C/V
c
L9
l
£
h o n fr a h ş o
O LD U m
Selim Sırn Tarcan’m ön plândaki meziyetlerinden birisi de kuvvetli bir hatip olmasıdır. Üstat şu yazı sında konferansçdığa nasıl başladığını ve bu ham
leyi nasıl devam ettirdiğini anlatıyor.
azan: jSelim Sırrı TARCAN j rH[j
lerce halka günlerce nutuklar ver dim. Her fırsattan istifade ediyor, açık meydanlarda, Tepebaşı ve Taksim bahçelerinde, tiyatro sah nelerinde beni dinlemeğe gelen halka yüksek sesle kanaatlerimi telkin ediyor, haykıra, haykıra boğazımı yırtarak nutuklar veri yordum! A rtık hatip olduğuma kanaat getirmiştim.
Yaşı otuzla sayılan genç zabit ve ayni zamanda hatip Selim Sırrıyı şimdi gözümün önüne ge tiriyorum. Kumral bıyıkları ter sine dönmüş, kalabalık bir halk kitlesi önünde sahneye çıkıyor; a- sabî keskin bakışları, sert kat’î ifadeleri, perde, perde yükselen sesi ile dinleyenleri manyetizma- lıyor. Bazan şiddetle ayağını yere vuruyor, bazan kürsüye var kuv veti ile yumruğunu indiriyor! Sahnede kafese konmuş bir kap lan gibi bir sağa bir sola mütema diyen hem geziniyor, hem söylü yor. Hulâsa kitapsız kendi ken dini yetiştiren bir hatip olmuş tum!
Meşrutiyetin ilânından bir sene sonra îsveçe jimnastik tahsiline gittim. Avrupanın muhtelif mem leketlerini görmek ve hatiplerini dinlemek için bu bir vesile oldu. Fransada, Almanyada, Danimar- kada, Isveçte fırsat buldukça bü yük profesörleri dinledim. Konfe rans veren zatlarla konuştum ve yavaş yavaş bu mesleğin tekniği ni öğrendim. Daha doğrusu alay lı konferanscılıktan, mektepli konferansçılığa geçtim. Bu tetkik ve tetebbüler sayesinde edindi ğim bilgileri sırası geldikçe yeni yetişen hatip gençlere sunarak kendilerine faydalı olacağımı sa nıyorum. Bundan sonraki yazım da konferans vermenin bazı hu susiyetlerden bahsedeceğim. gönderdiler. Orada İzm ir kuman
danı Divrikli Osman Paşaya bir aralık yaver oldum.
B ir konferansçı için karşısındaki kendinde toplıyabilmek
D
ayım kurmay general Rifat şairdi. Daha ben dört beş yaşmda çocukken kaleme aldığı şiirler Mora Yenişehrinde evimizin selâmlığında bana ezber letir, sonra birlikte hareme gider orada hanımların karşısında bana okuturdu. Istanbula geldik. Önce Galasarayda okudum. Oradan Mü- hedishanei Berrii Hümayun deni len topçu ve istihkâm mektebine geçtim. Her iki mektepte ailemin yüzünü ağartacak hiç bir meziye tim yoktu. Oldukça tembel ve ya ramaz bir çocuktum. Harbiye i- kinci sınıfında iken bir gün îstan- bulda padişahın, misafiri olan Sırp Kralı Pangaltıda Harbiye mekte bi ile, bizim Halıcıoğlundaki Mü- hendishaneyi ziyaret etmek iste miş, mektepler nazırı Müşir Zeki Paşa da talebeden birinin Krala fransızca bir nutuk söylemesini emretmiş. Mektebin müdürü ve ders nazırı son sınıftan başlıyarakalebeye:
Sırp Kralı hazretlerine içi- hanginiz fransızca nutuk öyleyebilir? diye soruyor.
H iç bir genç cesaret edip bu azifeyi üzerin« almıyor. Bizim
kalabalığın bütün dikkatini hiç de kolay değildir.
sınıfa da bu suali sordukları za man ben yerimden kalktım ve bir temenna edip:
— Ben bu işi yaparım! dedim. Bu cevabım âmirlerimin pek hoşuna gitmedi. Yaramazlıklarım dan bıkmış olan zabitler çaresiz kaldıklarından ister istemez bu işi bana bıraktılar. Kral geldi nutku söyledim. Beğenildim, tak dir edildim. Mektepler nazırına işi anlattılar. O da beni huzuruna kabul etti. Güzel sözlerle beni tal tif ettikten sonra saatinin köste ğinin ucuna bağlı bir altın kur şun kalemi çıkarıp bana uzattı. İşte o altın kalem bende söz söy lemek, halka hitap etmek zevki ni uyandırdı! Tahsilimi bitirip za bit olduktan sonra beni tzmire
İzmir askerî kışlası büyük bir tamir görmüş adeta yeniden ya pılmıştı. Binanın açılış merasi minde paşanın bir nutuk vermesi lâzım! Kendisinin okuyup yazma sı olmadığından bu vazifeyi bana bıraktı.. Kalabalık bir heyet hu zurunda nutku söyledim. Fakat böyle yılda bir iki kere halkın huzurunda konuşmak bana yetiş miyordu. Kalabalık bir insan kitlesi karşısında daima bağır mak, daima hitabette bulunmak istiyordum. Nihayet paşamın mü saadesi ile İzm ir idadisine, İzm ir san’at okuluna, daha bir iki hu susî mektebe hoca oldum. Şimdi artık çocuklara bağıra, bağıra ders veriyor ve mesleğimi seviyor dum.
Memuriyetimi Istanbula naklet tiler. Vaktiyle tahsil gördüğüm mühendishane harbiyesine (es krim) kılınç talimi hocası oldum. Aradan beş altı sene geçti. Meş rutiyet ilân edilince bana da ko nuşmak fırsatı çıktı, ittihat ve Terakki Cemiyetinde aza oldu ğum için istibdat aleyhine söz söy lemek, halkı ayaklandırmak öde vini üzerime aldım. Harbiye Ne zareti binasının önündeki mey danda başıma topladığım on bin
r
--- -—
Sabır için ne demişler?
8abur ve tahammül... İşte Adem babanın çıplak torunları nın bıraktığı yegâne elbise.
★
Sabur en üstün meziyetlerden biridir. Çünkü ne elle tutu lur, ne de gözle görülür.
★
Sabretmek kabiliyetine sahip bulunanlar, ayni zamanda ümit etmek san’atini de çok iyi biliyorlar demektir.