• Sonuç bulunamadı

Savaş, barış ve çarşaf

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Savaş, barış ve çarşaf"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2 C U M H U R İY E T D E R G İ

1902yılında İstanbul'da doğan Selma Ekrem 1986’da A m erika’da öldü.

Savaş, banş ve

Üç kız kardeş çocukluk günlerinde. Selma, ablası Ayşe Masume ve kız kardeşi Beraat ile.

K

ızarmış kestane kokulan, çini so­badaki odunların çıtırtıları, pirinç mangalın kıpkırmızı korları arası­ na sıkıştırılmış çaydanlığın tatlı

m ınltılan içinde gelirdi kış. Ama hava “kur­ şun gibi ağır”dı.

Gecenin üzerinebirhapishanegibi çökü­ şüne bakıp her gece endişe içinde beklemek­ ten usanmıştı genç kadın.“ Bu istibdat ne za­ man bitecek? Erkekler ne zaman özgürce ko­ nuşup, nefes alarak yaşayacak?” diye soru­ yordu. Kadınların sadece erkekleri için öz­ gürlük hayal ettikleri yıllardı. Evin küçük kı­ zı da farkındaydı yaşananların. “Babam teh­ likede mi” diye soruyordu sürekli dadısına. “Azizpederi Sultan Abdülhamid-i Sani haz­ retlerinin katibi”ydi.

Küçük kız Namık Kemal ’in torunu Selma Ekrem ’di. “ Büyübabasını öldüren o kötü adam ” onun tanımıyla “upuzun çarpık bir burnu, hiçbir yere bakmayan teşbih gibi göz­ leri olan iki büklüm veçirkin, cinlerden bile daha kötü ”ydü.

Geceleri yatağına yatınca “korkunun ka­ natları” örtüyordu başını. Kandilden çıkan altın sarısı ışın büyüyor ve duvara yay ılıyor­ du. Bu ışıkta eğilip bükülen kıvrım kıvrım kıvranan çirkin, uzun burunlu, gözle ri neredeyse kapalı yüzler görü­ yordu. Onların ardından da yal­ nızca resimlerden tanıdığı bir çift göz beliriyordu. Dünya­ nın hüznünü taşıyan bir çift göz ve ince çizgi gibi bir ağız. Yani büyükbabası Na­ mık Kemal...

Namık Kem al’in torunu Selma Ekrem ’in anılan Cumhuriyet öncesi İstan­ b u l’un hem toplumsal hem de siyasi bir özeti. “Peçeye İs­ yan” adıyla Anahtar Kitap­ lar’dan yayımlanan anılar İngiliz ce’dençevirilm işTürkçe’ye. (Çevi­

ren Gül Çağalı Güven). Çünkü Selma ¡\amıg Ekrem bu anıları A m erika’da bir Amerikan yayımevi için kaleme almış.

1930'luyıllarda Amerika ’da yayımlanan ki­ tabın varlığından haberdar olanlar varsa da anılar Türk okuyuculara 1998 yılm a dek ulaşmamış.

“ Peçeye Isyan”ın Türkiye’ye gelişinin de ilginç bir serüveni var. 1996 K asım ’ında Anahtar Kitaplar’ın yayıncısı Mehmet Atay,

Amerikan Kız Koleji’nde öğrenciyken...

Dr. M uallave Dr. BerhanTosuner’le tanışı­ yor. Karı-koca Amerika’da bulundukları yıl­ larda Selma Ekrem’den sözedildiğini duyu­ yorlar. Mualla Hanım Selma Ekrem 'in Christian Science Monitor gazetesinde ya­ yımlanmış yazılan olduğunu öğreniyor. Ga­ zeteyi aradığında artık yazmadığı ve adresi­ nin bilinmediği söyleniyor. Sonunda Ameri­ ka’daki birdostları onlara eski kitap satan bir dükkândan Selma Ekrem’in “Unveiled” adı­ nı verdiği anılarını getiriyor. 1936’ya dek dört baskı yapmış bir kitap bu. Mualla Tosu- ner kitabı bir solukta okuduktan sonra yeni­ den Selma Ekrem’in peşine düşüyor. Chica­ go başkonsolosluğunda bir dönem çalışmış Osman Hamdi Bey’in torunu Vildan Ha- nım ’la ilişkisinden sözediliyor. Ancak Vil­ dan Hanım bulunamıyor. Raslantılarzinciri harekete geçiyor... MuallaTosuner günün bi­ rinde Vildan H anım la Michigan’da birhas- tanede karşılaşıyor. Ne var ki onun verdiği mektup adresinin artık terkediidiği ortaya çı­ kıyor. Bu kez Mualla Tosuner tarihçi Taha Toros’a ulaşıp Selma Ekrem’in BostotulaTT" *a3resıni elde ediyor. Yazdığı mektup Sel ma

Ekrem’in eline geçiyor geçmesine ama göz­ leri görmediği için ona bu Türkçe mektubu kimse okuyamıyor. İngilizce yazılan ikinci mektup ise ne yazık ki Sel­

ma Ekrem’in adresine onun ölü­ münün ardı ndan ul aşıyor. M u-

alla Tosuner’e Selma Ek­ rem ’in 7 Haziran 1986’da -

84 yaşında- vefat ettiği ha­ beri geliyor. Bir süre sonra da fotoğrafları gönderili­ yor.

Selma Ekrem’in anıların­ dan böl üm 1 er aktarı yoruz...

Mor salkımlı ev

Bu büyük ev dik bir tepenin en üstünde yer alır, gözleri sonsu­ za değin mavi Boğaz’a ve tepelerin

Kemal ye§‘H*ß'nc bakar. Kaygan basamakla­

rını yosun kaplamış bir merdiven bahçenin büyük kapısına gider. Siyah, çatkın yüzü baharda mor salkımlarla örtülür, topra­ ğa akan mor bir bulut kümesine benzer. Ama çok daha önce, daha bayırın altında sizi se­ lamlayan mor salkımların kokusu, size bir perilerdiyannı vaadeder gibidir. Bu mor sal­ kım lar evin ilk gülümseyişidir. Ve siyah ka­ pıyı ittiğinizde, dahada güzelini, bahçelerin ve çiçeklerin dost yüzlerini göreceğinizi an­ larsınız.

Siyah kapı kapandığında, dünya dışarda kalır; burası başka gözlerin göremeyeceği, tahmin bi le edemeyeceği bir güzel I ik düşü­ dür. Yüksek duvarlar dışardan gelebilecek bakışlara karşı, kıskÜnç bir bekçi gibi dikilir. İçerdeki bahçeler taraçalar halinde uzanır, gittikçe yükselir, yükselir, ta ki gökyüzünün mavisi ve Boğaz’ın ihtişamı görüşalanımza girinceye dek.

Kahvaltı

Her sabah odamda parıldayan yaz güne­ şiyle uyanırdım. Dadım beni giydirir ve in­ sanlarla kaynaşan büyük salona koşardım. Kocaman meşe masada kar beyazı bir örtü, üzerinde bir dolu fincan ve tabak olurdu. Kı­ sa boylubirkadın, uzun eteği yerleri süpüre­ rek girer çıkardı. O benim “ Küçük Halam”, büyükbabamın ağabeyinin ikinci karısı ve büyükbabamın kahyasıydı. Büyük amcam öldüğünde, büyükbabam dul kalan iki karı­ sıyla küçük yeğenini yanına almıştı; yıllardır onunlabirlikte yaşıyorlardı.

Küçük Hala her zaman siyah bir kemer taktığı uzun elbiseler giyerdi. Kemerin bir yanında bir deste anahtar, diğer yanında da katlanmış tertemiz bir mendil asılı olurdu. Başına renkli dantelli bir başörtüsü örterdi. Sabah kahvaltıları onun

(2)

sorumluluğunday-31 M A Y IS 1998. SAYI 636

Selm Ekrem ’in ölümünden sonra İstanbul'a gönderilen bir fotoğrafı.

Namık Kemal’in

torunu Selma

Ekrem

(Bolayır)’ın

1933 yılında

Amerika’da

kaleme aldığı anı

kitabı yıllar

sonra Türkçe’de.

İki mavi

arasında uzanan

İstanbul’da

Abdülhamit

istibdadı, işgal

yıllan ve genç

bir kızın çarşaf

kâbusu...

Selma Ekrem 'in anne-babası Arnavutköy’deki evde.

dı. Bizçocuklar için kakao ile büyükler için çay onun odasında hazırlanır ve dumanları tüterek salona getirilirdi. K urtlargibiaçbir insan grubu gürültüler ve kahkahalar arasın­ da masada toplanırdı.

Akşam Yemeği

Arka kapının yanındaki büyük zil, yem e­ ğin hazırolduğunu haber vermek için kulla­ nılırdı. Bunun üzerine hepimiz merddiven- lere koşardık. Büyük Hala asabi yürüyüşle başı çeker, etekleri halıları süpürürdü. Eğer büyükbaba keyifliyse, biz çocukları kendi­ siyle yarışmaya çağırırdı. Böyle zamanlarda ikili merdivenden aşağı doğru atılırdık ve kalbim hızla çarpardı. Ben her zaman sonun­ cu olurdum am aablam bazen yuvarlanırca- sına büyükbabamdan önce iner ve geçmesi için yemek odasının kapısını açardı.

Burası herkesin yerinin bel li olduğu koca­ man birmasa olan büyük birodaydı. Yemek­ ler uzun sürer, baş uşak birbiri ardına çeşitle­ ri getirirdi masaya. Bir hata yapar ya da bir

yemek gecikirse, büyükbabam büyük bir öf­ keye kapılırdı. Her zaman şarap bulunurdu ve bizçocuklara da birkaç parmak verilirdi. İslam dininde yasak olduğu için yalnızca dindarKüçük Halahiç şarap içmezdi.

Kara Kış

Noel’ i kış izledi, hem de son derece sert ve acım asız bir kış. Evin bahçe kapısı kar yü­ zünden açılamaz hale gelmiş, bahçe beyaz yığınlarla kaplanmıştı. Her sabah kapıya ka- darbirtünel kazmak zorunda kalıyorduk. Su boruları dondu, bazı lan da soğuktan patladı. Günlük su ihtiyacımız için karları eritmek zorunda kaldık. Her zaman eşeğin iki yanın­ da asıl ı büyük küfelerde taşıdığı ekmekleri ev ev dolaşarak satan ekmekçi, o günlerde gelemedi. Babam tipiye karşın ders vermeye gidiyordu; arabalar çalışmadığı için bütün yol u yayan yürüyordu. Ama biz çocuklar bu kara bayılmıştık; Şeb’le birlikte karda koşu­ yor, onu karın içine fırlatıyorduk, düştüğü yere batıyor ve ağzı burnu kar içinde yeniden

ortaya çıkıyordu. Kartopu oynadık, bahçe kapısının yanma koskocaman kardan adam bile yaptık. Simsiyah gözleri vardı ve baba­ nın eski birfesi de kafasında duruyordu.

Kış günlerinin ardından sert rüzgârlar ve yağmur geldi; tehlikeli çamur birikintileriy­ le dolan sokaklar dereler gibi akıyordu. Özelliklebir yer vardı ki, burada su deniz gi­ bi birikiyordu, babam genel likle buradan bir hammalın sırtında geçmek zorunda kalıyor­ du.

Büyükanne ve sigara

Büyükannenin çevresine oturduk. Beni her zaman büyülem iş olan odaya baktım. Beyaz perdeler asılı dizi dizi pencereleri var­ dı . Beyaz örtülü alçak divanlar pencerelerin altından odayı çevreliyordu. Yerde, biz ço­ cukların oturmaya bayıldığımız küçük yu­ muşak minderler vardı. Sonra, çok az oturul­ duklarından ötürü boyunlarını bükmüşe benzeyen birkaç koltuk vardı. Büyükanne bunları “Avrupalılaşan ve minderleri eski di­ ye küçümseyen inatçı insanlar için” koymuş­ tu.

Otururken büyükanne pencereden bir kâ­ se aldı. Diktörtgen biçiminde, uçlan dantela gibfkıvrım lı, üzerindeki renkler solgun ve yumuşak bir kâseydi bu. Kâseyi kucağına ; koydu ve içinden özenle sigara destesini çı- l kardı. Yapraklarının ortasını üfleyerek bir kâğıt ayırdı ve düzleştirdi. Sonra kâseden ka- lın tutam lar halinde duran altın rengi tütün­ den aldı bir miktar. İnanılmaz incelikteki sig- rasını öyle güzel sardı ki.

Savaş

İstanbul yaşlanmıştı. Sokaklar boşalmıştı, yalnızca sarsaklaşmış yaşlı adamlarla yüzle­ ri kurşun gibi ağırkadınlar vardı. Gençler gi­ diyordu, akın akın gittiler ve asla dönm edi­ ler. İstanbul cansızdı, aç ve şefi İdi. Gazeteler her gün upuzun isim listeleri yayınlıyorlar, binlercesi savaşla birlikte ağır ağır yokolu- yordu. O günlerde kadınlar, halta erkekler nasıl da ağlaşıyorlardı! B irtanıdığa rastla­ mak işkence gibiydi, ölüm ve acılar ortaya dökülüyordu. Ve hâlâ gençler gidiyor, kadın­ lar acı çekiyor ve çocuklar büyüyor ve hâlâ savaş sürüyordu.

Bir karabasan: çarşaf

Çarşaf yaşamıma zalimce dalmıştı; o gün­ den itibaren bütün çocukluğumun üstünü ka­ ra bir bulut gibi örttü. Bu fikri bir türlü ka- | famdan atamadım; onun korkusu o ana ka­ dar tanıdığım bütün korkulardan daha kö­ tüydü. Benden önce milyonlarca kadın çar- , şafgiymişti. Gözlerimin önüne karalığa bü­ rünmüş, yüzleri kapalı bu kadınlar geliyordu küme küme. Bu milyonlarca kara teslimiyet bohçaları üzerime kapanıyordu. Bu düşünce kafama çöreklenmişti adeta ama kafamı dik­ leştirerek onun üstüneçıktım. Savaşacaktım, bu gölgeleri üzerimden yırtıp atacaktım; milyonlarca bohça beni hor görebilirve bana hakaret edebilirdi, ama ne olursa olsun ben birbohça olmayacaktım. Ben rüzgârı sonsu­ za değin yüzümüzde hissetmek istiyordum, yaşamın özgürlüğüne tıpkı bir martı gibi dal­ mak istiyordum. Bu çirkin giysinin bunaltıcı katları benim üzerime yapışmayacaktı.

Anılarından kesitler sunduğumuz Selma Ekrem, Arnavutköy Kız Koleji’ni bitirdik­ ten sonra peçeden kaçmak için genç yaşında Amerika’ya yerleşmiş. Amerika’da yaşamı­ nı sürdürmek için Türkiye’yi anlatan konfe­ ranslar verdiği, gazetelere yazılaryazdığı bi­ liniyor. Bir dönem de New York’taki Türk Konsolosluğu ’nda çalıştığı. Türk iye ’yi ya­ bancılara tanıtmak amacıyla 1947 yılında yazdığı Türkçeye çevrilmemiş bir kitabı da­ ha var: “Turkey, old and new”. (Türkiye eski ve yeni (Yayımcısı Mehmet Atay’ın edindiği bilgiye göre evlenmemiş ve çocuk sahibi ol­ m am ış.-^

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

40 yıldır tanıdığım Eyuboğlu, her çevrede, her yerde, dost top­ lantılarında, tiyatrolarda, hakim huzurunda hep insancıl, hep gü­ leç, hep anlayışlı, hep

Yerden kendi motorlar› yard›m›yla havalan›p uzaya gidebilen ve görevi bitti¤inde ayn› flekilde dönüfl yapabilen uzay araçlar› ya- p›m› için X-33 projesi ortaya

“Ayasofya Hamamı, büyük şehri tezyin eden İstanbul’umuzun üzerinde milli imar damga­ larımızdan biri olan eşsiz kıymette bir yapı­ dır ki yalnız hamam olarak

Namıq Kemal, Subhi paşanın ölümü dolayısiyle kardeşi Abdul-Halim beye yazdığı mektubda, Ayşe hanımın ifadesini teyid etmekte ve "Subhi paşa merhum,

bir müddet sonra Puşuctıoğ luna yine para lâzım olmuş, bi­ rinci yalanın ikinci fasiint hazır lıvafak Mestan efendiye gitmiş., efendi külhani kahvecinin

309-320; Ahmet Karataş, Türk-İslâm Edebiyatında Manzum Menâsik-i Haclar ve Nâlî Mehmed Efendi'ye Atfedilen Menâsik-i Hac (Edisyon Kritik) yüksek lisans tezi, 2003,

Parçalanmış ailelerde aile bütünlüğünün olmaması, aile içi sorunlar ve ekonomik yetersizlik gibi nedenlerden dolayı bu ailelerden gelen çocukların

Normal gelişim gösteren çocukların kullandıkları mevcut araç ve oyuncaklar çoğu zaman özürlü çocuklar için de geçerli olabilmektedir.. Cerebral Palsy'li