• Sonuç bulunamadı

Beykoz işi cam eşya

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Beykoz işi cam eşya"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Cam, Türkçemizde sırça dediğimiz, soda yahut potas

katılmış silisli kumun ateşte eritilmesiyle yapılan sert, saydam ve çabuk kırılır bir cisimdir. Çabuk kırılması­

na rağmen oldukça sabit, bozulmaz ilginç bir şeydir; doğal değişikliklere dayanıklıdır, onların etkisiyle bo­ zulmalara da az uğrar. Çok eski mezarlarda camdan yapılmış şişe ve benzerlerinin bulunması bunun kanı­ tıdır.

Uygarlıkla cam yakından İlişkilidir. İnsanlık İlerledik­ çe cam da önemli ve vaz geçilmez öğelerden biri ha­ line gelmiştir. Cam ilkin, eskilerin «zücac-ı bürkânî» (volkanik cam) dedikleri -aşağı yukarı 40 milyon yıl öncesinden kalma bir yanardağ ürünü- koyu renkli, cama benzer çok sert bir taş olan obsidiyen ya da

siyah akik olarak doğal şekilde bulunmuş, ondan ok

uçları, bıçak ve benzeri şeyler yapılmıştır, insan eseri

BEYKOZ ISI

CAM ES YÂ

9

FUAT BAYRAMOĞLU

Em. BÜYÜKELÇİ Fotoğraflar; SAMİ GÜNER

Beykoz işi kristal cam ve yaldızlı pul şişeler. - Beykoz

(3)

Opalinden yapılma üzeri renkle dekorlanmış şekerlik ve sürahi. - Opaline sugar bowl and decanter with coloured decoration.

Lâcivert camdan üzeri dekorlu pul şişeler. - Bottles of darf blue glass with applied decoration.

Kırmızı şeffaf camdan üzeri dekorlu muhtelif şişeler.

-Various types of bottles of red transparent glass with decoration.

suni camın yapılışı da 4000 yıl kadar öncesine çıkar. Camın ilk yurdu, uzun süre eski Mısır sanılmışsa da son bulgularla Küçük Asya ya da Mezopotamya olarak saptanmıştır.

Camın yapılışı ateşin bulunmasıyla da sıkı sıkıya bağlı görülmekle birlikte, icadı daha önceleri çeşitli efsanelerle anlatılmıştır. Bunlardan en yaygın ve şirini Büyük Plinius (M.Ö. 23 - M.S. 79) adlı Lâtin doğa bil­ gininin Doğal Tarih’indeki öyküdür. Ona göre cam Fe­ nikeliler tarafından bir rastlantı sonucu bulunmuş; de­ niz kıyısında ateş yakarlarken kumların erimesinden ortaya çıkmış... Camın icadından 2000 yıl sonra bir Romalı tarafından anlatılan bir masaldır bu. Zira, hiç bir kamp ateşi’nin camı meydana getiren elemanlarla silica ya da silisyumlu çakmak taşı, toprağı gibi öğe­ lerin bir arada eriyip kaynaşmasını sağlıyacak kadar sıcak olması mümkün değildir.

Cam dört bin yıllık olmakla birlikte çok uzun zaman yaygın ve ucuz bir nesne olmamıştır. Mısır’da M.Ö. 1500 yıllarına varan camdan yapılmış küçük şişeler çok na­ dir ve pahalı şeylerdi. İnsanların vücutlarına sürdükleri pahalı ve kıymetli kokuları ve yağları koymak için kul­ lanılırdı. Roma'da, kabartma resim ve şekilli cam ca- meo’lar da diğer kıymetli madde ve taşlardan yapılan­ lar kadar değerliydiler. Su ve içki içmek İçin kullanılan eşya da nadir ve pahalıydı, ilk camların nedret ve kıy­ meti (azlık ve değeri) bizi şaşırtacak derecededir. Bu­ gün cam eşyanın sınırsız biçim ve sayıda bulunuşu, bir yüzyıldan daha az bir zamanın mucizesidir.

ilginçtir kİ, cam yapımı için kullanılan yöntem ve hammaddeler ile şekillendirmede yararlanılan araç ve gereçler yüzyıllar boyu çok az değişikliğe uğramıştır. Öte yandan, cam bir sanatkârın kullandığı maddeler içinde de özelliği olan bir şeydir; çok yüksek sıcaklık­ ta, erimiş durumdayken çalışmayı gerektiren tek ham­ maddedir.

İlk yapılan cam eşya kalıplarda eritilip dökülmek yöntemiyle yapılan küçük şişeclkler, boncuklar ve ben­ zeri şeylerdir. Bu alanda en önemli İlk ilerleme üfleme yönteminin bulunmasıdır. Bunun şerefi Fenikelilere mal edilir; M.Ö. 50 yıllarında bulunduğu söylenir. Bu icat sanatçıya da engin bir yaratıcılık olanağı sağlamıştır.

Cam, başka bir sanatçının kullandığı malzemeye ben­ zemez; camcı, ressam gibi fırça, tuval, kâğıt, kalem v.b. araç ve gereçlerini elle tutamaz. Ne çömlekçi gibi çamuru elliyebilir, ne de heykeltıraş gibi taşı... Onun kullandığı hammadde yakıcıdır, sıvıdır, hemen donup aldığı şekli değiştirmek olanaksızdır. Su gibi akar, is­ tenilen biçim verilir ama o biçimi artık yüzyıllar boyu muhafaza eder. Ülkeler, devirler ve üslûplar camın bi­ çim, renk, bezeme tür ve kullanma yerlerini etkilediği halde onun sıvı tabiatı hep aynı kalmıştır. Cam eski­ den olduğu gibi bugün de ayni basit maddelerden ya- pılmakatdır. Sadece bileşimdeki oranlarında kimi deği­ şiklikler olmuştur. Çeşitli zamanlarda camın kalitesini değiştirmek içink urşun ve potas ikame edilmiş, renk vermek için de bakır, manganez, kobalt ve başka ma­ denler eklenmiştir.

(4)

Çömlekçilik ürünleri gibi bize tarihin derinliklerinden bilgi verebilen insan işi ürünlerin başında cam geliyor. Toprağının altında ve üstünde pek çok çanak, çömlek, çini şaheserleri bulunan Anadolu her dönemde camın da yurdu olmuştur. Anadolu'nun, sadece Türk yurdu olduğu tarihten beri kazandığı sayısız uygarlık eserleri arasında camın da —sanıldığından fazla— bir katkı ve varlığı saptanabilmektedir.

Sanılır ya da iddia edilir ki, Türkler Anadolu'ya gel­ dikleri zaman, orada buldukları uygarlık eserlerini, özellikle Bizans yapıtlarını, müesseselerini körü körüne kopya ve taklit etmiştir; ne yaptılarsa onların modelinde olmuştur. Bu, çok kolay varılan yanlış bir yargı ol­ muştur. Örneğin, cam konusunda, bulunan Selçuklu, Artuklu, OsmanlI cam ürünleri, bunların tekniği, ayrı ve çok başarılı özgün ürünler yaratmış olduklarını kanıt­ lamaktadır. Türkler göç ettikleri ve yerleştikleri her yer­ de cam sanatını da birlikte götürmüş, tıpkı başka alan­ larda olduğu gibi, o yörelerde rastladıkları sanatları kendi getirdikleri bilgi, beceri ve zevki katarak yeni bir düzeye ulaştırmışlardır. Çiniciliğin Türklerde çok geliş­ miş olmasına karşılık, belki de o nedenle, camcılığın büyük bir gelişme göstermediği ve gereksinmelerin genellikle dışarıdan ithalat yoluyla giderildiği kanısı da yaygındır. Şüphesiz bu inanç camcılığımız hakkındaki bilgilerin maalesef çok az oluşundan ileri geliyor. Ya­ zarların, tarihçilerin genelikle siyasal konular, harpler ve saray entrikaları dışındaki konuları yazmağa pek kıymet vermemiş olmaları bunun sebebi olmuştur de­ nebilir. Buna ek olarak, OsmanlIlara ait sanat eserle­ rini o topluluktaki Türkten başka ırklara mal etmek eğilimini de saymak gerekir.

Anadolu’daki ilk Türk, Artuklu camları gibi Osmanlı camları da Türk işi mi, ithal ürünü mü olduğu kuşku ve sorusu daima zihinleri kurcalamıştır. Halbuki «yerli iş yurtlarında yüzyıllar boyunca yapılan çeşitli cam eş­ ya, maddi ihtiyaçları karşılamak hususunda Türk işçi­ sinin zekâ ve kabiliyeti ile ortaya neler koyabileceğini ve bu arada ruhundaki güzel sanat duygusunu tatmin için nasıl ince bir zevkle çalıştığını belirten örneklerdir». Bu satırları 35 yıl önce 1947’de Ankara'da açılan bir (Türk Camcılığı Sergisinin kılavuz broşüründen aktarı­ yorum. Bugün müzelerimizde ve son olarak da İstan­ bul'da özel bir müzede düzenlenen (Beykoz İşi Türk Camları Sergisinde seyredilen örnekler de onlardandır.

**

Tüm Osmanlı camlarına ait bilgiler bu yazının çerçe­ vesini aşar. Bunda sadece küçük bir döneme ait bir tür camlardan söz edeceğim için Beykoz işi camlara geçeceğim. Burada da aynı soru ve kuşkular hatırla­ tılır, yinelenir.

Camcılık küçük bir işyeri ve sanatkâr eller bir ocak ve basit araç ve gereçlerle şaheserlerin yapılabildiği bir üretim dalıdır. Bir kaç ailenin bir köyde toplanmış olmasıyla, ünü sınırları ve yüzyılları aşan cam sanatı merkezlerinin var olmuş olması, Timurlenk istilâsında Şam'daki camcı ailelerin Semerkand'e nakledilmesi üze­ rine Suriye camcılığının sönmesi gibi gerçekler, her­

hangi bir cam parçasının kökenini saptamak olanağı­ nın ne denli zor bir konu olduğunu anlatır. Bu yalnız Osmanlı camlarına münhasır bir şey değildir. Camcılık­ ta çok daha yeni zamanlarda bile bazı eşya ve ürünler dışında hiçbir parçanın markası vurulmamıştır. Marka konulmuş olsa da taklit edilmeleri her zaman mümkün olan camın nereye ait olduğunda kesinlik her zaman mümkün olamaz.

Türkiye'de yapılan ve rastlanan camların Türkün gay­ ri ırklara mal edildiğinden bahsetmiştim. Bu konuda en susturucu örneklerden biri olan, merhum Prof. Ömer Lütfü Barkan'ın, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı, adlı büyük incelemesinde camiin yapılışında çalışan ustalar ve işçileri adlarına kadar saptadığını naklede­ rek konuyu noktalıyacağım, sonuçlandıracağım. Camide çalışanların içinden nakkaşlık ve camcılık gibi üstün sanat yeteneği istiyen sanat dallarında çalışanların dö­ kümü şöyledir: Nakkaşlarda 63 ustadan 55'i Müslüman 8'i Hıristiyandır. Camgerler, yani camcılarda ise toplam 17 ustadan 16 tanesi Müslüman ve sadece bir teki Hı­ ristiyan olarak görülmektedir. O Hıristiyanlar yerli, Ana­ dolulu reâyâlardır. Camcılar arasında o zaman en ün­ lü olanı da Süleymaniye camiinin en güzel vitraylarını yani renkli pencerelerini yapan Sarhoş İbrahim adında bir usatdır.

* * *

Beykoz, Boğaziçi’nin Anadolu kıyısındaki İstanbul köy­ lerinden birinin adıdır. Bu adın Türk camlarının bir tü­ rüne alem olması, Beykoz yöresinde, Çubuklu'da, in­ cir köyünde, kimi cam işyeri ve fabrikalarının kurulmuş ve ürünlerinin de zamanla o adla anılmış olmasından­ dır.

(Eski Eserler Ansiklopedisinde «el yazması bir bel­ geye göre» verilen bilgiler genellikle benimsenip yine­

lendiği üzere, III. Selim (1789-1808) zamanında, bir Mev­ levi dervişi olan Mehmet Dede tarafından Beykoz yö­ resinde bir cam eşya atölyesi kurulmuştur. Mehmed Dede camcılığı İtalya'da öğrenip gelmiş, kurduğu iş­ yerinde cam ve billûrdan fincan, sürahi, bardak, vazo, reçellik, gülâhdan ve benzerleri gibi yaldızlı nakış ve çiçeklerle süslenmiş beyaz, süt rengi ya da saydam olmayan mavi renkte bir cam hamurundan her çeşit eş­ ya yapmıştır. Adı geçen Ansiklopedinin yazarı olan Nurettin Büngül, antikacılığı yanında yazar ve ozan da olduğundan bu olayı bir beyitle de vurgulamıştır:

Akıbet Beykoz denen gayet güzel bir yerde de Marifet meydana gelmiş aferin Mehmet Dede.

Sözü edilen el yazması belgenin ne olduğunu bilmi­ yoruz. Mehmet Dede'ye gelince hemen bütün kaynak­ larda Beykoz'da bir cam atölyesi kurduğundan söz edil­ mekle beraber kimliği hakkında maalesef fazla bir bil­ gimiz yok. Bilinen bir gerçek, Mevlei tarikatinden bir çok dervişlerin çeşitli sanatları da icra ettikleri, bunlar arasında saatçiler v.b. de bulunduğudur. Sicill-i Osma- nî'de 1240 (1824/25) da ölen bir Mehmet Dede görü­ lür. Yazılışından dolamacı olarak okunması gereken mesleğine göre bu Mevlevi dervişinin Dolama denilen çuhadan entari gibi önü açık olarak kavuşturulur ve

(5)

üstüne kuşak bağlanır eski bir tür elbise yaptığı anla­ şılıyor. Eyüp'te bir Mevlevihane yapıp orada şeyh ol­ muş ama çağdaşı öteki Mevlevihane şeyhleri kendisiyle savaşmışlar, tekkesi boş kalmış; Kasımpaşa dergâhı­ na gömülmüş. Bu Mehmet Dede’nin bizim camcı Meh­ met Dede olduğunu sanmıyorum. Bunu saptayışımın nedeni Mevlevi dervişi olarak bir sanat yapmış o de­ vir dervişlerine bir örnek vermektir. Beykoz ürünü re­ çellik, şekerlemelik, kavanoz ve benzeri gibi kapaklı kapların kapakları' üzerinde sık olarak görülen Mevlevi

sikkesi, yani külâhı biçimindeki tutamaklar ya da tuta­

maçlar da Beykoz işlerinde Mevlevi dedesinin etkisine kanıt sayılabilir.

Beykoz'daki cam atölyelerinin kısa zamanda sayıla­ rının çoğaldığı, bir süre sonra bazılarının kapanmış, ye­ nilerinin açılmış olduğu anlaşılıyor.

Öte yandan, resmi belge ve kayıtlar yine aynı kıyı­ da, Çubuklu’da incir köyü civarında, zamanın Bursa Valisi Mustafa Nuri Paşa (1798-1878) nın bir «Cam ve

Billur Fabrikası» yaptırdığı, bunun 1846 yılında Sultan

Abdülmecit (1839-1861) tarafından satın alınıp gelişti­ rildiğini yazmaktadır. Ünlü çeşmibülbül türü ve opalin

cam eşyanın pek çoğu bu fabrikanın ürünüdür. Bu ko­

nudaki bilgilerimiz daha kesindir ve resmi, yazılı bel­ gelere dayanır. Bu fabrika için Avrupa'dan da ustalar getirtlimiş, ürünler, hem kalite hem miktar itibariyle, önemli oranlara çıkmıştır.

O dönemlerin ürünleri bir kaç grupta toplanabilir; 1 — Renksiz ve saydam camdan yapılmış, üzerlerine yaldızla desenler, çiçekler çizilmiş eşya. Bunlardan bil­

lur, yani kristal olanlarını da sayabiliriz. Bu tür cam

eşyanın ilk dönemlerin ürünleri olduğu inancı vardır. Üzerlerinde çoğu kez maydanoz yaprağına benzer çi­ çekler bulunmasından dolayı bunlara maydanozlu Bey- kozlar denilmesi gelenek olmuştur.

2 — Opalinden süt beyazı ya da renklendirilmiş ola­ rak yapılıp üzerleri yaldız yahut çeşitli renkli çiçek ve meyve resimleriyle bezenmiş olan türden Beykoz işi cam eşya.

3 — Saydam renkli camdan yapılan ve aynı şekilde bezenen Beykozlar.

Bunların dışında sayılabilecek, daha özenli işçilik gerektiren çeşmibülbülleri ayrı bir bölüm halinde in­ celemek uygun olur. Burada o konu incelenmemiştir. Opalinden ve öteki cam türünden Beykozlar ele alın­ mıştır.

Opalin bir cam türüne verilen addır. Bulunuşunun Çin porseleni yapma çabalarından doğmuş olduğu anlaşı­ lıyor. Fransız fizikçisi Röaumur (1683-1757) o zamanlar Avrupa’da büyük rağbet gören porselen yapmak ister­ ken camdan porselene benzer bir hamur elde etmiş, adına ilkin (Reaumur porseleni) ya da (cam porseleni) denilmiştir. Daha sonra, doğal opal taşına benzediği için opalin adıyla anılan cam türü XIX. yüzyılda daha da gelişmiş ve bütün ülkelere yayılmıştır. İkin Fran­ sa’da II. imparatorluk dönemi denilen (1852-1870) yıl­

larında çok rağbet gören eşyanın yapılmasıyla genel­ leşmiş olan opalin camları dağıldıkları ülkelerde bi­ leşimleri az çok değişerek yapılmağa devam etmiştir.

Türk opalinlerinin bileşimindeki kumdan ötürü bazı özellikleri olduğu söylene gelen bir düşüncedir. Hemen tüm opalinlerde az çok görülmekle birlikte, Beykoz opa- linlerinde, «arkasına bir elektrik lambası tutulunca» yansıttığı kırmızı ışığın diğerlerinde görülmediğini ileri sürenler vardır. Gerçekten de bizimkilerde bir fark ol- olduğunu kabul edebiliriz. Kullanılan kum konusu da üzerinde durulmağa ve aydınlığa kavuşturulmağa de­ ğer bir konudur. Çünkü porselende toprak kalitesi na­ sıl önemli ise camda da kumun öyle olduğu bir gerçek­ tir. OsmanlI döneminde bu kumun ihraç edildiği kimi kaynaklarda yazılmaktadır. Kum İstanbul'un çeşitli yer­ lerinden alınmış olmakla birlikte Beykoz'da kullanılmış olan kumun Paşabahçe sırtlarından alındığına dair söz­ lü kimi bilgilerimiz var.

Beykoz işi opalin eşya yapımını kesin şekilde tarlh- lemek mümkün olmasa bile, icad yeri sayılan Fransa'da ilk opalin eşyanın ancak 1810 yılına kadar çıkabildiği saptandığına ve bu moda hızla bütün Avrupa'ya ve OsmanlI imparatorluğuna yayılmış olduğuna göre, Meh­ met Dede’nin bu işi İtalya'dan öğrenerek hemen he­ men aynı tarihlerde İstanbul’da gerçekleştirdiği, Sul­ tan Abdülmecit devrinde de bunun yaygın bir hale geldiği kabul edilebilir.

Beykozların Çeşitleri olarak Türk Ansiklopedisi'nde

şunlar sayılır: Ayaklı ve ayaksız şekiller, kapaklı bar­ dak, kandil, kapaklı kâse, lâledanlık, sürahi, çeşmibül­ bül, karlık, gümüş kapaklı matara, fincan ve tabağı, v.b... Beykoz işi ilâç kapakları da dikkate değer. «Yüz­ yıllar boyunca en çok, mavi rengin kullanıldığı görü­ lüyor» denilerek konuya renk katılıyor.

Bu liste kuşkusuz eksik ve karışıktır. Çeşmibülbül tü­ ründe yapılanları dışarıda bırakarak daha geliştirilmiş bir liste yapmağa çalışacağız. Hemen eklemek gerekir ki bu listeden başka görmeyip kaydedemediğimiz çe­ şitten eşya da olabilir. Onlara da rastlandıkça liste da­ ha tam bir envanter haline getirilmiş olur.

1 — Gülâbdan (gülsuyu konulan şişe) Beykozların en çok görülen türüdür. Çeşmibülbülden gülabdana hemen hiç rastlanmaması ilginçtir.

Gülabdanların ağızları yivlidir ve bunlar vida biçi­ minde yapılmış delikli ağızlıklarla kullanılır. O suretle gülsuyunu dökmek, serpmek mümkün olur. Gülabdan­ lara, üzerlerinde hiç bezeme olmayan süt renginden, mavi, yeşil, kırmızı renklerin çeşitli tonlarına kadar, gerek opalinden, gerekse adi cam ya da kristalden rastlanır. Bezeme, boyut, biçim bakımlarından çok çe­ şitli olan gülabdanların opalinden olan beyaz ve süt renklileri daha makbul tutulur. Elmalıları ya da geomet­ rik desenlileri v.b. zevke göre yeğleyenler vardır. Gülab­ danların üzerinde görülen bezekler ve desenler genel­ likle öteki Beykozlar üzerinde de görülür.

(6)

Ramazanlarda, kandillerde, mevlitlerde gülsuyu serp­ mek İçin eskiden hemen her evde bulundurulan gülab­ danlar hem OsmanlI devletinin her yanında, hem Av­ rupa ülkelerinin bazılarında Türk piyasası için yapılıp satılmışlardır. Fransa’da Türkiye'ye ihraç edilmek üzere özel biçim ve cinsten yapılmış olan eşya için (Formes

dites à la Turque) (Türk biçimi cam eşya) denilmiştir.

Bugün Çekoslovakya olarak bilinen eski Bohemya cam­ larının yapıldığı yerde XVIII. yüzyıldan beri süre gelen

Türk camı türlerine, Beykoz opalinlerinin başarılı tak­

litleri de eklenmiştir.

Gülabdanlar vesilesiyle Beykoz işlerinin başka ülke ve şehirlerde de yapılmış, taklit edilmiş, alınıp satıl­ mış, kullanılmış olduğunu böylece vurguladıktan sonra, ta Haydarabad’dan Ispanya’ya kadar uzandığını ekle­ mek yerinde olur sanırım. Başlı başına İncelenmeğe de­ ğer bir konu olan bu durum, bizim Beykoz dediğimiz cam eşyanın ve genellikle opalin türü camların yaygın­ lık ve beğenirlillk ölçüsünü de ortaya koymaktadır. Bir Türk zevk ve ürünü olan bir şişe ve cam gerçekten çok büyük bir yaygınlık ve hatta saygınlık kazanmıştır diyebiliriz. Bunları Türk'ten gayrısına maletme çabaları vardır ve bu çabalar da bundan doğmuştur demekte bir abartma yoktur.

2 — İbrik : Beykoz ürünlerinin gülabdanlardan sonra en sık görüleni, ibrik biçiminde kulplu, emzikli gülsuyu serpicileri, ya da küçük sürahi, karafaki gibi kullanı­ lan şişelerdir. Bunlar da desen ve renk itibariyle gü­ labdanlar gibidir, ibrikleri de desen ve bazı yapım fark­ larıyla, benzetilmek istenen Rus, Fransız ya da Bo­ hemya v.b. ürünlerinden ayırmak olasılığı vardır. Ör­ neğin kulplarının yapıştırılışı ve diplerinde kesiliş yer­ leriyle ötekilerden bir ölçüde ayrılırlar. İbriklerin leğen­ leriyle beraber kullanılması gelenek olan büyük boyut­ luları ayrı bir tür sayılır.

3 — Lâledan: Çiçek ve özellikle tipik bir Türk çiçeği olan lâle koymak için kullanıldıklarından dolayı lâledan denilen vazolar. Daha eski dönemlerde (İbrahim devri fiat defterinde olduğu gibi) çiçek şişesi ve bu anlamda Farsça Şükûfedan da denirdi. Lâlelik ve vazoların renk­ siz camdan, maydanozlu olanları da vardır; bunlar de­ ğerce daha düşük sayılmakta iseler de artık daha az rastlanıyor.

4 — Kuşlar: Genelikle güvercin ve kumru biçiminde renkli cam ya da türlü renklerde, süt beyaz, mavi, ye­ şil v.b.. opalinden yapılmış koku ya da bizim kullanışı­ mıza göre gülsuyu şişeleri. (Ördek biçiminde bir örne­ ği de nadir olarak görülür). Bunlar gerçek güvercin, ya da kumru büyüklüğündedir. Baıt ülkelerinde, örneğin. Kastilya (ispanya)da yapılanlarla da oldukça benzeşir­ ler Türk kuşlarının gözleri, İspanyol ürünlerindekinin yapıştırılan parçalar olmasına karşılık, desen ve beze­ meler şeklinde kuşun üstüne çizilmiştir.

5 — Şamdan: Beykozda camdan olanlar dışında opa­ lin şamdan yapılmış olduğunu çok az görülen örnekler­ den öğreniyoruz. Üstünde ay-yıldız olanları da dahil Türk bezeme ve zevkiyle yapılmış zarif şeylerdir. Son zamanlarda kaba taklitlerinin Mısır'da ve Ispanya’da yapıldığı söylentileri var.

6 — Kahve fincanı ve tabak: Fincanın geleneklerimiz

arasındaki yeri bilinir. Bununla beraber kahve fincan­ larının Beykoz’da pek büyük miktarda yapılmış olduk­ larını görmüyoruz. Bu belki de camın alaturka kahve İçimi için porselen ve seramik kadar uygun görülme­ miş olmasından ileri gelmiştir. Bugün de camdan çay bardakları yaygın bir şekilde yapılmasına karşılık kah­ ve fincanları pek genelleşmiş değildir. Böyle olmakla birlikte Beykoz işi olarak kahve fincan ve tabaklarının az rastlansa da yapılmış oldukları görülür. Maydanoz­ lu türden kulplu kahve fincan ve tabağı yapılmış olduğu gibi opalinden sade kahve için kulpsuz olması gele­ neksel sayılanları da vardır.

7 — Daldırmalar, bardaklar, kadehler v.b. : Su, şerbet v.b. içmek için çeşitli form ve boyutlarda türlü renk cam ve opalinden olmak üzere geniş bir bardaklar çe­ şidi yapılmışıtr. Daldırma, bardak gibi kullanılan kulplu, bodurca maşrapadır. Bardakların maydanozlu ve bil- lûrdan olanları da Beykoz olarak bilinir. Maydanozlu küçük likör kadehlerini de bu arada sayabiliriz.

9 — Tuzluk, şekerlik, yumurtalık v.b: Bunlar kapaklı, kapaksız, kulplu ve kulpsuz her boy ve renkte görüle­ biliyor. Bir evin günlük gereksemelerine cevap veren küçük ve büyük cam kapların Farsçada Gavuthuri de­ nilen kavut konulduğu ileri sürülenleri ile Fransızcadan bir ara dilimize geçerek kullanılan Bonbonnière yani şekerlemelik türlerini sayabiliriz.

10 — Kâseler: Hem yapıldıkları cam türü, hem biçim ve bezekleriyle çok çeşitleri görülen kâseler: a) ka­ paklı büyük kâseler, b) kulplu kâseler, c) küçük tas ve kâseler olarak rastlanır. Maydanozlu olanları daha ziyade büyük boyutlarda olanlardandır. Kapaklarında Mevlevi külâhı tutamaklara sık rastlanır.

Mine rengi üzeri çiçekle dekorlanmış şekerlik ve gü- lâbdanlar. - Sugar bowls and rose water flasks with

(7)

11 — Sürahiler: Bunlar genellikle cam ve billurdan yapılmıştır. Renkli olmayan camdan yapılmışlarına ve çeşmibülbül çeşitlerine daha sık rastlanır. Opalinden olan örnekler de görülmüştür.

12 — Karlıklar: Bugün kullanılmalarının gereği kal­ mamış, daha çok karla su ve şerbet soğutmak İçin bölmeli yapılmış olan özel sürahilerdir. Çeşmlbülbülden nefis örnekleri görülür. Bunların Venedik yapımı olduk­ ları çok kez ileri sürülmektedir. Bunu da öteki İddialar gibi yanlı bir inanış saymak yerinde olur.

13 — Leğen-ibrikler: Yukarıda sözü geçen küçük boy ibriklerden ayrı olarak el yıkamak, abdest almak için kullanılan geleneksel leğen-ibrikler türlü maden ve mal­ zemeden yapıldığı gibi renksiz ve renkli camdan ve billûrdan sanatlı bezemeler ve yaldızlarla süslenerek Beykoz işyerlerinde de yapılmıştır. Opalinden olanları­ na rastlanmıyor.

14 — Kandiller: Türk camilerinin başlıca aydınlatma aracı olarak da önemli bir yeri olan kandillerin pek çok çeşidine daha önceki OsmanlI camcılığından örnekler arasında rastlanır. Bunların pek değerli ve sanatlı bir tanesini — 1578 tarihli III. Murat devri kandilini— Top- kapı Sarayı Müzesinde seyretmek mümkündür. Beykoz İşlerinden kandilleri, özellikle renkli ve renksiz saydam camdan olanlarını yine müze ve koleksiyonlarda görü­ yoruz. Yurdumuzda yapılan ve Venedik ya da Bohem­ ya'dan İthal edilmiş olan kandillerin incelenmesi ilginç ayrı bir konu olarak durmaktadır.

15 — Şişeler, bakraç, kavanoz v.b. biçimdeki cam

kaplar: Geniş bir alanı kaplayan çeşitli gereksemeler

için yapılmış cam eşya, daha eski dönem OsmanlI ürünleri arasında rastlandığı gibi Beykoz İşi olarak da görülür; oldukça önemli bir yekûn tutarlar. Bunların çe­ şitli örneklerinden belki en ilginci Ankara Etnoğrafya Müzesindeki kulplu bakraç ya da helke biçiminde ko­ yu mavi renkteki cam kaptır. Bu helkenin ve kandille­ rin çeşitli örneklerinin resimlerini, yazarın şu kitapla­ rında görmek mümkündür: Türk Cam Sanatı ve Bey­

koz Işleri-Ankara 1974 ve Turkish Glass Art and Bey- koz-ware-istanbul; 1976.

Koku şişeleri; İnsanoğlunun belki camı ilk icadından

beri yaptığı en eski önemli şişelerden biri koku şişeleri olmuştur. Beykoz'da da bunların büyükçeleri olan gü­ labdan, ibrikler gibi çok küçükleri de yapılmıştır. Hem düz camdan, hem de çeşmibülbül türünden süslü ve be­ zemeli olanlarına rastlıyoruz.

Sübekler: Bazı yerlerde beşiğe yatırılan bebeklerin apış aralarına yerleştirilen şişeye sübek denmektedir, idrarı bir kaba akıtmağa yarayan boruya da aynı ad verilir. Ünlü eski eser koleksiyoncu ve yazarlarından merhum Hüseyin Hocabaş, Beykoz şişeleri arasında sübeklerin de bulunduğunu saptamıştır. Bir ihtiyacı kar­ şılamak için bu ve bunun gibi büyük, küçük ecza şişe­ leri de yapılırdı. Türk Ansiklopedisinde görülen (ilaç kapakları) deyimi bir baskı yanlışı değilde bunu anlat­ mak için kullanılan ilaç kaplan, şişeler şeklinde anla­ şılmak yanlış olmaz.

16 — Nargileler: Şişeler arasında nargileler ayrı bir bölüm oluşturur. Bunların renksiz camdan sadeleri ya­ pıldığı gibi renkli, yaldızlı ve maydanozlu olanları, bil­ lûrdan kesmeli yapılanları da vardır. Beykoz’da yapıl­ mışları mevcut olduğu gibi, eskiden çok kullanılan bu aygıtın dışarıdan, özelikle Bohemya'dan ithal edilenleri de piyasada bol miktarda bulunurdu. Marpuç denilen özel uzun borularının pazarlandığı özel bir de çarşı (Marpuççular Çarşısı) bulunması nargilenin yaygınlığı hakkında bir fikir verir.

17 — Mürekkep şişeleri, yazı hokkaları, mühreler:

Hüsnühat yani güzel el yazısının her dönemde rağbet

gördüğü Türkler arasında yazı araç ve gereçlerinin yapılmış olması doğaldır. Seramik, pişmiş toprak, çe­ şitli madenlerden yapılmış olanlar gibi camdan, kristal ya da opalinden hokka, rıhdan gibi şeylerin, çeşitli mühre ve şişelerin de örneklerine rastlıyoruz. Kulla­ nılışı yaygın olan bu türden görülebilen Beykoz işleri yazık ki çok azdır. Koleksiyonumda kapağı nakiller sı­ rasında kaybolmuş bir küçük opalin hokkayı bu arada bir örnek olarak saymak mümkündür. Mühre, kâğıda yumuşaklık, parlaklık ve düzlük vermek için kulandan, içi ekseriya boş bir yuvarlak cam eşyadır. Bunun

Bey-Opalinden yapılma süt beyazı ve üzeri dekorlu muhtelif kaplar. - Various

vessels of milk- white opaline with decoration.

(8)

koz'dan önceki dönemlere ait örneklerini, eski mürek­ kep şişeleri gibi, müzelerde görüyoruz.

18 — Tükürük Hokkası: Batı ülkelerinde olduğu gibi eskiden yurdumuzda da kullanılan özel biçimde bir kaptır. Evlerin içinde, göz önünde bulunduruldukları için güzel görünüşlü olmalarına önem gösterildiği an­ laşılan bu özel hokkaların Beykoz işi olarak opalinden ve çeşmibülbülden olanlarına rastlanıyor.

19 — Mataralar: Batı müzelerinde özenle saklanan Venedik işi mataralar (Pilgrim flask) bizde de yapılmış­ tır. Topkapı Sarayı Müzesinde Beykoz işi opalin ve çeşmibülbül iki tür matara görülüyor. Bunlar Venedik işleriyle karşılaştırıldığı zaman özellik ve farklar daha iyi göze çarpmakta ve bu konudaki tereddütleri orta­ dan kaldırmakatdır.

Ansiklopedilerde Beykoz işleri arasında (Gümüşlü matara) diye sözü edilen örneklerin kapaklarının gü­ müşten yapıldığı anlamına alınması gerektiği düşünü­ lebilir.

Yukarıdan beri saydığımız tüm eşyalar, şüphesiz, Beykoz işlerinin tam ve eksiksiz bir listesini oluştur- maz; başkaları da olmuş olabilir. Eski Eserler Ansiklo­

pedisi adlı kitapta verilen bazı bilgileri de bir örnek

olarak aktarıyorum. Onda, «Abdülmecit devri Beykoz fabrikasının ürünü «kırılmaz» adı verilen tabaklar, be­ yaz ve menevişli boncuk teşbihler... Çeşmibülbülün hem çizgilisi hem de altınlı olan fincanları ve gayet ince mücessem ç ile kli avizeleriyle renkli teşbihler artık bu­ lunmaz ve ele geçmez bir mal...» olarak anlatılıyor. Bunlardan; saraylarda ve eski konaklardaki avizelerin, karpuzlu eski cam ve opalin lambaların kimilerinin Bey­ koz işi olarak gösterilmelerine rağmen bilgilerin azlığı, özellikle de bu yazının çerçevesi dışında kalması ne­ deniyle üzerlerinde daha fazla durulmamıştır.

Bütün bunlar dışında da belki unutulan, gözden ka­ çan bir iki önemli olmayan çeşit daha bulunabilir diye düşünerek Beykoz işi ya da başka dönem Türk işi cam eşya olarak aşağıdaki bazı türleri de ekliyerek konuyu tamamlamak için, benim rastlıyamadığım Beykoz işi cam tespihlerin, opalin alanların dışında cam şamdan­ ların (Ank. Etn. Müz. No. 928) askıların (No. 9258) An­ kara Halkevi’nin yukarıda sözünü ettiğim sergide sergi­ lendiğini, camcılığımız hakkında da iyi bilgiler veren broşüründen öğrendiğimizi belirtmek istiyorum. Sadberk Hanım Müzesi’nde 3 Nisan - 8 Mayıs 1982 tarihleri ara­ sında açılmış olan sergiyi de bu sanat dalımızın tari­ hini gözler önüne sermek bakımından önemli bir et­ kinlik saymak yerinde olur.

(9)

Yaldızla dekore edil­ miş Beykoz işi kristal gülabdanlar, tatlı ikra­ mına mahsus hokka.

A bowl for offering sweets and rose water flasks in Beykoz crystal with gilt decoration.

BEYK O Z GLASSWARE

Fuat BAYRAMOĞLU

Beykoz is a village on the Anatolian shore

of the Bosphorus near Istanbul whose name

has become associated with the famous glass­

ware produced in the workshops and factories

established there. It is said that the first Bey­

koz glass factory was opened by the Mevlevi

dervish Mehmet Dede who had learned the

art of glass-making in Italy and, on his return

to Istanbul, began the manufacture of transpa­

rent colourless and opaque white or blue

glassware.

Official sources also mention the establish­

ment by the governor of the province of Bursa

40

(10)

Mustafa Nuri Pasha (1798-1878) of a glass and

crystal factory at Çubuklu, another Bosphorus

village not far from Beykoz. This factory was

later purchased by Sultan Abdulmejid in 1848

and considerably expanded. It was this factory

that was mainly responsible for the production

of the famous

cheshmi-bulbul

(a type of trans­

parent glass decorated with stripes of spiral

opaque white threads) as well as the type of

glass known as opaline. Foreign experts were

employed at this factory, and its production

was remarkable for both quality and quantity.

The products of these factories were manu­

factured from :

1. Colourless, transparent glass decorated

with gilt designs and flower motifs. Crystal

objects may also be included under this head­

ing. This transparent type of glass was the

firs t type of ware to be produced and is often

recognisable by the employment of a parsley

motif, which was very often applied as deco­

ration.

2. White or coloured opaline decorated with

flowers and fruit motifs in gilt or various other

colours.

3. Transparent coloured Beykoz type glass

decorated in the same way.

In addition to these we must also, of course,

mention

cheshmi-bulbul,

the most famous and

most valuable type of glass manufactured in

these factories.

Although it is impossible to give a definitive

account of the development of the manufac­

ture of opaline in Turkey, it seems reasonable

to assume, taking into consideration the fact

that it was invented in France, its country of

origin, around 1810, that it was introduced

into Turkey by Mehmet Dede very shortly after

this date.

A very large variety of ware was produced

at Beykoz, including cups, plates, glasses,

bowls, decanters, vases, tulip-vases, water

and rose-water flasks, oil-lamps, and perfume

bottles, all of the very highest quality.

THE PRESERVATION

OF WORKS OF ART

Text : Tomur ATAGOK

A work of art is threatened first of all by the

atmosphere by which it is surrounded. High

humidity, dust and pollution are all highly

destructive agents. In a museum or art gallery

the humidity must be kept below 50%, or at

most 55%, and, in the case of paintings, should

be kept absolutely constant. The temperature

must also be strictly controlled, as changes

in temperature give rise to changes in humid­

ity.

Control of the temperature is, however, re­

latively easy and inexpensive. In art galeries

the temperature should be kept between 18-

20°, as any temperatures higher than this will

cause dangerous changes in the humidity Air

conditioning is essential in all museums, but

now and again the windows should be opened

and the rooms thoroughly aired.

41

Referanslar

Benzer Belgeler

• Her sınav ilan edilen saatte başlayacak, Sınavlarınız, sorumlu öğretim elemanlarının belirttiği süre kadar açık kalacaktır.. • Uzaktan Eğitim sistemimizin işleyişi

04-05 ARALIK 2021 ARASINAV PROGRAMI (ONLİNE BEYKOZ)/04-05 DECEMBER 2021 MİDTERM EXAM PROGRAM (ONLINE BEYKOZ). 05 ARALIK 2021 PAZAR /05 DECEMBER 2021 SUNDAY 04 ARALIK 2021

……… Meslek Yüksekokulu Müdürlüğüne, AZAMİ ÖĞRENİM SÜRESİNİ TAMAMLAYANLAR İÇİN EK SINAV BAŞVURU

Erasmus + Öğrenci Staj Hareketliliği kapsamında 2020-2021 Bahar Yarıyılı için yurtdışında staj yapmak isteyen ve aşağıdaki başvuru koşullarını sağlayan

Erasmus + Öğrenci Öğrenim Hareketliliği kapsamında 2020-2021 Güz Yarıyılı için anlaşmalı olduğumuz Avrupa kurumlarında öğrenim görmek isteyen yada yurtdışında staj

Kısıtlı bir süre içerisinde otomatik gerilim regülatörleri için birden fazla amaç gözetilerek en iyi amaç fonksiyonunun elde edilmesi, bir çok amaç fonksiyonlu

(2017) “Green synthesis and characterization of gold and silver nanoparticles using Mussaenda glabrata leaf extract and their environmental applications to dye

Aynı zamanda bu yayın sayısı 2016 yılında yapılmış toplam yayın sayısının yaklaşık onbinde 2,5’luk ünü oluşturmuştur ve yapılmış en yüksek