• Sonuç bulunamadı

Namık Kemal'in uygarlık görüntüleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Namık Kemal'in uygarlık görüntüleri"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Namik Kemal

Namık Kemal’in

Görüntülen

EKREM IŞIN

Uygarlık

T 7 - 527

Z

1867 Londra’sında Fitzroy meydanı 15 numaralı evin penceresinden Namık Kemal’in izlediği tipik bir İngiliz saba­ hı: Gözüne ilk çarpan, toplumsal alış­ kanlıkların ritüeline uygun bir hareket­ lilik; seyyar satıcıların çay ve kahveye katılacak sütü erken saatte kapı önle­ rine bırakmaları, günlük gazetelerin kahvaltıdan önce abonelere ulaştırılma­ sı ve mektupların düzenli şekilde dağı­ tımı. Kamuoyunca benimsenmiş yaşam ilkesi ile onu destekleyen pratik mantı­ ğın kaynaştığı bu ayrıntılarda, genç şa­ irin bir uygarlık görüntüsü yakaladığı açık, tike ve mantık, uygarlığın zembe­ reğini kuruyor ve boşalan yay, gelenek­ lerin alışılmış rahatlığı ile modern dün­ yanın huzursuzluğu arasındaki zaman sarkacını hızlandırdıkça görüntüye gi­ ren sokaklar kalabalıklaşıyor, her kö- şebaşından bir atlı tramvay çıkıyor ve kâr tutkusunu doyurmaya çalışan insan enerjisi gündelik hayatı sarıyor.

Namık Kemal’in 1867-1870 yılları arasında yaşadığı Londra, kendi deyi­ miyle bir enmûzec-i âlem'dir. Farklı ya­ şam biçimlerini şehir dokusunda bütün­ leştiren ticarî etkinlik, uygarlık sembol­ lerini ön plana çıkartan büyük ölçekli yapılanma ve bu karmaşık kütleyi ha­ rekete geçiren teknik beceri, zihninde­ ki modern dünya tasarımını, somut bir görüntüye dönüştürmüştür. 5 Kasım 1872 tarihli İbret'te Avrupa izlenimle­ rinden çıkarttığı sonuçları sergilerken; bu görüntüyü odak noktası seçer: “Rûy-ı arzda mevcûd olan âsâr-ı terak­ kinin fo toğraf ile resmi alınmış olsa, medeniyet-i hâzırayı ancak Londra ka­ dar gösterebilir”. Yazarın Osmanlı ka-20 • 340

muoyuna modern bir uygarlık örneği olarak yansıttığı bu görüntü, iki temel öğeyi kapsar: Büyük ölçekli mekânlar­ da kurulmuş yapı figürleri ve zaman temposundaki alışılmadık hareketlilik.

Görüntünün merkezinde Westmins­ ter yer alır. Yapımı 1857’de tamamla­ nan, gotik ve Elizabeth dönemi üslû­ bundaki parlamento binası, çarpıcı bir uygarlık sembolüdür: ‘‘Londra’da bu­ lunan bir adam, ahkâm-ı adaletin ce- reyânını görmek isterse, önüne her şey­ den evvel merkez-i teşri olan ve dünya­ da gördüğümüz kava ’id-i siyâsetden bir çoğunun mehd-i zuhuru bulunan, o ko­ ca parlamento çıkar ki yalnız binâsına bakılsa, efkâr-ı umûmiyyenin dehşet ve

Namık Kemal

mukavemeti nazar-ı idareye karşı bir cismâniyet kesb etmiş ve gûyâ ki, o cism-i hâ’il değme bir sadme ile zeval­ den masûn olduğunu göstermek için ta­ haccür eylemiş kıyâs olunur”. Parla­ mento binasının temel figür olarak gö­ rüntüye girmesi ilk bakışta, Paris ope­ rası ya da Viyana garı gibi büyük ölçekli yapıların fiziksel boyutlarıyla Osmanlı yenilikçilerinde uyandırdıkları hayran­ lık duygusuna bağlanabilir. Yirmisekiz Çelebi Mehmed’den beri bu duygu et­ ki gücünü derinleştirmiş ve tıpkı dinsel bir tasvirin karşısında yaşanan mistik heyecana katılmıştır. Romantik edebi­ yatın etkisindeki Namık Kemal’de de bu heyecanın izlerine rastlayabiliriz; an­ cak bir farkla, 1848 Avrupası’nda mo­ narşiye karşı özgürlük düşüncesinin ya­ rattığı kahramanlık mitiyle beslenmiş olarak, işte Ingiliz parlamentosunun fi­ ziksel boyutları bu noktada, usta bir mimarın yarattığı görkemli taş yığını­ na değil, iktidara karşı gelişen özgür dü­ şüncenin maddeleşmiş biçimine dönü­ şür. Cism-i hâ’il dediği bina artık, efkâr-ı umûmiyye’nin mücadele gücüy­ le cismâniyet kazanan canlı bir uygar­ lık sembolüdür. Öte yandan Osmanlı Imparatorluğu’nun başkenti, özgürlük duygusunun maddeleştirdiği böylesi sembollerden yoksundur. Namık Ke­ mal’in o güne kadar İstanbul’da göre­ bildiği tek büyük yapı, efkâr-ı umûmiy- ye’nin değil, iktidarın sembolü olan Se­ limiye Kışlası’dır.

Disraeli tarafından 1868’de açılan Dışişleri Bakanlığı binası da, parlamen­ to kadar şairi etkilemiştir. İmparator­ luk merkezi ile sömürgeler arasındaki

(2)

Namik Kemal

Londra’da Lodgat Hill caddesi

diplomasi trafiği burada yoğunlaşmak­ ta, şark meselesi üzerinde yapılan Disraeli-Gladstone tartışması dışişleri dosyalarından kaynaklanıp parlamen­ toya yansımaktadır. Kuşkusuz mekân­ ların boyutları, işlevleriyle orantılıdır. Osmanlı Hariciye Nazırı’nın konağı, “ on paralık bir istida” ile girilen mes­ leğin ekmek kapısı durumundayken İn­ giliz dışişleri, diplomasi çarkından geç­ miş deneyimli bürokratların tam anla­ mıyla profesyonelleştikleri evrensel bir ofistir.

Namık Kemal’in çizdiği uygarlık gö­ rüntüsünü somutlaştıran ikinci etken, toplumsal hareketliliğe bağımlı olarak gündelik hayatı biçimlendiren zaman temposudur: ''Devîr ve hareketin kes­ reti o derecededir ki, sokakların her biri devr-i daimî ve cereyanı serî bir girdab-ı azîme dönmüş, lâ-yenkati bir tarafın­ dan bir tarafına insan akar durur”. Ya­ zarın Avrupa’ya hareketinden önce Ocak 1867’de bir yakınına yazdığı mek­ tupta ise aynı konu İstanbul örneği dik­ kate alınarak işlenmiştir: ‘‘Ramazan ’- ın beşinden altısından beri zuhura ge­ len ahvâle gelince: Hava açılır açılmaz yirmi-otuz seneden beri m u ’tat olduğu üzere kadınlar da sokaklara döküldü. Bâb-ı Ser-askerî pîşgâhından Beyoğlu Karakolu ’na kadar Bayazid Meydanı ile Şehzade Caddesi arabalar ve Kalpakçı- larbaşı arabasızlarla mâlâmaldir. İfâ­ dem bütün bütün tahsîsa hami olunma­ sın, muradım ekseriyyeti beyândır. Yoksa Çarşı’da bâzı arabalar bulunu­ yor. Meydanla caddede dahi birçok pi- yâde kadın görülüyor”.

İstanbul’un gündelik hayatındaki ha­ reketlilik 19. yüzyılda artmakla bera­ ber, dönemsel karakterini korumakta­

dır. Ramazan ayına özgü canlılık, za­ man temposunu bir ölçüde hızlandırır; fakat bu hareketliliğin ardında ne Londra’daki gibi iktisadi dinamikler ne de teknolojik bir güç vardır. İftar to­ puyla canlanan şehir, yalnızca dinin emrine uyar.

Zamanı, giderek küçülen birimler içinde yaşayan modern uygarlık, Namık Kemal’e göre yaratıcı karakterini ser­ vet ile sa’y arasında kurduğu üretici iliş­ kiye borçludur: ‘‘Sa’yi, servet vücûde getirmez, serveti sa ’y vücûde getirir”. Bu ilke Londra’da çalışma düzeninin te­ mel direğidir; zaman temposu yalnızca bu düzenin kurallarına uyar: “B irsür’- at müşâhede olunur ki, vesâ’it-iservet burada saat-ı eyyâmın akrebine ve ora­ da yelkovanına bağlıdır denilse müba­ lağa edilmemiş olacağına b i’l-bedâhe hükmedilir”. Akrep ve yelkovanın ida­ re ettiği zaman, endüstri toplumlarımn gündelik hayatına dairesel bir hareket­ lilik kazandırmıştır. Her yirmi dört sa­ atte bir aynı tempoda tekrarlanan bu hareketlilik üretim ve tüketim mekaniz­ masını aksatmadan işletir. Oysa bizde: ‘‘Elden gelen sa’y i f i ’ile getirdikden sonra, müyesser olan kisb ile iktifâ de­ mek olan kanaat başka mânâya hami olunmuş. Bir hırka ile bir lokma nasib oldu mu, bir kenz-i lâyüfnâya mâlikiy- yet zehâbı hâsıl olarak ten-perverlik peygûlesinde yan gelib zevke bakmak, sevâb hükmünde tutuluyor”. Yazarın bu saptaması, Osmanlı toplumundaki hareketliliğin, modern uygarlıklardaki gibi dairesel olmayıp dönemsel bir ni­ telik gösterdiğini vurgulaması açısından ilginçtir. Sa’y bir süre zaman tem­ posunu hızlandırır ve gündelik hayat geleneksel standardını koruduğu

süre-ce hareketlilik devam eder; fakat bir hırka bir lokma ile sınırlandırılan stan­ dart zorlanmaz, dolayısıyla zaman tem­ posu giderek yavaşlar ve gündelik ha­ yatın dizginleri tevekkül duygusunun eline geçer.

Teknoloji, zamanı hızlandıran bir di­ ğer öğedir. “Şehir içinde kırk bini mü- tecâviz olan ev arabalarından başka, otuz beş binden ziyâde kirâ arabası ve on beş binden ziyâde omnibüs vardır. Bununla beraber şehirde olan demiryol­ larının büyük merkezinde yevm i on dört saat, her iki dakikada altmış ara­ balı bir vapur hareket eder” diye izle­ nimlerini aktaran Namık Kemal, Lond­ ra metrosunun temellerinin atılmasına tanık olmuş, atlı tramvaylarla yolculuk etmiş ve bir saatte iki yüz bin nüsha ba­ san matbaaları görmüştür. Gündelik hayatın hızı başını döndürür; mantığın denetiminden çıkarak Evliya Çelebi üs­ lûbuyla apokaliptik görüntüler çizer: “Fabrikalarına girilse dehşetden vücût- da tüyler ürperir. İşleyenler makine de­ ğil, gûyâ dağ parçası kadar bir dîv-i ahânin-bedendir ki, ağzından ateşler püskürerek ve her uzvu hareket ettikçe başka bir sadâ-i müthiş peydâ ederek, kendini zincir-i hükmüne esîr eden me­ lekti ’l-aklın gece gündüz bilâ-tevâkkuf infâz-ı fermânına çalışır”.

Mösyö Fanton’dan aldığı özel ders­ lerde birer teori yığınına dönüşen Me­ deniyet ve Terakki tartışmalarının özü, Namık Kemal için, Piccadilly’deki tica­ ret hayatı, Waterloo istasyonunda ban­ liyölerden endüstriye işgücü taşıyan tek­ nolojik dinamizm, Westminster’da ise Kraliçe, kilise ve halk ittifakına sırtım dayamış parlamento demekti. Fakat bunların ötesinde Londra’nın görüntü­ sü çok daha zengindir: Dickens’m ar­ ka mahalleleri, rehinciler, bankerler, Dress House adıyla yaygınlaşan rande­ vu evleri, yalnızca üst tabaka erkekle­ rine açık kulüpler, Derby, buhar ve ha­ vagazı, arabacıların grevi, baskı altın­ da tutulan cinsellik, Brighton’da deniz banyosu yapmak ya da Hyde Park’da bisiklete binme modası, zenginleşen or­ ta sınıfın Londra ve Margate’de uydu­ ğu farklı ahlâk kuralları, insanları say­ fiyelere çeken hafta sonu kavramının bütün toplumu sarması. Namık Kemal özgürlük ruhunu, tabii hakları ve ka mu düzenini temsil eden bu figürleri oluşturduğu uygarlık görüntüsüne kat­ mıştır. Modern dünyanın temellerinde yatan insan özgürlüğü düşüncesini Ye­ ni Osmanlı ideolojisine taşırken kendi yaşadığı toplumun da Avrupa uygarlı­ ğına kararlı bir adım atacağı inancın­ dadır; çünkü “Medeniyetsiz yaşamak, ecelsiz ölmek kabîlindendir. ” □

21 • 341

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yerden kendi motorlar› yard›m›yla havalan›p uzaya gidebilen ve görevi bitti¤inde ayn› flekilde dönüfl yapabilen uzay araçlar› ya- p›m› için X-33 projesi ortaya

Yok olmufl bir s›¤›r türüne ait 3200 y›l- l›k fosil kemikleri inceleyen enstitü eki- bi, kemiklerin bir k›sm›n›n 1947’de bu- lunup müzede saklanm›fl, bir

“Ayasofya Hamamı, büyük şehri tezyin eden İstanbul’umuzun üzerinde milli imar damga­ larımızdan biri olan eşsiz kıymette bir yapı­ dır ki yalnız hamam olarak

K rajt kağıt tual üzerine yağlıboya... 20 ALİ ATMACA Kadınlı

309-320; Ahmet Karataş, Türk-İslâm Edebiyatında Manzum Menâsik-i Haclar ve Nâlî Mehmed Efendi'ye Atfedilen Menâsik-i Hac (Edisyon Kritik) yüksek lisans tezi, 2003,

Parçalanmış ailelerde aile bütünlüğünün olmaması, aile içi sorunlar ve ekonomik yetersizlik gibi nedenlerden dolayı bu ailelerden gelen çocukların

Aldığı ödüller ise uzun bir liste: 1973’te İstanbul’da Vakko Desen ve Sanat Yarışması’ndaki ödülden 1990 yılında İstanbul’da Sanat Çevresi ödülüne