NÂZIM HİKMETİN BİR YAZISINDAN
... Toprağı, dostlarımı, karımı sevdiğim kadar tiyatroyu severim. Sev gilerimin hiç birinde platonik olmadığım gibi; tiyatro sevgimde de pla tonik değilim... Tiyatroyu, seyirci, dinleyici, okuyucu gibi değil; yalnız böyle değil, onun içine karışarak, ona birşeyler katarak, onun için ya zarak sevmeği anlarım.Yalnız kendim, yalnız bir kişi için hiç bir iş yapmadım bugünedek... Şiir yazdım: mümkün olduğu kadar çok okuyucu okusun diye; tiyatro yazdım: mümkün olduğu kadar çok seyirci dinlesin diye, seyretsin di ye...
... Ben melodramın hiç esklmiyecek bir tiyatro unsuru olduğuna ka niim.. Nasıl, muayyen bir anlayışla; romantizm her edebiyat mektebi nin içinde varsa; melodram da şu veya bu şekilde, tiyatronun: canlı, hareketli, bir şey söylemek istiyen tiyatronun unsurlarından biridir. Realist bir piyes bile melodramatik unsurun inkârını icabettirmez.
• Unutulan Adamı Niçin ve Nasıl Yazdım?» Darülbedayl (15 Sonteşrin 1934, no: 52)
ferhad ile şirin üzerine
Ndzım H ik m e tin 19/f i’de Piraye’ye yazdığı bir mektuptan :
Ferhad ile Şirin diye hir piyes yazmak istiyorum. Ferhad ile Şirin hikâyesini bilirsin, değil mi? Ben onun yarısını esas olarak alıyo rum. Mevzu kısaca şu oluyor: Şehrin sultanı Mehmene Banunun kız- kardeşi Şirin, köşklerinin nakışlarım yapan nakkaş Ferhada ve Fer had da ona âşık oluyor. Şirinin dadısı bunu Mehmene Banuya bildi riyor, Mehmene Banu da Ferhada âşıktır, fakat kızkardeşini çok sev diği için, bu kardeş aşkıyla Ferhada karşı duyduğu aşk arasında bo calıyor, nihayet hıncı Ferhada çevriliyor ve delikanlıyı bir imkânsız lık içinde mahvetmek için şöyle bir teklifte bulunuyor: Şirini sana bir şartla veririm, şehre su akıtırsan. Çünkü şehir susuzluk sıkıntısı çekmektedir ve suyun şehre bir dağdan akıtılması icabetmektedir. Ferhad şartı kabul ediyor ve Şirinin aşkıyla dağı delmeye başlıyor, bir taraftan dağı deliyor, bir taraftan kayaların üstüne Şirinin resim lerini yapıyor, bu iş böyle senelerce sürüyor ve Feı-hadın Şirine karşı duyduğu aşk, şehre ve insanlara su vermek, dağ delip suyu akıtmak idealine çevriliyor — bu aralık Mehmene hatun ölmüştür, Şirinle Fer- hadm-evlenmelerine engel kalmamıştır, fakat Ferhad başladığı büyük işi yanda bırakamayacak kadar bu işe bağlanmıştır, hastadır, yor gundur, fakat dağı delmeye devam etmektedir, ve nihayet suyun şehre aktığı müjdesini aldığı anda büyük emeline kavuşmuştur ve büyük işinin başında Şirinin kolları arasında ölür.
işte Ferhad ile Şirin hikâyesini böyle bir temaya esas aldım. Mevzu anlatılınca, hele böyle kısaca anlatılınca belki pek anlaşılamıyor, fa kat bu mevzuu öyle kuvvetle duyuyorum ki iy i bir şey olacağını sa nıyorum. Mesele bir tek insana karşı duyulan aşkla, insanlığa, in sanlığın hayrına karşı duyulan aşkın mücâdelesi değil, bir vahdet teşkil etmeleri. Sonra insanla tabiat arasındaki münasebeti de dile diğim gibi verebileceğimi sanıyorum. Şimdi ne desem bos, yazmalı, bakalım nasıl olacak?
ferhad ile şirin üzerine
Başka bir mektubundan :
Sevgilim, bir tanem,
Ferhadla Şirinin hikâyesi, asıl metinde benim gecen sefer sana yaz dığım gibi değildir. Yalnız, Ferhadm nakkaş olması, Şirinin Mehmene Bamı adında bir kadın hükümdarın kardeşi oluşu ve bir de Şirine yaptırılan köşke su getirilmesi için Ferhadm dağı delmesi vardır. Sonra maceralar uzar gider. Ben şu yukarda söylediğim şeyleri ki taptan aldım. O kadar. Gelecek mektubumda birinci perdeyi yolla yacağım. Çünkü birinci perdeyi bitirdim. Temize çekmesi kaldı. Dolu dizgin ve zevkle çalışıyorum. Tiyatro tekniğinde, cok eskiden kulla nılıp da sonra vazgeçilen bir unsuru geliştirip tatbik ettim, fena da olmadı sanıyorum. Masal unsurunu fona aldım, bu unsurun bilhassa sembolik ifadesinden faydalandım, fakat realist çalıştım. Tuhaf bir tezat oldu, ilk perdeyi bir iki güne kadar gönderirim, cevabını, nasıl bulacağını çıldırasıya bir merakla bekleyeceğim...
Başka bir mektubundan :
Ferhadla Şirinin artık hepsini okumuş olduğuna göre, canın çektiği bir zamanda, yorgunluğunu biraz daha az hissettiğin bir günde bana bu küçük kitapçık hakkında düşündüklerini yazarsan bahtiyar olu rum, çünkü onun içine, söyle uzaktan uzağa da olsa, biraz da kendi maceramızı — farkına varmayarak — koymuşum. Bunu, yazı bitip de baştan okuduğum zaman anladım.
ferhad ile şirin üzerine
Başka bir mektubundan :
Ferhadla Şirini ilkönce başka türlü bitirmeli niyetindeydim, üçüncü perdeyi de iki sahne yapmak istiyordum, ikinci sahnede, yani üçüncü perdenin ikinci sahnesinde, suyun çeşmelerden akışını ve Ferhadm Şirinin kucağında ölüşünü yazacaktım. Fakat sonra düşündüm, hem esas fikir itibariyle piyes ücüncü perde birinci sahnede bitiyor, hem de Ferhadla Şirinde seninle bana benzeyen bir taraf var ki. âdeta kendimi sana kavuştuğum anda senin kucağında öldürmüş gibi ola caktım, buna gücüm yetmedi. Bana mektup yazdığın zaman Ferhadla Şirinden biraz daha tafsilâtla bahsedersen, meselâ en çok hangi ta raflarım beğendiğini, nerelerine takıldığını yazarsan çok sevineceğim.
( . . . )
Biz yine Ferhadla Şirinden bahsedelim. Dedim ya esas fikir itibariyle orada bitmesi lâzım, hem zaten henüz çeşmelerden su akmadı ve in sanlar ümitle, hayranlıkla Ferhadın gürzünün sesini dinlemekle meş guller.
{..
>
Tuhaf değil mi ben bu Ferhadla Şirini âdeta korka korka yazdım, yazarken de beğenmedim, ancak bittikten ve baştan aşağı okuduktan ve senden her perde için gelen teşvik ve beğenme seslerinden sonra iyi bir şey yaptığımı anladım. Hakikaten fena olmadı galiba? Bak hâlâ içimde bir galiba var! Çünkü ne kadar duydum bu mevzuu, bi lemezsin. Hani Ferhad bir yerde Şirine: Biz ancak hasretimizin binde birini koyabiliriz lâleye, diyor ya. işte öyle olacak, ben de ancak bu piyese kendi içimdekinin binde birini koyabileceğim diye üzüldüm. Yine hepsini koyamadım, fakat anlıyorum ki hiç olmazsa yüzde birini koymuşum.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a T o ro s Arşivi