• Sonuç bulunamadı

Cenap Şahabeddin:Çarşamba Fethiyedeki gençler kahvesinde bir tanışma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cenap Şahabeddin:Çarşamba Fethiyedeki gençler kahvesinde bir tanışma"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cenap Şahabeddin

Çarşambada Fethiyedeki gençler

kahvesinde

Hayata zeki, müstehzi, parlak siyah gözlerini yumduktan sonra arkasında bıraktığı insanlar ara­ sında Cenaba benim kadar acı­ yanlar belki bulunmuştur. Fakat çocukluğuna, gençliğine, hususi­ yetine - hattâ tekmil akrabası ve çocukları dahil olduğu halde - be­ nim kadar bir kimsenin iştirak et­ memiş olduğuna eminim. İşte bu salâhiyetle onun hakkmdaki bilgi ve düşüncelerimi yüreğim sızlıya sızlıya bu sütunlarda bir daha tek­ rar edeceğim. Okuyucularıma te­ min ederim ki yazacağım şeyler ne bir hikâye ne de bir romandır. Yalnız Cenaba ait bir mazidir.

İlk tanışma

Tamam elli bir sene evvel Çar­ şambada Fethiye mahallesinde teyzem ve eniştem Hacı A rif be­ yin evinde oturur, oradan tıbbiye mülkiyesine devam ederdim.

Güneş batmadan eve gelmek, geceleri hiç bir yere çıkmamak, ve ancak haftada bir cuma gecesi mahalle kahvesine gitmek ve za­

manında eve dönmek eniştemin benim için çizdiği bir programdı. Ben de eniştemin emirlerine itaat ederdim.

Her cuma gecesi komşumuzun oğlu, benim yaşımda, Hayri ile Fethiye kahvesine giderdik. M a­ hallemizde yanyana üç kahvehane vardı. Biri tulumbacı kahvesi, di­

ğeri mahallenin yaşlı başlı bey ve efendiler kahvesi, diğeri de gençler kahvesi.

Bu kahvelerin en eğlencelisi tu­ lumbacı kahvesi idi. Fakat biz bu­ raya gitmeğe sıkılırdık. Çünkü bir defa içeri girdik mi hepsi birden ayağa kalk»r, eğlenceleri durur, resmiyet 1 ?ar ve her taraftan kahve, lokum, şerbet ikramları te­ vali ederdi. O zamanın tulumba­ cıları mahallenin gencine, yaşlı­ sına karşı işte böyle hareket eden terbiyeli insanlar idi. Hattâ bi­ zim yaşımızda bulunan gençleri evlerden kahveye, kahveden ev­ lere alıp götüren o babacan tulum­ bacılardı.

Biz daima gençler kahvesine giderdik. Orada domino, tavla, is­ kambil oynardık.

İki sevimli genç

Gene bir cuma gecesi Hayri ile kahveye çıktık. Biraz sonra biri bizim yaşımızda, diğeri biraz da­ ha küçük iki sevimli çocuk içeri girdi. Doğruca beyaz sarıklı genç bir zatın yanında oturdular, neşeli neşeli konuşmağa başladılar.

Hayriye sordum: — Bunlar kim?

— Bilmiyorum, dedi, ben de ilk defa görüyorum.

— Acaba nasıl anlasak? — Kahveciden sorarız.

Hayri kalktı. Kahve ocağına gitti. Biraz sonra yanıma geldi.

— Bunlar, dedi, yanımızda Drağman mahallesinde otururlar­ mış, arasıra bu kahveye de gelir­ lermiş. Büyüğünün adı Cenap, kü­ çüğü Nusret imiş. Plevnede şehit olan binbaşı Şahabeddin beyin çocuklarıymış.

— Ya öteki sarıklı?

— O Hocazade Musatafa Asım efendi. İşte şu karşıki evde otu­ ran Nasuhi efendinin büyük oğlu. Hem sana bir müjde daha verece­ ğim. Cenap ta senin gibi hekim olacakmış, askerî tıbbiyesine de­ vam ediyormuş. Nusret te topçu mektebine..

bir tanışma

İçimde bu iki nur topu şehit yav­ rusuna karşı bir alev yükseldiğini hissettim. Derhal Hayrinin kula­ ğına fısıldadım:

— Acaba nasıl etsek te konuş­ sak?

— Dur, kahveciye söyliyelim. Hayri gene kahveciye gitti. Biraz sonra kahveci Mustafa Asım efendiye yavaşça bir şeyler söyle­ di. Hemen hocazade yerinden kalktı, bize doğru geldi. Elleri­ mizden tuttu. Yanlarına götürdü. Bizi biribirimize tanıttı. Biraz mahcup, biraz resmî konuşmağa başladık. V e pek çabuk seviştik ve anlaştık.

Hocazade bizden sekiz on yaş büyüktü. Edibane sözleri, talâ- kati pek güzeldi. Onu hayran hayran dinliyorduk.

Cenap, Hocazadeye sordu: — Şu karşıki peykede nargile içen zat kimdir?

— Şair şeyh V asfi efendi, ce­ vabını verdi ve seslendi: Şeyhim yanımıza gelmez misin?

Biz biraz sıkılır gibi olduk. Asım efendi bize dönerek:

— Hiç sıkılmayın, pek basit ve cahil bir adamdır. Nasılsa ismi şair diye çıkmış, dedi.

Muallim Necinin bir çömezi

Şeyh Vasfi efendi elinde nar­ gile, ayağında takunyaları tıkır tıkır yanımıza geldi, oturdu.

Selâmlaştık, tanıştık ve şundan bundan konuşmağa başladık.

Hocazade çok dirayetli, malû­ matlı ve azizlik etmesini sever bir zattı, galiba bu niyetle olacak ki şeyh efendiye:

— Şeyhim, bu yakınlarda yeni bir eserin var m ı? dedi.

Şeyh Vasfi kıs kıs gülerek koy- nundan küçük bir kâğıt çıkardı.

— Şimdi aklıma geldi, bir matlâ yazdım. Bu gece bu gazeli­ mi tamamlıyacağım, dedi ve mağ- rurane okudu:

Mazhar olmuş iltifatı hazreti peygambere

01 sebepten müııatıftır çeşmi

ümmet güllere

— Yaşa şeyhim, bunun içine bülbülleri, sümbülleri de doldur­ dun mu muallim Nacinin ağzının sularını akıtırsın. Belki de büyük bir aferin alırsın. Bize dönerek:

— Şeyh efendi muallim Nacinin çömezlerindendir. Pek sevişirler, hattâ içtikleri su bile ayrı gitmez. Her akşam beraber içerler, dedi.

Hep birden gülüştük. Şeyh efen­ di biraz kızar gibi oldu, hızlı hızlı bir kaç defa nargilesini çekti, üf­ ledi. Biz bir şey söylemiyorduk, yalnız dinliyorduk.

Şeyh efendi Naci ve edebiyat hakkında bazı şeyler söylemek is­ tedi. Fakat Hocazade meydan ver-« medi.

— Y o , şeyhim pek ileri gitme. Küçük beyler senin bildiklerin gi­ bi değil, şeytan gibi şeyler maşal­ lah. Yaya kalırsın, dedi.

Biz hep birden:

— Estağfurullah efendim, de­ dik. V e mahcubane büzüldük.

Allı kol iskambil

Hocazade bizim canımızın sı­ kılır gibi olduğunu hissetti.

— Tamam altı kişiyiz. Haydi bi­ rer çayına altı kol iskambil oynı- yalım, teklifinde bulundu.

Hep birden kabul ettik. Cenap, ben, Hocazade bir tarafta, şeyh,

(2)

Cenap Şahabeddîn

(Baş tarafı 7 inci sahifede) Hayri, Nusret diğer tarafta oyu­ na başladık. Ver iskambili, al ko­ zu, gürültü, patırtı bizim taraf par­ tiyi kazandı. Cenap kolunu masa­ ya dayadı.

— İşte, dedi, benim bulundu­ ğum taraf hep böyle partiyi ka­ zanır.

Gülüşerek çayları içtik. Artık evlere avdet zamanı gelmişti. Ho- cazade kahveciye seslendi:

— Haydi, Beşire söyleyin de Feneri yaksın. Beyleri evlerine bı­ raksın, dedi. Vedalaştık. Dört ço­ cuk, önde Beş,ir, yokuş aşağı yü­ rümeğe başladık.

Cenap bana sordu:

— Nerede oturuyorsunuz? — Şurada Toprak sokakta, ya siz?,

— Biz de Drağman caddesinde.. Hangi sınıftasınız?

— Teşrih ikinci, ya siz?

— Ben de teşrih birincide.. Edebiyatı sever misiniz?

— Pek çok.

— Neler okuyorsunuz? — Niçin sustunuz? — Haftalık mecmuaları. — Daha.

— Evde Nevî, Razî divanları var onları...

Cenap bir kahkaha koyuverdi. — Onlar pek basit şeylerdir. Bize kadar zahmet ederseniz ben size küçük bir şiir mecmuası ve­ reyim, onu okuyunuz.

Nusret söze karıştı:

— Hem de ayağınız fakirhane­ mize alışır.

Küçük Nusretin ağzından çıkari bu fakirhane sözü pek tuhafıma gitti.

Neden fakirhane ?

— Neden fakirhaneniz olsun, dedim.

— Bir tarafa çarpılmış, kafes­ leri gevşemiş bir eve başka ne denilir?

— Bizimki de öyle. Cenap gülerek:

— Hepsi öyle, hepimiz öyle. Yaşasın saltanat, dedi.

Tulumbacı Beşir etrafına bakın­ dı ve bize dönerek:

— Beyler, ağzınızı biraz siki tutun, tembihinde bulundu.

Tulumbacının bu ihtarından sonra sustuk. Cenabın evinin önü­ ne gelmiştik. Cenap «biraz bek­ leyin!» dedi. İçeri girdi. Ben Nus- rete sordum:

— Kaç yaşındasınız? — On üç.

— Y a kardeşiniz?

— On dördünü bitiriyor. Hayri de söze karıştı:

— Bizden altı ay küçükmüş, dedi.

Evet, Cenap benden ve Hayri- den tamam altı ay küçüktü. Bu sı­ rada Cenap elinde küçük bir mec­ mua ile göründü.

— Alınız, dedi, bunu dikkatle okuyunuz. Bakın ne güzel şeylere tesadüf edeceksiniz.

Sahra...

Mecmuayı aldım. İsmine bak­ tım. Sahra, Abdülhak Hâmit. Ben bu mecmuayı ve bu ismi ilk defa olarak görüyordum.

Vedalaştık. Ayrılırken haftaya erken kahvede buluşmaklığımızı kararlaştırdık.

Eve girdiğim vakit en evvel Sahrayı okumak hevesine kapıl­ dım. Aman yarabbi, bu ne güzel sözler, ne güzel şiirlerdi. İlk defa böyle taze, yeni, cana yakın şiirler karşısında bulunuyordum. O ge­ ce sabaha kadar bunları tekrar tekrar okudum. Bir türlü

kana-Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Gerçi, öykülerinin büyük bir bölümü ölümünden sonra, yakm zamanlarda, ki­ tap olarak okura sunulmuştur. Kişiliği ve sanatı konusunda çeşitli tezler de ya-

Üzerinde taş veya o yerin mezar olduğunu gösteren bir işaret bile yok ama, gömülü ol­ duğu yerin birkaç metre ilerisindeki açık hava kahve­ sinin m üşterileri ve

Değişken kapı ve kontrol kapısı oksit tabakasıyla bağlandığında hücrenin değeri “bir” olarak algılanır..

1979-84 yıllarında Çevre M üsteşarlığında Daire Başkanı olarak çalışan Gürpınar, 1984’te Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak görev

Evvelki yazılarda yeni göçleri doğuran, 1) Siyasi baskı, 2) İk­ tisadi cezp, 3) Milli tecanüs ih­ tiyacı âmillerinin rol oynadığını görmüştük. Bir

Gökalp’ın, Prens Sa- bahaddin’deıı farklı olarak, şöhre­ ti yalnız ilim ve siyaset sahala­ rında doğmamış; aynı zamanda Türk milliyetçiliğine sarih

Sonuç olarak kronik seyirli solunumsal semp- tomlar› olan, periferik yumuflak doku ile bir- likte gö¤üs duvar› invazyonu, kot destrüksi- yonu izlenen diyabetes mellitus,

O gün Tarabyada Fransız sefirinin davetlisi bulunan Sadrazam Giritli Mustafa Naili paşa ve diğer vükelâ, Reşit paşa yalısı önünde beyaz bir kayık görüp