• Sonuç bulunamadı

[Munis Faik Ozansoy'a ait çeşitli şiirler]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "[Munis Faik Ozansoy'a ait çeşitli şiirler]"

Copied!
57
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

S E Ç M E Ş İ İ - E L E E :

SİĞIRLÎ

değnek

Soydan tevarüs etliğim üç parça serveti

Bitme« hazineler gibi müsrifçe haramdım;

Keyfımce bir hayâl il« örtüp hakikat1

’,

Yalnız şiir diyarını gezdim adına adına.

Kaybettim artık ah o sihirbaz asâsını,

Kayboldu pembe gösteren esrarlı gözlüğüm*

Bir perde kaplamış gibi ömrün semasını,

M&r şey dumanlı, gölgeli... Yollar düğüm düğürr

Yollar düğüm düğüm... Hani mektepte haylazs

Meçhulü vaadedtn, çağıran, zorlayan, çeken,

Yollar ne oldu? Başka buutlar değişmeden

Onlar ©asıl daraldı, nasıl döndü çıkmaza?

Bir şey değişmeden bu nasıl oldu soy]iyensem :

Kayboldu pembe gözlüğüm, esrarlı değneğim!.

(2)

C y t h è r e ’ e Bir Y o l c u l u k

Yüreğim, bir kuş gibi, cıvıl - cıvıl, başı boş,

Süzülmüş, uçuyordu çarmıhların yanında; İlerliyordu gemi, bulutsuz gök alt'nda,

Pırıl - pm l güneşten, bir melek gibi, sarhoş. Neresi bu kapkara, bu hüzün yüklü ada? Diyorlar: Şarkılarda ün salan Cythère’dir bu. O yaşlı bekârların bayağı hayâl yurdu, Ama, bakın, sonunda yoksul kalmış bir kara. — Sen, gönül şenlikleri, tatlı sırlar adası! Haşmetli hayâleti eski çağ Venüs’ünün, Koku gibi yayılır denizlerine bütün, Doldurur hep sevgiyle, baygınlıkla ruhları. Her yanın çiçek dolu, yemyeşil mersinlerin, Her çağ. sana tapardı uluslar, güzel Ada, Sanki gül bahçesisin, yayılır toprağında, Tütsü gibi, ahları sevdalı gönüllerin, Bir yaban güvercinin dinmez ötüşü gibi. — Cythère, artık, en çorak bir topraktı dünyada, Ürperen bir taş çölü, acılı çığlıklarla.

Fakat gözümde tuhaf bir karaltı belirdi! Ağaç gölgelerinde bir mâbet değildi bu, Çiçeğe tutkun o genç rahibenin gez-diği

Geçici meltemlere açıp da eteğini, ,

Tutuşarak sır yüklü alevlerle vücudu. Ve işte geçiyorkeıı kıyının tam yanından, Ak yelkenlerimizle ürküterek kuşları, Gördük ki o karaltı, üç kollu darağacı Kara rengiyle, gökten, selvi gibi ayrılan. Tünemiş, vahşî kuşlar avlarının üstüne, Yaşlı bir asılmışı hırsla paralıyordu, Murdar gagalarını ok gibi saplıyordu, Delik - deş’k cesedin kanayan her yerine;

Gözler iki delikti, ve ağır bağırsaklar, Akmıştı kalçalara, içe göçmüş karından. Ceilâdlar, tıka - basa iğrenç tadlara doyan, Onu gagalayarak nasıl da budamışlar.

Ve dibinde, bir sürü dört ayaklı hayvan var, Döner - dolaşır, kıskanç, burunları havada; Hepsinin en irisi, cellâd gibi, ortada,

Telâşlı, ve çepçevre etrafında yamaklar. Güzel göğün çocuğu, sen Cythere’in insanı, Bir cezas'ymış gibi alçak inançlarının Ve kabri sana yasak eden günâhlarının,

Katlanır sövgülere, açmazdın hiç ağzım. Gülünç ölü, çektiğin bu acılar benimdir! Görünce sağa-sola sallanan her yerini, Tâ dişlerime kadar bir kusmuk gibi geldi, Eski acılarımın safrasından bir nehir. Karşında, anısını aziz bildiğim insan. Duydum gagalarını delici kargaların Bütün çenelerini o kapkara parsların, Bir zamanlar, etimi doymadan parçalayan. — Gökyüzü ne güzeldi, ve deniz tam süt - liman; Ama gözümde artık, her şey kara, kanlıydı. Yazık! Kalın b*r kefen sarmıştı her yanımı, Yüreğim gömülmüştü bu benzerliğe o ân. Venüs! Ayakta duran tek şey senin adanda, Sembolik bir sehpaydı, asılan da hayalim.. Ne olur! Bana kuvvet, cesaret ver, ey Rabbim! Tiksinmeden bakayım, kalbime, vücuduma!

C H A R L E S B A U D E L A I R E ( M. F. Ozansoy - M. Sezgin )

(3)

D İ V A N Y O L U N D A

O şuhun ismini duyduktu pek yaman diyerek

Gönül, kemendine bir düşmesin aman diyerek, Görünce hüsnünü lâkin değişti reylerimiz Cefaya razıyız olsun bizim heman diyerek. Beyan-ı vasfına her gün kasideler yazdık Gözün üzüm, yanağın gül, kaşın keman diyerek. Bütün bir ömrü tükettik de intizarında

Sonunda aşka veda ettik el’aman diyerek. Bugün de, Munis, avunmaktayız hayaliyle Bir öyle âfeti sevdikti bir zaman diyerek

Zahidlerin nasihati pek câhilânedir, Tiryaki olmayan bilemez müptelâ nedir. Görmez açın alıştığı rüyayı tok yatan, Bilmez suyun başındakiler Kerbelâ nedir. Bir şey değil bu derd i maişet, bu hay u huy, Bir bîvefa belâlıya düş gör belâ nedir.

Hep sildi mavinin, yeşilin bende sihrini Gördüm onun gözünde efendim elâ nedir.

Hiç bir devirde bulmadı hakkıyle itibar, Munis, hayal ü ş î’re bu kör iptilâ nedir.

Munis Faik Ozansoy, yeni

tarz şiirleri’nin yanında, zaman

zaman Divan şairlerimizin dili

ve üslûbuyla gazeller de yaz­

maktadır. Şairin, “Divân Yolun­ da” adlı bir kitapta toplamaya karar verdiği bu gazellerden iki­ sini bu sayımızda yayınlıyoruz. Gelecek sayılarımızda aynı şiir­ lerden örnekler vermeye devam edeceğiz.

M, F . Ozansoy

(4)

-K a d e r

Ç i z g i m i z

Gelişin maksadı yoktur, gidişin mantığı yok; Gök sağır, Tanrının insanlara aldırdığı yok; Yaratıp sonra bırakmış kaderin rüzgârına. Bir küçük hatıra kalsın diye dünden yarına Bu ölüm yolcusu insan çalışır çırpınarak, Hîç düşünmez ki kalan bir kuru addır ancak, Ve yaşar bir süre kalplerde soluk hatırası... O hayat sandığımız şey, iki yokluk arası.

Gelişin maksadı yoktur, gidişin mantığı yok, Gök sağır, Tanrının isyanlara aldırdığı yok.

TT'$*l 30^*5

Tülây Arıcı

M U N İ S

F A İ K

O Z A N S O Y

(5)

n

inan

üjoluncla.

G A Z E L L E R

Bence her şeyde biraz şiir ile hülya bulunur, Hepsi bir ömre bedel bir sürü sevda bulunur.

Günlerin böyle sıkıntıyla geçip gitse bile, Gece keyfince olan bir nice rûyâ bulunur.

Ömr-i fânisi cehennemde geçen kullara da Vâd i cennetle gülen bir yeni dünyâ bulunur.

Kaderin bakma üzüntüyle somurtkan yüzüne, Onu bir güldürecek çâre pekâlâ bulunur.

Munis içlenme giden sevgilinin ardından, Her zaman sen gibi Mecnun'lara Leylâ bulunur.

I!

Sanma herkes sana ömrünce birer yâr olacak, Dost olanlar bile gün geldi mi ağyâr olacak.

Para bir gaye değil sadece bir vasıtadır, Nice insanları ölçerken o miyâr olacak.

Dostluk et, yardıma koş herkese her fırsatta; Çünkü dünyada bu yaptıklarımız kâr olacak.

Karşılık bekleme hiç, belki teşekkür yerine Onların yaptığı şey, yardımı inkâr olacak.

Sayının kıymeti yok Munis için dünyada,

Yetişir haşre kadar sen gibi bir yâr olacak. Cavidan Y. Erten

(6)

Veda ederken :

MEKTEBİM İÇİN

Muhterem müdürümüz Fethi Beyefendiye

Ey koskoca bir âlem olan terbiye yurdu,

Müşfik kucağın feyzimizin membaı oldu!

Yıllarca senin sayene girdik te barındık,

Koynunda taassuptan uzak, ilme yakındık!

Gafletten uyandık o belâgatli sesinle,

G el şimdi de sen bizdeki ilhamını dinle:

H er dalgası bir cehli ezen bahrımuhitsin,

Ahengini rüzgâr da gelip bizden işitsin..

Coşkunluğunun bizde birer katresi vardır.

Ufkunda ümidin sesi, hakkın sesi vardır!

Cephen koca bir set gibidir, cehle çekilmiş,

Nurun da dimağlardaki zülmetleri silmiş!

Koynun yeni bir devri, ve bir nesli

kucaklar!...

En gizli yerin bizce birer hatıra saklar...

Bahçende bütün ömrümüzün gölgesi

vardır,

Pek neş’ eli günler ki bugün hatıralardır...

İrfana dikilmiş koca bir âbidesin sen,

H ep namütenahilığe nâzır ulu cephen,

İsyanı yener, cehli ezer, lâkin ezilmez!

Aşkın bize, bir din gibi, kudsî ve muazzez;

Cephen bize bir kıble v e bir kâbe

demektir.

Bir kâbe ki her an onu takdis edecektir,

Evlâtlarının kalbi uzaktan bile hissen-

Vicdanımızın, ruhumuzun mâbedisin sen!

G a la ta s a r a y :

16

Mayıs 932

Munis Fâik

(7)

T O P R A K

K A R A

Fikret'in hakkı var: insan olamaz topraktan, Yiyemez kendi öz evlâdım en hissiz ana. Korkar oldum sana toprak diyerek bakmaktan, Takılır gözlerim en fazla çamurdan yanına!

O siyah çehreni bin renge boyatman boşuna, Gizlemez şendeki çirkinliği uydurma süsün; Sırıtır, hangi kıyafetle görünsen de bana, O mezarlar ve mezarlarla delinmiş göğsün.

W

Mehmet Aslan

M

U

N

İ

S

F A İ K

O Z A N S O Y

(8)

T T - 5 / J ö ^

î S T A N B U L

İs ta n b u l’ u andıza yine h a s re tle uzaktan,

İ k s i r i n i içm iş g ib i aşkın o dudaktan

Canlandı, bütün ş e k li ve r e n g iy le beraber,

On beş senenin bende uyuşturduğu ş e y le r ,

Y a z .. R en k ler, ı ş ı k l a r saçan a l t ı n g ib i b ir y a z,

Yaz g e ld i mi insan n a s ıl İs ta n b u l’ u anmaz i

Rüyama g i r e r k o y la r ı, ç a m lık la rı y er y e r . .

Yorgun başım onlardaki rü zg â rla s e r in le r .

Lâkin o ne y a ln ız korudur, dağ ve d e n iz d ir ,

H epsiyle beraber yaşayan g e n ç liğ im iz d ir .

Her semti b ir aşkın doludur h â t ı r a s i y l e ,

Birgün A d alar'd an doğan â te ş , s ır a s iy le ,

Pendik’ t e , E ren köy'de, Emirgan'da yanar da,

evsim le beraber söner, en sonra, S u lar’ da.

Y a z .. R en k ler, ı ş ı k la r saçan a l t ı n g ib i b ir y a z ,

Yaz g e ld i mi insan n a s ıl İsta n b u l'u anmaz ?

(9)

T) i (’an

( j ohm J a

G A Z E L L E R

I

Bir misli yok güzel ki ne hoş yal ü bâli var?

Bazan çocukca neş’esi, bazan melali var.

Gelmek değil selâmını bazan esirgiyor,

Bazan da vâdeder gibi imalı hâli var.

Günlerce, haftalarca ve aylarca beklenir?

Madem ki en sonunda visal ihtimâli var.

Usşaka böyle cevr ti cefadan sakınmalı,

Vallahi âhirette bunun çok vebâli var.

Bir böyle âfet aldı Nedim’in de aklını,

Divanda böyle vakaların çok misâli var.

II

Üstad

elinde şi’ri kadim bîbahânedir.

Dâhi sayılmıyorsa Fuzulî, deha nedir?

Bir göz yumup açınca geçen ömr içindeyiz

Hiç sorma iptida ne imiş, intihâ nedir?

Kâşâneler hayali kuran şairin evi

En pis kenar mahallede bir köhne hânedir.

Aldırma vezn ii şekline, tarz ı beyanına

Maksat şiir, kaside, gazel bir bahânedir.

Munis, arûzu Türkçeye râmetti san’atın

V ^ d ii şı’ri zaptedişin fâtihânedir.

(10)

İ T - Ç/sJ’jp

S

Mevlânâ’ya mükerrer gazel

Dervişiz, istemeyiz başkaca Unvan, paye,

Mür’ id olmak ne şeref Hazret-i Mevlânâ’ye,

Âşıkam dönmeye âmâde, sabırsızlanıyor,

Naat’ı Itri dile gelsin hadi emret nây’a.

Yıkayıp raks ile vicdanımızın kirlerini

Maddeden sıyrılarak kalbolalım mânâya.

Gece gündüz demeyip zikredelim ism-i Celâl,

Dönerek yükselelim Dârgeh-i Mevlâya.

Mûnisâ vakfederek aşk-ı İlâhiye bütün nefsimizi,

Sâlik olduk ebedi meşneb-i Mevlânâya.

Munis F aik Ozansoy

(11)

---S İH İR L İ DEĞNEK

Soydun tevarüs ettiğim üç parça serveti Bitmez hazineler yibi müsrifçe harcadım; Keyfimee bir hayâl ile örtüp hakikati. Yalnız şiir diyarını gezdim adım adım. Kaybettim artık ah o sihirbaz asasını, Kayboldu pembe gösteren esrarlı gözlüğüm. Bir perde kaplamış gibi ömrün semasını, Her şey dumanlı, gölgeli... Yollar düğüm düğüm Yollar düğüm düğüm... Ilani mekteple haylaza, Meçhulü vaadeden, çağıran, zorlayan, çeken, Yollar ne oldu? Başka buutlar değişmeden j

Onlar nasıl daraldı, nasıl döndii çıkmaza? Bir şey değişmeden bu nasıl oldu söyleyim: Kayboldu pembe gözlüğüm, esrarlı değneğim!

(12)

DEĞİŞEN D Ü N Y A

Değişti yaşamanın mantığı Tabiat eski tabiat değil, Birşey yok giderken bıraktığı, Gün sanki yirmi dört saat değil.

Yürüdükçe uzamıyor yollar, Yassılmış gibi yer yuvarlağı, Arkamdan bir çelme atan mı var? Kim kurdu yoluma bu tuzağı?

Kim gerdi düşlerimi çarmıha, Ayağımı yere mıhlayan kim? Diyeceklerim bitmedi daha, Peki, niçin tutuluyor dilim?

Dünyamızın dengesi bozuldu: Gün artık yirmi dört saat değil, Zaman, o düşler, umutlar boyu, Keyfimce koşturduğum at değil.

(13)

:t k

s O İ M P E R D E

Munis Faik OZANSOY

Dünyayı renkli camların ardında seyredip,

“ Versem, dedin, şu âleme keyfimce bir şekil„

Sandın elindedir ona hâkim sihirli ip,

En sonra anladın ki hakikat masal değil.

Ey yeryüzünde serveti yalnız hayâl olan

Şair I bu varlığın bile var başka sahibi

Tertipli bir oyun mu ki, karşında oynanan,

Çıksın sonuncu perde hayâl ettiğin gibi?

(14)

Bir kurbağanın matemi...

Bir küçük kurbağa, tahrirli yeşil güzlerini

Akşamın sanki uyuklar gibi — mahmur ve yeni Kararan ufkuna dikmiş; mütehayyil, dalgın; Susuyor... Sazla, yeşil otla muhat bir batağın, Ağlıyan bir söğüdün gölgesi vurmuş suyuna Bakmıyor hiç.. İri tahrirli yeşil gözlerinin

İÇİ yaşlarla kararmış gibi solgun ve derin..

Bu elem tavrunu akşam mı - dedim - verdi ona?,

*

*

%

Duyarak yesini kalbinde hazan akşamının, iri göz yaşları dolmuş kararan gözlerine; Bakıyor ufka, solan renklere dalgın, dalgın, Dinliyor rüzgârı, etrâfı derinden derine.. Sanki gölgelerde gezen gözleri bir şeyler arar; Bu küçük kurbağanın bence bugün matemi var.,

tıpkı bir mateme ağlar gibi dalgın, mahzun... Tıpkı bir mateme ağlar gibi.,. A h bilmem ki Bu küçük kurbağanın var mı biraz idrâki? Var mı kalbinde keder yerleri? Yahut bir uzun Ve güzel hatıranın hasreti ? Yahut meselâ : Eşinin ölmesi?.. Vaktile her akşam buraya Gelerek karşılıyorken onu “vak!, vak!.” larla; Simdi yollarda duran sade yosun taş ve kaya.

* * *

Issız akşamdaki yalnızlığı duymuş ta yine A ğlıyor gözleri tahrirli elâ sevdiğine... [1]

Bursa: 1930

Munis Fâik

(15)

ARUZLA HASBIHAL

Babamın matemiyle aylarken

-Artık sesimde nağme değil, hıçkırık ara, Ufkum daraldı, benliğimin umku kapkara Bir boşluk ortasında ve yokluk içindeyim, Yok yeryüzüyle bağlılığım., göçtü desteğim. Bigâneyim doğan aya, yahut batan güne, İnsanlar ortasında fakat yalnızım yine. Günler ve haftalar geçiyor., geçmiyor zaman, Arkamda simsiyah gece, karşımda bir duman. Günler dağıtmıyor bu muazzam karanlığı, Sarsıldı yeryuvarlağınm sanki mantığı. Gezmekteyim sokakları bir derbeder gibi, Ezberlenen fiilleri tekrar eder gibi

Yalnız ayaklarım yürüyor., dizlerim çözük, Mafsallarım kilitli, omuzbaşlarım çökük.. Beynim siyah düşüncelerin gizli mahşeri, Karşımda son bakışları, avcumda elleri... Tanrım, nasıl söner o bakışlar, o ses, o nûr ? Onlar söner de yeryüzü hâlâ nasıl durur? — Hâlâ nasıl durur, deme, bak göçtü sırtına, Gök kubbesiyle, bir gece, dünya denen bina; Herşeyde bir çöküntü, hayır bir yıkıntı var, Onsuz kalan bu ev gibi mâtemli sonbahar... Elbet senin de tellerin incindi, ey arûz, 3iz şimdi aynı derd ile birden vurulmuşuz. Birlikte öksüsüz... Hani, öz şâirin hani ? Artık - ilel’ebet - yazacak yok kasideni. Essiz müdafiin, ebedî âşıkmdı o,

Metrûk iken de sen, sana en çok yakındı o. Artık neden sesin acı, veznin kırık deme, Birlikte şimdi ağlıyalını gel, bu mateme.

(16)

M u n i s F a i k O z a n s o y ’u n

Y a y ı n l a n m a m ı ş İki Ş a r k ı s ı

ı

Ne olmuş ansızın Cem meclisinde; Kadehler boş, gönüller hep şikeste. Perişan yerde güiier deste deste Bu ahbâbm kabahat hangisinde?

Kadeh, baktım şarab-ı lâle teşne, Gönül bir hoş nazar bekler güzelden. Bütün arzuların imkânı varken,

Bu dünyayı saran sönmez ateş ne?

Günlerce nazarlardan uzak yer aramış da, En sonra buluşmuştuk o akşam Kalamış’da. Ben duygumu anlatmak için söz bulamazken, İlk aşkımı sezmişti o bir gizli bakışda.

Bir hâtıradır, geçmişe ait, unutulmaz; Rüya gibi bir şeydi, bugün yâdı da bir haz, Yaş yirmi, gurup vakti ve mevsim daha ilk yaz, Sandalla dolaşmıştık o akşam Kaiamış’da

Bundan bir y ıl önce (30 M a r t 1975’te ) k a y b e tt i­ ğim iz Munis Faik Ozansoy, amcası Süleyman N a z if'in doğumunun 100. y ılın da M illî Kütüp- hane'de yapılan bir toplan tıda konuşurken.

(17)

S O N

N E F E S

Tanrım, yıllarca yakardım

Sana, ellerim havada; Her şeyde Seni arardım, Bulmak mümkün olmasa da!

Seni göklerde gözlerken Yerde bulduğum çok oldu; Karanlıkta kaldım derken, Işığın ufkuma doldu.

Sonra caydım aramaktan, Gördüm ki sen içimdesin; Gözüme, gönlüme dolan Her renkte, her biçimdesin!

Yüce rahmetinden aziz Hiç bir şey yoktur gözümde; Adın olacak, şüphesiz. Son nefesim, son sözüm de.

Makbule Necdet

(18)

Y O L L A R

Yine kuşlar, alev kanatlarla, Uçtular, uçtular o beldelere.. Ve bulutlar, sürülmüş atlarla, Koştular, koştular o beldelere.. Kuş, bulut., hepsi gittiler oraya, O ışık, gölge, neş’e beldesine, Suların çağlayan, akan sesine, Gittiler, hepsi gittiler oraya.. Ben bu gurbette beklerim., ve uzar, K ıvrılır, kaybolur gider yollar,

Sonsuz, âvâre, derbeder yollar...

(19)

" T T - 5> '5 O ? 5 "

Mevlânâ’ya mükerrer gazel

Dervişiz, istemeyiz başkaca iinvan, pâye,

Mür’ id olmak ne şeref Hazret-i Mevlânâ’ ye,

Âşıkam dönmeye âmâde, sabırsızlanıyor,

Naat’ı Itri dile gelsin hadi emret nây’a.

Yıkayıp raks ile vicdanımızın kirlerini

Maddeden sıyrılarak kalbolalım mânâya.

Gece gündüz demeyip zikredelim ism-i Celâl,

Dönerek yükselelim Dârgeh-i Mevlâya.

Mûnisâ vakfederek aşk-ı İlâhiye bütün nefsimizi,

Sâlik olduk ebedi meşneb-i Mevlânâya.

(20)

t t- f

i ş e r *

YOLCULUK

Birden nasıl giderse yayından çıkan bir ok, Kuşlar nasıl uçarsa ufuktan ufuklara, însan da öyle çıkmalıdır yolculuklara; Ayrılmak ıztırâbı ve dönmek azabı yok. Bir şey götürmeden, ne tahassüs ne hâtıra, Gitmek; uçar, kaçar gibi gitmek uzaklara.. M aksadi ı yolculukta ne tat var, ne bir büyü, Her gün uzakta bir yeni ufkun göründüğü Bir mâcerâ seyahati, meçhule yollanış, Mevsim, zaman gözetmiyerek yolda yaz ve kış. Birden nasıl giderse yayından çıkan bir ok, Kuşlar nasıl uçarsa ufuktan ufuklara, însan da öyle çıkmalıdır yolculuklara : Ayrılmak ıztırâbı ve dönmek azabı yok.

Munis Faik OZANSOY

(21)

T?- î? 3 a T f

ÇÖZÜLM E

(Picasso gibi)

Ellerim, ellerim ürkek ve ağır, Ellerim bir şey arar boşlukta... Gözlerim kör ve umutsuz bakınır, Işık onlarda karanlık nokta. İçi, sönmüş gibi, bomboş derimin; Omzumun ilgisi yok kollarla; Sanki boşlukta duran dizlerimin Bu ayaklarla, bu dar yollarla... Başta mânâsız olan beyni bırak, Yok vücûdumda lüzum kalbe bile. Ne güzel böyle bacaksız koşmak, Kör adımlarla, sakar ellerle!

(22)

Kerüdlo K@ m dİ

d

m e

Gölgem zemine düşse de göklerdedir başım, Hülya ufuklarında melekelerle yoldaşım! Yokken de yeryüzünde benim bir karış yerim,

Manen bütün bu mavi semalar benim!,, derim» Ruhum, dilerse, arşı da atlar hayal ile,

Hissen yakınlaşır bana hattâ sema bile, Azadeyim, zemine tenim bağlı olsa da,

. Yüksel!,, diyor hayalime her duyduğum şada» icap ederse mantıki saymam, sakatlarım, Hissimle beslenir ezelî itikatlarım!

Hürdür, nazarlarım gibi, kalbimde duygular, Hazan fakat düşüncemi bir şüphe burgular. Hürrüm inanmamakta o dinî yalanlara, imanı menfaatle alet kılanlara.

Ben herkesin tapındığı mabudu istemem, Vicdana bağlananlar için fazladır sanem,

/

His mâbedinde âbidim ancak ilâhıma, Vicdan verir =verirse* ceza her günahıma. Gönlüm düşürmek istemiyor dini mabede, Kalbimdedir Hûda da, Muhammet te, Kabe de!

1 Temmuz 932

(23)

Dans la chambre il faisait chaud comme un jour d’ été;

J’étais assez malade et ma mère restait

Au chevet de mon lit et ma main dans sa main.

Je lui ai dit tout bas : “ Si je pouvais demain

Sortir!... N ’est-ce pas qu’ il fait très chaud aujourd’ hui

Pour jouer au jardin, surtout?..,, A lors ma mère,

Dont les yeux exprimaient une tristesse amère

Depuis ma maladie, me regarda... Et puis

Dit doucment: - “ Il fait assez chaud ici, mais

Tu oublis que le poêle est encore allumé.

Il neige. Le jardin où un chat peureux rôde

Est tout couvert de neige qui, elle, n’est pas chaude.

Vois, toi - même, dehors quel mauvais temps il fait... „

* # *

J’ai regardé. Voyant qu’il neigeait en effet

J’ai dit avec regret et tristesse: “ que n ai - je

La force de sortir quand, au jardin, il neige!... ,,

Ma mère alors voyant des larmes à mes yeux

M ’a dit: “ ne pleure pas, mais regarde les cieux;

Ouvre tes mains et dit: „Faites, ô Dieu, que j’aie

Assez de force avant qu’il cesse de neiger!...,,

(24)

ESKİ H İK ÂYE 1~t_

<

*

i o V / MUNİS F A İK OZANSOY Sen, güzellikte nâmı, şâm olan.

Ben, bu hâlin esiri bir şâir.. Türlü adlarla söylenen destan Hep o sevdâyı anlatır gibidir. Yok. bugün, eski tipte bir Leylâ, Yok masallarda duyduğun Mecnun; Yaşanan hep o vak'adır hâlâ, Tâ ezelden devâm eder bu oyun. Bize kalmış değil mi Âdem'den, Onu cennetten attıran dâva ? Takma adlarla binbir âlemden Gelenin aslı aynıdır : Havvâ.

(25)

SİHİRLİ DEĞNEK

t l 5 1 3

o ? r

MUNİS F A İK OZANSOY Soydan tevarüs ettiğim üç parça serveti

Bitmez hazineler gibi müsrifçe harcadım; Keyfimce bir hayâl ile örtüp hakikati. Yalnız şiir diyarını gezdim adım adım. Kaybettim artık alı o sihirbaz asasını. Kayboldu pembe gösteren esrarlı gözlüğüm. Bir perde kaplamış gibi ömrün semasını. Her şey dumanlı, gölgeli. . Yollar düğüm düğüm. Yollar düğüm düğüm... Hani mektepte haylaza. Meçhulü vaadeden. çağıran, zorlayan, çeken. Yollar ne oldu ? Başka buutlar değişmeden Onlar nasıl daraldı, nasıl döndü çıkmaza ? Bir şey değişmeden bu nasıl oldu söylevim : Kayboldu pembe gözlüğüm, esrarlı değneğim !.

(26)

MUNİS F A İK OZANSOY Bütün zevklerini tattım hayatın : -» - , İçkiler tortulu, meyveler buruk...

Bir tat var içimde, acıya vakm; Beden hazlarmdan kalan: Yorgunluk!.

BÜTÜN ZEVKLERİNİ TATTIM HAYATIN

Nedir, düşünceyi tutan havada ? Vücudu toprağa çeken ağırlık ? Bir sonsuz denizde bir küçük ada Yelkenler yırtılmış, kürekler kırık.

(27)

MUNİS F A İK OZANSOY Bütün zevklerini tattım hayatın : — / - / H /Ş jy İçkiler tortulu, meyveler buruk...

Bir tat var içimde, acıya yakın; Beden hazlanndan kalan: Yorgunluk!.

BÜTÜN ZEVKLERİNİ TATTIM HAYATIN

Nedir, düşünceyi tutan havada ? Vücudu toprağa çeken ağırlık 1 Bir sonsuz denizde bir küçük ada Yelkenler yırtılmış, kürekler kırık.

(28)

BAKMA... t

T- s/

3

o ş^r

MUNİS F A İK OZANSOT Bakma hoyrat aynalara,

Onlar anlayamaz seni, En doğru, en sâf aksini Benim gözlerimde ara. Nice şairler, ressamlar Uğraşsın seni taklide ; Güzelliğin âciz kılar Zekâyı d a hayali de. Doldurdun İşte dünyamı Neşeyle, renkle, şafakla ; Yaşayışım bir rüya mı ? İlgisi yok bu toprakla.

TERSİNE

Tersine dönmüş bu âlem : İnsan dünyada rahatsız ; Yere inecek, gel desem. Tanrı gökyüzünde yalnız... Hayata İmrenir gibi Bakıyor bize Yaradan. İnsan, Tanrının rakibi, Şikâyetçi kulluğundan. Yanlış dağıtılmış roller, Devam edemez bu oyun ; Ona bir son perde ister. Atomla, füze’yle olsun 1

(29)

A

Ğ

I

T

— Cengiz Topel için —

Milyonla yığınlar ölü halinde yaşarken, İnsanları millet yapan «ölmez ölü» 1er var. Bazan yaşamak inşam alçaltır, ufaltır, Bazan da ölüm alnını yıldızlara çarpar.

İlk ülkü gaza askere, son rütbe şahadet, Cengiz Topel’in ruhu yaşar dipdiri, taze. Masum kam içmekle yaşanmaz bunu bilsin, K ıb n s ’da makaryos denilen canlı cenaze.

(30)

H A V A D A KALDI

Bir ömür boyu taşıdık t 1 midi dünden yarma, Taşınmaz geliyor artık Bu yük insan kollarına.

Üııu bir yerde bırakmak Zamanı gelmiş olmalı, Nasıl ve nerde bırakmak Bu sahipsiz, ödünç malı?

İçinde neler, neler var.. Ama paslanmış kilidi; Gım açacak anahtar Düşlerle birlikte gitti.

Yenmiş üzümlerin tadı Durur asma yaprağında; Uçurtma havada kaldı, İp çocuğun parmağında.

Munis Faik OZANSOY

BİNGÜL HAS ■ SERAMİK VAZOLAR

(31)

D iv a n Cÿolunda

BAKÎYE DERKENAR

Sahn-ı çemende berk i hazan târüm âr ise, Bir öyle derdi anlam ıyor rûzigâr İ9e. A ğ y a r elinden alm a kadeh kevser olsa da; İç bir yudum da zehri, sunan dest-i yâr ise.

Düşman da olsa yoksula yardım vazifedir; A hbabı hiç düşünme, eğer bahtiyâr ise.

Cepler nakidle doldu, değer buldu her meta; Geçmez bir akçe oldu bugün itibâr ise.

Bir bıvefaya bendeliğin söylenip durur, Halin yam an demek bu sözün aslı v âr ise.

Bilmen gerekti uğruna hep can verenleri, Semtin eğer Küçüksu’ya az çok civâr ise.

Bakî ne derdi duysa bu tıflâne cür’eti; Munis bu nev-gazel ona bir derkenâr ise.

(32)

G A Z E L

Gül devri sanma, özlediğim devr-i lâledir;

Her lâle bezm-i neş’ede boş bir piyâledir.

Cem kurdu ehl-i zevke, diyorlar, bu meclis

Pîr-i mugana hizmetimiz bilvekâledir.

Biz câm içinde seyrederiz yârin aksini,

Meyden ziyade rağbetimiz bir hayâledir.

Sagâr değil bu lâle kadehlerden içtiğin

Her cür’a gül dudakların üstünde jaledir.

Munis o Lâle Devri’ni sen sor Nedim’den,

Divânı içre her günü bir hoş imâledir.

M U N İ S

F A İ K O Z A N S O Y

T-

5

13

o iTJT

(33)

Dün Gece

/ 3 o '

"1T-— Cahit Sıtkı’ya "1T-—

Gördüm gözümle, dün gece, bir yıllık ömrümün Birden ü tülünü...

Gördüm., ve gözlerimde ne bir yaş, ne bir hüzün!. Birden düşünmedim ki geçen yılların bize

A itt i ber günü;

Sahipti her dakikası kalplerde bir ize! Bakmaktayız, sükût ile, biz böyle her sene

Ömrün zevaline!

1 Kânunusani 1932

(34)

Y

E

T

I

Ş

Tevfik Fikret böyle diyor, Bak, «H alû k ’un Defteri» nde; Melekler görmek istiyor Yeryüzünün üzerinde.

Usanmış ilk gündenberi

Kin, savaş ve kan görmekten; Melek ararken gözleri

H er yüzde Şeytan görmekten.

Gerçekten öbür dünyada Cennet var mı bilemeyiz! Dünya cennettir aslında, Onu cehennem yapan biz.

Cennet olabilir dünya, Ey en büyük insan - şair/ Lüzum yok melek olmaya, İnsan olalım, yetişir.

m

u

n

i

s

f

a

i

4

T 'T - f ı S o V r

R

İnsan melek olsaydı cihan cennet olurdu.

gerafet Gökçe

(35)

K A R A M S A R

Yok hayatımda ne iklim, ne de mevsim farkı, Tattığım aynı buruk içki kederden, hazdan. İki tel koptu da birden çalınan bir sazdan, Sustu en neş'eli ânında güzel bir şarkı...

Varsın İstanbul'u sarsın yedi rengin büyüsü, Süslesin geçtiğimiz yolları binlerce çiçek, Eski göz yok o güzellikleri hâlâ görecek, Bildiğim renk diye yalnız karanın en kötüsü.

(36)

IDivan C joluncla

G

A

Z

E

L

Zahiren suretiz, aslında fakat mânâyız, Rûz ü şeb aşk iie nâlân nâyız.

İçmişiz mest eden iksîri ezel bezminde Fâriğ-i zevk-i fenâ, növbeker i sahbâyız.

Mesnevi'den okuduk şî'r iie hikmet dersi, Öyle doyduk ki, bakın, pâbeser istiğnayız.

Mevlevi şî'rini Galip Dede'den öğrendik Ve bu vâdîde bugün şâir-i müstesnayız.

Bizi bîkayd-ı vefâ sanmayın, âvâre görüp, Hakka dil bağlamışız, bende-i Mevlanâyız.

M U N İ S F A İ K O Z A N S O Y

— Mehmet Önder'e ithaf

Faruk Küçükkolbaşı

(37)

M E V L A N A

■ T r - T Î J 0 5 T

Şüpheyle dolaştım epey, Aradım ölümsüz bir şey, Bana yo! gösterdi de ney, Buldum nihayet: MEVLÂNA.

Şendedir sözün doğrusu, Susayanı kandıran su, Yok artık ölüm korkusu, Öleyim, emret, Mevlâna.

Bütün kapılar kapansın, Ve açılsın senin kapın. Balçığı insan yapansın, Rabbe ne hacet Mevlâna?

Hayır, düşüncem karışık, Sen O'sun, O'ndan bîr ışık Maşukla birleşîp âşık Olmuş bu vahdet Mevlâna.

Ünsal P iroglu

M U N İ

S

F A

V '

(38)

K A L A M İ Ş ’ T A

A

Günlerce nazarlardan uzak yer aramış fa, En sonra buluşmuştuk o tenha Kalamış'ta; Ben duygumu anlatmak için söz bulamazken, İlk aşkımı sezmişti o, bir gizli bakışta...

Bir hatıradır, gençliğe ait, unutulmaz, Rûyâ gibi bir şeydi, bugün yâdı da bir haz.. Yaş yirmi, gurup vakti ve mevsim daha ilkyaz, Tâ fecre kadar sürdü o rûyâ Kalamış'ta...

(39)

"Divan D jolunda

"t t-

v s & t ı r

G

A

Z

E

L

Pek yaman bir âfetin düştüm efendim damına, Servler reşk etse şayandır zarif endâmına.

Fetheder yüzlerce halkı karşıdan bir bakması, Sanki dolmuş yıldırım, şimşek derin çeşmânına.

Rûyine mehveş demem âlemde yoktur benzerî, Bir gazel yetmez, bütün divan gerektir nâmına.

Saf saf olmuş bekleşir yollarda hep aşıkları, Sâde yüz sürmek dilerler pâyina, dâmânına.

Her çeşit devletten üstündür bir anlık vuslatı, Katlanır Mûnîs onunçün intizâr eyyamına.

MUNİS FAİK OZANSOY

_______

10

(40)

Y A K I N M A

T E V F İ K F İ K R E T D E Y A K IN M IŞ S A N A , T A N R IM B E N İM G İ B İ . O N C A S E N İN A H L Â K IN M IŞ B Ü TÜ N S U Ç L A R IN S E B E B İ . « D İN Ş E H İT İS T E R , G O K K U R B A N , « T A Ç L A R , B A Y R A K L A R , O R D U L A R , « H E R Z A M A N , H E R T A R A F T A K A N , . « B U N A K İM İN N E H A K K I V A R ? » BU K A D A R V A H Ş E T İ B E N DE A N L A M IY O R U M D O Ğ R U S U ; D İN S E A R T I K , E M R E T S E N D E , B U K A N V E B A R U T K O K U S U . B E N B Â Z A N H A Y Â L E D E R İM , — A V U N M A K Y A S A K D E Ğ İL Y A — N İÇ İN O L A M A S IN , D E R İM , T E K D İN , T E K U L U S , T E K D Ü N Y A ? Ş A İR İN H A K K I V A R , T A N R IM , G Ü Ç L Ü E Z M E K T E , G Ü Ç S Ü Z Ü ; G Ü N A H DA O L S A S O R A R IM : B U M U D İN L E R İN İÇ Y Ü Z Ü ? K İM İ G A Z Â D E R A D IN A , K İM İ H A Ç L I K U T S A L S E F E R , A N A B A B A E V L Â D IN A G Â Z ÎL İK , Ş E H İT L İK D İL E R .. İ K İS İ D E A Y N I V A H Ş E T : Ö L D Ü R M E K , Ö L D Ü R Ü L M E K T E , R E S M ÎL E Ş M E K L E C İN Â Y E T K U T S A L L A Ş A M A Z E L B E T T E . G E Ç M İŞ İ Ş Ö Y L E B İR DÜ ŞÜ N : V A H Ş E T İN T Ü R L Ü T Ü R L Ü S Ü ; B Ü Y Ü K K A A T İL L E R İN BÜ TÜ N Â B İD E L E R D E Ö L Ü S Ü . * * * E L L E R İ K A N L E K E L E K E , A D I K IR A L V E Y A S U L T A N . S A V A Ş , O B Ü Y Ü K T E H L İ K E , İN S A N I H A Y V A N L A Ş T IR A N . D O Ğ R U Y O L B A R IŞ Y O L U D U R , N E S A Ğ A N E S O L A S A P IŞ . E L İN D E B U G Ü Z E L D Ü S T U R : D O STU S E V , D Ü ŞM A N LA B A R IŞ . G Ö R Ü R G İ B İ Y İ M , U Z A Ğ I, B İR GÜN G E L E C E K , Ş Ü P H E S İZ , İN S A N İN K A R D E Ş L İK Ç A Ğ I, B E N B E N 'İM , E V E T , S İZ D E S İZ . B IR A K , T A N R IM , A V U N A Y IM , G Ö R D Ü Ğ Ü M B İR DÜŞ T E O L S A , U M U T LA A Y D IN L A N A Y IM , IŞ IK L A R SÖ N M Ü Ş T E O L S A .

M U N İ S F A İ K O Z A N S O Y

7

(41)

DEĞİŞEN D Ü N Y A

Değişti yaşamanın mantığı Tabiat eski tabiat değil, Birşey yok giderken bıraktığı, Gün sanki yirmi dört saat değil.

Yürüdükçe uzamıyor yollar, Yassdmış gibi yer yuvarlağı, Arkamdan bir çelme atan mı var? Kim kurdu yoluma bu tuzağı?

Kim gerdi düşlerimi çarmıha, Ayağımı yere mıhlayan kim? Diyeceklerim bitmedi daha, Peki, niçin tutuluyor dilim?

Dünyamızın dengesi bozuldu: Gün artık yirmi dört saat değil, Zaman, o düşler, umutlar boyu, Keyfimce koşturduğum at değil.

(42)

A

G

I

T

Lâlenin boynu bükük, gül san, bülbül yaralı, Çeşme akmaktan utanmış analar ağlayalı... Bir hazan akşamı çökmüş bu bahar öğlesine. Dem tutar kuşların ölgün sesi tekbîr sesine.

Nemli toprak kokuyor üzgün esen rüzgâr da, Bir dua hali ağaçlarda, eğik dallarda.

Dînimiz gerçi ölenlerle ölünmez, dermiş; Nefes almak da bu iklimde ölümden müdhiş! Duyarak yokluğu varlıkta direnmek böyle, Yaşamak her an iliklerde ölüm hissiyle. Kavramaz mantığının sırrını dar havsalamız. Yok mu. Tanrım, bu gelip gitmede hiçbir sıramız?

Lâlenin boynu bükük, gül sarı, bülbül yaralı, Çeşme akmaktan utanmış analar ağlayalı... Bir hazan akşamı çökmüş bu bahar öğlesine, Karışır fâtihalar kuşların ölgün sesine.

M U N İ S

4

(43)

K

A

R

A

T

O

P

R

A

K

Fikret'in hakkı var: insan olamaz topraktan, Yiyemez kendi öz evlâdını en hissiz ana. Korkar oldum sana toprak diyerek bakmaktan, Takılır gözlerim en fazla çamurdan yanına!

O siyah çehreni bin renge boyatman boşuna, Gizlemez şendeki çirkinliği uydurma süsün; Sırıtır, hangi kıyafetle görünsen de bana, O mezarlar ve mezarlarla delinmiş göğsün.

Mehmet Aslan

M U N İ S F A İ K

O Z A N S O Y- i

(44)

K a d e r

Ç i z g i m i z

Gelişin maksadı yoktur, gidişin mantığı yok; Gök sağır, Tanrının insanlara aldırdığı yok; Yaratıp sonra bırakmış kaderin rüzgârına. Bir küçük hatıra kalsın dîye dünden yarına Bu ölüm yolcusu insan çalışır çırpınarak, Hiç düşünmez ki kalan bir kuru addır ancak, Ve yaşar bir süre kalplerde soluk hatırası... O hayat sandığımız şey, iki yokluk arası.

Gelişin maksadı yoktur, gidişin mantığı yok, Gök sağır, Tanrının isyanlara aldırdığı yok.

Tülây Arıcı

(45)

İ Ç E R E N K Ö Y ’ D E N

“ Bir kuş düşünür bu bahçelerde, Altın tüyü Sonbahar’a uygun!” Yaprakların ihtişamı yerde, Dallar eğilir zemine, yorgun.

S e ssiz yaşıyor, asaletiyle, Hâlâ İçerenköyünde yer yer, Ahşap yapının zerâfetiyle İstanbul’u süsleyen o köşkler...

Panjurlu, beyaz, geniş saçaklı, Balkonları sarm aşıkla örtük; Bin hatıra bahçesinde saklı. Yoldan bu saat geçen de tek tük.

Her mevsimi böyledir bu semtin, Pek ilgisi yok geçen zamanla; Yatsıyla yatar fakir ve zengin,

Sanki denizlerdi içimizde dalgalanan!...

— Ahmet Haşim’e derkenar —

Orhan Vardar

M U N İ S F A İ K O Z A N S O Y

(46)

N E O L D U ?

Çocuk gözlerim bakardı Hayretle denize, dağa; Sihirli gözlüğüm vardı, Gözümde büyürdü doğa.

Uzaktan s e sle r duyardım, Tâ uzaktan, uğultulu... Sıcak nefesler duyardım, Duâ gibi, ümit dolu!

Bir şeyler vardı her yerde Duyulmadık, bilinmedik; Gecelerde, gündüzlerde Yeni gerçekler sezerdik.

Ç içekler, renklerle bahar Dolardı hep uykumuza; Bizi götürürdü yollar Bilinmeyene, sonsuza...

Ne oldu zamanla bitmem? Bütün boyutlar değişti; Daraldı, küçüldü çevrem, Surlar içindeyim şimdi.

Girmiyor artık rüyama

Renkler, ışıklarla bahar; Erkut Kavaktı

Yığıldı, çöktü dünyama Karanlıklar, karanlıklar...

(47)

D İ L E K

Yurdumda bir evlik toprak isterim ,

— Yayla olsun, yamaç olsun, düz olsun... Orada bir ömür kalmak isterim ,

— Yaz, kış olsun, bahar olsun, güz olsun.

Bir dam altı, gece barındıracak,

— Daldan, sazdan yapma bir çardak olsun. İçinde kütükler yanan bir ocak,

— Yünden veya ottan bir yatak olsun.

Çardağı sarm alı bir çiçek dalı,

— Salkım olsun, gül olsun, leylâk olsun. Yakınlarda bir de su bulunmalı,

— Deniz olsun, göl olsun, ırmak olsun.

Ekmeğim topraktan, suyum ırmaktan, — Katığım kâh zeytin, kâh peynir olsun. Mutluluk duyayım nefes almaktan, — Dost güvenilir, düşman bilinir olsun.

Tanrım, başka bir şey ister değilim, — içim de ne bir hırs, ne bir kin olsun. Yolumu beklesin, akşam, sevgilim — Bence güzel, ellerce çirkin olsun.

M UNİS F A İK O Z A N S O Y

(48)

o

Metin Sil ay

Dünyâda ne varsa eğri, doğru K u r’anda yazılmış âyet, âyet... İnsanlığın en büyük gururu,

Son sözcüsü T an n ’nın Muhammet!

Peygamberimizce her kitap hak, İmandır esası dördünün de; B ir varlığa şüphesiz inanmak K âfi Ulu Tanm’nın gözünde.

«H a k bende!...» demişti can verirken, En doğruyu hisseden Nesimi.

Maksatlarının esası birken, Din kavgası bir küfür değil mi?

Mevlâııâ aynı anlayışta,

Tek Varbğı söyler onca her şey; Ölmez sesi keşfedip kamışta İnsanları aşka çağnyor Ney.

Dünyada ne varsa eğri, doğru K u r’an’da yazılmış âyet, âyet... İnsanlığın en büyük gururu, Son sözcüsü T an n ’nın Muhammet!

(49)

k e n d i m e

s e s l e n i r

II

Farksızmış erenlerin katında Zenginle fakir, güzelle çirkin. Onlar gibi ermiş olmasam da Hiç kimseye karşı duymadım kin.

H er insanı bir yanıyla sevdim, Herkes ya eşim ya kardeşimdi. Dostlarla dolup taşan bir evdim, Dünyaya kapım kilitli şimdi.

Derler ki bu madde âleminde Yeğdir kendinle yalnız olman; Mânâsı değişti sevginin de, Dost sandığımız kolayca düşman.

İster düşmanla, dostla dolsun, Pek öyle tekin değil bu Dünya; Varsın kapılar kilitli olsun Tek Tanrı’ya gönlümüz açık ya!

M U N İ S

F A İ K

O Z A N S O Y

(50)

K E N D İ M E

S E S L E N İ Ş

I I I

Nabzım heyecanla attı durdu, Rüya gibi geldi, geçti yıllar... H er duygu içimde aşk olurdu, Kalbimde bugün bir ürperiş var!

Sevdiklerimiz azaldı bir, bir... Dolmuş yöremiz yabancılarla. Artık yaşamak savaş demektir Dertler, acılar ve sancılarla.

Dünyada ne varsa iğretiymiş, ölmezlik ümidi âhirette! Fâni olan insanın etiymiş, Gerçek yaşamakta iskelette.

Uğraşmadayız demek abesle, Beyhûde bütün ömür savaşmak. B ir varlığı bin özenle besle, Yutsun diye en sonunda Toprak!

M U N İ S F A İ K O Z A N S O Y “

(51)

H is a r Ş a ir le r in d e n

İn g iliz c e y e Ç e v ir ile r ; 3

SUPPLICATION

Blood is smeared all over his hands— He might be called sultan or king... W a r, which ravages all the lands Makes m an a ferocious being.

The path of peace is the true road, Right or left is no w ay to go. Let’s uphold this creed as our code :

Love your friend, make peace with your foe.

The day shall dawn, I know it could; M y vision will no doubt come true : The age of m ankind’s brotherhood.

I shall be me, you shall be you.

Permit me, my God, to console M yself although this is a dream; Let the light of hope fill my soul W h e n darkness smothers every beam.

Dem ir İnöz ü

Ç e v i r e n : T AL Â T SAİ T HALMAN

MUNİS FAİK

CZANSOY

Y AK I NMA

Elleri kan, leke leke,

Adı kıral veya sultan..

Savaş, o büyük tehlike,

İnsanı hayvanlaştıran.

Doğru yol barış yoludur;

Ne sağa, ne sola sapış.

Elinde şu güzel düstur:

Dostu sev, düşmanla barış!

Görür gibiyim u za ğ ı;

Bir gün gelecek, şüphesiz,

İnsanın kardeşlik çağı;

Ben ben’im, evet, siz de siz.

Bırak Tanrım, avunayım,

Gördüğüm bir düş de olsa;

Umutla aydınlanayım,

Işıklar sönmüş de olsa.

(52)

B O Ş U N A

A Ğ L I Y O R

Y A Ğ M U R

H er gün bir şey getirirdi Bize bu yollar eskiden Alıp götürüyor şimdi Ve geri gelmiyor giden.

Ağaçlar yoluna dursun, Yapraklar serilsin yere- Âşıklar yolunadursun, Giden gitmiştir bir kere.

H er derde çare bulunur, Hasretin yoktur ilâcı; Boşuna ağlıyor yağmur,

Su ile dinmez bu acı.

B İ R N E F E S

K A Y B O L A N

D Ü N Y A

Boşalmış gibi içleri, İnsanlar cansız bir kalıp; Biraz kemik, biraz deri Yaşarlar görmeden bakıp.

Bir tuhaflık var eşyada, Hatlar iğri, renkler soluk; Ya dünya değişti ya da Benim göz ayarım bozuk.

Nerde câmm İstanbul'un Gündüzü, renkli akşamı. Bulun, yalvarırım, bulun Bana kaybolan dünyamı.

Dünyada dolmamış çile,

İnsan göğe varamamış.

Ney olmanın özlemiyle

Yanıp yakılmada kamış

Kararsız gibi durağım

İki dünya üzerinde.

Birisinde bir ayağım,

Bir ayağım diğerinde.

Bir ses gel diyor oradan,

Hayır kal diyor başka ses.

İki dünyayı ayıran

Bir duvar değil, bir nefes...

(53)

BU T O P R A K T A N A Y R I L A M A M —

Rahatı kaçmış olmalı İnsanoğlunun Dünyada; Bütün düşüncesi, aklı, Yıllardan beri havada.

Yeni dünyalar arıyor. Füzeler yolluyor Ay'a, Hâkim olacağım, diyor, Yakında bütün uzaya.

Ay'a ulaşıldı bile, Şimdi Venüs'tedir sıra; Ama, ne yapsan nafile, Eremez tanrısal sırra.

Mesafenin arkasından Yeni yeni mesafeler, Yakalayıp yakasından İnsanı boşluğa çeker...

Bana yeter benim Dünyam, Yıldızlar kubbemin süsü; Ben Dünyayı bırakamam, İstemem Ay'ı, Venüs'ü.

Ona tutkunum açıkça, Koynunda anamla babam; Köklerimden kopmadıkça Bu topraktan ayrılamam.

Kimler isterse gitsinler Uzaya, Venüs'e, Ay'a, Sonunda dönecekleri yer Yine bu ihtiyar dünya.

Mesafeye hâkim olmak, Uzayı fethetmek iyi; Ama, korkarım, zorlarsak

Altüst ederiz dengeyi. Cavidan Y. Erten

M U N İ S F A İ K O Z A N S O Y —

7

(54)

Mizah

T T - V

3

o

*?5

M e k t e p K a s id e s i

— Tarzı kadim üzre —

P ek soğuk, mevsim şitâ, yağmur, çamur, kar, fırtına; P ir beyaz yorgan bulup çekmiş tabiat sırtına. Issız orman, kuşların ahengi şi ri kalmamış,

Her güzellik sanki mahvolmuş, hayat bulmuş fena.. Bağçe renksiz, solmuş ezbar, boyu gül uçmuş bütün. Orda bir şey görmedim esrarı şi’re aşina..

Vermiyor ilham bugün derya, zemin, gök, ruhuma M ektebin erkânını bâri biraz etsem sena;

c

Garba tevcih eyleyip, tenvir için, her babını Ilmü irfanın bütün feyziyle dolmuş bir bina. Y ok vatan mülkünde bir ayarı, bir tek benzeri, En büyük darı terakki Türklerin evlâdına. Fetbi beydir mektebin zirâ müdiri fazılı Bihudut sâyında izzet bey muavindir ona! Mektebin fer çeyrek asra yaklaşan tarihi de Görmemiştir böyle ümran, böyle müşfik itina. Gelmemiş, dünyaya gelmez böyle müstesna müdür Feth>' bey kâbında yüksek bir müdiri mûtena.. R efet A y n î bey değildir, sâde üstadı edep; Tâ Fuzulî’den tutun da cümle şair — aşina; Hazretin vardır vukufu “ elcebir,, ilminde de.. Tuttu îlâ etti “Harezmî,, yi âlim cağına! Ilmü irfanı önünde eylemezsem serfüru Bizzat irfan namına, hak namına yazık bana

Hakkı bey, enfin, alors. done... öyle amma doğrusu Varmı mâlûmat hususunda çıkar bir fert ona? Kürsüi darülfünunda var fakat Macit Hoca, — Ilmü irfanı mükemmel, şekli gayet mûtena — Hekkı beyden dun değildir ilmi coğrafiya da. Daima kalmak gerektir, Hakkı — Macit yan yana., işte birden yazdılar bak bir kitabı bînazir.

Bir kaside nazmile etsem onu derhal sena!

Makiyavel, Comte.. hepsi iflâs etti varken Hilmi bey içtimaiyatta kimse zatın ermez kâbına.

Felsefe ilmindede engindir derya gibi Çok sürer bir cür et etsem ilminin hissabına. Tenbelin evsafını tarif eder engin, amîk.. Kendi bir gün dalmamışken istirahat hâbına... Mükrimin beyden velev bir def’acık, ders dinleyip Olmamak mümkün mü vakıf tarihin akvamına.. Onca âlim olmamak biç affolunmaz bir kusur. Alim olmazsan değilsin lâyik insan namına! Toplayıp garbın bütün erbabı ilmü fennini, ilmi tartan kantarın hep doldurun bir yanına, Vazedin Raşit beyi yalnız cenahı diğere.. Yaslanır kantar eminim ben ki üstattan yana..

(55)

A k lı Raşidiyle keşfetmişte istikbali o :

“Ingiliz yoktur, diyor, dünyada devlet namına, “ Öyle bir devlet tanırdım, şimdi lâkin kalmadı. “Ingiliz artık karıştı tarihin akvamına!” Bazı eşhasın vücudu, onca, bir âr tarihe:

“ Charles Quint şahsı laîni, (lanet olsun canına!) “ Si m siyah bir yüz karası bizzat insaniyete,

Öyle bir mahlûk yakışmaz halikın da şanına! B işte Halit Fahri bey, “ Efsane, Baykuş,, şairi Simdi saklanmış girip bir dar “ Paravan,, ardına. Pek büyük şair, hünerver bir edip, üstat.. Evet: Etmeseydim bir zamanlar ben de şakirtlik ona Anlamazdım Alfabei şi’rin A ve B sini Benden ey üstat şair, bayretü hürmet sana! Sanki Ethem bey için icâd edilmiş tercüme, Öyle Lir fen bence gökten nazil olmuştur ona... Evvelâ tahlil eder bir metni, sonra tercüme. Bari ithal eylesek ol dersi kimya faslına. Böyle süzgeçten geçen bir metnin elbet türkçesi Kat bekat fâik olur biç şüphe yok ki aslına..

Var mıdır mektepte M . Delloue'dan hiç korkmiyan? Sanki az geldi muallimlik o zatın şanına,

Derse nazir oldu bir de... Gördük amma cümlemiz Mektebin her safhasında pek büyük bir itina. Türlü mechulat içinde çalkanırda daima,

Hiç getirmez, pek gariptir, ilmi rr.eçhuldan gına.. M . Bayen taşlı bir yoldan koşar “ Hikmet!..,, diye Katlanır sâyi haşinin en şedit âlâmına.

Kuş cıvıldarken baharda gül açarken bağçe de. Garkolur, sessizce, “ Hik methane,, nin akşamına!... M. Bergeaud, işte (somme toute) Parisin meşhur tipi. Sık, zarif, dalgın — fakat bazen de benzer şaşkına... Yâdı âlâmiyle dilbun, Ronsard’ın, (Villon)ların: Çünkü her feryadı kalbü ruha kalben aşina. Titreyen bir sesle „lac”dan bir pasaj inşad eder Zanneder insan ki giryandır „Lamartine aşkına”

Feylesoftur; hem de bir Montaigne ve bir Pascal kadar Feylesoftur had ararken şairin ilhamına..

Sarf eder Kant’ın, DescartesTn, Bergson’un efkârını Ders verirken kendi kürsüsünde onlar namına.. Belki boşlanmazsınız siz şivesinden Bergeaud’nun Söyletin Paris lisanı bir de mister Thompsona. En güzel şiveyle söyler her lisanı çünkü o :

Rusça muşça, Çince mince.... Türkçe kalmış en sona. Resmi hattı M . Membouryde bulmuş burcunu: Der ki: lâzımdır resim dünyada her an insana,, Hak teâlâ yardım etsin kaymakam Ihsan beye Bıktı artık söylemekten, ordunun aksâmına, Harba ait ilmi müstesnayı, ilmi engini: —

Kendi söyler, kendi dinler gûşi mektep namına....

Şubat 1931

Munis Fâik

(56)

T A N R I M

K A L B İ M L E Ö L E Y İ M ,

Ölüme adaydır insan, Bütün varlığı iğreti; Toprak olacak, ne yapsan, Derisi, kemiği, eti.

Ne değer taşır, sorarım, Kalb, beyin, göz değişimi? Yaşatmak senin mi, Tanrım, Yoksa kulların işi mi?

Buna, insan olarak da, Kızar ve isyan ederim; Bir farkı olsun, bırak da, İnsanın eşyadan!... derim.

Makina değildir insan Olamaz yedek parçası; İnsanı bir varlık yapan Gözü, kalbi ve kafası.

Takma diş ve bacak gibi Sökülüp takılmaz beyin; Boş değil insanın kalbi, Neler söylüyor, dinleyin!

Bütün geçmişim orada, Gördüklerim, sevdiklerim ... Onları ben mezara da içimde gömmek isterim.

Eten başkasının kalbiyle istemem, Tanrım yaşamak. Yarın öleceksem bile Kalbimle öleyim, bırak!

M U N İ S F A İ K

O Z A N S O Y

(57)

-rr-5 7 3 '° T 5

K Ü L Â H - I M E V L E V İ

Ş e y h G a l i b ' i n R u h u n a -Dervişiz biz, bilmedik hiç hırs-ı servet, hırs-ı câh

Varımız Dünyada yalnız bir kamış ney, bir külah... Bir l< ülâh, a m mâ külahı M evlevi...

Tâc-ı Sultan’dan bahâdar, hem kavî,

Giydiren çünkü Şehinşâh-ı Cihân-ı Manevî, 7ât-ı Moniâ, Sâhîb-i mûcizbeyân-ı Mesnevi. Bir külah işte Külâh-ı Mevlevi.

M U N İ S F A İ K O Z A N S O Y —

-o y

- f —

13

Referanslar

Benzer Belgeler

Şimdi boğaz vapur­ ları maalesef bu iskeleye uğramamakla beraber araba vapur­ ları Paşabahçeyle İstinye arasında seferler yaptığı için bu­ ranın hareketli

‹spat› in- celeyenlerden biri de Princeton Üniversite- si’nden, Clay Matematik Enstitüsü için prob- lemi tan›mlam›fl olan Charles Fefferman.. Na- vier-Stokes problemine

Sonuç olarak Denizli ve ekibi, daha burada sö- zünü etmedi¤imiz de¤iflik hastal›klar›n teflhis ve tedavisine, biyoteknoloji, çevre teknolojisi gibi pek çok konuya destek

Paris’teki College de France’da Stanislas De- haene yönetimindeki bir grup araflt›rmac›ysa, ilkel toplumlarda daha az araflt›r›lm›fl olan geometri bilgisini

Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Hüsamettin 1983 ’te Marmara Üniversitesi Güzel Sanat­ lar Fakültesi ’ne dönüşünce koleksiyon M.Ü.. Güzel Sanatlar Fakültesi

PAZARTESİ, 7 Temmuz 2003 / _ T%-$0îbÖ I CırkiyeTuring ve Otomobil Kurumu'nun 55 yıllık Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı, kartvizitinde

Bu çalışmada, Dx uygulamasına bağlı oluşan olası doku hasarına karşı sıçan karaciğer, kalp ve böbrek dokularındaki endojen ghrelin ekspresyonunun

Sonra, Orhan Veli gibi Oktay’ın eserleri için de “Hakikî şiir işte budur, bunu aıılamıyan hiç değilse geridir!,, diyorlar.. Yani hemen medhe koyulsam