• Sonuç bulunamadı

Nakkaşın mürekkebi kırmızı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nakkaşın mürekkebi kırmızı"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

co 01 05 * _! < £E < o CM 10 CO CO > < CO

CumhuHyet

PARASIZ PAZAR EKİ

ARBE VE SİNEMA...

Birçok Şilili yönetmen için

fiziksel siirgiin sona erdi.

Şili sineması, darbeyi ve

unutulmaz yükünü daha

yıllarca taşıyacak...

m 6. S A Y F A D A

EPRESYONUM VE BEN

Depresyon anlaşılamaz

ve derin bir üzüntüden

intihar etme isteğine kadar

farklı, duygular içeriyor.

Tedavisi ise uzun sürüyor...

m 1 2 . S A Y F A D A

n

Romanda,

benim, annemin,

ağabeyimin adını ve

bazı huylarını üzerine

almış kahramanlar var.

Onlar ortaya çıkınca önce

irkiliyorum, ama biliyorum ki

onlar özel kahramanlar...

NAKKAŞIN MÜREKKEBİ KIRMIZI

ORAL ÇALIŞLAR

Orhan Pamuk, “Benim Adım Kırmızı ” romanıyla yeni­

den okurlarının karşısında. Pamuk, edebiyat dünyamıza so­ luk getiren, uluslararası alanda da beğeniyle izlenen bir ro­ mancımız. Yeni romanında Osmanlı İmparatorluğunun önemli bir sanat alanı olan nakkaşlar dünyasıyla tanışıyoruz. Resmin yasak olduğu İslam dünyasının sınır­ larını zorlayan nakkaşların, tutuculukla çatışan ve mesle­ ki kıskançlıkla kana bulanan kırılgan öykülerini izliyoruz. Sürükleyici olaylar örgüsü, derinlemesine işlenmiş sağlam kişilikler, iyimser ve umutlu bir ortam yaratıyor. Romanın, piyasaya çıkışının rahatlığını yaşayan Pamuk, çok sıkıldı­

ğı “Roman ne zaman bitiyor? ”sorusundan da böylece kur­ tulmuş oluyor. Pamuk'la, roman kahramanlarıyla iç içe geçmiş yaşamı, roman kahramanlarıyla özdeşleşmiş kişi­ sel kaygıları üzerine konuştuk. Pamuk, birçok aydın gibi, acımasızlıklardan, Türkiye 'nin içinde bulunduğu kaostan, endişe duyuyordu.

“Benim Adim Kırmızı "da, anne Şeküre, ağabey Şevket ve küçük kardeş Orhan, rastlantı gibi romanın önemli kişi­ leri olarak dikkat çekiyordu. Tıpkı Orhan Pamuk ’un ger­ çek yaşamında olduğu gibi. Neden bu isimleri seçmişti, kendi yaşamıyla romanın ne gibi bir bağlantısı vardı? Ön­ ce, Orhan Pamuk ’un gözünden bir Orhan Pamuk tanımla­ ması istedim.

* • nce onu (Pamuk kendisini tanımlıyor),

saplantıla-O

n , meraklan, ya da moral ve maneviyat bozuklu­ ğuna sürükleyen dertleriyle anlatırdım. Bir insan, sevinçlerinden çok kederleri, takıntılan, dönüp dö­ nüp yüzbinlerce kez kendine tekrarladığı şeylerle anlatıl­ malı. Bunlar genellikle, yenilgiler, istekler, rüyalar. Bu da bende her zaman, “Öyle bir roman yazayım ki”, ya da “Ro­ manımın şurasını öyle bir yazayım ki” ya da “Romanım şu zaman bitecek” şeklindeki saplantısal tekrarlar halinde olur.

Demek ki, kendimi en çok romancı olarak görüyorum. Kendimi ne iyi bir vatandaş, ne iyi bir yurtsever, ne başka­ larına yardım eden biri, ne iyi bir baba olarak, ya da başka bir yere ait olmak şeklinde Devamı 2. sayfada

(2)

CUMHURİYET DERGİ

Bana

sorarsanız

bu kitap, eıı

derinden

şu unutulmak

korkusunu ve

sanatsal

unutulmanın

korkunçluğunu

anlatır. Nakkaşların

kederini, yüzlerce vıl bir

• V

işe emek verdikten sonra

tamamen unutulduklarını...”

1. Sayfanın devamı

tanımlamak istemem. Bütün bunlar benim için, romancı olmaktan sonra gelir. Bu konu­ da son derece egoistimdir. Fakat, bu tür bir egoizm, bizim kültürümüzde pek sevilmez. Bu tür bir egoizmin kendi iç mantığı vardır. Eğer buegoizm, insanı radikal bir şekilde iyi bir şey yazmaya yönlediriyorsa, bu sonunda tamamen tersi bir şeye dönüşür. Ama bunu söyler söylemez de çekingenliğimden dola­ yı kendimi ayıplıyorum. Çünkü kendimi, bu egoizmi meşrulaştırmak için, “sonunda bir şey veriyorum” demek zorunda hissediyo­ rum. Aslında insan, böyle bir şey söylemek zorunda da kalmamalı.

Yazmak işi, edebiyat işi öyle oyuncaklı bir iş ki, bu egoizmin içine girdiğim zaman o ka­ dar mutlu olurum ki, yaptığım işi o kadar se­ verim ki! “Benim Adım Kırmızı”daki aşk sahnelerinde Şeküre şöyle der, “İkimizden dünyaya bir büyük iyi lik yayı lıyordu.” Yaz­ dığım şeyi seviyorsam, benden de dünyaya iyilik yayılır.

Bu romanı yazarken, birisine yardım et- memişimdir, kapıyı çarpmışımdır, postacı­ ya kızmışımdır, asık suratlı cevap vermişim­ dir, arkadaşıma kabalık etmişimdir, telefon- dakine kötü davranmışımdır. Ama için için benden dünyaya biriydik yayılmıştır. Buiyi- lik hissi, iyi bir şey yaratmak hissi olmazsa roman yazılmaz. Bu iyilik hissiyle bazen şeytani şeyler de yapabilirsiniz. Politik bir

yazı yazıp insanları çok kızdırıp, başınızın derde gireceğini de düşünebilirsiniz. Ya da romanınıza itçe, şeytanca bir ayrıntı koyup birisini kızdırdığınızı, ya da muzırlık yaptı­ ğınızı hissedebilirsiniz. Ama bunlar güzelse, bunlardan da dünyaya iyilik ve mutluluk ya­ yılabilir. Böyle anlarda, o zamana kadar boş- verdiğiniz, iyi vatandaşlık, iyi arkadaşlık, iyi insanlık gibi özellikleryazarak gelebilir. Ya­ zar oradan tatmin bulur.

Ressam olacağımı sanıyordum

Dedem, amcam ve babam olmak üzere bü­ tün çevrempozitivist, Batı etkili birkültüre sahipti. Herkesin birbirine matematik prob­ lemi sorduğu bir ailenin karakoyunu, sanatçı çocuğuyum. Babaannemin 7-8 torunu vardı

ve herkes bu tür şeylerle uğraşırdı. Ben ço­ cukluğumda onlara “sanatçı” olabileceğimi kabul ettirmiştim. Zor da olsa böyle bir şeyi kabul ettiren insan, bir tane olur da bu role girer ve bu rolü fazlasıyla benim ser ya, ben öyleydim. Ressam olacağımı zannediyor­ dum. İstanbul Teknik Üniversitesi ’nde mi­ marlık okurken, ikinci sınıfta ressam ve mi­ mar olmayacağıma karar verdim . Zaten mü­ hendis ailenin ressam çocuğu bunu yapar, di­ ye mimar olmak istemiştim. Bunu yapmaya­ cağım dedim ve okulu bıraktım. Askerden kurtulmak için gazetecilik okudum ve gaze­ tecilik diplomam vardır. Hayatımda da hiç gazetecilikyapmadım.

22 yaşında romancı olacağım dediğimde, herkes kaşlarını oynatarak gülümseyerek baktı. Roman yazmaya başladım. 1974 yı­ lıydı. Güçlü ve hareketli bir siyasi ortam var­ dı. Siyasi iyimserliğin hâkim olduğu, ama karmaşanın hüküm sürdüğü, karmaşanın in­ sanlarda bezginlik değil umut yarattığı, bir değişim olarak algılandığı bir dönemdi. Şimdiki aydınların bezgin, müdafaaya çekil­ miş halinden farklı olarak, dünyayı değiştir­ me yanılgısı, azmi ve iyimserliği vardı.

O dönemde, orada ben şu bakım dan yal­ nızdım: Hâkim sol düşünceleri bütün kal­ bimle içimde hissediyordum. Ama büyük çoğunluğun hayat tarzına -çekingenliğim­ den olabilir, örneğin hep birlikte İstiklâl Marşı söylenirken, ben söyleyemem, play- backyaparım-katılamıyordum. Belki katıl­ mak istemiyordum.

Ticaret yapmak gibi işler de, bu nedenle bana çok ayıp geliyordu, bunlan bir çeşit kö­ tü egoizm olarak görüyordum. O zaman ben kitaplarla bir şeyler yapacaktım. Bu yüzden ressamlık yerine, kitaplarla, metinlerle, top­ lumsallıkla ilgili gördüğüm için yazarlığı seçtim ve romanımı yazmayabaşladım.

Romancı olmak hesapta yoktu

Sekiz, dokuz, on yaşındayken, evde kendi kendime dergi çıkarırdım. Dosya kâğıdını katlar, daktiloyla yazar, kimi zaman ansiklo­ pedilerden, kimi zaman şurdan, burdan bil­ giler alır, yazılar yazardım. Sonra da bunla­ rın en ortasındaki iki sayfaya, hiçbir zaman yazmaya başlayamadığım, çocukluğumda okuduğum romanlardan etkiler taşıyan “Bü­ yük Takip” isimli bir roman yazmayı kurar­ dım. Bir iki şiir yazma başlangıcı yaptım o kadar. 18 yaşında sekiz ay şiir yazdım ve bu şiirler, kimsenin bilmesini istemediğim der­ gilerde yayınlandı. Sonra onları da bıraktım. 18-22 yaşları arasında hiçbir şey yazm a­ dım. O dönem iki temel derdim vardı: Birin- cisi-nispeten hali vakti yerinde (Bunları an­ cak şimdi söyleyebiliyorum) bir aileden ol­ duğum için, bir utanç hissine sahiptim. Bu nedenle kendimi siyasi hayatta, kahraman gibi bir yerde görmedim hiç.

Görmek istemememin sebeplerinden biri­ si de, kalabalık bir yerde, panel olsun, top­ lantı olsun, herhangi bir siyasi faaliyette, öle­ siye sıkılmamdı. Çok sigara içilirdi, ben si­ gara içmezdim. Sigara dumanından gözle­ rimden hani hani yaşlar akar, çok malum bir gerçek tekrarlanarak giderdi. Açık söyleye­ yim, politikacılarda gördüğümüz, belirli bir samimiyetsizlik, belirli birkitsch duygusu hâkim olur, malum olduğu şekilde birisi par­ mağını kaldınrdı. Böyle biryerdebul undu- ğum zaman, hissettiğim şeyler bunlardı.

Bütün siyasi faaliyetim boyunca hatırladı- ğım-aslındahiç yoktu-devrimci ağabeyleri­ miz, bir gün Kağıthane ’de grev var demişler ve birinci sınıftaki biz küçüklerden gönüllü almışlardı. Böyle bir göreve gitmiştim. Hiç olmazsa başka insanlar, başka çevreler, ki­ taplardan farklı şeyler görmüştüm. Bu, ben­ de çok güzel bir hatıraolarak kaldı.

Ama siyasi faaliyetten itiş kakıştan-belki bunlar büyük oranda bir çeşit kabadayılıkla,

(3)

20 ARALIK 1998. SAYI 665

erkeklenmeyle, horozlukla da kendini açık­ lamaktı- hoşlanmazdım . Öyle biri değildim. Daha bariz bir şekilde olmasa da muhallebi çocuğu denen biri gibiydim. A m a, vücutça muhallebi çocuğu değildim. Devamlı şu çe­ lişmeyi yaşardım: 1973 yılında okuduğum Virginia W oolf’un kitapları ve bütün öteki okuduklarım, o zamanki sertlikten çok uzak­ tı.

Sempati beslediğim sol fikirler hâkim ol­ sa da, bu yumuşaklığımla, bu âlemde kendi­ me bir yer bulamayacağımı hissederdim. Bunun için ben, aslında Demirperde gerisi­ nin yazarlarını değil, mesela Jean Paul Sart­ re gibi bana benzeyen, burjuva aileden ge­ lenleri, sonra m odem ist Kafka’y ı, ya da bir başka yazarı, bu dünyada yeri olması gere­ kirken taşlanan yazarları severdim.

Sartre ve Cam us’nun kitapları beni etkile­ di. Sol kitapları okumuştum, am a bunlar be­ ni manevi olarak doyurmuyordu. Dünyada hangi çıkarlar çarpışıyor, ne oluyordu... Bu açıdan sol kitaplar hoşuma gidiyordu, ama manevi olarak doyurmuyordu. Kafamın içindeki çeşit çeşit girdapları, açlıkları, öfke­ mi, dünyayı havaya uçurmak isteğimle, gü­ zel, ince, uğraşarak bir şey yapmak i steğimi ; bütün bunlann birbiriyle çatışmasını, sol ki­ taplar açıklayamıyordu.

"Benim Adım Kırmızı "daki, Orhan tipiy­ le Orhan Pam uk’un bir ilgisi var mıydı? Ağabeyi Şevket, annesiŞeküre ile romanda­ ki Şevket ve Şeküre ne ölçüde örtiişüyordu? Şöyle cevapladı:

Başkalan da bunu soracak biliyorum. He­ men cevap vereyim. “Benim A dım Kırmı- zı”daki ailenin yaşadıkları, sınırlı olarak be­ nim yaşadıklarım üzerine kurulmuştur. Be­ nim de annemin adı Şeküre, Şevket diye bir ağabeyim var. Kitapta bir de Orhan görecek­ siniz. Bir dönem de babamız uzaktaydı(ro- mandaki babada gidip gelmiyor). Ben, an­ nem ve ağabeyim birlikteydik.

Kitapta anlatıldığı gibi ağabeyimle biraz çekişirdik. Uzaktaki babamızın, “Benim Adım Kırmızı”da olduğu gibi, dönmesi söz konusuydu. Annem bize söz geçirmekte zor- lanırdı. “Benim Adım Kırmızı” da, kimi za­ man gösterildiği gibi, bize öfkelenerek bağı­ rırdı. Ama bütün benzerliklerbu kadar.

Bunu şunun için söylüyorum, kitabı piya­ saya çıkmadan önce arkadaşlarıma göster­ dim ve onlar, bütün benzerliklerin okur tara­ fından düşünülebileceğini, gazeteci arka­ daşların bunu kurcalayabileceklerini söyle­ diler. Bir an durdum düşündüm. Aslında o kadar da naif değilim. Kahramanlara kendi adımı, annemin adını, ağabeyi­ min adını verirken belki böyle b ir şey olacağını biliyordum . Kendime o ka­ dar güvenim vardı ; bunun başka şey­ ler anlatan, bir çeşit post-modem ya­ lancılık, bir çeşit hınzırlık olarak görü­ leceğini, kendi yarattığım kahraman­ ların özerkliğine halel geleceğini, ya­ zarken zaman zam an aklımın ucun­ dan geçirsem bile geçiştirdim.

Şimdi de ilk defa benim, annemin, ağabeyimin adını ve bazı huylarını üzerlerine almış bu kahramanlar orta­ ya çıkınca önce irkiliyorum, am a on­ ların özel kahramanlar olduğunu bili­ yorum. Benim yaratıcı, oyuncu ya- nım-ki bu romanda kendimi güçlühis- settim-sayesinde onlann benim otobi­ yografim, hayat hikâyem altında ezil­ meyeceklerinden eminim.

Annesi bu romanı okuduğunda, Şe­ küre ’nin kendisine ne kadar benzedi­ ğini düşünmez miydi? Annesi romana bu gözle bakmaz mıydı ?

Belki bakacak ama, onun kitabı böyle değerlendirmeyeceğini, bu kah­ ramanı böyle değerlendirmeyeceğini, kahramanın iyi yaratılmasını daha

Şevket’le Orhan bol bol itişip kakışırlardu..

Orhan Pamuk’un albümünden...

Uzaklardaki baba Gündüz Pamuk’la bir buluşmanın anısı.

önemseyeceğini biliyordum. Kitaptaki kah­ ramanlar ben dahil, daha az inandırıcı, ama sürekli iyilik yapan kahramanlar olsaydı, on­ lann da daha az hoşuna giderdi. Bundan da eminim. Bir başkası da beni kitabına koysa öyle hissederim.

Bir kitapta olsaydım, iyilik yapan, ya da olduğundan daha iyi gözüken birisi olmayı değil, gerçek birisi olmayı isterdim. O zaman daha çok hatırlanacağımı, o zaman benim in­ sanları daha çok seveceğimi düşünürdüm.

O rtaçağ’da insanlar hakkında yazılan menkibelerle romanlan karşılaştınrsak; ro­ man, bize kahramanlan efsaneleriyle değil, insanlıklanyla sevdirir. Ve onlarla öyle öz­ deşleştirir. Menkıbeleri ise, kahramanlan bizden uzak olduklan, erişilemez olduklan için severiz. Ve öyle olmasını isteriz. Ben ro­ man yazıyorum, kahramanlar da roman kah- ramanlandır. Onun için en önemli husus, er­ demleri değil gerçeklikleridir.

Ben de bir çeşit nakkaşım

Neden nakkaşları anlatan birromanyaz- mıştı ? Neden tarihin derinliklerinde kalmış bir sanatın insanlarına ilgi duymuştu?

Ben çocukluğumda, yedi yaşımdan ondo- kuz yaşıma kadar ressam olmak istemi ştim. Ailemin içerisinde hep resim yapan karako- yundum. İkincisi Osmanlı resmiyle ilgili, il­ kel cep kitapları çıkardı. Oradaki Osmanlı minyatürlerini kopya ederdim. İçgüdüsel bir merakla bunlan yapardım. 13 yaşında orta­ okul öğrencisiysen 16. yüzyıldaki Nakkaş Osmanla, 18.yüzyıldaki Levni arasındaki üslup farkını bilirdim. Bu konudaki kitapla­ rı alır, takip ederdim, özel merakım vardı.

Nakkaşlarlailgili bir kitabı yıllarca düşün­ düm. B ir dönem bu tek bir nakkaşın hayat hi- kâyesi şeklindeydi. Fakat sonra ondan cay­ dım. Bir de 24 yıldır ben de bir çeşit nakkaş hayatı yaşıyorum. Eğer benim kitabımda nakkaşlar hayatlarını kör oluncaya kadar, piştahta dedikleri çalışma tahtasının başın­ da geçiriyorlarsa, ben de 24 yıldır bir çeşit masamın etrafında duruyorum. Bazen ya­ zarsın, bazan yazamazsın. Bazen moralin bozulur, hiç bir şey yapamazsın. Bazen üç gün yazarsın, hepsini çöpe atarsın. Bazen ka­ rabulutlar gibi karanlıklar basar, bazen da çok sevinirsin memnun olursun. Sonrabütün yaptıklarını ortaya çıkanrsın. Kitabımda an­ lattığım gibi kıskançlıklar, sevinçler, yaptı­ ğın işe karşılık alıp alamama buhranları, umutlar, öfkeler; toplumsal olarak yazar ar­ kadaşlarımı da tanıdığım için, bütün bu işi

yalnız nakkaşlığı değil aslında tırnak içinde sanatçı hayatını da anlatmanın ' bir yolu ol arak düşündüm.

Diğer romanlardan farkı

Orhan Pamuk, bu kez farklı bir ro­ man yazmış, daha farklı canlı kahra­ manlar mı yaratmıştı?

Hiçbir romancı, daha canlı, daha kanlı insanlar yapayım demez. Geç­ miş romanlarımdaki kahramanlarım böyle birtanımlamaya kızabilirler ve haklı da olurlar. Ben ilk defa bu roma­ nımda, kitabımm merkezine hayattan uzak kitabi bir kahraman seçmedim. “Yeni Hayat”taki kahraman zaten ki­ tap okuyarak hayata yaklaşıyordu, bir kitap okuyarak dünyası değişmişti. “KaraKitap”taki Galip de metinlerle yaratıldığı gibi, diğer kahramanlar hiç yoktur, köşe yazılan vardır. Beyaz Ka­ le ’de de böyle birbirine bakan karak- terleryeralır.

Böyle kitabi karakterler yaratmak aslında benim karakterim. Bu sefer hayatın içinden, daha canlı daha hare­ ketli, eylem içinde tipler seçmek bana daha cazip geldi. Böyle birşeyi yap­ maktan çekinmedim. K ahram

an-*-3

DERGİDEN

M erhaba,

B u haftaki kapak konum uz Orhan Pamuk. Çiinkii İletişim Yayınları ’ndan çıkan “Benim A dım Kırm ızı ” bir haftadır kitapçılarda. B u hafta sonu belki sizin de elinizde “Benim Adım Kırm ızı ” var... P am uk un bir özelliği de yazdıklarının ciddi ve kalabalık bir okur kitlesi tarafından taze taze, üstünde dumanı tüterken okunuyor olması. Orhan P am uk kitaplarını ya zıp bitirdiği an bir m eraktır sarıyor hepimizi. A caba bu kez neler yazm ış diye... Bu toplum sal buluşmayı bizlere yaşatan iki iiç yazarım ızdan biri

Orhan Pamuk. Tanıdığınız ve tanım adığınız yö n leriyle bugün onu konuk ediyoruz sîzlere. Üstelik, sorm ak isteyeceğiniz hemen herşeyi sorarak...

Dergim izin arka kapağında ayrımcılığı yeren üç karikatür bulacaksınız. Karikatürleri, Şalom gazetesinin ayrım cılık konulu karikatür albüm ünden aktardık. B ugünkü anlam ıyla karikatür, Rönesans ’la birlikte İtalya ’da ortaya çıkmış. Özellikle ezilen kişilerin duygularını dile getirdiği için de kısa sürede evrensellik kazanm ış ve dünyanın, siyah, beyaz, sarı, kırmızı derili bütün halklarından ilgi görmüş. Ayrım cılık ise insanlık tarihi kadar eski. Ancak, karikatür sanatçıları ayrım cılığı kendilerine konu seçm ekte p e k de zam an kaybetmemiş. B u sanatın ne denli etkili olduğu anlaşıldığı andan itibaren de karikatür, hakim sınıflarca yazıdan daha yıkıcı bulunarak gereği

düşünülmüş. K im i zam an övm e sanatı olarak kullanılm ış da olsa karikatür esas olarak bir y e rm e sanatı. B elki de bu nedenle ayrım cılığı aktarm akta bu denli etkili bir sa n a t dalı.

1789 Fransız D evrim inde yazılan insan ve Yurttaş H akları Bildirgesi insanlar arasında ayrım

yapılm ayacağını kaydetse de, o günden bugüne ya zılm ış bütün insan hakları bildirgelerinde bu m adde y e r alsa da dünya kendisini bir türlü ayrım cılıktan kurtaramıyor. İnsanlar, cins, inanç ve ırk anlam ında

birbirlerinin eşiti olduklarına y o k s a inanm ıyorlar mı? Farklı olduğu için tarihten bugüne yoked ilen ler öylesine kalabalık ki...

Tek ses, tek nefes ülkeler tekdüze dünyalar hayali ile kendilerinden geçenlerin unufak olacağı günlere...

İpek Çalışlar

CUMHURİYET DERGİ

İMTİYAZ SAHİBİ: BERİN NADİ ■ BASAN VE YAYAN: YENİGÜN HABER AJANSI BASIN VE

YAYINCIUKA.Ş.1 GENEL YAYIN YÖNETME­

Nİ: ORHAN ERİNÇ ■ GENEL YAYIN KOORDİ­ NATÖRÜ: HİKMETÇETİNKAYA1YAZIİŞLE- Ri MÜDÜRÜ: İBRAHİM Y IL D IZ I SORUMLU MÜDÜR: FİKRET İLKİZ ■ YAYIN YÖNETME­ Nİ: İPEK ÇALIŞLAR ■ GÖRSEL YÖNETMEN:

AYNUR Ç O L A K ! REKLAM: MEDYA C

KAPAK FOTOĞRAFI:

(4)

CUMHURİYET DERGİ

Önce romancıyım dese de, kızı Rüya ile sıcak bir dostluğu var Orhan Pamuk’un.

4

larıma bir noktadan sonra ben de daha çok inandım. Belki de ilk defa nakkaşlar hakkında kitap yazdığım için, belki bunlar hattat ya da yazar olsalardı, onların kararsız­ lıklarına suç ve günahlarına daha çok sapabi­ lirdim. Nakkaşların işi resim olduğu için, görmek olduğu için; görmenin, yazıya göre daha iyimser, daha dünyayı sorgulayıcı, da­ ha bir şenlikli yanı olduğu için kahramanla­ rımda da böyle bir iyimserlik var. Buna en iyimser kitabım diyebilirim. Ancak kitapta aslında pek çok kötü şey oluyor. Ama bütün bu kötü şeylerin olması iyimserliği ortadan kaldırmıyor.

Sevgi ve aşk

Daha önceki kitaplarında sevgi ve aşkın yokluğu üzerine yorumlar yapılmıştı. Bu kez değişikbir havayla karşı karşıyayız. Pamuk bu değişikliği şöyle anlatıyor:

Şimdi, sevgi yok, o yok bu yok, size hep derler. Bir yanda aklınızın bir köşesine iter­ siniz. Bunlardan hiç etkilenmek istemezsi­ niz. Ama öte yandan da kafanızın bir yanıy­ la başka türlü yazmak da istersiniz. Ama si­ zin hakkınızda yazılmış şeyleri de hiçbir za­ man kaale alıyor olmak istemezsiniz.

Aşk, benim yaşarken kamuoyu önünde, herkesin önünde asla rahatlıkla bahsedeme- diğim bir konu olmaya devam ediyor.

Romanımda aşk var. Ama siz bana roma­ nında aşk var deyince bir sıkıntı geliyor üze­ rime. Bunun neden olduğunu tam bilemiyo­ rum. Aşk, benim kimi zaman başkalarının bahsedi ş şekliyle tüylerim i ürpertmiş bir ko­ nudur ki, ben o insanlarabenzemek asla iste­ mem.

Ben her zaman “yüksek edebiyat’T amaç­ ladım. Aşk ise, popüler edebiyatın, hafif mü­ zik şarkılarının, 20.yüzyılm bilim sanatının , daha da popülerleştirerek, popüler kıldığı- banakalırsa-bayağılaştırdığıbirsanatkonu- sudur. Benim inandığım o ki, roman elbette yüksek sanat olarak aşktan söz edecek ama, biz bunu belki bütün duygulardan söz ettiği zaman olduğu gibi, konunun kendisinde de­ ğil satır aralarında anlayacağız. Aşık olan kahramanın dışavurumcu bir şekilde hisleri dile gelmeyecek... Onun ağaca bakmasında­ ki, ya da sokakta yürürken gördüklerinden kederini anlayacağız. Çünkü ben popüler sa­ nat yapmıyorum, “yüksek sanat” yapıyo­ rum. Bu da en zor şey. Onun için de kolay, herkese seslenebilecek kolay bir konu oldu­ ğu için de, her zaman bu konuda tutuk kal­ dım. Çünkü her zaman modern, zor olmasa bile yüksek edebiyat (Tırnak içinde alaycı bir şekilde söylüyorum) yapma tutkusu, be­ ni bu popüler duyarlıklara, çok sevilen ve

herkesin paylaştığı duygulara karşı tutuklaş­ tırdı.

Kitabımı ilk okuyan yakın çevremden 12 kişi, bu sefer böyle bir tutukluk içinde olma­ dığımı söylediler. Aşk, benim öteki kitapla­ rımda da var ama, böyle bağıra bağıra yok. Bu kitapta da bağıra bağıra yok, ama biraz daha iyimser. Telaşa kapılmadan olup biten­ leri-olduğu gibi adlandırabilme özelliği nde... Bukitabın iyimserliği dediğim şey de bu. Her şeye, ağaca ağaç, kuşa kuş deme gibi daha rahat bir şekilde duyguya duygu, öfke­ ye öfke diyebiliyor, “Benim Adım Kırmızı.”

Romanın kanlı canlı kahramanlarından birisi de Yahudi bohçacı kadın Ester. Pamuk, neden romanda Yahudi kadına ihtiyaç his­ setmişti?

Ester’in bohçacılığı bir zorunluluk. Sos­ yolojik olarak romanda bir azınlık olmasını istediğim için değil. Bu, yalnız Osmanlı dö­ nemine ait roman yazmanın sorunlarından değil, tüm Ortaçağ romanı yazmanın sorun­ larından birisi. Sorunu, aynı zamanda oyu­ nu ve numarasıdır. Kahramanlar, toplumsal kastlar yüzünden kız ve erkek yan yana gele­ mez. Ama hareketli birromanda, gerekli ka­

rarlar, kararsızlıklar, karar değiştirmeler, ya­ ni mantığın zikzaklar çizmesi için, bunların birbiriyle kırıştırıp, naz yapıp, m anidar ko­ nuşup ve birbirlerini karşılıklı kovalayıp red- dedebilmeleri için, yani gerçek aşk için, tıp­ kı bir savaşta olduğu gibi, önce orduların ma­ nevra için tepeleri tutmaları gerek. Çeşitli stratejilerle birbirilerine yaklaşabilmeleri, bütün bunları yapabilmeleri o dönemde açıktan mümkün değil.

İster Osmanlı, ister Avrupa Ortaçağında olsun, bumanevralar,bukararsızlıklar-kita- bınbiryerinde dediğim gibi,N izam i’ninbir sözüdür bu-”Bu aşk satrancı ancak, aracılar, mektup taşıyan aracılarla olabilir.” Hiç şüp­ hesiz Osmanlı devletinde, en azından İstan­ bul ’da bunu bohçacı kadınlar yapardı .B un­ da bütün tarihi kaynaklar hemfikir. Kadın ol - duğu için kadınlara süratle yaklaşıp onların iç dünyalarını açmalarına imkan tanıyor, azınlık olduğu için de şehrin içinde vızır vı­ zır hareket edebiliyor. Yüksek sınıftan bir Osmanlı kadının çarşıya gidip, domates, ke­ reviz alması ayıptı. Dedikodu taşıyan Yahu­ di bohçacı tipi, Tanzimat romanının temel tiplerindendir. Ester ’de olduğu gibi hep gü­ leriz ona. Ester'in dramına fazla kulak ver­ meyiz. O başkalarının dramının gelişmesi için ışık tutan eğlenceli bir unsurdur.

Erkek kahraman Kara

Her romanda bunu ne kadar reddetsem de, en azından düşüncelerinin kıvamı, örgüsü ve dokusu olarak kendime yakın hissettiğim, benden bir çeşit kederler ve kararsızlıklar ta­ şıyan bir kahraman vardır. “Kara Kitap”taki Galip ya da, bu romandaki Kara bubağlam- da birbirlerine benzerler. Kara da bu kitapta­ ki bana yakın kişidir. Bu kişilerin dışına biraz çıkmak istiyorum ama bu kişilerin elindeki kandil ile dünyaya bakmaktan da edemiyo­ rum. Onlar bana benim de bu dünyada yaşa­ dığım hissini veriyor. Kara’da benden bir şeyler var, ama başka kahramanlarda da ben- den izler var. Kara, olayların arkasından da­ ha çok sürükleniyor.

Kahramanlarımı zaferleri ve cesaretleriy­ le değil, sessizlikleri, kararsızlıkları ve ke­ derleriyle sevdirmek isterim. Ben de öyle se­ vilmek isterim okurlarım tarafından. Kitap­ larımda, yarı karanlık bölgelere ve kırılgan­ lık anlarına, tıpkı nakkaşlar gibi önem verdi­ ğim gibi, kimi zaman üzüldüğümün, dert­ lendiğimin farkedilmesini isterim. Bunlar önemlidir. Tanpmar’m yaptığı bir ayrım var­ dır. İki türlü kahraman vardır d e r, içe dönük ve kederli olanlar, dışa dönük ve her zaman muzaffer olanlar. İçe dönük ve kederli olan­ lar hep ötekileri kıskanır. Kara, bu içe dönük

Kızgınlıklarını dile getiren bir yazar Orhan Pamuk. (Özgür Ülke gazetesine destek-1994)

DEVLET SANATÇILIĞI VE AYDIN MUHALEFETİ...

Orhan Pamuk, özgürlükler ve insan haklan konusunda, kritik zamanlarda, duyarlı ve etkili tepkiler gösteren aydınlardan. Muhalif tutumunu ve devlet sanatçlığını neden reddettiğini şöyle anlatıyor:

Böyle bir şey, hele yazarlar için, Türkiye’de kabul edilemez ofduğu için İsmail Beşikçi’yle, Doğu Perinçek görüşleri taban tabana zıt ama yazıları, düşünceleri yüzünden içerideler. Ben bu sıfata evet desem, dostum Ragıp Duran’ın yüzüne nasıl bakarım? Buna “ hayır" demek hayatımın en kolay kararı... Ama Türkiye’de hayır diyenlerin sesi hiç işitilmçdiği için olay önemliymiş gibi gözüktü.

Bundan yirmi yıl önce sol, demokrat siyasi tutum almak isteyen ateşli çok kişi vardı. Mangalda kül bırakmayan bu kişiler zamanla, çeşitli bahane ve mazaretlerle görüşlerini değiştirdiler. Kimi “devletim ne derse doğrudur,” diyor. Kimi rahmetli Alparslan Türkeş’in hoşuna gidecek bir milliyetçiliğe inanıyor. Kimi de cami

avlularında hocaların vaizlerin elini öpüyor. Ben insanoğluna inanırım ve görüşlerini değiştirdi diye kimseyi ayıplamam. Ama azıcık sol muhalefet yapacak kimse kalmadı. Üstelik benim yaptığım şeyleri yapmak için solcu olmaya da gerek yok. Başka yazarlar

hapisteyken, hangi iyi insan, gidip devletten yazar olduğu için ödül alır? Ben muhallebici burjuva çocuğu olarak 30’lu yaşlarda bana böyle çok fazla talep olmadığı gibi, benim de düşüncelerim dağınık olduğu için fazla bir şey yapmadım. Hevesli de olmadım, için için öfkelenmeme rağmen. Son 4-5 yıl içerisinde tarih öyle bir şekilde gelişti ki, ben kızgınlıklarımı dile getirdiğim gibi, bunların yine de Türkiye’ye olumlu etki yapabileceğini en azından kendime yakın . hissettiğim başkalarıyla birlikte, onlara katılmam gerektiğini onlarla aynı gemide olmamın doğru olacağını hissederek işler yaptım. Yaptığım siyasi jestleri iğne üzerinde ve diken üzerinde oturarak, ama her zaman zevkle yaptım.-4

(5)

20 ARALIK 1998. SAYI 665

5

ve kederli olanlardandır. Ama ilk defa onla­ rın içinden biri kitabın sonunda olduğu gibi kılıcını çekip harekete de geçer. 12 yıl aşkın­ dan uzak kaldıktan sonra, sonunda aşkını el­ de edebilmek amacıyla hayatta kılıcını çeke­ bilme, kabuğundan çıkabilme gerektiğini Orhan Pamuk ya da o da anlamıştır.

Şeküre

Şeküre’de annemden birşeyler vardır el­ bette. Ağabeyimi azarlaması, bizlere hâkim olması gibi. Ne yaptığını bilen, hâkim, kuv­ vetli bir kadın. En azından öyle gözüken bir kadın. Oradan itibaren benzerlik biter an­ nemle. Bu neredeyse post- modern bir ben­ zerliktir. Aynısıymış gibi yaparken başka türlü olan. Tabii ki gülünç bir anakronizm var. Daha sonra, başka bir zamanda, bambaş­ ka bir yere annemin ismini yapıştırmış gibi­ yim. Öte yandan, kuvvetli, çok kuvvetli bir kadın kahraman olduğunu, en kuvvetli yanı­ nın kendi isteklerinin birbirleriy le çeliştiği­ ni bilmesi. Bunu bilmesine rağmen, bunlar arasındaki çatışmadan telaşakapılmaması. Bunların kendi kendine çözüleceğini bile­ rek, kendi içindeki çatışmalarına iyi niyetle yaklaşması; Onun en özgün ama aslında, be­ nim belki de bu yaşta farkettiğim insanoğlu­ nun en hoş ve iyi yanı. Yazabildiğim çeliş­ meleri, onun orijinalliği ve bize sevimli gö­ züken yanı. Kendi içinde birbiriyle taban ta­ bana çatışan duygular, kararsızlıklar ve is­ tekler var. Onları bilmesine rağmen, bu çe­ lişmeden telaşa kapılmıyor. Hayatın bu çe­ lişmelerden kurulmuş olduğunu bilmenin rahatlığı içinde, en sonunda bir şeyin ağır ba­ sacağını bilerek, herşeyi, kendi zenginliği olarak olumluyor. Bu benim belki 46 yaşın­ da fark ettiğim bir şey. Yalnızca romanın te­ mel kadın kahramanı Şeküre’ye özgü bir özellik değil, bütün insanlara özgü bir özel­ lik. Ama bu, benim kuyruğundan yakalaya­ rak bütün romana sindirdiğim iyimserlik ne­ deniyle, bazıları-kendimi de eleştiriyorum burada-bir telaşa, sanki insan ruhunda da bir tarafgalebeçalm alıgibi bir basmakalıp yar­ gıya kapılıyor. Bu telaş yüzünden kendi zen­ ginliğimizi öldürüyoruz.

Mistisizm, ölüm, yaşam

Orhan Pamuk ’un, son kitabındayoğun bir “öteki dünya ”, öldükten sonra yaşam üzeri­ ne mistik konuşmalar yer alıyor. Ne olmuştu da, böyleşine mistik bir havayı seçmişti?

Benim için mistisizm dediği miz şey, eğer inanmazsanız her zaman çok çekicidir. Yıl­ lar geçtikçe de, edebi metin olarak mistik metinler beni çekiyor. Öte yandan, rom anı; her zaman bu tür kışkırtmalar, kanca atma­ lar, karanlık bölgeler yapılabilen ama, mev­ cut inançların, ön yargıların kabuğunun çatır çutur kıralabileceği bir alan olarak gördüm. Kitapları mda benim görüşlerim her zaman arkada kalsın isterim ve görüşlerimin çeliş­ kili olmasını severim. Çünkü benim için bir kitabı ayakta tutan şey, onun içindeki çatış­ malardır. Bir kitap, bir fikirle değil, en azın­ dan iki fikirle yazılır. Bu fikri güçlü kuvvetli birşekildetemsil edecek iki karakter, bunla­ rın çeşitli yansımaları sekiz karakter-bunla- rın güçle ama hakiki karakter olarak, sahih olarak bütün seslerini çıkarmalarından do­ ğan sestirasıl roman. Roman bir sonuç gös­ termez benim için, bir ders de vermez. Ama bütün seslerin çatıştığı bir arenadır. O arena­ da seslerin nasıl çıkacağına bir orkestra şefi olarak ne yazık ki ben karar veririm. Her za­ man siyasetim, seslerin yüksek çıkmasıdır. Birörnek: Ben, acımasız birgerçekçi oldu­ ğum için, hayatta en son inanacağım şey, ölümden sonra hayat. Konuyu bir yanıyla gülümseyerek karşılarım. Ama Islami dü­ şünce içerisinde, Batıkların Eskatoloji de­ dikleri- bizim şimdi konuşurken gülümsedi­ ğimiz, irkildiğimizbir konu, ölümden sonra

hayat. Bu konunun tek bir değeri var. Bugün için yapılan bir imge şiddetidir. Bunun için­ de tabii ki en temel duygu korkutma, bir ce­ hennem azabı. Cehennem azabını renklendi­ rerek inançları zayıf olanları yola getirme. Öte yandan, bir kere bu konu açıldıktan son­ ra da, inançları sağlam da olsa merakları yüksek olanlar, inandıkları için, tamamen mistik olan bu konuyu, tamamen mistik bir şekilde irdelerler. Bukonu beni edebi olarak ilgilendirdiği için kahramanımın ölümden sonra başına gelenleri bu kaynaklara dayana­ rak yazdım. Dikkat etmeyen okur,belki şöy­ le düşünebilir: Orhan Pamuk ölümden sonra hayat konusunda uçmuş. Uçmadım. Kahra­ manımın ölüm yolculuğu, cennete yaklaş­ ması, yükselmesi falan, El Cevziye’nin Ki- tab-ı Ruh adlı kitabına ve Eskataloj i üzerine yazılan kitaplara dayanır.

Katiller, dedektifler, heyecan

Pamuk ’a bu romanın, daha heyecanlı ve daha sürükleyici olduğunu söylediğimiz de şu cevabı verdi.

Bu, dramatik yapısı hiç şüphesiz kuvvetli bir roman. Öteki romanlarımdaki kasten ko­ nu dışına çıkmalarım, burada daha az var. Gene belki Kara K itap’ta olduğu gibi köşe y azarına benzer bir meddahımız var. O arada bir olay akışım durduruyor, bir

hikâye anlatıyor. Diğer kitapla­ rımda olmayan bir şey, tarihi ro- m andabana güzel geldi. Kahra­ manlar, hani filmlerde olur ya, kameraya bakarak birşeyler an­ latır. Kahramanlarım okuyucuya bir şeyler anlatıyor, bunlan da seviyorum. Kitaba zenginlik ka­ tıyor ve hızlandırıyor. Böyle ol­ sun istedim. Kitabın böyle ok gi­ bi hızlı gitmesini istedim. Göv­ desel, tensel duyumlara dayanan bir hızdır bu. Ölüm korkusu, yenmek korkusu, aşk beklentisi, başka bir ölünün kokusu gibi en temel duygular arka arkaya, “Dum! Dum! Dum! Dum!” renkleriyle belirir. Ayrıca nak­ kaşlarımın kederini; yüzlerce yıl bir işe emek verdikten sonra, bu­ gün tamamen unutulmalannı, anlatmak istiyordum aslında.

Bana sorarsanız bu kitap, en derinden, şu unutulmak korku­ sunu ve sanatsal unutulmanın korkunçluğunu anlatır. 250 yıl, İran etkisiyle, Timur zamanının sonundan 16. yüz yılın sonuna kadar-ondan sonra, Batı etkisiy­ le değişir-İran ve Osmanlı’dabir iyi kötü resim yapılmıştır. Nak­ kaşlık, İslam’daki resim yasağını bir köşesinden kenarından zor­ lar. Resimleri, Padişahlar, Şah­ lar, Hakanlar, Şehzadeler, Paşa- laryaptırdığı için, kimse bunları sorgulayamamıştır. Kimse bun­ ları görmemiştir. Zaten bunlar kitap içinde kalmıştır. Daha çok Şahlar bu işi aşkla sevmişlerdir. Şah Tahmasp gibi nakkaşlarla düşüp kalkıp, kendileri nakkaş­ lık yapacak kadar işi ileri götür­ müşlerdir. Sonra bu zarif gele­ nek gaddarca, tarihin acımasız gücüyle, Batı resminin bambaş­ ka bir gücü ve portre resminin çekiciliği yüzünden ve onların yöntemleri daha cazip geldiği için, yok olup gitmiştir. Bu unu­ tul manın fecaati ve kederi üzeri­ nedir kitabım aslında. Bütün dertler, kederler, bildiğimiz in­ san hayatının sınırlılığı ve zaval­ lılığına bağlı.

Ki tap, buna bir göndermediraslında. Top­ lumlar belleksizdir diye kızarız ama, birisini sevmek için birbaşkasını nasıl unutmak ge­ rekiyorsa, yeni bir hayata başlamak için eski hayatı ister istemez arkada bırakmak nasıl gerekiyorsa, elbette birileri bizi aşacaktır. Birgün, ne olursak olalım, bizim de unutula­ cağımız acı gerçeğini bize öğretir.

Nasıl yazıyor?

Roman sanatının benim için zorluğu şu­ dur: ideal halindeki roman, bir merkezden, karmaşık bir hikâyenin denetlenmesi ve ince ince işlenmesidir. Ama önce o merkezin bü­ tün gücüyle bulunması gerekiyor. Modemist bir sanat olarak roman sanatında, bütün hikâ­ yenin kahramanlarını aşağı yukan bilirsiniz. Bu işin bütün özünü bildikten sonra, bildiği­ miz kronolojik sırayla değil, sıçrayarak anla­ tabilirsiniz. Kahramanlara zaman zaman sıçrayarak ışık düşürebilirsiniz. Roman sa­ natının bugün bize getirdiği imkanlar, sun­ duğu zevkler böyledir. Ama uzun bir roman­ da bu büyük bir problemdir. Çünkü, ancak insanüstü biryaratık, “Benim Adım Kırmı- zı”nın 470 sayfasının ayrıntısını ilk baştan akimda tutabilir.

Bu kadannı planlayamazsınız. Resim yap­ tığım için biliyorum. 2X4 metrelik resmin

bir kıyısından başlarsınız, ilerlersiniz. Orta­ ya gelince bütün hakkındaki fikriniz değişir, yeniden başa döner değerlendirirsiniz. Baş­ tan yanlış başladığınızı anlarsınız, oraları düzeltirsiniz. Ama o iç örgüler örülmeye başlamıştır. Böyle böyle ben de ilerlerim. Sonra bir noktaya gelince hepsini görürüm. Bir kez daha bütün gücümle gözden geçiri­ rim. O zaman çok iyi hissederim kendimi. Çünkü ne yapacağımı çok iyi bilirim.

Tiplemelere gelince, başlarken dört tane çocuğunuz vardır diye düşünün. Baştan hep­ sine eşit davranayım diye kurmuşsun uzdur, ama Şeküre’yle Ester’i çok seversiniz de, Enişte’yi daha az seversiniz. Böylece pro­ düktöre Şeküre’yle, Ester’i çok oynat dersi­ niz. Bunu da bu kitapta ve bütün kitaplarım­ da yaptım. Baştan sevmeyi umup da seve­ medi ğim kahramanlara kitabın sonunda da­ ha az rol veririm. Haksızlık ederim.

Bitince neler oldu?

Roman bir Salı akşamı saat 9 ’da bitti. Erte­ si gün Beyoğlu’na çıktım, kendime bir göm­ lek aldım, bir yerde tavuk yedim, haylazlık ettim yani. Ama bu ikibuçuk üç saat sürdü. Sonra evde biraz uyukladım, dalga geçtim. Lise diploması alınır ve boşlukta kalınırya, öyle bir duyguya kapıldım.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çevremizde bu kadar futbol düşkünü spor yazarı ve muhabir varken, gazetelerin spor sayfalarında militarist, erkek egemen, konuları kadın.. bedeni üzerinden tartışan

Cumartesi gününün Almanya'da şimdiye kadar gerçekleşen en büyük nükleer karşıtı eylemlerden olduğu belirtilirken kamuoyu yoklamalar ına göre Japonya'daki felaket

Fazla mesai alacakları için yargıya gittiği için Radikal gazetesinin Ağustos 2006'da işten çıkardığı gazeteci İbrahim Günel'in açt ığı davada mahkeme &#34;iş akdi

Direktif hükmüne göre; esnek çalışmanın yapılmadığı ve çalışma süresinin haftalık olarak düzenlendiği bir işyerinde, günlük kesintisiz en az 11

100 içinde 10’un katı olan iki doğal sayının farkını zihinden bulur3. ÇANAKKALE’DEN SONRA

Sonuç olarak her işi aynı anda yapmaya çalışmak başlangıçta za- man kazandıracak bir çözüm gibi gelse de aslında uzun vadede ya daha çok zaman kaybına ve hataya ya

Anlad›k ki V1 nö- ronlar›n›n yapt›¤› da tam olarak bu.” Art›k biliyoruz ki, yeni bir ad›m atmaya bafl- lamak, bir önceki aflamada devreye giren motor

Genler, hücrelerimizin çekirdek- lerinde bulunan ve özelliklerimizin kalıtım yoluyla yeni kuşaklara geç- mesini sağlayan kromozomları oluş- turan muazzam DNA