• Sonuç bulunamadı

Tarık Buğra ve istiklal savaşımız

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tarık Buğra ve istiklal savaşımız"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

'M w / w

TARIK BUĞRA VE

İSTİKLÂL SAVAŞIMIZ

Mantık GÖRKEM Tank Buğra, 2 Eylül 1918

yılında Konya ilinin Akşehir il­ çesinde doğmuştur. Babası, Er­ zurumlu Mehmet Nâzım Bey­ dir. Hukukçudur. Annesi ise Ak­ şehir’den Tâhiroğullan’ndan Nâ- zike Hanım’dır. Babasının mes­ leğine bakacak olursak, yazann orta derecede de olsa bir kültür çevresinden, geldiğini söyleyebi­ liriz.

Çocukluğunda, babasının memuriyeti dolayısıyla Anadolu’­ nun çeşitli bölgelerini ve kasa- balannı dolaştılar. Kendi ifade­ sine göre ilk ve ortaokulu Ak­ şehir’de okumuştur.

Günümüzdeki durumuyla-sa- nat anlayışı ve dünya görüşü ba­ kımından- «eğitiminin kökünün bu güzel kasabanın kültürü, tö­ releri ve değer ölçüleriyle sım­ sıkı bağlı» olduğunu belirtiyor.

Daha sonra lise öğrenimi için Konya’ya giderler. 1936 yı­ lında liseyi bitirir. Kendi ifade­ sine göre, ilk, orta ve lise öğre­ nimi başarılı geçmiştir. Bu du­ rumdaki bir öğrenciden, ailesi­ nin veı çevresinin çok şeyler beklemesi hakkıydı.

Fakat Tarık Buğra’nm ilk ve ortaöğretimdeki bu başarısı, üniversite sıralarında devam et­ mez. Önce iyi bîr doktor olmak ister ve İstanbul Tıp Fakülte- si’na yazılır. Bir müddet okur; ayrılıp Hukuk Fakültesi’ne baş­ lar. 2 — 3 yıl da burada okur. Oradan da ayrılıp Edebiyat Fa­ kültesine kaydolur. Bu fakül­ teyi de bitirmeden ayrılır.

Üniversite öğrenimi sırasın­ daki bu istikrarsızlığın temel se­ bebi acaba ne olabilir? Bunun temeli, Konya'ya ve lise 10. sı­ nıfa dayanır. Tek düşüncesi ya- zar-sanatçı olmaktır. Okuduğu

fakat bitiremediği okulların ver­ diklerine de, hep yazar olmak a- çısmdan baktığı için, okullardan aldıkları kendisini tatmin et­ memiştir.

Fakat Tarık Buğra, işlerin böyle gitmesinden memnun kal­ mıştır. Çünkü bu büyük ve ge­ niş üniversite muhitinde «karak­ teri» oluşmuş ve gerekli «insan­ cıl nitelikleri» kendi kişiliğinde yoğurabilmiştir. Onun bu dev­ rede, günümüzdeki olgunlaşmış sanatçı kişiliğinin, karakterinin, insancıl niteliklerinin ve dünya görüşünün temelleri, rahmetle andığı Adnan Adıvar ve Mümtaz Turhan tarafından atılmıştır.

İlk - çocukluk, çocukluk dö­ nemlerinde Türk - İslâm gele­ nekleri, törelerinin hâl-hamur olduğu Konya ilimizin Akşehir ilçesinde gerekli dinî-millî ve kültürel terbiyeyi alan Tarık

Tarık Buğra (Baslıj Tatil Köyünde)

Buğra’nın kişiliğinin asıl teme­ le oturması ve günümüzde de aynı minvâl üzre gitmesinde, kendisinin de rahmetle andığı bu iki hocanın payı büyük olsa gerektir.

Yazar olarak hayata atılan Tank Buğra’yı 1947’de Akşehir’­ de NASRETTİN HOCA adlı ga­ zetede görüyoruz. Hem gazeteyi çıkarmakta hem de gazetecilik yapmaktadır. 1952 — 1956 yılla­ rı arasında Tarık Buğra, MİLLİ­ YET gazetesinde fıkra yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğü yapmış­ tır. Daha sonra (1956 — 1969) yıllan arasında ise YENİ İS­ TANBUL, HABER ve haftalık YOL gazetelerinde yazarlık ve yöneticilik yapmıştır.

1969 — ...’dan itibaren ise Tercüman gazetesinde siyasal - toplumsal nitelikte fıkralar yaz­ maktadır. Aynca Tercüman ga­ zetesinde DÖNEMEÇTE adlı bir romanı tefrika edilmektedir.

E serleri:

Hikâye kitapları: Oğiumuz (1949), Yann Diye Bir Şey Yok­ tur (1952), iki Uyku Arasında (1954) Hikâyeler 1 (1964), Hikâ­ yeler 2 (1969), Akümülatörlü Radyo (?), ince Hesaplar (?), Ya­ nıyor Mu Yeşil Köşkün Lâmba­ sı (?), Sonradan Yaşamak (?), Gençliğim Eyvah (?).

Romanları: Siyah Kehribar (1955) , Yalnızların Romanı (1940), Küçük Ağa (1964), Küçük Ağa Ankara’da (1966), ibişin Rüya­ sı (1970), Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1976 — Tercüman gazetesinde tefrika.)

Oyunları: Dört Yumruk (1964), Ayakta Durmak istiyo­ rum (1966), ibişin Rüyası (1972) Fıkraları: Gençlik Türküsü (seçmeler — 1964)

(2)

Gezi Y azılan: Gagaringrad (Moskova Notları, 1962)

Sanat Anlayışı:

«Ben sanatçının, en azın­ dan, bir bilim adamı kadar ob­ jektif olmasından yanayım ve sanatçıyı böyle olmak zorunda sayarım; sanatçının ancak o za­ man toplum için bir değer ta­ şıyabileceğine inanırım.» (1). Ta­ rık Buğra’ya göre sanatçı, olay­ lar ve meseleler karşısında «ob­ jektif» olmak zorundadır. Sa­ natçı haysiyetli bir kişidir. Sa­ natçılar toplumun seçkin kişile­ ridir. Üstün kişilerdir. Sanatçı­ nın ortaya koyduğu sanat eseri her türlü kayıttan sıyrılmış, «hür ve bağımsız kafanın eseri» ol­ malıdır, Sanat eserinin önemli görevlerinden biri, topluma ve dünyaya hür ve bağımsız bir ka­ fayla bakabilecek insanlar yetiş­ tirmektir. Tarık Buğra için ö- nemli olan kendi kuralları için­ de sanatın haysiyetidir.

«Sanatçı bağımsız bir kafa sahibi olmalıdır. Bağımlı bir ka­ fa ister istemez insana ihanet

C O ŞK U N ERTEPIN A R

edecektir. (...) Halbuki güzel ve hakikat tek tarafta değildir ve insanın çeşitli yönleri var­ dır; insanın bir tutumu, bütünü demek değildir.» (2).

Yukarda da belirttiğimiz gibi sanatçı için önemli olan dünyaya tarafsız bir gözle baka­ bilmektir. Çünkü toplumda ka­ raya, ak, aka kara diyen kişiler­ le sanatçıyı aynı kalıba koymak, sanatçının, sanatçılık, sanatın kurallarına bağlı olma, sanatın yüceliğine gönül bağlama dü­ şünceleriyle bağdaşmaz. Sanat­ çılar, okuyucu kitlesine hem yüksek edebî duygu ve düşün­ celer aşılamalı hem de onlara geniş bir dünyaya bakış açısı verebilmelidir. Sanatçının top­ luma öncülük yapması ancak bu şartlar içinde mümkündür.

«Doktrin meselesinde de, sanatçı doktrinlerin üstünde, doktrinlere yol gösteren bir kimsedir. Doktrin daha ziyade politikacıların, devlet yöneticile­ rinin ve bu konuda iddiası olan kimselerindir. Birtakım insanla­

ra şaşılacak gibi gelir ama sa­ natçı tıbba, biyolojiye, botani­ ğe, hukuka, ceza hukuk ve fel­ sefesine bile yol göstermiştir. Doktrini bilgi konusu yapmama­ lı, kafa yapısı sanatçıda zaten bir sistem getirmek için çalışı­ yor...» (3).« Sanatçının olaylara ve dünyaya belli bir fikir siste­ mi açısından bakması doğaldır. Ama eserlerinde bunları ısrarla işlemesi ve okuyucuya fikir ve düşüncelerini, eserleri vasıtasıy­ la benimsetmesi asla bağışlana­ maz. Doktrinler «politikacıların, devlet yöneticilerinin ve bu ko­ nuda iddiası olan kimselerin» işi olmalıdır.

«Sanat anlayışım temel taşı olarak i n ş a n’ı alır ve «sa­ nat sanat içindir» ilkesine da­ yanır, özetini bu ilkede bulur. Bu ilke ters anlaşılmış, yozlaş­ tırılmıştır. Hiç değilse bende toplumcular’m yermeleri ve ka­ ralamaları ile hiç bir ilişkisi bu­ lunmayan bir anlam taşır: (...) bu, toplumdan kopmak, toplum meselelerine sırt çevirmek an­ lamına gelmez: Bunun gerçek anlamı, sanatı kendi kural ve nitelikleri, özellikleri ve varoluş sebebi çerçevesinde bağımsız tu­ tabilmek bilincidir. (...) Sanat ve sanatçı her dönemde bir a- raç yapılmak istenmiştir. «Sa­ nat toplum içindir» ilkesinin ar­ dında bu oyun yatar.» (4). Ta­ savvufa göre de önemli olan in­ sandır. «Sanat toplum içindir» anlayışına bir yerde karşı çıkar yazar. Bu karşı çıkışın temelin­ de, sanatı toplum için düşünen­ lerin, sanatı bir ideoloji emrine vermeleri endişesi yatmaktadır. Tank Buğra için önce sanat sonra toplum önemlidir. 0, yu­ karda da belirttiği gibi hiç bir zaman eserlerinde toplumu ih­ mal etmemiştir. Çünkü sanatına temel olarak insanı alan bir sanatçı, şüphesiz insan dediği­ miz o yüce varlığı içinde yaşa­ dığı toplumdan soyutlayamaz. Bunu şöyle anlatıyor: «Çocuk­ ların büyük sorulan vardır. On­ lardan birisi bana; «Çiçek ol­ masa a n gene olur muydu?», diye sormuştu. însanm aklına

DOST KIRLANGIÇLAR

-Anıiar.. uzak yaşantımızın küçük kuşları. O sevimli dost kırlangıçlar,

Nasıl olur bilmem, esince akıllarına, Bir sonbahar telâşı içinde

Dağ tepe, göl ırmak aşarlar, Günün ummadığımız bir saatinde Yürek penceresini teklifsizce açarlar..

Ne olur, nasıl olur, o anda

Büyür gökyüzünün aydınlığı, oyun başlar, Eşya bir güzel olur,

Dünya bir güzel..

Sonra nasıl olur yine birden

Umutları, sevinçleri yüklenip kanatlarına Geldikleri yerlere uçarla/..

Yalnızlık tekrar oturur baş köşeye, Kışa döner içimizdeki bahar..

Başımızın üstünden tatlı rüzgârlar estiren O sevimli, o çevik kanatlar

özlemimiz olur, süsümüz, gücümüz olur, Uzaklardan, tepelerin ardından

Görünüp görünüp kaçarlar...

(3)

ister istemez bal geliyor. Sanat­ la toplumun, toplumla sanatın ilişkisi işte bunun gibidir: Kül­ tür ve medeniyeti ile, töreleri, hattâ coğrafyası ile toplum ol­ masa sanatçı da elbet düşünü­ lemez. (...) Sanatçı toplumun, kültür, medeniyet ve töreleri ile sınırlıdır; onlarla beslenir.» (5).

«Sanatta tek birim, tek çı­ kış noktası insan'dır; insanın

mutluluğu, hürlüğü ve prob­ lemleridir; onun toplumla ve ö- teki insanlarla, tabiatla çelişki­ leri, çatışmalarıdır.» (6) Sanatçı için önemli olan insan oluyor. İnsan, içinde yaşadığı çevrede­ ki problemleri, mutluluğu, ü- züntüleri, kendince hür olması sanatçı için en önemli odak nok­ tası oluyor. «Benim çabam, in­ sana büyüklüğünü anlatmak ça­ basıdır. İnsanı konu edinişimiz- de, belki de esas sebep bu. Bü­ yüklüğünü anlatmak, yapıcılığını anlatmak. Onu şöyle dimdik du­ racak, başım dik tutacak hale getirmek çabası. (...) İnsansız bir dünya düşünülemez tabii değil mi? Hiç değilse bizim için. Ya insanlar için. Belki karıncalar, arılar çiçekler için öyle bir dün­ ya tasavvuru mümkündür, ama insan olmayan. Ve çoğu için da­ ha rahat, daha mutlu bir dün­ yadır insan olmayınca. Ama ben insan olarak, insansız hiç bir şey düşünemiyorum. Ne ay, ne deniz, ne güneş, ne bilmem ekonomik meseleler, sosyal me­ seleler... Hepsi çöker gider. Bü­ tün bunlara değer ve mâna ve­ ren, insanın kendisidir.» (7).

Tarık Buğra toplumun ka­ derini, toplumun sağlıklı veya hasta oluşunu ve hattâ toplu­ mun geleceğini insanda gören bir sanatçıdır. İnsana yaklaş­ tıkça, insanı içinden tanıdıkça toplumu da daha iyi tanıyabile­ ceğine, kavrayabileceğine inan­ mıştır. Fakat sanatçı olarak ele alıp işleyeceği insanın bağımsız­

lığı ile bir toplumun mutluluğu­ nu, refahını, eşitliğini, gelişimi­ ni iyiye ve güzele yönelişini mümkün görmüştür. Temel şart, esas nokta insanın hürlüğüdür.

Bir toplumun kaderinin, toplumdaki insanların hürlük ve bağımsızlıklarıyla bağlantılı olduğunu ısrarla belirtmektedir. Bu görüş ve düşünüşü, «özellik­ le Küçük Ağa, Firavun İmanı ve Ayakta Durmak İstiyorum» ad­ lı eserlerinde, —kendi ifadesine göre— bulabiliriz.

Tarık Buğra’nm sanat anla­ yışım özet olarak veren şu cüm­ leleri dikkatle okumak ve bu cümlelerin ifade ettikleri anlam üzerinde inceden inceye düşün­ mek zorundayız:

«İnsanın hürlüğüne, tekliği­ ne, yaratıcılığına, güzelliğine i- nanıyorum; insan'ın kalıba dö- külemeyeceğine inanıyorum. Üs­ tün niteliklerini ve yeteneklerini ancak hür bir ortam ve düzende koruyup geliştirebileceğine ina­ nıyorum. Toplumun

bağımsızlı-I K ! ’ L E R

TALÂT SAİT

HALMAN

ğını savunuyorum ve bu ba­ ğımsızlığın garantisini hür dü­ zende görebiliyorum. Toplumun gelişmesini ve refahını da öyle. Kötüleri, -kötülükleri görüyor, gösteriyor, ama sevgiyi, iyiyi, i- yiliği, yararlıyı ve yararlı oluş erdemlerini sanatın ana temi sayıyorum. Hiçbir insanı tüm olarak kötü, tüm olarak zarar­ lı veya aldanmış saymıyorum. Tarihine, kültür ve medeniyeti­ ne öz insanlarının törelerine, i- nançlarına, kafa ve ruh yapıla­ rına sımsıkı bağlanmayan sanat tanımıyorum.» (8).

* ★

Tarık Buğra’nın, yazar ola­ rak okuyucu için düşüncelerini de gözden geçirmenin faydalı olacağına inanıyorum :

«Beni belki kabaca bir söz olacak ama okuyucu

ilgilendir-Ercan Baysal

Aşka ermiş kuyunun! öyle derindir ki sesi Gökkubbe susar, ürpererek yankılanır.

En güçlü kılıç, kimselerin tek kılına Dokunmak istemeyendir.

Rüzgâr, arıyor tanrıların gözlerini

Belki küllerdeki közlerde bulur onları birgün.

Şah yüzünden kan ağlayan ülkede Şahdamar kendi kanından utanır.

Yasak meyva, hep kalmak ister En uzak, en erişilmez dalda.

17

(4)

miyor. Okuyucuyla ilgilenmiyo­ rum. Ben söyleyeceğim sözü söylüyorum. Ben, düşündüğü­ mü, tasavvur ettiğimi yazmak istiyorum. Bu, bir raslantıyla geniş kitleleri ilgilendirir veya ilgilendirmez umurumda değil. Önce kendim karar veririm. An­ latmaya değer mi bu söyleye­ ceklerim, bir şey getiriyor mu insan için, insan ilişkileri için. Ve tabiatıyla önlenemez bir şe­ kilde toplum için, bir şeyler getiriyor mu? Buna «evet» di­ yebilecek cesareti bulursam işe girişiyorum.» (9).

Görüldüğü gibi, okuyucu karşısında bir sanatçı olarak kayıtsızdır. O’nun için önemli olan yazdıklarının «insan, insan ilişkileri ve toplum» açısından bir değer taşıyıp taşımadığıdır. Okuyucu karşısındaki tavrını belirleyen üç ölçü v a r : Birinci sırayı insan, ikinci sırayı insan­ lar arasındaki ilişkiler üçüncü sırayı ise toplum almaktadır.

Sanatçı olarak, Türk mille­ tinin kendine has millî ve manen vî değerlerine bağlı olan bir ki­ şi için önemli olanın, zaten ken­ di insanı ve kendi milleti olma­ sından daha tabii bir şey ola­ maz. Sanat eserleri, insanlık kar­ şısında önce millî, daha sonra

da evrensel bakımlardan tartı­ lırlar. Dolayısıyla sanat eserleri için bu değişmez kuralın doğl ruluğuna inanan bir kişi, sanat­ çı olarak zaten doğru yoldadır. Sanatçı eserini bu ölçüler içinde yazmalı, sağlığında veya daha başka bir deyişle çok kısa bir zamanda bunun meyvelerini toplamağa kalkmamalıdır.

Tarık Buğra, sanat eseri ile okuyucu arasındaki sağlam iliş­ kiyi çabuklaştıran kişiler ola­ rak eleştirmenleri görmektedir: «Eserlerin kapılarını açan eleş­ tirmeciler vardır. Bunlar demin­ ki benzetmemle, sindirimi ço- ğaltabilen ijedavilere benzerler, ilâçlara benzerler. Sindirim sis­ temi iyi işlemeyen bir insana doktor, nasıl lâçlar veriyorsa; san’atta da eserden tam mana­ sıyla yararlanamayacak geniş kitlelere eleştirmeciler aynı işi görürler. Bir ilâç veya doktor vazifesi görürler, iyi eleştirme­ cinin olduğu yerde, büyük eser­ ler az fire vermişlerdir.» (10).

Eleştirmeciler, sanat eserini okuyucuya hazmettirmekle gö­ revlidirler. Mükemmel sanat e- serlarinin okuyucu tarafından kolayca anlaşılmasını sağlayan iyi vasıflı eleştirmecilerdir. Bu kişilerin görevi, eseri boşu bo­

şuna övmek veya yermek olma­ malı; neden ve niçinleriyle bu­ nu açıklamalı ve yorumlamalı- dır. Tarık Buğra’mn yukardaki sözleri, bize gerçek tenkitçinin aynı zamanda bir yorumcu ol­ ması gerçeğini de belirtiyor.

Tarık Buğra’nm hayatı, e- serleri ve sanat anlayışı, konu­ sundaki düşünceleri burada şim­ dilik kesiyoruz. Bundan sonra, bu düşüncelerin ışığı altında Ta­ rık Buğra’nın KÜÇÜK AGA, KÜ­ ÇÜK AÇA ANKARA’DA ve Fİ­ RAVUN İMANI adlı romanları­ nı —yazarın deyimiyle— yorum­ lamaya devam edeceğiz.

(X) Tank Buğra’nm hayatı ve eserleri konusunda aşağıda­ ki eserlere başvurulması. a) Şair ve Yazarlarımız Nasıl

Yazıyorlar?; A. Köklügiller, I. Minnetoğlu, S. 107 — 113. b) Edebiyatımızda isim ler Söz­ lüğü; Behçet Necatigil, (Ye­ dinci baskı), S. 84 — 85. c) Türk Edebiyatı Cilt 3; Ahmet

Kabaklı, S. 657.

ç) Ansiklopedik Edebiyat Söz­ lüğü; S.K. Karaalioğlu, S. 111 d) Cumhuriyetten Sonra Hikâye

ve Roman, Öncüler 1940 — 1950; Tahir Alangu, S. 797 — 811.

Sanat Anlayışı:

(1) Şair ve Yazarlarımız Nasıl Yazıyorlar? — A. Köklügil­

ler, İ. Minnetoğlu, S. 110. (2) Milliyet Gazetesi — «Türk

Romanı ve Toplum Gerçek­ leri» (açık oturum), 28.11. 1971.

(3) a.g. açık oturum.

(4) 1 numarada zikredilen eser, S. 108.

(5) a.g.e., S. 109. (6) a.g.e., S. 110.

(7) Pınar Dergisi, «Tarık Buğ­ ra ile Mülakat», sayı 14, Şubat 1973; S. 16 — 17. (8) 1 numarada zikredilen e- ser, S. 111. (9) 7 numarada zikredilen mü­ lakat, S. 14. (10) 7 numarada zikredilen mü­ lakat, S. 15.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Nitekim çıkan bütün eleştirilerde de bu böylece belir- tiliyor” 10 ama Hayati Asılyazıcı için bunun da, “İnançla inkâr etmek için inkâr edilene hiç bakmamış olmak

Bu noktada köy edebiyatı kadar güçlü olmamakla birlikte kasaba edebiyatı, Türk romanında dikkate değer bir yönelim olarak önemli veriler ortaya koyar.. Şehir ve köy

Tekke edebiyatı geleneksel Türk halk edebiyatının önemli dallarından birisidir. Tekke debiyatı şairleri günlük hayatlarını gelenekleri içerisinde sürdüren coşkulu ve

ikuchi-Fujimoto Disease (KFD), also known as histiocytic necrotizing lymphadenitis, was first described in 1972 by Kikuchi and Fujimoto in- dependently.. 1,2 KFD occurs frequently

Enes, İbn Mes'ûd ve Câbir (r.a.) gibi üç ayrı sahâbe yoluyla gelen bu rivâyetin, senet tekniği açısından ele alındığında ve rivâyetler tek tek ele alınıp

komşuluk, sözleşme, süt kardeşliği gibi münasebet ve yakınlıklardan dolayı münafıklardan ve Yahudilerden bazı kimseleri sıkı dost ve sırdaş edinen müminler

Server Tanilli, Vedat Türkali, Mustafa Ekmekçi, İmre Török ve Yüksel Pazarkaya’ ya ve bütün diğer katılanlara annem Aliye A li ve kendi adıma

-insan kaynaklı etkinliklerin iklim sistemleri üzerindeki etkisi nedeniyle- Büyük Okyanus’un batı bölgelerinde deniz seviyesinin artmaya devam edeceğini gösterdi.