E, bu da birşey değil miydi yani...
Türkiye'nin her yerinde. Raltaeıoğ- lu misilli hâdiseler devam edip gidi yordu.
* PARTİLER
ADALET PARTİSİ
G
EÇEN hafta İçinde Adalet Parti sinde hummalı bir faaliyet göze çarpmıyordu. Pala paşa beraberinde Merkez idare Kurulu azası Nuri Be. şer ve Samsun Î1 İdare kurulundan Mehmet Başaran olduğu halde dört günlük bir seyahata çıkmış ve bu dört gün içinde başta Kayseri olmak üzere Niğde, Nevşehir ve Kırşehir’e uğramıştı. Gümüşpala ve beraberin dekiler için Kayseri bir çoşkunluk kaynağı teşkil ediyor. Kayserili va tandaşların büyük alâkaşı zaman za man emekli Orgeneralin gözlerini DÜŞÜNEN A D A M • i l HAZİRAN 1961yaşartıyordu. Arabası daha şehre gir. meden Kilometrelere önce karşılanı yor ak sakallı ihtiyarlardan bıyıkla rı yeni terlemeğe başlamış gençlere kadar her önüne çıkan Gümüşpalannı elini öpmek için çırpınıyordu. Kanun ve nizamlara hürmeti bir an için ak lından çıkarmayan A.P. Genel Baş kanı kendisine ve partisine bu dere ce aiâka duyan vatandaşlara lâzım gelen direktifleri vermekten geri dur. muyor, onların gönüllerini alarak normal yoluna devam ediyordu. Kay- seriye giriş ise daha başka oluyor hükümet meydanına nazır parti il gi- nasına girmek adeta bir mesele teş kil ediyordu. Partililerle görüşmek ve tanışmak faslı bittikten sonra yine vatandaşların sevgileri arasında Kay- seriyi teıkeden Gümüşpala Niğde, Nevşehir ve Kırşehir turunu tamam larken de aynı heyecanla dalgalanı yor, dağbaşında, yolunu bayrak dike rek kesen dağ çobanlarının gösterdik leri millî duygudan gözleri yaşarı yordu. Böylece Kırşehir Î1 Müteşeb bis heyetinin tanzim ve teşkilinde de hasır bulunan Gümüşpala ve berabe rindeki arkadaşları nihayet zevkli bir seyahatin sonunda Ankaraya vasıl oluyorlar ve ertesi gibi de Merkez İda re kurulunun toplantısına iştirak edi yorlardı. Gümüşpalanın askerlikten kalma bir dinamizmi mevcuttu, gün
lerce araba üstünde seyahat etse, günlerce arkadaşları ile müzakereler de ve münakaşalarda bulunsa bir yorgunluk hissetmiyor arada bir yu dumladığı orta şekerli kahvesi onu hiç yorulmamış gibi yeni meselelerin müzakeresine hazırlıyordu. Gün geç tikçe kendisini daha iyi tanıyanlar omı iyi bir asker olduğu kadar iyi bir
n i sİ NF.N ADAM • 31 HAZİRAN 190
politikacı ve iyi bir devlet adamı ola rak ta göım eğe başlıyorlardı. Mem leket meseleleri hakkmdaki vukufi- yeti, bilhassa millî meseleler üzerin deki hassasiyeti, vatandaş birlik ve beraberliği için sarfettiği gayretler gözlerden kaçmıyordu- Gümüşpala her konuşmasında memleket menfa atlerini birinci plânda tutuyor ve di ğer meselelerin ondan sonra gelece ğini telkin ed:J/or ve böylece hissiyat tan ziyade realiteler üzerinde duru yordu.
ÎL BAŞKANLARI TOPLANTISI
7 Haziran günü il başkanları bir toplantıya çağırılmıştı. A.P. nin kırk ilde teşkilât kurduğu .söyleniyor ve bu kırk il içinde 17 sinde de bü
tün ilçelerin tamamlandığı bildirili yordu. Toplantı il başkanları ile teş kilâtın umumi durumu üzerinde ya pılacak bir fikir teatisi şeklini taşı yor gelen başkanlardan bölgelerinin durumu, partinin çalışması ve vatan daşların A.P. ye olan alâka derecele ri öğrenilmek isteniyor , bu arada Parti Genel Merkezince hazırlanan Aday yönetmeliği ve seçim işleri ta limatnamesi ile anayasa mevzuu hak kında teşkilâta bilgi veriliyordu. Mec. muamız makineye verildiği zaman A.P. deki bu çalışma devam ediyor du. A.P. nin bundan sonraki çalışma larına ışık tutacak olan bu toplantı el betteki parti için çok faydalı ola cak ve kumanda mevkiinde olanlar orıa göre çalışmalarım programlaştı- raeaklardır.
Tevkifler
v .J
G
ünlerden 12 Haziran Perşembe i- di. Üç genç adam ürkek adım larla Balmumcu garnizonunun niza miye kapısından içeri girdiler. Doğ ruca iki numaralı ö r fî İdare mahke mesinin kapısına giderek bekleme ğe başladılar. Orta boylu, saçları ha fif dökülmüş olanı, “ Şu işi biran ev vel bitirsek de gitsek” dedi. Sonra her zamanki gibi gülmeğe çalıştı a- ma, bu defa tebessümü dudaklarında dondu kaldı. İçinde bir sı.Kint; vardı. Bu beklemek de ne kötü şeydi..DURUŞMA BAŞLADI
S
aat 1030’a doğru isimleri okunun ca telâşla mahkemeye girdiler. Ü ç subaydan müteşekkil mahkeme heyetinin karşısına dizildiler. Duruş ma hâkimi sanıkların hüviyetlerini tesbit etti. Sanıklar, Adnan Mende resin avukatları Burhan Apaydın ve Talât Asal ile, gazeteci Zihni Kan maz idi. Suçlan da Menderesin 6-7 Eylül dâvasına ait müdafaasını kitap haline getirmekti.BURHAN APAYDIN Savcı mütalâasında, Türk Ceza Kanununun 161. maddesi mucibince Burhan Apaydın ile Zihni Kanmazm B aydan 2,-seneye kadar hapsini, 500 liradan 5000 liraya kadar da para ce zasıyla tecziyesini istemişti. Talât Asal hakkında da beraet talebinde bulunmuştu.
Burhan Apaydın müdafaasında, ki tapla, bir alâkası olmadığını, müda faa suretlerinin sadece Zihni
Kan-mâz’a değil, bütün gazetecilere veril diğini, hattâ Havadis gazetesinde ay nen negredildiğini, Anadolu Ajansı ve radyo vasıtasıyla da kısmen yayın landığını, hareketin herhangi bir maksada matuf olmadığım bildirdi.
Zihni Kanmaz ise kitaba, müdafa- iarla beraber Yüksek Soruşturma Ku rulu kararnamesini de eklediğini, A- dalet Divanı huzurunda okunduğu ve gazetelerde yayınlandığı için kitap haline getirmekte bir mahsur görme diğini, Burhan Apaydın ile Talât A- salın bir ilgileri bulunmadığını, esa sen kitabın piyasaya da çıkmamış ol duğunu beyan etti.
Neticede mahkeme heyeti Burhan Apaydın ile Zihni Kanmaz’ı Türk Ce za Kanununun 154. maddesine muha lif hareketten suçlu bularak, birer sene hapislerine karar verdi. Talât Asal ise bir ilgisi görülmediğinden beraet etmişti.
“ Geçen maddelerde yazılı olan cü rümleri işlemeğe halkı teşvik etmek üzere basılmış veya basılmamış ev rak ve risaleleri fesad kastıyla veya münderecatmı bilerek neşretmek ü- zere iken ele geçirilen kimse bir se neye kadar hapsolunur.”
Geçen maddelerin ne olduğunu öğ renmek için Türk Ceza Kanununun o fasıldaki hükümlerini okuyanlar, şu ağır suçlarla karşılaştılar:
146. Anayasayı tağyir, tebdil veya ilga, 147, Heyeti vekileyi cebren is- kat, 148. Vatandaşları yabancıların hizmetinde çalıştırmak için silâhlan dırmak, 149. Halkı hükümet aleyhi ne silâh ve uyuşturucu, boğucu ve yakıcı gazlarla veya patlayıcı mad- reler kullanarak isyana teşvik et mek, 150. Bir fesad heyetine maksa dını icra için silâh vesaire imâl veya nakletmek, 151. Evvelki maddelerde yazılı suçlan işlemeğe teşebbüs e- denleri öğrendiği halde bunu ihbar et memek, 152. Alâkası olmadığı halde a3ker kıt'asının ve donanmasının, bir kale, liman veya şehrin kumandasını almak veya kumandanlığı terketme- si bildirildiği halde terketmemek, 153. askerleri kanunlara karşı itaat sizliğe teşvik etmek.
Mahkûm olan Burhan Apaydın ile Zihni Kanmaz hakkında derhal tev kif müzekkeresi kesildi. Bilahare de karar Temyiz edildi. Zaten ikisi de evvelce bu suçtan dolayı 3 er ay mev kuf kalmışlardı.
Burhan Apaydını en fazla üzen mahkûm edilmekten çok tevkif olun maktı. Çünkü artık Yassıadada mü- dafiilik vazifesini yapamıyacak, çok arzuladığı halde Anayasa dâvasının müdafaasını hazırlayamıyacaktı. Hal buki o, karar Temyize gidip tasdik oluncaya kadar aradan zaman geçer, bu vakte kadar da Yassıadadaki du ruşmalar biter diye düşünmüş, mah kûm edibe bile kararla beraber tev
kif edileceğini hiç akima getirmemiş ti...
İKİNCİ TEVKİF
T
evfik İlerinin avukatı Hüsamettin Cindoruk, arkadaşlarının mah kûm olmalarına çok üzülmüştü. Ken disini de aynı akibetin beklediğinden habersizdi. Fakat Çarşamba günü aynı mahkemede görülen duruşma sına giderken her nedense çok korku yordu.ORHAN APAYDIN
Hüsamettin Çindoruk’un, 25 A- ğustos 1960 tarihinde arkadaşlarıyla yaptığı bir sohbet esnasında Yüksek Adalet Divanım tezyif ettiği, ayrıca Adnan Menderesin hukuki bakımdan suçlu olmadığı yolundaki beyanıyla millî menfaatlere aykın faaliyette bulunduğu iddia edilmekte idi. Sav cı, bu iki suçundan dolayı sanık avu katın, Türk Ceza Kanununun 159. ve 161. maddeleri mucibince cezalandı rılmasını talep etmişti.
İki numaralı Örfî idare mahkeme si, iki iddiadan birinin doğru olduğu neticesine vardı. Adalet Divanını tez yif etmek suçundan beraet eden Cin doruk, diğer suçundan Türk Ceza Ka nununun 161. maddesi muvacehesin de 6 ay hapse ve 500 lira para ceza sına mahkûm oidu. Karar ekseriyetle verilmiş ve mahkeme heyetini teşkil eden üç subaydan, duruşmayı yapan hâkim karara muhalif kalmıştı. Bu suçundan dolayı evvelce 57 gün neza rette kalan Hüsamettin Cindoruk hak kında, diğer iki sanık gibi tevkif mü zekkeresi çıkartılmadı. Hüsamettin Cindoruk, cezasının geri kalan kıs mını çekmek üzere, ancak bu karar Temyiz tarafından tasdik edildikten sonra tevkif olunacaktı.
»ÜŞÜNEN ADAM - *1 HAZİRAN 1961 BEKİZ
A. ö . EGESEB
EGESEL D A VA EDİLDİ
İ
dam talebinde bulunma sahasındadünya rekoru kıran Yüksek Adalet Divanı Başsavcısı Altay Ömer Ege- sel’in şu günlerde dâva edileceği kim senin hatırına gelmezdi. Tevekkeli “ olmaz, olmaz’ ’ dememişler, işte, Baş savcı Egeselin hakkında bile dâva a- çıldı. Dâva İstanbul Savcılığında a- çılmıştı. Mahiyeti de iftira, suç işle meğe tahrik ve hakaret idi.
Avukat Orhan Apaydın tarafın dan savcılığa verilen dilekçede, Baş savcı Altay Ömer Egesel 10 Hazi ran 1961 tarihinde duruşma sırasında müekkili Burhan Apaydına hakaret ve iftirada bulunduğu iddia edil mekte ve şöyle denilmekte idi:
“ A — Müekkilimin müdafaasına tecavüz ederek 27 Mayıs ihtilâlinin gayrı meşru olduğunu ileri sürdüğü nü,
B — Yassıadadakilerin çıkartıla rak ordunun ve gençliğin yargılan masına başlanmasını istediğini,
C — Mefsuh demokrat partinin propagandasını yaptığını ve esasen daha evvel de müekkilimin mefsuh Demokrat Parti kadrolarında faal va zife gördüğünü, 27 Mayıs havasının, kendilerine imkân bırakmadığım si yasi faaliyetlerini bu mukaddes çatı altında devam ettirmeğe çalışırken İstikbaldeki bazı tasavvurlarının te
melini attığına inandığım beyan ede rek Yüksek mahkemeye ihbarda bu lunmuştur.
Şikâyet olunan sanık Egesel, mü- ekkilime yaptığı bu isnatların doğru olmadığını bilmektedir. Müekkilimin, müdafaalarında suç teşkil etmesi lâ zım gelen bahsettiği sözlerin mevcut olmadığım bilmesin« rağmen sırf za rar vermek ve 12 Haziran 1961 gü nü İstanbul 2 numaralı Örfi İdare mahkemesinde müekkilim aleyhine ikame olunan bir dâvanın karar saf hasında olduğunu bilerek karar vere cek hâkimlerin vicdanlarına tesir et mek maksadım takip etmiştir. Müek kilim de, bu konuşmanın yapılmasın dan 2 gün sonra örfî idare mahkeme si tarafından tevkif edilmiştir. Örfi idare mahkemesinin şerefli subayları şüphesiz ki, sanık Egesel'in tesiri al tında kalmıyarak vicdani kanaatleri ne istinaden karar vermişlerdir. An cak biz, sanığın fiili ilca ederken ta kip ettiği kastı izah sadedinde bu mevzuya temas etmekteyiz.
Yüksek Adalet Divanı 13 Haziran 1961 günlü celsesinde başsavcının is natlarmı varit görmemiş ve red et miştir.
Burhan Apaydının kardeşi olan ö r han Apaydın, bu sebeplerden dolayı Egesel’in Türk Ceza Kanununun 283, 285 ve 311 ve 480 nci maddeleri mu cibince 1 seneden 3 seneye kadar hap sini talep etmiş, ayrıca bin liralık bir de tazminat dâvası açmıştı.
KIEDAR HADİSESİ
C
umartesi günü, 1 numaralı örfi idare mahkemesi de eski Sağlık Bakam Lütfi Kırdarm cenaze mera siminde hâdise çıkaranlar hakkında karar verildi.Bu hâdise dolayısiyle ö r fî idare Mahkemesine 37 sanık sevkedilmişti. Bunlardan, mezarlıkta Vali Refik Tulgaya ve görevli plis memurları na mukavemette bulundukları sabit görülen Ahmet Temizsoy, Şahin Çe- liktürk, Rasim Pekkanath, Ali Tu ra!, Şemsettin Yücehan, Celâlettin Erdil, Muzaffer Orcan, Ahmet Kaşık çı, Orhan Pekmutlu ve Süleyman Sel kesen adlarındaki 10 sanık Türk Ce za Kanununun 258. maddesinin birin ci fıkrası gereğince birer yıl hapse mahkûm edildiler.
Mehmet Özseven, Haşan Dulgun ve Recep Dulgun adlarındaki sanık lara ise, suçlan teşebbüs safhasında kaldığından altışar ay hapis cezası ve rildi, Hâdise ile bir ilgisi görülmeyen altı sanık da beraet ettiler.
Diğer taraftan merasimde tekbir getirerek cenazeyi kaçırdıkları iddia olunan 18 kişi hakkında da 6187 ka nun gereğince selâhiyetsizlik kararı alındı. Bu sanıkların duruşmaları nor mal mahkemelerde yapılacak ve ka rar bu mahkemeler tarafından veri lecek.
K1RDAK HADİSESİNDEN BERAET EDENDE»
BASIN
GÜRSEL ÜZGÜNB
ABACAN tavırlı adara, bastonuna dayanarak yavaş yavaş kapının ününe geldiği zaman, biran durakla dı. Duraklamasının bir sebebi vardı ve gene öyle zannedilirdi ki, bu se bebi bilmeyen belki de yalnız kendisi idi. Şöyle bir etrafına baktı, yanlış görmüyordu, ortalıkta kimsecikler yoktu. O zaman, “ Neredeler?” der gibilerden, arkasında hazırol vazıye tinde duranlara baktı ve verilen ce vabı işitince, hiddetinden yüzü kıp kırmızı kesildi. Fakat olgun adam dı; ona kadar saymasını ve ondan sonra fikrini söylemesini biliyordu ve öyle yaptı.Babacan tavırlı adamın arkasında dur.anlar, adamakıllı telâşlandılar. Her ne kadar bunun sebebi kendileri değil idiyseler de, şu dakikada, ce vap vermek kendilerine düştüğü için, ne yapacaklarım bilemiyorlardı, so nunda içlerinden lâcivert elbiseli, tık naz biri, “ Efendim" diyebildi, “ Sizi rahatsız etmesinler diye...” Ve cüm lesini tamamlayamadı, babacan ta vırlı adamın sesi birden sözünü kesi verdi. Babacan tavırlı adam, “ Bu ço cuklarla arama girmeyiniz... Bu ço cuklara dokunmayınız- Onlar her zaman görmek istiyorum... Buna ma ni olmayınız..” diyordu.
O zaman, biz, hâdisenin cereyan ettiği yerin tam karşısındaki binanın merdivenleri üzerindeydik. Önümüz deki ağaçlar, bizi gizliyordu. Oradan bakıyor ve kapı önündeki merdiven lerde geçen konuşmanın neden iba ret olduğunu, henüz anlıyamıyorduk. Devlet ve Hükümet başkanınım bizi görememekten dolayı büyük üzüntü duyduğunu, hatta kızarak etrafında kilere söylediğini bilemiyorduk...
İşin aslını. Devlet ve Hükümet Başkam Cemal Gürsel 'de öğrendiği ne göre, artık bizim burada, bu ente resan hikâyeyi nakilde bir kusuru muz olmamak lâzımgelirdi.
Hikâye, geçtiğimiz hafta içinde, MBK Basın Biirosü’nda başlıyordu... Uzun bir masanın etrafını çeviren gazete büroları şefleri, dikkatle ma sanın giriş kapısı tarafındaki başın da oturan adamı dinliyorlardı. Mev. zu, basının idarecilerle olan temasla rıyla ilgiliydi. Masanın giriş kapısı tarafındaki bir iskemlede oturan şa hıs, “ Siz bizim en büyük desteğimiz- siniz” diyordu. “ Biz birlikte yürüyo ruz. Ve kuvvetimizi de bu birlikte yürüyüşten alıyoruz.”
Nihayet, söz dönüp dolaşıp, gü nün, ya da gecenin er. olmadık saat lerinde, şurada veya burada, idareci lerin, gazeteciler tarafından aranma
sı, dana doğrusu rahatsız edilmesi
mes’elesi üzerinde duruyordu. Zaten asıl sebep te bundan başkası değildi. Hergün gazeteciler, MBK, Meclis, Başbakanlık ve Çankaya’da, kapıla rın önünde bekliyorlar, adı geçen yerlerden biri çıktı mı, yayaysa boy nuna sarılacak kadar, yok yaya de. ğilse otomobilinin altında kalacak kadar bir ısrarla yoluna mani olu yorlardı. Bu, söz sahibine göre doğ ru değildi. Sonra, Bakanlar Kurulu toplantısından çıkarken, bakanların önü kesiliyor, çeşitli sualler sorulu, mek lâzımdı ki, ayak üstünde soru yordu. Konuşana göre, gene düşün mek lâzımdı ki, ayak üstünde soru lan sorulara verilen cevaplar aslında tatminkâr olmuyordu. Üstelik, yan lış cevaplar verilmesi de pekâla mümkündü. Sonra, konuşmak iste meyen bir kısım bakanlar, o sırada görüşmeyle ilgili olmayan cevaplar
da verebilirlerdi.
FAHRİ PAŞA DA HAKLIYDI AMA...
F
A H RÎ özdilek, ne güzel konuşu yordu. Üstelik, haklı olduğu bir çok taraf da yok değildi. Dediği gi. bi, ayakilstünde sorulan sorulara ve rilen cevaplar, çok kere tatminkâr olmaktan uzaktı. Sonra, meselâ, ay nı toplantıdan çıkan sekiz bakandan yedisi, “ Yatırımları konuştuk, yeni imkânlar araştırıldı” derken, sekizin, cisi, “ Yatırımlar hakkında yeni bir karar alındı m ı? ” sorusunu pekga-| Fiskecik
i
BİTMİYEN
i
SENFONİ
!
• ıaıı , n w P «.UlivofrHpH t1944 : O. H. P. milliyetçileri tevkif ettirdi.. 194« : C. H. P. seçime hlyle katta.. 1948 s C. H. P. gazeteleri ka-pattı.. 1950 : C. H. P, iktidardan şl kâyet eti. 1958 : C. H. P. Millet Par-tisi’nia kapatılmasını kabul etti. 1957 î C. H. P. Millet Mec-lisl’nde sıra kapakla-nnı vurdu»
1960 : C. -H. P. yeni partlle-re baskı yapıyor.. 1961 i C. H. P. yeni
partlle-rin yolunu kesiyor. 1962 : C. H. P... . 1965 : C. H... 1975 :
rîp karşılıyor, adeta, "N e yatırımı 7~ der gibilerden etrafım saran gazete- cüere bakıp, “Bugün yatırımlar ba- hismevzu olmadı” diyordu. Bunlar yalan değüdi, bunların yalan olmadı ğım, son aylar içinde gazetelerde çı kan birbirinin tam tersi haberler pek güzel belli ediyorlardı. Ama, bütün bunlar doğruydu da,.yalnız gazeteci ler mi, vazifelerini lâyıkıyla yapabil- mek için bütün günler, bütün gece ler didinip durmakta haksızdılar.» Gazetelerdeki haberlere dikkat edilin, ce elbette görülüyordu, hele son gün lerde, umumi efkâr, yalnız, hemen hemen yalnız gözünü ve kulağını, Ko- mite’ye, Meclis’« çevirmiş bakıyor ve dinliyordu. Bu, üstelik onun hakkıy dı. Dün cereyan eden olaylardan ha berdar olmak istemesi kadar tabü ne olabilirdi. Şüphesiz Holivood’da ta. mnmış bir takım aktörler ölüyorlar dı, Avrupa’da tren kazaları oluyor du, Beşiktaş’ın Amerika’daki maç ları devam edip gidiyordu ve şüphe siz bunlar merak edilecek haberler, di, fakat herşeye rağmen, umumi e f. kârın asıl merak ettiği bunlar değil, di.
Tam- Fahri özdilek'in karşısında oturan bir gazeteci, “ Fakat efen dim” dedi “ Gazeteci, karşısında, sorduğu suale cevap verecek yetkide bir basın sözcüsü bulamazsa, ne yap sın... Falamn istifa ettiğine dair, ge cenin g eç bir vaktinde bir haber çı kıyor... İstifa edenle ilgili şahsın ça lıştığı yerde basın bürosu olsa bile, o saatte, basın bürosunda basın söz- cüsünün olmaması pek tabiidir... An cak, orada basın sözcüsü yok diye de, şu kadar milyon insanın, bu ha. berin aslım öğrenememesi, doğru o- lur m u?...”
Özdilek, konuşmasına, suallere ce vaplar vererek devam ediyordu. "Bu durumda, hasın sözcüsü uyandırılabl- lirdi.... Yahut ertesi sabah beklenir di...”
MBK üyelerinden Kadri Kaplan, hafifçe tebessüm edip, yavaş bir ses. le yanında oturduğu Özdilek’e, “Bu işte bir de atlatma var, efendim..” diyordu... Bu işte atlatmada vardı a- ma, daha mühimi, geceyarısı uyan dırılan basın sözcüsünün vereceği cevaptı. Şüphesiz, bizim şimdiye ka dar, memleketimizde gördüğümüz basın sözcüleri, bu tip sorulara ce vap verebilecek yetkide olmamışlar, di. Falan istifa edebilirdi ama, bu istifanın sebebini en geç işiten gene bizim basın sözcülerimiz olurdu. Yal nız, bunun kabahatini de bu insanla ra yüklememek lâzımdı- Sözcü, keş- disine yetki verilmiyorsa, ne yapa bilirdi.
K
ONUŞMALAR, bu noktada dü ğümlenip kaldı. Fahri Özdilek, bir taraftan notlar alıyordu. Öyley se, yetkili basın sözcüleri bulmak, yahut hasın sözcülerini yetkili yap » C g Ü N E N A D A M * *1 HAZİRAN 1961 ONmak lâzımdı. Bu arada, bazı gazete ciler, iyi çalışmanın örneği olarak Hariciye Vekâleti Basın sözcülüğünü gösterdiler. Bu gazetecilere göre Ha şan Istinyeli’nin başında bulunduğu ,bu servis saat gibi çalışıyor ve ga zetecileri bal gibi tatmin ediyordu. Diğer vekâletlerin, ve Başbakanlığın, Komite’nin de böyle saat gibi çalışan basın sözcülükleri olsa, elbette daha iyi olurdu.. Ancak, gene bir mahzur ortaya çıkıyor ve işler gene çatalla, şıyordu. İşin doğrusu da zaten buy. du. Meselâ, gazeteciler, öyle za. manlarda, ilgililere öyle mevzular da sualler soruyorlardı ki, bunu 30-
runun sorulduğu sırada o ilgili dahi duymamış. Fahri özdilek, “ Birçok haberleri biz sizden işitiyoruz.” di. yordu. Böyle zamanlarda, yetkili de olsa basın sözcüleri ne söyliyebilir- lerdi.
O günkü samimi toplantı, Kadri Kaplan’ııı gazetecilere hep hak ver mesi ve Özdilek’in de, birçok mesle ki davranışları, hayretle karşılama sıyla sürüp gitti ve sonunda, gerek Komite ve gerekse Başbakanlıktaki basın sözcülerinin yetkililerinin art. tırılması için yeni bir gayret sarfe. dilmesi yolundaki kararla, iş kısmen de olsa bir neticeye bağlandı.
Hikâye böyle devam edip gidiyor ve aynı konuşmanın ilhamları olarak gazetecilerin, rahatsız etmemek için. Başbakanlığa gitmemeleri, Devlet ve Hükümet Başkanı Cemal Gürsel’i mü teessir ediyordu.
işin aslına bakılırsa, bu bir jestti ve belki de ilk def’a başımıza geli yordu. Cemal Gürsel’in bü jestini, ka dirşinas basın elbette unutmayacak tı. Gürsel, “ Bu çocuklara dokunma yın, hergün gelecek ve soracaklar, bu onların hakkı... Ne demek rahat
sız:oÖnak...” derken, İnsanın yeni" bir
devrin açılacağına dair ümitleri yeni den kuvvet kazanıyordu.
DAYANAMADILAR
■GjlHAYET, cumartesi günü geldi. ■” Bir günlük ayrılığa dayanama mış olan gazeteciler, saat 11 sıra larında, gene her zamanki gibi Baş. bakanlık binasının merdivenlerinde toplandılar. Hatta, aralarında Gür- sel’e hiçbir şey sormamak için karar bile almışlardı. Başkanı, yormak ve
j Fîskecîk
S. o . s.
Bir annenin, İngiltere'de mü heııdislik tahsil etmekte olan ve her yıl okuduğu üniversi teden, başarısı dolayısıyle teb rlkler gelen oğlunu, memle kete çağırdığını öğrendik. An neyi, bu karara sevk eden, In- gllterede’kl Türk öğrencileri arasında İngiliz kızlan Ue ev lenenlerln artması imiş. An- ne, başaniı bir yüksek öğre nim yapan oğlunun, yarın kolunda bir İngiliz kızıyle gel rnesindense, tahsilinin geri kısmını Türkiye’de yapmasını uygun görmüş!Gördünüz mü başımıza ge lenleri?. İrtica yine hortluyor. Nerdeyse devrimler elden gi decek.. Neredesiniz Yalman’- lan, Çağlar’lar, Atay’lar,, Ha tay'lar ?..
İmdat!.. İmdat!..
râliâtsız etmek istemiyorlardı,'
Başkan kapıda görününce, kendi, sine doğru ilerlendi. Ama tuhaftı, Gürsel, sanki birgün evvel gazeteci leri göremediği için üzülen şahıs de. ğildi. Gülmesine gene gülüyordu ama, gazetecilere, “Gene burada mısınız?, Niçin geldiniz?” diye sorunca, her. kes şaşaladı. Orada bulunanlar, bu kısa şaşkınlıktan kurtulur kurtul, maz, yan gözle, Başkan’ın yanındaki Fahri özdilek’e baktılar, özdilek da yere bakıyordu. Bir gazeteci “ Paşam, soru sormaya gelmedik, sizi rahatsız etmeye gelmedik” dedi. Bu söz da soğuk bir tesir yaptı, ilgi bulama dı. Vaziyeti kurtarmak isteyen gaze. teci, “ Paşam, birgün toplanıp bir sohbet etsek.” dedi. Paşa yavaş yavaş merdivenleri iniyordu. “Hafta içinde belki mümkün olur” diye cevap ver di. Ve kapıda kendisini bekleyen ara. basma binip, uzaklaştı. Cemal Gür selin, “ Basın bürosu olacak, oraya müracaat edin” şeklindeki sözleri, gazetecüerin akıllarından çıkm ıyor, du. Zira, kırksekiz saat içinde Uç ay rı sonuçlu bir hikâye yaşamışlardı va şimdi hangisinin doğru olduğunu de. rin derin düşünüyorlardı.
İşte tam bu sırada, Gürselin Is. tanbul'a gideceğine dair haberler im . dada yetişti ve Başbakanlık merdi venlerinde garip garip duran kırktan fazla gazeteci, haberin doğru olup ol. madiğim öğrenecek bir merci bulma gayreti içinde dörtbir tarafa dağıldı, lar.
Hâdiseler, yaz yağmurlan gibi ge lip geçiyorlardı, insan, durmadan de. gişen şartlar, sebepler ve neticeler İçinde, dönüp biran geriye bakmayı düşünse bile, olanlan bir daha hatır lamak pek mümkün olamıyordu.
CEMAL GÜRSEL ..VE BASIN MENSUPLAR]
TURK FİKİR
H A Y A T IN IN
BÜYÜK
KAYBI...
D EĞ İŞEN KAPAK
(Kapaktaki konıı)
B
öyle mi olmalı idi, böyle mİ olması lâzımdı? Suale, “ elbette ki ha yır.” diye cevap vermek çok kolay, ama doğruluğu da çok şüpheli.. Şu İhtiyar gök kubbe altında cereyan eden hâdiseler biz fanilerin arzusu na göre değil, İlâhi takdirin istika metinde inkişaf ediyordu. Bir defa daha aynı şey olmuştu. Bu. ne ilki ne de sonuncusu idi.“Düşünen Adam” ıh bu sayısında kapak konusu olarak büyük Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı yer ala caktı. Mecmua selâhiyettllerînfn ka ran böyle idi. Hattâ, kapak kompozis yonu bile yapılmış ve baskıya veril miş bulunuyordu. Ama, perşembe ge cesi saat 22.30 da gelen ve hiç bek lenmeyen bir acı haber karan bir an da değiştirdi.
Perşembe gecesi saat 22.30 a doğ ru, “ Son Havadis" gazetesinin tele fonu çaldığı zaman ahizeyi eline a- lan Selâhaddin Şar, kısa süren bir mükâlemeden sonra telefonu yerine bıraktı. Yüzünde hayretle karışık Uz gün bir ifade vardı. Nasıl olurdu ? Hiç beklenmiyordu ki.. Daha iki gün önce gazeteye gelmiş, kendine has ne zaketi ile herkesin ayrı ayn elini sık mış, yazı işleri müdürlüğü odasında kısa bir müddet oturmuş, hiç eksil men gelecekmiş gibi, gitmişti... Hal- “ Allahaısmarladık” diyerek, sanki he men gelecekmiş gibi, gitmilti... Hal buki telefondaki o titrek kadın sesi, Türk fikir ve san'at âleminin u- nutulmaz siması Peyami Safa’yı kay bettiğimiz haberini veriyordu. İnan mak güçtü, inanmak acı idi. Fakat, ■ölümle de şaka olmazdı ki... Hem, o mustarip ses hiç de şaka yapıyor»
benzemiyordu. Jlk telefonu daha baş ka telefonlar takib etti. Selâhaddin Şar o günkü Jşini bitirmiş, gazeteden ayrılmak üzere idi. Tabiî hiçbir yere gitmedi. Derhal Gökhan Evliyaoğduna telefon edip kara haberi bildirdi. Bir müddet cevap alamadı. Evliyaoğlu â- deta donup kalmıştı. Hâml eTzkan bir türlü inanmak istemiyor, “ iyi a- ma nasıl olur bu iş” diyordu. Yazık ki, olan olmuş, giden gitmişti. Yapı lacak bir şey yoktu.
* îki gün evvel gazeteye geldiği za man, Çiftehavuzlardaki yeğenine mi safir gideceğini bir hafta kadar kal mak niyetinde olduğunu, bu müddet zarfında biraz dinlenmek istediğini, yazı yazmayacağım söylemişti. B u dinlenmenin ebedi olacağını kim tah min edebilirdi ?
Sevenlerin daima hüzünle hatırla yacağı o perşembe gecesi, yemekten
En az 45 yıldanberl fikir ve sanat hayatımıza hizmet eden bir büyük zekâdan mahrum kalmıştık. Her tür lü riyamın her türlü yapmacığın üs tündeki ıstırabınızla başbaşa idik. Ama, merhum üstadımıza karşı va zifelerimiz vardı ve bu vazifeler hiç şüphesiz ömürler boyu devam ede cekti. İntizamsızlıktan kurtulamaya cak, düşüncelerimizi istediğimiz gibi söyleyemiyeceğiz. Daha iyilerini da ha soğukkanlı olabileceğimiz, daha metodlu çalışabileceğimiz , günlere bırakarak, şimdilik, bir büyük haya tın kısa hikâyesini vermek mevkiin deyiz. Nesillerin ibret alması gere ken bir hikâyedir bu...
ÇİLELİ BÎR HAYAT
jstanbul... 1899 yılı.. Tanınmış şair MERHUM PEYAMİ SAFA’NIN CÇ.NAZE MERASİMİNDEN BİR SAFHA
DÜŞÜNEN ADAM ■ Z1 H AZİRAN 1961
Zaten zayıf olan bünyesinin böyle bir
hastalığa tahammül edemiyeceği sa nıldı. ölümünün beklendiği bile oldu, ama yaşadı. 13 yaşında hayatını ka zanmak zarureti ile karşı karşıya kal dı. Bir tarafta hastalık, diğer taraf ta geçim kaygusu... Bu iki âmil Pe- yami Safa’nm klâsik tahsilini yapa mamasının izahıdır. Henüz 13 yaşın da, bir çoklarının ana kucağından ay rılmadığı, sokaklarda çelik - çomak oynadığı bir çağda, hayatının 62 yıl devam edecek yükünü omuzlamağa hazırlanıyordu. İstifade etmesini be cerebilenler için mekteplerin en mü kemmeli sayılabilecek olan “ Hayat Üniversitesi” ne girdi ve herhalde, en parlak derece ile mezun oldu. îş ara mağa başladı. Birinci Dünya Harbi kopmuştu. Cemiyetimiz en buhranlı günlerini yaşıyordu. Yaşı ve cüssesi küçük, ama zekâsı ve azmi büyük Peyami günlerden bir gün Posta - Telgraf Nezaretine müracaat etti, “ iş verin bana, çalışmak istiyorum” dedi. Acınacak bir halde idi. Ayakla rında delik pabuçlar, üzerinde eski bir elbise vardı. Nezaretin ileri gelen leri bu yaşta bir çocuğun çalışmak arzusunu hem hayretle karşılamış lar, hem de takdir etmişlerdi, “ filan gün imtihan olacakı kazanırsan alı rız” dediler. İmtihana girdi ve haya tının diğer bütün imtihanlarında ol duğu gibi, bu ilk imtihanı büyük bir başarı ile kazandı. Mümeyyizler küçük Peyami’nin anlatış kudretine ve ifade düzgünlüğüne hayran olmuş lardı.
Posta - Telgraf Nezaretindeki me muriyeti pek devam etmedi. Kısa bir müddet sonra öğretmenliğe başladı, Birinci Dünya Harbinin ortalanndj CENAZE NAMAZINDA BÜYÜK BİR KALABALIK BULUNUYORDU
sonra otururlarken birdenbire bir öle sürük tufanı başlamış... Ağzından bi raz kan gelmiş, kanı görünce “ işte bu fena” demiş, tas istemiş, tas kan la dolmuş've her şey iki-üç dakika i- çinde bitmişti. Bir ufacık vücut ve bir büyük kafa 62 yıllık macerası nı böylece tamamlamış ve hakkm rahmetine kavuşmuş oluyordu. Ye ğeninin “ Recep Beyi çağıralım” de yişine başıyla verdiği müsbet işaret hayatiyetinin son tezahürü idi. Yakın dostu Dr. Recep Doksatın verdiği i- zahata göre, son zamanlarda sesi sık sık kısılıyordu. Bir tümörden şüphe edilmişti. Bütün hekimler seferber olmuşlar, fakat henüz muayeneler bi le tamamlanmamıştı, "iyi ki tamam lanmadı. Ya vahim bir teşhis tahak kuk etseydi ? O, en az bir hekim ka dar tıbbı bilen bilgi hâzinesi ve her İhtimali mıncıklayan araştırıcı zekâsı ile hastalığım kimbilir nasıl yaşar d ı? ” demekten kendini alamıyordu Dr. Doksat.
lerden İsmail Safa ile Server Be- dia Hanımın bir erkek çocukları dün yaya gelmiş, adını “Peyami” koy muşlardı. Zayıf, çelimsiz bir bünye si vardı. Henüz iki yaşında iken ha yatının ilk talihsizliğine uğradı. Si vas’a nefyedilmiş bulunan babasını kaybetti. 10 ay sonra da kardeşini, Kısa bir fasılayla hem kocasını, hem de evlâdını kaybeden bir kadının hiç kırıkları küçük Peyami’nin ninnisi oldu. Bu derece menfi şartlar altın da bünyesi lâyıkı ile gelişemedi. Y e teri kadar kuvvetlenemedi. 9 yaşın da iken mühim bir hastalık geçirdi.
( t t I t i * I t t i ; i i i
!
ORDU, MUHAFAZAKARLAR VE MIJRTECİLER O
ER millet inkılâbım kendine "bre ya [ K ir .
Tiirkler asker bir millettir. İnkılâplarını Ordu yapmıştır ve ASKERCE yapmıştır. 1908 meşrutiyet inkılâbı, 1923 Cumhuriyet inkılâbı, 1960 Milliyet ve Hürriyet inkılâbı Ordunun eserleridir.
Her memlekette ordu muhafazakârdır. Çünkü, evvelâ vatanı muhafaza eder ve onunla birlikte mil letin bütün tarihini, bütün canlı geleneklerini, kül tür hâzinesini ve manevi değerlerini muhafaza etti ğinin yüksek şuuruna sahiptir. Fakat bu şuur onun inkılâpçılık ruhunu dondurmaz, bilâkis tarih kökle rine bağlar, yaratıcılık hamlesini hızlandırır.
Sathî bir bakışa mütenakız görünen bu iki va. sıf, muhafazakârlık inkılâpçılık birbirinin tamamla yıcısıdır. Her canlı vat lık, var olabilmek İçin hem kendi özüne sadık kalmaya, hem de değişmeye malı, kûmdur. Büyük milletlerin hepsi, aynı zamanda mu. hafazak;r ve inkılâpçıdırlar. Başta İngiltere, A l manya, hemen bütün Avrupa.
Mürteci, muhafazakârın soysuzlaşmış tipidir. Geç mişi geleceğe bağlıyan köprüyü geçmek İstemez, oııa arkasını döner ve zamanın tek buudu içinde kakılıp kalır. Muhafazakâr bu köprüyü kurar ve üstünden geçer. Bir ayağı geçmişte olmayan bir köprünün ge leceğe kunılnmıyaeağını bilir. Zengin bir tarih şu uruna sahiptir, geleceğin geçmişten doğduğunu bilir, geçmişle ilgisini kesen devrimbazdan ayrılır. Devrimci değildir, inkılâpçıdır. Devirmez, yaratır, geçmişin temelleri üzerine geleeeğin çatısını kurar. Bu temellerden mahrum devrimler yıkılmaya mah kûmdur, geçmişe sırtını çeviren devrimbazla geleceğe sırtını çeviren mürteci, zillin yapısı bakımından, ay nı adamdır, zamanın üç buudunıı kayrıyamaz, için, de yaşadığı hâlin öncesiyle sonrası arasındaki miiııa. sebetin İdraksizliği içindedir.
Zamanın üç buudumı kavrıyan muhafazakâr,
Peyaıııi SAFA
milletinin ruhu gibi, ebedilik plâmndadır. Düşüncesi, mürteciinki gibi yalnız geçmişe, devrünbazmki gibi yalnız geçiciye saplı değildir. Ebediliğin prensipleri ne, olmuş olania olacak olanın arasındaki »onsuz münasebetin idrakine bağlıdır.
Her inküâp, yıkıcı olduğu nisbette yapıcı olduğu için, dünden aldığını yarına ödemek zorundadır. Bu borcu ödemeden tarihin sahnesinden çekilemez. Yal. nız yıkmakla kalan ve tarihe borcunu ödemekten kaçan bir inkılâp yarım kalmıştır ve onu tamamlı, yacak bir yeni inkılâba gebedir. Mefhum kalıpları içinde kalan, bunları doldurmayan, kelimeci inkılâp, lar, sözde inkılâplardır. Romantiktirler, hayal, dilek, nümayiş ve nutuk safhasında kalırlar. Romantik devreden realist devreye, imha safhasından İnşa saf hasına geçemezler. Yıkanlar yapmak ödevini üzerle rine almışlardır.
Bu, yalnız dileklere yasa şekil veren hukuki bir inşa değildir. Topyekûn bir devleti temelinden çatı sına kadar kuran bir madde ve mânâ yapısıdır. Şa irin ve hukukçunun kifayetsiz ellerine bırakılamaz- Bütün tarih ve manevi değer hâzinesiyle, bütün mül ki ve idari teşkilât bünyesiyle bütün dinî, ahlâki ve millî temelleriyle toptan bir İnşadır.
1960 İnkılâbı yıkmaktaki dehasını yapmakta da göstermeye davetlidir.
Herkes kabul eder ki, İkincisi birincisi kadar sü ratle gerçekleştirilemez. İnşası gereken bina bir ge. ce kondu devleti değildir. Yalnız plânı üzerinde bile, inkılâp mimarlariyle bütün Türk düşünürlerinin uzun işbirliği şarttır. Dâva muazzam bir hareketi bir iki siyasi partiye acele devir ve teslim etmek değildir. Dâva Türkiye'nin yeniden inşasıdır.
★ Üstadın neşredilmemiş son makalesi.
I
öğretmen olarak ilk derslerini veren Peyami’nin yaşı sadece 15 di. O yıl larda terbiye, psikoloji ve felsefeye merak sardı. Hemen ilâve edilmeli ki, bu merak romantik temayüllerin neticesi olarak doğmamış, tamamiy- le hayatî zaruretlerin eseri olarak ortaya çıkmıştı. ıs yaşın tecrübesiz liklerine, terbiye edilecek yerde ter biye etmek mecburiyetinde kalışın zorluklarına başka türlü karşı konu lamazdı. Gerek kendisi gerekse tale beleri için okuması, öğrenmesi ve tat bık etmesi lâzımdı. Öğretmenliği 4
yılı sürdü, jju müddet zarfında hem kendine hem de öğrencilerine bir reh ber olacak şekilde yasadı.
En yakınının, muhterem zevcesi Nebahat Peyami Safa’nın naklettiği bir hâtıradır: Rahmetli llstâd Boğaz içindeki bir mektepte öğretmenlik yaparken, boş zamanlarının bir kıs mında yüksekçe bir bayıra tırmanır, sonra da kendini bırakıp yuvarlanma ğa başlarmış. Bir giin ne yaptığını soran bir meraklıya: “ H iç" demiş
ONDÜRT
“ Seciyemi terbiye ediyorum” . Seci yeyi terbiye etmek! Eğer insanları mızın, hiç değilse başkalarına rehber olmak hevesine kapılanları seciyele rini tdrbiye etmek lüzumunu duysa- lardı en mühim dâvalarımızdan biri ni halletmiş olurduk. Peyami Safa’ - nın anlatmağa en çok gayret ettiği hususlardan biride bu idi.
Öğretmenlik yıllarının İntibaları muhtelif eserlerinde yer aldı. Bilhas sa, mütareke devrinin acılıklarını anlatan "biz insanlar” romanının kahramanı olan genç öğretmene 'Peyami’nin tâ kendisi” demek yan lış bir teşhis sayılamazdı. Yılların daha çok geliştireceği, daha çok ay dınlatacağı bazı, meseleler ilk defa bu romanında görüldü.
KALEMİ İLE BAŞBAŞA
raeyami Safa 1918 yılında öğretmen * likten ayrıldı ve hayatının son günlerine kadar a3lâ terketmeyecefi kalemi ile başbaşa kaldı. Yazı haya tının İlk tecrübelerini edebiyat saha
sında yapıyordu. Bu konuya karşı mı rak ve alâkası 9 yaşında iken başla mıştı. 13 yaşında yazdığı "Eski Dost” isimli ilk çocukluk romanının müsved delerini hâlâ sakladığını söylerdi.
19 yaşında, kardeşinin de teşviki ile, öğretmenlik hayatından matbu ata geçti. “ Yirminci Asır” adında bir akşam gazetesi çıkarmağa başlamış lardı. Orada, “ Asrın Hikâyeleri" baş lığı altında, ilk otuz kırk tanesi im zasız ve tamamiyle halk için gazete hikâyeleri yazıyordu. O hikâyeler halk arasında üstâdın daima hayret ettiği bir muvaffakiyet kazanmışlar dı. Edebiyat çevreleri tarafından da hararetle teşvik ediliyor, imzasını at ması isteniyordu. Meselâ Yakup Kad fi “ Bize bir üslûp getirdin” diyor, Yahya Kemal Beyatlı “ İsmail Safa' nın en güzel eseri Peyami’dir" di yordu. İşte o günlerden itibaren yaz mağa koyuldu, mütemadiyen yazdı, öy le bir çalışma gücü, o zayıf vücu dun öylesine dev bir enerjisi vardı ki, tasavvuru bile güçtü. Çalışma şartla DÜŞÜNEN ADAM - 21 HAZİRAN 1961
rı, son birkaç yılı müstesna, daima berbattı. Hiç bir zaman tam bir hu zura, refaha ve emniyete kavuşama dı. 12 yıllık yazı hayatında istirahat
edebildiği günler pek az oldu. Sade ce kalemi ile geçinmek mecburiyetin de idi. Hayatı boyunca, memleketimi zin şartları zaviyesinden düşünüldü ğü vakit, hayli hazin görünen bu mec buriyetin icaplarına tam bir sadakat le bağlı kaldı. Neler yazmadı ki... Ro manlar, hikâyeler, içtimai ilimlerle ilgili eserler, Biyografiler, deneme ler, bütün yükünü omuzlarında taşı dığı mecmualar, sonra fıkralar, ma kaleler. Bâbıâlinin belli başlı bütün gazete ve mecmualarına emeği geç mişti. Piyes bile yazdı.
Eserlerinin tam sayısmı kendisi da hi bilmiyordu. Sadece kitap haline getirilmiş olanları üçyüze yakındı. Bu rakkamın kâğıt üzerine yazılma sı kolaydı ama, nasıl bir emeğin, na sıl bir enerjinin mahsulleri olduğunu düşünmek lâzımdı. O kitapların yal nızca kopya edilmelerini isteseniz bu gün çalımlarından geçilmeyen bir çok babayiğitler, hiç şüphe etmeyiniz ki, . saklanacak delik ararlardı. Bu nıuaz zam çalışma rahmetli üstada ne te min etmişti, 42 yıllık gazetecilik ha yatında ne kazanmış, yüzlerce cilt lik eserlerinden acaba kaç para al mıştı. B öyle bir suale verilecek ce vap kocaman bir “hiç" di. En iyim ser bir ifade ile, kimseye muhtaç ol madan yaşayabildiğini söylemek bel ki mümkündü. Hepsi bu kadar. Bir kütüphaneyi tek başına doldurabi lecek sayıdaki eserleri O’na servet namına, “ mal" namına hiçbir şey getirmedi. Bu bakımdan, Ahmet Ka- baklı’nın pek haklı olarak ifade et tiği gibi, “ Çelik kasaların üstüne çı kıp; "Sosyalizm" nutukları çekerek O’na “ menfaatçi” damgası vuranla ra" verilecek en uygun sıfat elbet- teki kocaman bir “yalancı" idi. Şu köhne Bâbıâlinin gazete sahibi ve ki tapçı Unvanları ile dolaşan patronla rından bir çoğu, eğer Peyami’nin sır tından kazandıklarının onda birini kendisine verselerdi malı da olurdu, mülkü de... Lâkin O bir madde ada mı değildi, menfaatinin hizmetkârı o- lamıyordu, Şayet istese idi, O engin zekâsı ve düşmanlarının üzerine yıl dırımlar yağdıran o kıvrak uslûbu i- le "Emek"in müdafaasını öyle bir yapardı ki, “ Sosyalist" etiketli bâ zı malûm patronların ağızları açık kalırdı. Bu usulle, üstelik zengin de olurdu. Yapmadı, yapamazdı ki... Bir gün, umumiyetle unutulmuş görünen hakikat sevgisi gönüllere avdet eder de hâdiselerin tarafsız bir muhasebe ei mümkün olursa, söylenecek çok söz vardı.
MÜCAHİT PEYAMİ