• Sonuç bulunamadı

Başlık: BUGÜNKÜ BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERİN ETKİSİ VE KATKISIYazar(lar):KÜYEL, MübahatCilt: 15 Sayı: 0 Sayfa: 001-021 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000121 Yayın Tarihi: 1994 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: BUGÜNKÜ BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERİN ETKİSİ VE KATKISIYazar(lar):KÜYEL, MübahatCilt: 15 Sayı: 0 Sayfa: 001-021 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000121 Yayın Tarihi: 1994 PDF"

Copied!
21
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BUGÜNKÜ BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI

Prof. Dr. Mübahat TİJRKER-IWYEL XVII. Yüzyılda, Avrupa'da, Descartes ile başlayan 'Modern Fel-sefe', XVIII. Yüzyılda, kendisine, Kant vasıtasıyla, şu soruları sormuş -tur: Neyi bilebiliriz? Nasıl hareket etmeliyiz? Ne ümit edebiliriz? Bu üç soru giderek "İnsan nedir ?" sorusuna dönüşmüştür. Öyleki, XX. Yüzyılda, çağımızda, felsefeye, sırf insanı araştıran bir alan gözü ile bakan akımlar bile doğmuştur. `Existentialisme',`Personalisme',`Phdno- `Anthropologie Philosophique' (Felsefi Antropoloji) gibi. Gerçekten de, acaba, 'İnsan nedir ?'. Isteyen herkes bu soru üzerin-de zihin yormuş ve ona türlü türlü cevaplar vermiş olabilir. Filozoflar ise. insanı, -duruma göre, ona çok çeşitli açılardan bakarak-, birbirle-rinden farklı şekillerde tarif etmişlerdir; ona `Anima rationalis' (Akıllı

canlı), `Homo Sapiens' (Bilgi adamı) 'Ham Dyonisia' (Coşku adamı), `Homo Faber' (Beceri adamı), `Homo economicus' (İktisad adamı), `How) Mecanicus' (Teknik adamı)._ v.s. gibi, birtakım isimler takmışlardır.

nsan nedir ?' sorusuna verilmiş olan cevaplardan birisi de 'İnsan, kültürü olan bir canlıdır' cevabıdır. Dikkat edilirse, 'İnsan, kültürlü bir canhdır' denmemiştir. Çünkü, bu iki deyim, biribirinden ayrı olan iki

şeyi göstermektedirler; "kültürü olmak" başkadır, "kültürlü olmak" başkadır. Duruma göre, hattâ bir "kültür kirlenmesi"nden, bir "kültür kirliliği"nden, "kirli kültür"den, "kirlenmiş kültür"den bile bahset-mek mümkün görünbahset-mektedir, tıpkı "çevre kirlenmesi", "kirlenmiş

çevre" kavramlarmda olduğu gibi.

Madem ki insan, 'Kültürü olan bir canh'dır, o halde, acaba 'Kül-tür' nedir?

`Kültür'ün ne olduğu hakkında verilen cevaplar da, neredeyse, sa-yılamayacak kadar çoktur; şaşılacak kadar çeşitlidir. İşte bu yüzden, `Kültür'ün nasıl tarif edileceği konusu, tartışmalı bir konudur. Ama, `Kültür'ün ne olduğunu söyleyen cevaplar arasında, öyle bir tanesi bu-

(2)

MÜBAHAT TÜRKER—KÜYEL

lunmaktadır ki, o, tartışmasız olarak, herkes tarafından kabul edilebi-lecek bir yapıdadır. Şöyle ki: 'Kültür', insanın soyaçekime, kalıtıma, genler aracılığına dayanmayan, olumlu veya olumsuz her türlü özellik-leridir; ürünözellik-leridir; insanın maddi ve manevi olarak neyi varsa, içinde yaşadığı tabiata bu yolla kattıklarıdır: Dil, toplumsal kurumlar, adet-ler, örfadet-ler, gelenekadet-ler, bilim, teknik, felsefe, ahlak, din, hukuk, sanat, iktisat, ticaret... v.s.- Bunlar, `Kültür'ü oluşturan ögelerdir, ama, daha çok olumlu ögelerdir-. Bu sayılamayacak kadar çok olan katkıların tümüne birden 'Medeniyet' (la civilization) veya uygarlık denir. 'Tek-n oloji''Tek-ni'Tek-n, uygarlığın, genellikle, maddi tarafını, "Kültür" ün ise mane-vi tarafını gösterdiği kabul edilir. `Kültür'ün, bilim, teknoloji ve felse-fe ile ilgili kısmı ise, 'entellektüel kültür' (la culture intellectuelle) adını

alır. -Atatürk'ün `har(iset-i fikriye' dediği işte budur'. Toplumları bir vagon imiş gibi arkasına takıp, sanki bir lokomotif imiş gibi çekip, onları bulundukları yerden daha ileriye doğru götüren, yükselten kuv-vet işte bu entellektüel kültürdür. Bu kültürün ana vasfı, birikici ve iler-leyici olmasıdır, Öyleki, eğer, entellektüel kültür olmasaydı, insanlar, belki de, hala Mağara Devri'nden kurtulamayacaklard ı.

Bilindiği üzere, bilginler, insanlık tarihini, insanın tabiat ile olan ilişkisinde kullanmış olduğu âletlere, yani, 'maddi kültür'e göre, bir takım devirlere ayırmışlardır: Kabataş Devri, Cilalıtaş Devri, Maden Devri- şimdi ise 'Atom Devri', 'İletişim Devri'- gibi. Aletleri kafasını

ve ellerini kullanarak insan yapmıştır. Hayvan alet kullanır, ama, alet yapamaz. İnsan konuşur, ama, hayvan konuşamaz. Madenler, bitkiler ve hayvanlar kültür ve medeniyet sahibi değildir. Hayvanın öğ rendik-leri hayvanla birlikte yok olup gider. Hayvanda, sadece, kuşaktan

ku-şağa genler yoluyla geçen taraflar kalır. Bunlar, onun fizyolojik N,ası f-ları ve özellikleridir. Uygarlık ve kültür, kalıtım yoluyla devam etmez; öğrenilir. Eğer, bir iki kuşak için, mühendislerimiz, tabiblerimiz, bilim adamlarımız, okullarımız, öğretmenlerimiz, fabrikalarımız faaliyetle-rine ara vermiş olsalar, bugünkü medeniyetimiz durur; yeniden,

'Ma-ğara Devri'ne döneriz. Kültür, eğitim ve öğretim ile kuşaktan kuşağa taşınır, aktarıhr, korunur, geliştirilir, artırıhr, gen işletilir, ilerletilir. Kültür sahibi olan yalnızca insandır; ve, insan, kültürü, genleri yoluy-

(1) Aydın Sayılı, "Atatürk ve Milli Kültür", s. 2; "Atatürk ve Milli Kültürümüzün Temel Unsurlarından Bilim İle Entellektüel Kültür ve Teknoloji, s. 115, 124, 125, 126, 129 ("Milli Kültür Unsurlartnnzın Üzerinde Genel Görüşler" içinde). Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu-Atatürk Kültür Merkezi Yayını: 46. Ankara, 1990, TTK Mtb.

(3)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI 3

la kalıtsal olarak getirmez. İnsan, kültürü, öğrenme yoluyla ve eğitile rek, doğuştan hemen sonra, edinmeye başlar. Bu süreçler, ancak bir toplum içerisinde cereyan edebilirler. Oyleki, şimdiye kadar, hiçbir araştırma, hiçbir kalıntı, 'kültürü olmayan insan'ı tesbit edebilmiş

de-ğildir -ama "kültürlü olmayan" nice insan tesbit edilebilir-. İnsan de-mek, doğusuyla ölümü arasında, biyolojik varlığına kültür eklenmiş

veya eklenmekte ve eklenecek olan varlık demektir. İnsanın `Zoon politikon' (toplumsal canlı) olarak tarif edilmesinin nedeni ise, işte budur. Kültür, insani kurandır, oluşturandır, yapandır, ş ekillendiren-dir, dokuyandır, yaratandır, varlığa getirendir. 'Kültürsüz insan' de-mek, hiçbir kültürü olmayan bir insan demek değildir. Kültüründe bir-takım eksiklikler, gedikler bulunan insan demektir. Buna karşılık, `Kültürlü insan' demek, diğer insanlara nazaran daha zengin, daha

geli-şik, ileri, üstün, işlenmiş, parlak, seçkin, ince... v.s. bir kültüre sahip olan insan demektir. -Böyle bir kültüre, eskiden, <tehzib' derlerdi-. Çünkü, insan deyince, nasıl olsa, biyolojik varlığına en az derecede de olsa kültür eklenmiş, insan şeklindeki canlı anlaşılmaktadır.

İnsanın bedence ve ruhça geliştirilmesine de 'Kültür' denir. Ni-tekim, toprağın işlenmesine, sürülüp ekilmesine de 'kültür' denmiş ol-masındaki gibi. Demekki, 'Kültür' kelimesi birçok anlamlara gelmek-tedir. Anlaşmazlıklar işte buradan kaynaklanmaktadır. İnsan, kültür ile ilişkisi dahilinde tarif edildiğine göre, insan kılıklı biyolojik varlığı

insan yapmak, adam etmek, adam yerine koymak, adamdan saymak, adamdan saydırmak, bir kelime ile, "hümanizm"ler arasındaki farklar da işte, yine buradan doğmaktadır. "Humanisme" ise, hiç durmadan, "misantropi" (insanlardan nefret etme) nin karşıtı olan (philantro-pi" (adamın, kendisinden başkasını adam sayması, ya da adamdan sayması, adamlarm biribirlerini adamdan sayması veya adam yerine koyması, adamlann biribirlerini sevmesi) ve "Humanitarisme" (insan-lığı sevme) ile karıştırılmaktadır. Oysa, "Humanisme" başka bir şeydir, "Philanthropie" veya "Humanitarisme" başka bir şeydir. Bu ikisi arasındaki farkı anlayabilmek veya hissedebilmek için, "Humanismus" (Adamcılık. XVIII. Yüzyıl terimidir. Adamın evrendeki yeri ve anla-mını sorgular. Şu biyolojik olarak insan kılıklı varlığı neler vererek eğ it-melidir ki adam olsun, adamdan sayılsın) ile "Humanitas" (Adamın genel eğitim ve öğretiminde, Paideia'da, adama, nelerin verileceğinin sayılıp dökülmesidir. Kültür ve uygarlığın kendisidir, kazanılmak suretiyle adam edendir) kavramı arasındaki farkı yakalayabilmiş olmak gerekir. Çünkü, bu iki kavram da biribirlerinden farklıdır. "Humanis-mus" bitki ve hayvandan farklı olan şu insan kılıklı biyolojik varlığa

(4)

MÜBAHAT TÜRKER-KÜYEL

neler verelim ki, onu neler vererek ve nasıl eğitelim ki, o, adam olsun? sorusuna cevap arar. Bu soruyu tartışıp ona bir cevap verir, karara bağ -lar. Kararlar biribiilerinden farklı oldukları için, "Humanismuslar da çeşitlenirler. Şöyleki: 1. Şu biyolojik varlığa edebiyat verelim ki, o adam olsun (Humanisme littdraire). Çünkü, ancak dili incelemek adamı adam yapar. Ama, bu sefer, tekrar sormak gerek: Hangi dili verelim ki adam olsun? Mesele, bu soruyu sormakla yine çatallaşır: belli ulusal dilleri verelim de mi yoksa "Klasik Yunanca" ve "Klasik Latince"yi verelim de mi adam olsun ? 2. "Klasik Lâtince ve Yunan-ca"yı verelim de adam olsun (Humanisme classique). 3. Hıristiyan Orta Çağ, dili, "Trivium" (Gramer, Diyalektik, Retorik) aracılığıyla. bir adam eden ürün saydı. Bu dil, taşımış olduğu anlamlarm ya da değerlerin hizmetlisiydi Nasıl ki Romalı, "Trivium"u Tanrılar!, felsefi ideolojileri, ve siyasal amaçları için kullanıyor idiyse. Hıristiyan Orta Çağ da. Romalıların bu, dilini, Tanrı Logosu'nu anlamakta araç olarak kullandı. -Lâtin Dili'nin bu tür kullanılışı Renaissance ad amma, son de-recede, aykırı gelmiştir.- ( Humanisme mddidvale ). 4. Hristiyan doğ ma-larını anlamak için şu var olan diller (Klasik Yunanca ve Klasik La-tince) yetmez. "Grammaire spdculatif" yardımı ile, öyle yeni bir dil düzeneği oluşturmalı ki, onunla, Hıristiyan dogmaları hem anlatı labil-sin, hem anlaşılabilsin. (Humanisme Scholastique). Bu, dil-düşünce arasındaki sıkı münasebete dayanarak, dile karışarak, düşünceye karış -maktır. Bunun temelinde, dil yoluyla varlık yaratmak axiomu bulun-maktadır. (Telkin, propaganda, 'beyin yıkama', algıya müdahale et-me, dil-düşünce müna.sebeti bozuklukları... bu axioma dayanır). Bu, bazen, "Artes luducrae" (Oyunluk beceri, oyuncu becerisi) ne de dönü- • şebilir. Bu gibi durumları, insan, felsefe yardımıyle, felsefe yoluyle, far-keder; teşhis eder. 5. Petrarca, 'Adam dediğin, sadece, Italyan diliyle eğitilmiş olandır' diyerek Skolastik hümanizma'ya karşı çıkmıştır; bu bakımdan da, o, bir `hümanizm anti-skolastik' temsil etmiştir. 6. Gerçek'i, bu arada 'Insan' denen gerçek'i, ussal alanda, usla şmış alan-da, usa girmiş alanda, genel kavramda değil de, şu içinde yaşamakta olduğumuz dünyada aramak, adamın kendi bedeniyle adamlik denen ürünlerin zamandaşlığını denemekte olmasıdır, onu yaşamasıdır. Adamın bu yaşanmış denemesini, baştan sona, ancak Edebiyat dile getirebilir; yoksa, kavramlarla uğraşıp duran bir Felsefe dile getiremez. 'Indi, Felsefe, Edebiyatm ta kendisidir. (Humanisme anti-rationaliste). `Yaşamak', ancak, Edebiyat ile dile getirilebilecekse, bu, belli bir dilin hümanizması olacaktır, elbette 7. 'Adam', Tanrısız olarak da kendi kendisini kurabilir. Kendi kendisine ayakta dikilebilir; kendi kendisini

(5)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI

varlığa getirebilir, var -olmakta- oluşturabilir (Humanisme existentialis-te). 8. 'Adam olanlar', 'Adamdan sayılanlar', yalınızca, dünya iş çi-leridir (Bümanisrne Marxiste). 9. Çağımızda, `adamlık ürünler' ile-tişim yolu ile, tüm dünyaya yayılmıştır. O halde, artık, bütün `adamlık ürünler'i taşıtabileceğimiz ortak bir dünya dilini düşünmenin zamanı -dır (Humanisme mondial). 10. Adam kılıklı biyolojik varlık, ancak, ona bilimler verilerek, bilimler öğretilerek adam edilebilir (Humanisme scientlfique). 11. Dil, cadamlık ürünler'in hepsini taşıyabilir ( Huma-nisme de masse ). 12. İnsan kılıkh biyolojik varlık, ancak, bir din ile adam olabilir, adam edilebilir (Buddhacılık, Yahudilik, Hıristiyanlık, islâmiyet... gibi). O takdirde, seçilen dinin hümanizması söz konusu olur. 13. Gerçek'in değil de, kavramların felsefeleri olan felsefeler, (Var -olmakta- oluşçuluk, Marxisme, diyalektik materyalizm, stniktü-ralizın...), `adam'ın ne olduğunu bildiremez. Bunlar, cadam'ı öldür-rnüştür, Bize `adam'ın ne olduğunu söyleyecek olan, ancak, yeni bir `Adambilim'dir, bir Antorpolojidir. 14. Bir yapısal -dil- bilimine, günümüz adamının, bilim, teknik, sanat başta, ürünlerini taşıttı ra-bilecek bir düzenek yaratmalıdır. Mesela, Etnolojiye Antropolojinin anlamlarını taşıttırmak, Psikolojiye strüktüral anlamlan ta şıttnmak, Marxizme', Diyalektik Materyalist anlamlan yeniden dü şündürtmek gibi. O takdirde, bir "humanisme d'une linguistique structurak" söz ko-nusu olur.

Acaba, "Humanismus", "Humanitas"ın ögelerinden birisi midir ? Eğer, 'Evet. Öğelerinden birisidir', denirse, ve bu isbat edilirse, işte ancak o zaman bunların arasında bir bağlantı kurulabilir. Ama, bura-da bura-da işler çatallaşıt. İşin içerisine hangi "Humanismus" dahil edile-cektir? Çünkü. "Humanitas"ta bir anlaşma olduğu var sayılsa bile "Humanismuslar biribirlerine; aykırı olduklarından, hatta, bazen biri diğerini ortadan kaldırdığından, yine mesele çözülemez. Belki de, her tür "Humanismus" iddiasını bir yana bırakıp, "Humanisrnus" yerine, "Philantropi"ye dönmek gerekir. Bir şartla: Herkes aynı anda! Bu "Humanismus"lar çeşitliliği, hatta bazen karşıtlığı önünde, şimdilik, birleştirici yol olarak bir tek "Philanthropi" görünmektedir. Y'ûnus işte bu yolu denemiştir. İnsan kılıklı biyolojik varlığı 'adam' ederken, acaba, neler verilecek ve bu verilecekler arasında "Humanismus" da bulunacak mı? Hangi cinsi bulunacak? sorusu, karşısında git gide, "Humanismus"u bırakıp "Philanthropie"yi herkesin aynı anda benim-semesi, şimdilik çıkar yol imiş gibi görünrnektedir 2

(2) Mübahat Türker- Küyel, "Klâsik, Skolâstik, Modern", s. 29-43, (1. Sitnpozyutn. Klâsik Çağ şüncesi ve Çağdaş Kültür" içinde. Ankara, 1977, TTK Bsm).

(6)

MÜBAHAT TÜRKER-KuYEL

Araştırıcılar, insanların yiyeceklerini temin etme şekillerine göre

de, yine, birtakım kültür devirleri ayırmışlarıdır: Toplayıcılik, Avcılık, Yerleşik Devirler gibi. İnsanın toprağa yerleşmesi, onun hem tabiat ile hem de öteki insanlarla olan ilişkilerinde. çok köklü değişmelere ve ge-lişmelere sebep olmuştur. Başlıca kültür ve medeniyet çevreleri ise ili-man kuşakta, akarsuların kaynağmda ve ırmakların kenarında yer al-mıştır; Türk, Çin, Hind, Iran, Önasya, Mısır, Girit, kültür çevreleri işte böyledir.

Kültür ve medeniyet, kendisini dil ile anlatır, sâbitleştirir; ayakta tutar, korur, saklar, geçirir, taşıttırır, geliştirir. Dil, kültür ve uygarlığın en genel ifade şeklidir. Yazı ise-dili tesbit eder. Yazı ilk kez, Mezopo-tamya'da Sumerliler tarafından ica.d edilmiştir. Bu icad, insanlık tari-hinde, toprağa yerleşmek kadar büyük önem ve değerdedir. Insanın varı yoğu, nesi varsa, hemen hemen hepsi yazıdadır. -Bu fikir, Sumerli kültürde, Hikmet Tanrısı Enki'nin "Göksel Levha"sı ve "Göksel Ka - yık"ı ile ifade edilmiştir. Belki de Platon'un "Idealar Evreni" nin pro-totipi, "Levh-i Mahfüz"un ilk örneği de bu "Göksel Levha" idi. Yazı, konuşma dilini, dil kavramları yansıtır; kavramlar ise varlıklar' gösterirler. Tabii sıra ve sıra lama budur. Bu sıra ve sıralamayı bozmak, ruhta tedirginlik, zihinde bulanıklık, toplumda ise kargaşa yaratır.

Dillerin, kültür ve uygarlık yaratmakta, 'tek heeeli', ceklemeli', ve-ya `bilkümlü' şekillerde bulunmasının özel bir önemi yoktur. Diller, eklerinin ve köklerinin durumlarına göre değil, onları kullanan insan-ların o dilde yapmış oldukları bilim, teknik, felsefe, ahlâk, din, hukuk, sanat, iktisat, ticaret v.s. gibi çeşitli alanlardaki olumlu katkılarma, kültür ögelerine ve kültür varlıklarına göre de gelişirler. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda, bilimin ve felsefenin, yazılı tarihte. ilkin, Su-merli dili ile ifade edilmiş olduğu görülmüştür. Sumerce, tıpkı Türkçe gibi, eklemelidir; Türkçe ile ortak kelimeleri vardır: Tengri veya Dingir kelimesi bunlardandır. Hattâ, dil bilginleri bu durumdan yararlanarak, Türk dilinin tarihini ve yaşını, en az, 5500-8500 yıl arasındaki bir eski-likte olduğu kanısina varmışlardır3.

(3) Mübahat Türker- Küyel, "Osman Nedim Tuna'nm Türk Dilinin Eskiligi Konusun-daki Çalışmaları", Erdem, 5, 15, Eylül 1989, 1991, s. 1035-1042; Kemal Balkan, "Eski Ön Asya'da Kut (veya Gut) Halkının Dili Ile Eski Türkçe Arasındaki Benzer-lik", ve İngilizcesi, s. 1-125, Erdem, 6,16, Ocak 1990, 1992; Mübahat Türker-Küyel, "Atatürk'ün, Çivi Yazılı Araştırmalara Ilişkin Katkıları Hakkında Üç Tarihsel Belge Daha", Erdem. 6,16, Ocak 1990, 1992, s. 273-297; Mübahat Türker-Küyel, "Dil mi? Diller mi?", Türk Yurdu, 11, Kasım 1991, s. 14-23. Krş. Bedrich Hrozny,

(7)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISi VE KATKISI

Biz, burada, kültür ve uygarlığı birbirlerinden ayırmayacağız; onları eş anlamda olarak kullanacağız; ve, onların, daha ziyade, öge-leri ile kültür varlıklarını göz önünde bulunduracağız. Genelde, kül-tür denince, insanın aklına hep olumlu anlamlar gelir; daha doğrusu olumlu ögeler, olumlu katkılar, olumlu kültür varlıkları gelir. Fakat, insanın kültürü içerisinde, bakış açısına göre, olumsuz anlamlar, olum suz ögeler veya olumsuz kültür varlıkları da yer alır. İşte "Kültür kir-lenmesi"nin, "kirlenmiş kültür"ün kökünü buralarda aramalıdır. Kültürde, gerçek, doğru, iyi, güzel ögeler olduğu kadar, gerçeksiz, yanlış, kötü, çirkin., ögeler, anlamlar ve kültür varlıkları da bulunur. Bu konuda, Homeros, bir taraftan

"Zeus, böylece, körükledi İlios Savaşı'nın zorlu doğuşunu, "Azaltmak istiyordu toprağın yükünü ölümle Troia ilinde. "Göçüp gittiler yiğitler; geldi Zeus'un dileği yerine.

(Kypria 6) diyordu. Hektor ise, diğer taraftan,

"Dövüşsüz ve ünsüz ölmekten korkarım ben..." (XXIII, 297) diyordu. Ama, Zeus.

"Hayret! Nasıl da Tanrılar' suçlandırıyorlar insanlar şimdi? "Bizlerden geldiğini söylüyorlar kötülüklerin. Oysa, kendileri "Kendi budalalıkları yüzünden, kısmetten çok acılara katlanı yor-lar" (1,32) (Antik Felsefe, 6)

diye bir cevap veriyordu. Bu arada Hesiodos da,

"Halk çeker cezasını beylerin deliliğinin; uğursuz niyetlerle "Eğri yargılarla başka yana hakkı çevirenlerin (252). (Antik Fel-sefe, 16) ....

"Balıklar, karadaki hayvanlar, uçan kuşlar, yiyecekler biribirlerini. "Hak yoktur onlarda çünkü.

"Zeus ,insanlara ise hakkı yolladı; odur nimetlerin en büyüğü "Güçle hakkı alanlar, yıkacaklar biribirlerinin kentlerini "Ne andına bağhlığa değer verecektir, ne Mile.

Die ölteste Geschichte der Vorderasien, 1940, Prag (Fransızca çevirisi: L'Histoire de l'Asie Anterieure de l'Hinde et de la Crote, 1947 Paris); Fritz Hommel, Zweihundert Sumero-türkische Wortvergliechungen als Grundlage zur einen Kapital der Sprach-wissenschaft, München, 1915.

(8)

8 MÜBAHAT TÜRKER-KÜYEL "Ne de iyiye. Kötülük işleyeni, haddini bilmeyeni

"Daha çok sayacaklar. Hak, kola ;kalacaktır. (Antik Feksefe, 17) diye bir değerlendirme yapıyordu.

Çin'de Tao, Hind'de Rta, Iran'da Zaratustra'da Ahura Mazda -Angra Ma inyu, Pithagorasçılarda "zıdlarda birlik", Herakleitos'ta evrenin kurucu ilkeleri sayılan "karşıtlıklar" ve "ayrılıklı birlik", Ni-colaus Cusanus'a, XV. yüzyılda, "Corncidentia oppositorum" olarak ulaş -mıştır; ve, Hegel'de, Nietzche'de, Hölderlin'de ve Goethe'de yeniden ve tekrar terennüm edilmiştir. Bütün bunlar, gerçek-gerçeksiz, var-yok, doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin... v.s. zıdlıklarını açıklamaya çalışan en genel varlık modelleri idi. Bu zıdlar çifti, kültüre ilişkin oldukta, kül-türler, bazen, biribirlerini "mleçça", "chiang", "dasyu" "Ho", "çiğ

et yiyenler", "evi olmayanlar", "dağların akrebi", "dağların yılanı" "barbar", "flagellum Dei", "avam", "dar ul-harb", "zımrni", "kı r-hayvanı", "yaban" ... v.s. gibi kategorilere' sokuyor ve değ erlendiriyor-du. XI. yy da, çağa adını veren Beyrani, bu tür değerlendirmelerin far-kında idi. Çünkü, o diyordu ki ".... Kısaca, insanlar, kendilerinden ol-mayan' küçük görürler; ve, onları birçok bakımdan km.ayıp suçlarlar ...Hindlinin inancına göre, yeryüzünde kendi memleketlerinden ba şka memleket ve kendi ırklarmdan başka ırk yoktur; ve, onlar dışmda hiç-bir millette bilimle. karşılaşılmaz" (Tahkik mâ l'il-Hind, T, Il, 12).

Kültürlerin, böyle, zıt kategorilere sokulması vakıası, bir yana bı -rakılırsa, görülür ki, kültürler karşılaşırlar, etkileşirler, biribirlerinin içeric;ine artıklar, kalıklar, bırakarak, tabakalaşırlar; geriye bile döner-ler, zayıflarlar veya gelişip serpilirler.

Kültürlerin etkileşimi türlü türlü şemalara, çeşit çeşit modellere göre açıklanmıştır. Kültürün doğuşuna ilişkin olarak geliştirilen "Dif-rüzyonist" (Kültür bir noktada doğmuş, oradan dünyaya yayılmıştır) ve "paralelci" (kültür, yer yüzünde ayrı ayrı noktalarda doğmuştur) modeller yanında. kültürün yayılma şeklini hem "Lineer" (kültür ken-disini düz bir çizgi üzerinde açar), hem de "spirai" (kültür bir burgu yolu izler) ve "cycloid" (kültür, kapalı eğriler çizerek açılır) şemalar da düşünülmüştür. -St. Augustinus'çu, İbn Haldun'cu, "Tenasuhçu, Dehri çeşitlemeleri ile-. Kültürü yaratan baş etmen olarak, "ırkçı" model (şöyle bir kültürü şöyle bir ırk yaratmıştır), "evrimci" model (kültür, basitten mürekkebe doğru gelişir: Darwin'ci, Hegel'ci, Marx'cı, Compte'çu, Spencer'ci çeşitlemeler ile), "panbabilonist" model (Kül-tür ögelerini Babil kül(Kül-türüne indirmek esastır), "organik" model (kül-tür bir canlı organizma gibidir), "Ilahi antropolojik" model gibi model-

(9)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERİN ETKİSİ VE KATKISI 9

ler ve şemalar geliştirilmiştir. 4 Dahası, kültür, asıl, bir sosyal, sosyal-psikolojik, psikolojik ve antropolojik olay olarak laboratuvara sokul-maya çalışılınıştır; laboratuvarda incelemelere alınmıştır. Kültürün çıkışı. yayılması ve yaratılmag hakkındaki açıklama şemaları veya mo-delleri her re olursa olsun, esas olgu, kültürlerin karşılaşmış ve etkileş -miş olmalarıdır; bu süreçlerin yeni birtakım kültürlere varlık vermiş

olmalandır.

Kültürlerin karşılaşmalan ve etkileşmeleri çok çesitli yollarla olur. Bu yolların içerisinde, özellikle, entellektüel kültürün geçişi bakımı n-dan tercüme faaliyetleri en ağırlıkhlar arasında sayılır. Öyle ki, ılıman iklim kültürleri, entellektüel kültür dilimlerinde, birbirlerini, diller arasında yapılan tercümelerle taıumışlardır; biribirlerine tercüme yo-luyla ulaşmışlardır: Sumerceden Akkadcaya, Asur, Hitit,. Urartu dille-rine, Sanskritten Tibet diline. Tibetçeden Çinceye, Çinceden Türkçeye, Toharcadan, Türkçeye, Farsçadan Arapçaya, Arapçadan Farsçaya, eski Yunancadan Süryaniye. Süryaniden Arapçaya, Arapçadan ya doğrudan ya Katalanca gibi mahalli diller aracılığı veya İbrani ile Lâtinceye, Avrupa dillerinden biribirlerine. Türkçeye... v.s. Gerçekten de, bir çeviri devrini yaşamış olmak bir kültür çevresi için şanslarm en büyüklerindendir. Bu suretle hem, tâ Sumerlilerden beri gelen, tek dil, tek gönül yolu açılmış oluyors, hem de entellektüel kültür yoluyla ilerleme yolu ışıklanıyor. Kültür tarihçileri, Avrupa'nın ortaçağeılı k-tan çıkıp, modernleşmesinde, onu ortaçağcıllıktan kurtarıp modern-leştirmiş olan iki hareketine, "Humanisme" ve "Renaissance" hareketi-ne, hareretle dikkati çekip ağırlık vermekte„ haklıdırlar.

Bilindiği üzere, Ortaçağ, M.S. 395 ile 1453 tarihleri arasına yerleş -tirilebilir. Bu yıllar arasında, "eski otoritelerin" eserlerini, "lectiö" (şerh) ve "disputatio" (tartışma) dan ibaret olan yönteme göre, incele-meye "skokistik" denmesinden dolayı, Ortaçağa, tümüyle skolastik

(4) Bk. Benno Landsberger, "ÖnAsya Kadim Tarihinin Esas Meseleleri", II. TT

Ku-rultayı, 1937 Devlet Bsm. (Aslı Grundfragen der Frühgeschichte Vorderasiens"). (Her iki metin de, Türkçe ve Almanca Metinler, Kemal Balkan'm Kut=Gut'lara ilişkin olan ve burada not: 3'te zikredilmiş bulunan metninde tekrar yer almıştı). Burada, Marr'ın, "Çuvaş Digatı" Önsöz'ündeki, 1935, katkısı ile Rus bilginleri Tols-tov ve Trofimova'nın katkıları unutulmamalıdır (Bk. Mübahat Türker-Küyel), "Edebiyatımızda Sumerli izleri Var mıdır 9" Erdem, 6, 17, Mayıs 1990, 1992, s. 359. Krş. Mübahat Türker-Küyel, "Kramer'in Tarih Sümerde Başlar Adlı Eserinin Türk-çe Tercümesi", Erdem, 5. 15, Eylül 1989, 1991, 1017-1034.

(5) "Tek dil tek gönül" veya "Tek dil, tek akıl" fikri, Sumerlilerden beri gelen çok eski bir ana fikirdir. Bk. "Osman Nedim Tuna'nın...", S. 1041 v.d.

(10)

10 MÜBAHAT TORKER—KÜYEL

nazariy1e bakanlar olmuştur. Hattâ, bu tarihler arasındaki bir kısmı

"karanhk" sayıp, Ortaça.ğ'ın atlanması gerektiğine inananlar da olmuş -tur. Dikkat edilecek olursa, Ortaçağ, insanhk tarihinin ve Batı'nın, yak-laşık olarak bin yılını kaplar. Ortaçağ,m bir kısmında Batı, gerçekten, bir "Karanlık Çağ" idrâk etmiştir. Hellen ve Hellenistik Devirlerinden gelen bilim, felsefe, sanat... v.s. gibi olumlu değerler unutulmuş, geriye birtakım hurafeler kalmıştır. Ama, buna karşılık, 395 ile 1453 tarihleri arasında, Doğu'da, Asya'da, Önasya'da, başka birtakım uygarlıklar parlamaktaydı. işte bu yüzden, XII. Yüz5ılın başına kadar olan devre-deki Avrupa'da, kültür olayları bilinmedikçe, XII. Yüzyılda, Avrupa' da başlayan ve o yüzyılın "XII. Yüzyıl Rönesasnı"ı adını almasına sebep olan kültür olaylarının değerlendirilmesini yapmak, Türklerin, Avrupa'ya İslam öncesi ve sonrası devirde doğruda doğruya veya do-laylı olarak yapmış oldukları katkıların değerini, parlaklığını anlamak mümkün olmaz.

Araştırıcılara göre, Türklerin, islam öncesinde ve sonrasında, dün-ya tarihinde, en parlak dönemleri, kendi kültür tarihlerinde en ileride ve rakipsiz olarak bulundukları çağ,

MS y-x.

Yüzyıllar, hattâ, V-XII. Yüzyıllar ara sıdır6. Bu tarihler ise Batı'da, tamamen, "Ortaçağ" denen sınırlar içerisinde yer alır. Bu durumda, Avrupa'da, "karanlık" olduğu gerekçesiyle, atlanmak veya atılmak istenen çağ, eğer, gerçekten, atılır veya atlamrsa, o zaman, Türkler, kültürleriyle birlikte, bilerek veya bil-meyerek, isteyerek veya istebil-meyerek, iki defa, hatta üç defa tarih ve kültür sahasından iteklenmiş, sürülüp çıkarılmış, kovulmuş olurlar: Bir defasında, islam öncesi parlak ve yüksek kültürleriyle, bir defası n-da Islâma yapmış oldukları parlak katkılı kültürleriyle, bir defasında da islam âlemi vasıtasıyla Avrupa'ya XII. Yüzyılda yapmış oldukları

etkiler ve katkılarla Oysa, Avrupa'ya, XII. Yüzyılda, bilimsel bilgi formunu, zihinsel formasyonu islam 'alemi vermiştir. İslam âlemine ise, Türklerin, bilimde, felsefede ve sanatta yapmış olduğu katkılar çok büyük ağırlıktachr; göz ardı edilemez. Ortaçağda, Avrupa'da, bir kı -sım "karanlık" parçalar gerekçe gösterilerek, bütün Ortaça ğ'ın "ka-ranlık" olduğu genelleştirilmesi de yapılamaz. Bir kısmı "karanlık" olan Ortaçağ, bu gerekçeyle büsbütün, tamamiyle atlanaınaz; atı la-maz. Adama ve atma davranışı bilimsel bir davranış değildir; gerçeklere de aykırıdır. Kaldı ki, 395-1453 tarihleri arası, Avrupa'nın bile kendi kültür tarihi açısından, tümce ve mutlak olarak, "karanlık" değildir.

(6) Semih Tezcan, "En Eski Türk Dili ve s. 275, (Bilim, Kültür ve Öğretim Dili

(11)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI I I

öyleki, bu çağ Avrupa'da sanat ve mimaride, Gotik katedralleriyle, vitrayları ile, yazınaları ile, içlerinde Hellen ve Hellenistik kültürün saklanmış olduğu yazmaları koruyan "Manastırları" ile, "Saray okul-ları" (palatina) ile, şövalye ahlâlayle, yer yer imbik ve son derece dikkate değer bir çağdır. İşte bu yi.izden, araştırıcılarm büyük bir kısmı, bu çağı, "karanlık" veya "skolastik" yerine, artık, "Inediaevel" (Orta-çağ) olarak isimlendirrneyi tercih etmişlerdir.

XII. Yüzyıl, Avrupa'da, bazen haklı, bazen de haksız yergilere maruz kalmış olan işte bu Ortaçağ hakkındaki incelemelerin yoğun laşmış olduğu bir yüzyıldır. Avrupa'da yapılan bu araştırmalardan öy-le anlaşılmaktadırki, IV. Yüzyılda, Avrupa'da, Rellenistik kültürü sür-düren -çok az sayıda ve nispeten düşük düzeyde de olsa- bilim adamları

bulunmaktadır: Doğu'da, Roma'da, Megale Süntaksis şerhi ile Isken-deriye% Theon, koni kesitleri üzerinde Serenos, sayılar teorisinde Iamb-likos, astronomi çalışmaları ile Thebes'li Hephaistion, Aristoteles ş erh-çisi Thrmistio, doktor Oribasius.,,, gibi, Avrupa'nın Batı'sı daha da zayıftır : Ortada, Timaios'u çeviren Chalcidius ile tarımcı Palladius'dan başka bir kimse gözükmemektedir. Bu yüzyılda, Kilise Babalarfnın bilim-din çatışmasına girmiş olmaları ise çok talihsiz bir evreyi oluş tur-maktadır. Çünkü, bu kavga sırasında, eski Yunan astronomisi yok edil-miş, yerine çok ilkel bir kosrnoloji geçirilmiştir. Tıpda ise `diseksiyon' yasaklainmıştır; yerine, büyü, sihir ve üfürükçülük konmuştur. Impara-tor Constantin, sanatı öne çıkarmış, bilime hiç de iltifat etmemiştir. V. Yüzyılda, Doğu'da, Roma'da, Eucleides ve Ptolemaios üzerinde ça-lışan Proklos, sayılar teorisinde Domnios, birinci derece denklemlerin-de, Metrodoros ve Hypatia göze çarpmaktadır. Batı'da 'Yedi Hür Sanat'ı ihtiva eden ansiklopedi sahibi Capella ile Victorinus ve doktor Marcellus'ten başka bir kimse gözükmemektedir. Bu sıralarda Batı

Roma çökmüş, bilim tamamen sönmüştür. VI. Yüzyılda, Bizans'ta, Thralles'li mimar Arthemius, Miletos'Iu İsidor, Gra.lilei'nin öncüsü Phi-loponos, astronom Hesiodoros, doktor Aetius ve Trallesli Alexand-ros var iken, Batı'da, Boethius ve Cassiodorus'tan başka bir kimse yok-tur. Atina'da, Akademia'nın 529 da, Justinianus tarafından kapatıl ması, Simplikius ve Damaskius'un İran'a sığınması, bu sıralara rast-lar. Ama, St. Benedict tarafından, Monte Casino Manastırı'mn kurul-ması da, yine, bu sıralara rastlar. VII. Yüzyılda, Bizans'ta, doktor Ste-fanos. Theofilos, Aeginata.'11Paulus'un adlarıyla, gramerci Johannes'in ismi geçer. Ama. bu çağ, Batı'nın tam "karanlık"a gömülmüş olduğu bir çağdır. Çünkü, parlak kültür, artık, Avrupahlarca değil, fakat,

(12)

12 MÜBAHAT TÜRKER—KÜYEL

Müslümanlarca temsil edilir olmuştur. Batı'da Sevilyalı ansiklopedist

İsidor bulunmaktadır; ortada başka da bir kimse yoktur. VIII. Yüzyıl da Bizans'ta hükümdarın eğitim kurumunu yaktırmış olduğu söylen-mektedir. Batı da, sadece Bede'nin ismi geçmektedir. VIII. Yüzyılın ikinci yarısında, Bizans'ta adi anılacak bir bilgin Yoktur. Batı'da Car-lus Magnus, Alcuin ile birlikte, kültürü kalkındırnaaya çalışmıştır IX. Yüzyılda, Bizans'ta, saray ve çevresinde, Islam örne ğine göre bir okul kurulmuştur. Batı'da, Eruigena, İngiltere'de ilk uyananlardandır. Bü-yük Alfred ise Anglo-Sakson diline tercüme yapan ve yaptırtan bir hükümdardır. X. Yüzyılda Bizaps'ta, lügatçı Suidas'tan başka bir kim-se bulunmamaktadır. Bu arada doktor Nonmus ve mesahacı Hero da sayılabilir. Papa Sylvestr abacus ve usturlab üzerine yazmıştır. Doktor Donnola ise, Salerno Tıb Okulu'nu kurmakta etkili olmuştur. XI. Yüzyılda, Bizans'ta, iki tane doktor bulunmaktadır: Psellos ve Smeon. Aristoteles, Arapçadan Latinceye çevrilmeye başlanmıştır. Kerne ve Dimne de çevrilmiştir. Batı da, Notker Labeo Lâtinceden Almancaya çeviriler yapmıştır. Abacus ve usturlab üzerine İslam etkisi gözlenmiştir. Sale-no Tıb Okulu bu yüzyılda kurulmuştur. Afrika'lı COD stantin, Ar:s-toteles'den Lâtinceye çeviriler yapmıştır. Johannes de Melikryi çevir-miştir. Bütün bunlarla birlikte, XII. Yüzyıla kadar, yine, ortada hiçbir zikre değer kişi bulunmamaktadır.

XII. Yüzyılın, başlarından itibzren, Batı'ya, Avrupa'ya, islam aleminden yapılan planlı ve bilinçli tercümeler yoluyla, çok yoğun suret-te bir etki başlamıştır. Bu etki, XII. Yüzyılın ikinci yarısında doruğ u-na ulaşmıştır. Avrupa, Geç Ortaçağ'a kadar, mürferıit konularda ve seyrek de olsa, İslam ve Türk-İslam aleminden etki almaya devam et-miştir: Kopernikus'un İbn şâtır'dan, Nasir Tasi'den ve Regiomonta-nus ile Osmanlı merkezi İstanbul üzerinden Uluğ Beg -Semerkand Rasathanesi çevresinden almış olduğu etki gibi? ve 1bn ün-Nefis'in küçük kan dolaşımının etkisi gibi8. ibn Sin'a nin Kanân'u, XVI. ve XVII yüzyıllarda bile, hala Avrupa tıp fakültelerinde okutulmakta idi.

XII. Yüzyılın başlarından itibaren, islam ve Türk-İslam aleminin Batı'ya etkisi vakıasnıda, Türklerin payını iki kademeli olarak değ erlen-dirmek gerekmektedir. Birincisi Türkler tarafından İslam alemine yapı l-mış olan katkılardır. İkincisi ise, islam kültür çevresine girmiş olan

(7) Aydın Sayılı, Copernicus, Unesco Milli Merkezi, 1973, Ankara, 52-53, 92-97; "Is-lam and the Rise of Seventeenth Century Science", Belleten, 27, 195, s. 353-368 (8) Aydın Sayılı, "Ortaçağ Bilim ve Tefekküründe Türklerin Yeri", Erdem, 1, 1, 1985,

(13)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI 13

Türklerin İslam alemi içcrisinden Avrupa'ya yapmış olduğu katkılar dır. Çünkü, yukarıda da söylediğimiz üzere, XII. Yüzyılda, Avrupa'da bilimsel bilgi formasyonunu İslam alemi vermiştir. İslam alemi, çok sayıda büyük insanların bir ürünü olmakla beraber, Farabi, Harezrni, tbn Sina, Beyrıâni gibi Türklerin katkılarıyla, insanlık kültür tarihinde yücelmiştir. İbn Haldün, Islâm âleminde, Doğu'ntut oynamış olduğu rolü görmüş ve vurgulamıştır. Ama, ibn Haldân, daha çok, İran'ın etkisini öne çıkarmıştır. Oysa İslam alerninde, Doğu'da Türklerin yap-mış olduğu bilim, felsefe ve sanat kültürüyle boy ölçüşebilecek büyük-lükte, bir başka bölge gösterilemernektedir. İslam aleminin Doğ u'sun-dan gelen ışık, asıl, Orta Asya'dandır; bu da Türklerin anayurdu olan Türkistan'dır. Harezmiler, tbn Türk'ler, FarabrIer, ibn Sinalar, Bey-rüni'ler, Cevheri et-Türkrler, gramerci Farabrler, Fergar„rler, daha sonraları, Kaşgarrler, Yfıstıf Has Hacibler, Ali şir Nevarler, Mimar Sinan'lar, Kâtib Çelebrler... gibi. Bilimi ve felsefeyi Rasathane, Kü-tüphane, Hastahane ve Medrese gibi hayır kurumları ve araştırma or-tamları yoluyla, vakit koruyan, Gazneli, Karahanlı, Selçuklu Os-manlı Türk hükürndarlar, ve vezirleri: Hind etkisini getiren Bermekler, Feth b. Hakan b. Gartuç, damadı Ahmed b. Tulun, Sürler, Gazneli Mahmâd, oğlu Sencer, Selçuklu Alp Aslan, oğlu Melikşah, Germiyan-hlar gibi Anadolu Beyleri, Timur'un torunu Ulug Beg, Atabcg Nüred-din Zengi, Osmanlı Fatih, Kanuni...

Yukarıda söylerniş olduğumuz üzere, XII. Yüzyılda, Avrupa,

İslam aleminden programh bir etkileniş içorisinde idi. XII. Yüzyılda,

özellikle, Arapçadan Lâtinçeye yapılmış olan tercümeler Avrupa'yı

uyandırmıştır. Böylece, Türkler, İs'Iânı alemine, İslam alemi ise Av-rupa'ya ve nihayet Avrupa da dünyaya etkisini getirmiş, katkısını yap mış olmaktadır. Ama, şunu da unutınamak gerekir ki, Avrupa, daha birtakım sebeplerle, İslam âlemini geride bırakarak, ilerlemesine devam etmiştir. Öyleki, Avrupa, XVII. Yüzyılda, bilim, teknoloji, endüstri, ticaret ve askerlikte ezici bir üstünlüğe ulaşmıştır. İşte, Osmanlı Türk-lerini Batı'ya yakalama ve "Batılılaşma" kararını almış olması, tam bu sıralara rastlar.

Ünlü bilim tarihçisi George Sarton'un `Introduction to the History of Science' adlı kitabının taranmasıyla oluşturulan Arapçadan Lâtin-ceye yapılmış olan tercümeler listesi gözden geçirildiğincie anlaşılacağı

üzere, Islam Aleminden Batı'ya giden etki, özellikle, cebir, geometri, trigonometri, mekanik, optik, biyoloji, tıp, tıbbi mimari, felsefe ve mü-zik alanındadır. XII. Yüzyıldaki bu etki içerisinde Aristoteles, Hippok-

(14)

14 MÜBAHAT TÜRKER-KÜYEL

rates, Galenos, Ptolemaios, Kindi, Farabi, Harezml, Ibn Sina, İbn Rüşd, Fergani, Câbir, İbn ul-Heysem, ... v.s. gibi otoriteler, Batı'da tanınmış veya tanıtılmıştır. Medrese, Rasathane, Hastahâne ve Kütüp-hane gibi kurumların etkisi hiçbir şekilde unutulmamalıdır.

Literatürde cebir dalında, Mezopotamya, Hınd ve eski Yunan'ın `ve İslam aleminin etkileri tarbşılmıştır. "Cebir" kelimesinin kendisi, sami bir kelime değildir. Kelime Mezopotamya'dan kalmadır; aslı

Sumercedir. M.ö. 2000 lerde, Sumerlilerde, cebir biliniyor ve kullanı -lıyordu. Arapçadaki "al-cabr", Akkadca "Gabrum"dan gelmekte olan Arami bir kelimenin Arapçada tekrarıdır. Asurca menşeinde, kelime, eşiti, denklemi gösterir. "Gabdım" ise, Sumerce "gabari"den gelir. Sumerce ideogram "makarum" fiili ve ondan türetilmiş olan kelimele-ri resim yazısıyla ifade etmek için kullanılır9. Diofantos'un "Cebir Kitabı", daha Arapçaya çevrilmezden önce, iki Türk bilgini olan ilkin Abdul Hamid İbn Vasi bn Türk ve biraz daha sonra Muhammed b. »Isa. el-Harezmi, cebiri İslam dünyasında canlandırmıştır. Çünkü,- Türk'ler. "Katışık Denklemleri"yle, Harûn Reşid zamanına, Harez-mi ise, "el-Cebr ve'l-Muk(ıbele"siyle Memûn zamanına rastlar-. Acaba, cebiri, Arapça olarak, kim ilk kez yazmıştır? sorusu önünde, bu iki bilginin değerleri tarbşılmıştır".

XII. Yüzyıl Rönesansı'nda, Hârezrni, hem seınbol, hem anahtar, hem öncü sayılır. O, Mezopotamya cebirini İslam aleminde canlandı -ran adamdır". Harezm', aritmetik ve cebirdeki başarısını İbn Türkler ile paylaşır. Halife Vâ.sık, Hazar Kıralfna Türkçe bilen bir Harezmryl göndermiştir. Eğer. o gönderilmiş olan Harezmi, bu Harezırli ise, onun Türk olduğu kesinlik de kazanmış olur. -Nitekim, Beyrûni de, çocuk-luğunda, "mumya" getirmiş bir yaşlı Türkmen kocasının konuşmasını

iyice anlamış bulunuyordu. O halde o da, Türkçeyi, ta çocukluğundan beri bilmekteydi-. Hind'i esas alan, gerek Fergani, gerekse Beyrûni tarafından eleştirilen Harezrnrnin Zic'i, Batı'ya ve bize, Mesleme'nin Lâtinceye yapılmış olan çevirisi ile ulaşmıştır. Harezmi'nin aritmetiği de Lâtinceye çevrilmiştir. Bu eserle, Harezmi, Bathlı Adelard'ın "Arap

(9) }10yrup, "al-Klıwarazmi, Ibn Turk and the Liber Mensuration on the Origin of

Islamic Algebra”, Erdem, 2, 5, 1986, s. 445-484. Türkçesi: s. 485-526. (10) Aydın Sayılı, Abd ul-Hamid İbn-i Türk'ün Katışık Denklemleri, 19, TTK. (11) Al Khwarazmi Algebra, 1939, Islamabad. İbn Vâsi İbn Türk'ün, Aydın Sayılı tara

fından yayınlanmış olan "Katışık Denklemler"inin Ingilizce tercümesi eki ve Aydın Sayıll'inn 50 sayfalık Giris'i ile, s. 3-54. Tanıtım. için bk. Erdem, 5, 15, 1989, 1991, s. 997-1011.

(15)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI 15

Sayıları" dediği sayıları ve Hind menşeli 10 tabanlı konumsal sayı sis-temini hem islâma, hem Batı'ya getirmiş oldu. Hârezıni. cebirde, ana-litik geom•triyi lcullanmıştır. Hürezmrnirı "el-Cebr

Kitabı Lâtinceye çevrildikten sonra, "cebir" kelimesi Avrupa'da, hem, matematiğin bir özel dalı, hem de cebir işleminin kendisi; hem de onun kitabı anlamında kullanılır oldu; kelime Harezrnrnin adından alındı: algorizm, algoritmi, kitabının adından alındı: "alObre, algebra gibi. Ama Warezmi yaptığı işleme, "Hind hesabı" demekteydi.

Ana dili ne Farsça ne de Arapça olan, Harezm'de bir harika çocuk olarak dünyaya gelen Beyrüni, asıl, matematik, astronomi ve mate-matiksel coğrafya alanında ürün vermiş olan bir Türk bilginidir. Batı -lı teknik anlarndaki "hümanist" vasfını, İslâm âleminde gösteren tek bilim adamı odur. Çünkü, o, Sanskrit dilini öğrenerek, Hind kültürünü incelemiştir. O'nda tabiatı ve tarihi bilimsel yöntemle araştırma bilinci pırıl pırıl parlamakta, sonraki bilginlere ve araştırıcılara örnek olmak-tadır12 . O hem XI. Yüzyıla adını vermiştir, hem de Rönesans'a ve XIX. Yüzyılın ikinci yarısına yerleştirilebilecek yücelikte ürünler ortaya koy-muştur; bilimsel merakı o kadar derindir. O'nun bu vasfı, bilginin pek çok yüceltilmiş olduğu Türk toplumuyla bütünleşmektedir. Nitekim, Türk toplumunda, bükümdarlardan bile beklenen bu iki vasıf, bilge ve alp olma vasfı, insanlık tarihinde, bir tek somut örnek olarak görü-nen, hem gerçek bir bilim adamı olan hem de gerçek bir devlet adamı

olan Ulug Beg'de parlamıştır. Beyrfinl, tutulma düzleminin eğimini, Copernicus'a nazaran tam bir isabetle tesbit etmiştir. Kronoloji, geo-dezi (yeryüzünün çevresi, enlem hesapları), takvim üzerinde çalışmış, mikrometre, verniye gibi hassas ölçü aletlerine katkıda bulunmuştur. O'nun "taksimath cetvelle", daha doğrusu "çapı-az çizgilerle taksimat-lanchrılmış yöntemi", Tycho Brache'yi etkile'ıniş olsa gerektir. Eczacı

olarak, o, şifalı bitkilerle, jeolog olarak kıymetli taşlarla ve özgül ağı r-lıklarla uğraşmış, yine bilimsel katkılarını yapmıştır. Zaten, bu onbirin-ci yüzyılda, tarih araştırmalarında, metin mukabelelerinde 13 araştırma

(12) Fr. Rosenthal, "Beyreıni'nin Bilgi Kuramı ve Yöntemiyle ilgili Bazı Önvarsayımları Üzerine", Beyranrye Armağan, s. 157-167, 1974, TTK Mtb. Ingilizce aslı, s. 145- 156. Çeviren: Mübahat Türker-Küyel.

(13) Mübahat Türker-Küyel, "Tarih Yöntemi Bilinci ve İbn us-Salah", VIII. TT Kong-resi-1976,1980, ss. 665-677, Ankara. Krş. "Kültür Karşılaşmasma Bir Misal Ola-rak İbn us-Salah", Araştırma, IX, 1971, Ankara, 1973, s. 9-27 (Arapça Metin, Türk-çe Türk-çeviri, Fransızca çeviri); "İbn us-Salah Comme Exemple a la Rencontre des Cul-tures", Actes del V Congreso Internacional de Filosofia Medieval, I-II, Editora Nacional, Madrid 16, 1979, Universidad de Madrid, Granada, Corcluba. 1972, 1973, s. 1319-1324.

(16)

16 MÜBAHAT TÜRKER-KÜYEL

yöntemi bilinci çok kuvvetli olan bilim adamları mevcuttu Bilim ada-mı yetişmesinde, Beyrünt, devlet adamlarının sorumluluklarını, başta hükümdar olmak üzere vurgulamaktadır. Nasıl, Türk devlet anlayı

-şında, İranh devlet anlayışından farklı olarak, adâlet, hükümdarın hal-kına bir lütfu değil de bir görevi idiyse, -Çünkü, "Kilfr ile dünya durur, ama, zulm ile durmaz 14- işte tıpkı bunun gibi, halkmı yüksek dereceden eğitmek de hükümdarın görevidir. Nitekim, Orhun Amtlarından da anlaşılan odur. Hükümdar, halkını "boşgurur", yani yüksek seviyeden eğitir. Beyrünrnin yazmış olduğu "Harezmi Zic'inin Temelleri" adlı

eseri, XII. Yüzyılda, Abraham ben Ezra tarafından ibrâniceye çevril-miştir. O'nun, XV. Yüzyılda, Ben Ezra üzerinden Levi ben Gerson yoluyla Avrupa'yı etkilemiş olması mümkündür' 5.

Türkler arasında bilime verilen yüce değer ve hükümdarlarm, dev-let adamlarının halkını yüksek seviyeden eğitme sorumluluğu, Medrese-nin Türkler tarafından kurulmasına, oradan da Avrupa'da geçmesine sebep olmuştur16.

Kökü Mısır'da ,olan Kimya da, Avrupa'ya MI. Yüzyıl Rönesansı

sırasında Arapçadan Lâtinceye yapılan tercümelerle girmiştir. Kimya, islam iklemincle Câbir ibn Hayyân ile görünmüştü. Câbir'ir, özellikle iksir'i ile, Iran ve Çin etkisini yansıttığı ileri sürülmüştür. "Nişadır"

(14) Nizâm ul-Mullc'un Siyaset Nâme'sinin ana fikri. Bu fikir, aslen, Kutadgu

de ana fikridir. Kökü Orhun Amtlarından, yani, Tukyu'lardan, a Hyung Nulara

'Tengricilik' veya 'Gök inancı' yoluyla varır. Demekki, Türklerin, kökü, tarihlerinin derinliklerinde bulunan, ana felsefi görüşleridir. Bu fikir, "Nizam-1 Âlem", "Nazm-ı âlem", Türklerde daima tekerrür edecektir. Mesela Şeyhoğlu (XIV. yy. Germiyanlı hizmetlisi) Kenz ul-Küberd'sında, bu fikri, Hoca Dehhaıri'ye atfen, yeniden öne çı ka-rır: "al-Mulk yabka mac al-Kufr bi'l-cAdl wa la yabka mac 'I-iman

bi'z-Zulm—Pa-dişahlık haki olur küfr-ila adi olıcalc, ve illa bald olmaz iman-ila zulrn ohcak", 71 b.

(8:107), Kemal Yavuz Neşri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu-Atatürk

Kültür Merkezi Yayını: 39, Ankara, 1991. Koçi Bey de Arz Tezkirelerinde aynı fikre atıfta bulunmuştur: J.P.Roux, cümlenin çevirisini şu şekilde vermiştir ve ondeki Türk havasını sezinlemiştir: "Le monde peut vivre dans l'incroyance, pas dans l'irjustice" (Bk. Histoire des Tures, s. 186, Arteme Fayard, 1984, Paris). (J.P. Roux'nun, Eseri "Türklerin Tarihi" başlığıyle Türkçeye çevrilmiştir Milliyet. Yayınları, 1989, Istan-bul). En büyük Osmanlı hükümdarı Sultan Süleyman'ın sanırım "Kanfıni" olduğ u-nu da hatırlayahm. Kanün-Adalet fikrini Nabi, Nedim, Şinasi terennüm etmiştir. Bursalı Ahmet Paşa, "Güneş" redifli kas1desinde Fatih'e aynı duygularla övgüler düzenlemiştir. Kutatgı; Bilig'teki Küntogdı tipi, Güneş'i, adâleti temsil eder. (15) Aydm Sayılı, "Doğumunun 1000. Yılında Beyrtml", s. 14, S. 12 "Beyrüni ve Bilim

Tarihi ", s. 67-81, (Beyrtini'ye Armağaıi içinde, 1974, TTK Bsm)

(16) Aydın Sayılı, "Higher Education in Medieval Islam", Ankara Üniversitesi Yıllığı, cilt: 1, 1948, s. 30-'71.

(17)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERİN ETKISI VE KATKİSİ 17

kelimesi ise, ne Farsça, ne Çince, ne de Soğutçadır, fakat aslen, Türkçe "çatur"'ile ilgilidir. Ama, literatürde, kelime İranlılara mâledilrnek is-tenmiştir. Çinliler, Çayardı = Mâ verâ ün-Nehr'deki, Kirmandaki, Buharâ'daki Türklerin bu maddesine "Nao-Se" demekteydiler. Uygur-lar, bu "Nao-Se" yi, Çin sarayına hediye olarak takdim ederlerdi. Çin-li gezgin Wang-Yen-Te, Uygurlarm ülkesine bir sefaret ile gitti ğinde, içinde "beyaz duman"ların çıkmakta olduğu bir dağdan ve açık hava-da sertleşen bir "mavi çamur"dan bahsetmiştir İşte o dağa tabanı kö-sele pabuçlarla girildiğinde, kösele taban yanıyordu. Bu sebeple, o

da-ğa, tabanı tahta pabuçla gidilmekteydi. Bu beyaz dumanlar, herhalde, amonyakla karışık nişadır buharları olmalıydı- Bu ayni gezgin, Seyâhat Nâme'sinde, yolda görmüş olduğu Uygurların yanlarına muhakkak sürette sazlarmı da aldıklarmdan bahsetmiştir 17. Bu cihet, bize Für'âb'i et-Türkrnin niçin aynı zamanda, Orta çağların en büyük ve rakipsiz müzik teorisyeni olduğu hakkında bir ipucu da vermektedir. Uygur sarayında, yılın 365 günü, her birinde ayrı ayrı bir "kü (y) çalındığı, ama, özel günlerde, daha büyük bir "kü(y)" çalındığı bu yüzden, ona, "ulug kü(y)" denildiği hakkında kaynaklarda kayıt düşülmüş bu lunmaktadır". Nitekim, Orhun Anıtlarfnda, Ulu Tengri'nin Türkle-rin "atı, kü'sü" "yok bolmasm tiyin", Türk hükümdarma "kut" ver-miş olduğunu işitiyoruz. Peçeneklerin üç asil boyundan (Ertim, Çur, Yuka) birisinin başbuğunun adının "Küyel" olduğunu tarihler kaydet-miştir19. Kökü Sumerlilerde bulunan hayvan hikâyelerinde, Hind'in Panca Tantra'smda, eski Yun,a,n'ın Aesope'sinde, Ortaçağm "Roman du Renard"mda, La Fontaine'in Fab/e'lerinde, Orwel'in "Hayvanlar Çiftliği"nde gözlemlenen olgu, Türklerde "Sazlar Münâzarası"20 ola-rak ortaya çıkmıştır. Şimdiye kadar, henüz, başka bir örneğine rastlan-mamış olan bu olgu, Müzik Tarihi bakımından' olduğu kadar, tenkit tarihi bakımından da anlamlıdır. Nışadır yoluyla Câbir ibn Hayyân Kimyâsma etki etmiş olan Türklerin, bu bilgin yoluyla, onun eserleri-nin Lâtinceye çevrilmiş olması vâklasından dolayı, Avrupa'yı etkilemiş

oldukları da çok büyük bir ihtimalle söz konusu edilebilir 21 . Türklerin

(17) Özkan ligi, Çin Elçisi Wang-Ye-Te'nin "Uygur Seyahat Nâme'si", 1989, TDK

ya-yınları, Ankara -

(18j Emel Esin, Türk Kültürü El Kitabı, s. 1978, İstanbul.

(19) Mübahat Türker-Kilyel, "İbn Sinâ'da al-cAk1 al-Fa'alin Kökleri", s. 660, İbn Sina Armağanı, 1984, TTk. Mtb. (Harmatta:) "Kızın kügü yedi", Erdem. 3,7,1987, s. 18 (20) Gönül Alpay, "Sazlar Münazarası", Araştırma, X, 1972 (1974); Kemal Erarslan,

Ahmedi", Türk Dili, 415-416, Ağ. Ey. 1986, s. 628-629.

(21) Laufer, Sino-banica, s. 503-508; Chicago, 1919; Clauson, Dictionary, s. 40, Oxford, 1972, Krş. Aydın Sayılı, "Ortaçag Bilim ve Tefekküründe Türklerin Yeri", Erdem, 1, 1.

(18)

18 MÜBAHAT TÜRKER—KÜYEL

kağıt ima latında ve matbaanın icadında oynamış oldukları rol, esasen, yaygm surette bilinmektedir2 2.

Kütüphanelerin oluşturulmasında, kitap toplamakta, Türk dev-let adamı, kumandan Feth b. Hâkan ile damadı, Ahmet b. Tfılun ve Sül ailesi kaynaklar tarafından zikredilmiştir23.

Hastahanelere gelince: İslamda hastahaneler, bilimsel t. ıbbın kale-leridir. "Tıp eserleri, özellikle de İbn Sina nın tıb eserleri, Arapçadan Latinceye,

b

çevrilmiştir. İslamda beşinci hastahaneyi yine bir devlet ada- mı Feth . Hakan, altıncı hastahaneyi ise damadı. Ahmet İbn Tfılun yaptırmıştır.

Mısır ve Mezopotamya'da, dinsel-sihirsel tıb ile bilimsel tıb yan-yana yaşamaktaydı. Oysa, Mezopotamya'dan çok yarar görmüş olan eski Yunan tıbbi bilimsel karakterliydi. (Msl. Askleipos'a ve Apollon'a adanmış Asklepion'lar, Asklepiadlar). Hristiyanlıkta, bu din adamları -nın yerini İsa almıştı. Bizans'ta, hümanist ve filantropik vasıflı xenoch-locia (misafirhane), ptochia (yoksullar evi), orphanotropia (yetimhane) ve ferontocomia (düşkünler evi) ve nosocomiurn (hastane) ler mevcuttu. Roma'da ise, köleler ve gladyatürler için valetudinarius, askeri hastaha-ne, ve cüzzamlıların sığınağı, kurucusu St. Basillus'a izafeten Basiliad lar vardır. Bütün bunlara rağmen, İslamda, hastane sihirsel-dinsel değil fakat, bilimsel tıbba dayanan, uzmanlaşmış ve yardımsever, bilimsel kurumlardır. Orada, iyileşen hastalar taburcu edilmekteydiler. Modern hastanelerin protoptipini, işte X. Yüzyılda doruğuna ulaşmış olan bu hastaneler oluşturmuştur. Cundi Şapur'a belki Hind etkisi gelmiş ola-bilir ise de bu merkez, aslında, Bizans kültürünün bir uzantısı mesabe-sinde idi. Velld'in Şamdaki hastanesinde, Budist etkiyi getiren, Belh' teki Nevbihar'ın (Yeni Vihâra, Nova Vihara) hamisi Bermek ve oğlu, Buhtyışu'u Halife Hartin'a tavsiye eden Hamid ve topunu Yahyâ, bun-lar Heftalit =Akhun Türklerinden olup, bilgileri Asoka zamanına in-dirgenernemektedir. Iskenderiye tıbbının ise Antakya üzerinde, Harran' a, Şam'a ve Bağdad'a ulaşmış olduğu anlaşılmıştır. Bermeklerin. Hind Şustruta'smın çevrilmesinin istediği de bilinmektedir, ama, Hind bî

(22) Farsça ve Arapça'da kullanılan "Kâğaz" sözünün, Çinceden değil, Türkçe "Kagaş" (Ağaç kabuğu) tan geldigi hk. Bk..Laufer, Siıno-lranica, s. 556-559. Uygurların "Keg-de" dedikleri kağıt yapma, hk: Bk. Franke, Geschichte der Chinesischen Reiches,

111• s 392, Berlin 1925; Gabain, Die alttürkischriftuıns, 5, SDAN, Berlin, 1948; Krş. E. Esin, Türk Dünyası, E.K. s. 155-56 259. 208: 82

(23) J.P. Roux, Histoire des Turcs'ün de, Türklerin karakterlerinin sayarken, onların at._ şiv zevkinden, kütüphane kurma sevgisinden hayranlıkla bahsetmektedir. Bk. s. 19.

(19)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI 19

maristanlarmın bir kurumdan ziyade bir depo vasfında olduğu da göz-den kaçmamıştır. Ahmet İbn Tülun'un hastanesinde kadın ve erkek has-talar için ayrı ayrı hamam, ücretsiz tedavi, ücretsiz ilaç, yatak, yemek usulü, deliler koğuşu, kütübhane, dispanser, acil servis, ilk yardım, el-bise teslim mahalli... v.s. mevcut idi. Islam'da hastaneler, tamamen bi-limsel tıbba dayah, deneysel ve uzmanlaşmış klinikleri bulunan kurum-lar idi. Islam âlemindeki bu klinik, seriri, bilimsel kurumkurum-lara sahra hastanelerini de eklemek gerektir. Gerek sahra hastaneleri gerekse bi-limsel tıbbın lcaleleri olan bu hastanelerin mimarisi Avrupa'ya geçmiş -tir. Atabeg, Türk Nurettin Zengrnin Şam'daki hastanesi bilinçle kurul-muş klinikler topluluğu olan bir müessese olup, tesadüfl sebeplerle ku-rulmuş olan Adudrninkine hiç benzemezdi 24. Islam âlemindeki bu has-taneler, olumlu vasıflanyla ve bilimsel tıb öğretimiyle, uzmanlaşmış te-davi ve vakıf kuruluşları olarak ilkin Padova'ya, oradan Hollanda-Lei-den'a, oradan da Avrupa'ya ve dünyaya yayılmıştır. Öyleki, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda, Avrupa Tıp Fakültelerinde, hala, İbn Sanrnın Arapçadan Latinceye çevrilmiş olan eserleri okutulnıaktaydı.

Araştırmaların ortaya koymuş olduğuna göre. Türkler arasmda pek çok astronom yetişmiştir. Türk Amacurlar ailesi kendi rasatları -nı kendi imal:atları olan rasat aletleriyle yapmakta. idiler. İlk yedi-sekiz rasathaneden beşini Türkler kurmuşlardır, nitekim ilk

on

hastaneden yedi-sekizini Türklerin kurmuş olmasındaki gibi. Annesi Türk olan Memun, Şemmasiye ve Kasiyun Rasathanesini, Buveyhli Bağdad Ra-sathanesini, Melik Şah İsfahan Rasathanesini ,Ulug Beg Semerkant Rasathanesini, Hulagıl Meraga Rasathanesini, Gazan Han Tebriz Rasathanesini, III. Murat ise Istanbul-Tophan'e Rasathanesini kurmu ş -tur25.

Yukarıda, halkını yüksek seviyeden eğitmenin hükümdarın lütfu değil, göre,vi olduğu hakkında, Türklerde çok açık bir bilinç

bulundu-ğuna işaret edilmiştir.

İşte, yine bu bilinçle Türklerin, (Selçuklu Türkleriııir) medreseler kurmuş olduğunu görmekteyiz. Bu kurumu, tarihte, ilk kez Selçuklu Türkleri tesis etmiştir: Nişapur'da Nizaraiye Medresesi. Yüksek tahsil diploması veren bu dört yıllık yüksek tahsil kurumları, Avrupa'daki üniversitelerin prototipini oluşturmuştur.

(24) Aydın Sayılı, "Central Asıen Contribution to the Earlier Phases of the Hospital Buildings Activities in Islam", Erdem, 3, 7, Ocak 1987, s. 149-161, Türkçe si: 135— 147.

(20)

MÜBAHAT TÜRKER—KÜYEL

Felsefeye gelince: Islam felsefesinin kurucusu olan, yani, İslam âleminde ilk felsefi terkibi yapan ve orjinal bir felsefe sistemi ortaya koyan kişi Fal-abi el-Türkrd ir. O, "Mantıkwyat-Rı yaziyyat-Tabiiyat-ilahiyyat" üzerinde yazmıştır; bu yüzden "Muallim-i Sani" adını al-mıştır. -"Muallim-i Evvel" Aristoteles'tir. -Far'abi et-Türki, Ortaçağ -ların en büyük ve rakipsiz müzik teorisyeni olduğu gibi, ilk defa "Siya-set Bilirni"ni de kuraıı O'dur26. Farabrye göre, Tanrı asıl gerçek, asıl doğru, asıl güzel ve asıl iyidir. Tanrı'da bunların hepsi birdir. Tanrı

varlıkta sonsuzdur, asıl varlık O'dur; Tanrı var olmamazlık edemez. O'nda öz ,-tözdür. Işte Gilson'un Farabryi tarihte bir an olarak tavsif ettiği ciheti budur27. Felsefe ve bilim, \ gerçek, doğru, iyi ve güzeldir. Din de öyledir. Gerçek gerçeğe, doğru doğruya, aykırı olamaz. Tanrı' dan çıkıp gelen a kıllar arasında. Hep Etkin Akıl, gerçeklerin, doğ rula-rın. iyilerin ve güzellerin yeri olmakla, birleştificidir. O, insan aklım en son gâyesidir. İnsan saadetinin en sonda ulaşacağı yerdir; en son saa-dettir. İnsan bu akıla, bu mutluluğa ancak "erdemli toplum" da ulaş a-bilir. ibn Sina, metafiziki, ancak Farabryi okuduktan sonra anlayabil-rniştir. Farabi, bu fikirleriyle felsefe ve din arasında, insanların yararına

uzun vadeli bir uzlaştırma gerçekleştirmiştir.

İbn Sina'nın metafiziki de Farânrninkine benzer. O, İslam ile-mini (Suhreverdi, ibn Bâce, ibn Tufeyl) ve XII. Yüyzılda, ArapçaLan Latinceye çevrilmiş olan eserleriyle de XIII. ve XIV. Yüzyılda, Batı'yı, dolayısıyla Rönesans'ı, Modern. Çağı (Descartes, Spinoza, Leibniz), ve çağınnzı etkilemiştir. Ama, ibn Sina, etkisini götürmüş olduğu her yere Farabrnin de etkisini götürınüştür. Farabrnin önemli eserlerinin Latinceye çevrilmiş olduğu da bilinmektedir.

İslam dininin temellerini yıkmak isteyenlere karşı Nizami-ye Medreselerinde savaşmıştır. Gazali, filozofların Ilahiyat konuları n-da apodeiktik delilleri olduğuna inanarak, İslam dininin vecibelerini yerine getirmek istemeyenlere karşı da yazmış olduğu "Filozoflarm Tu-tarsızhkları" ve filozofların fikirlerini serimlemiş olduği "Filozoflarm Amaçları" adlı eserleriyle, bir taraftan filozofların Ilahiyat alanında tu-tarsızlıklarını gösterebilmiş, bir taraftan da bu eserleri Lâtinceye çevril-

(26) Muhsin Mandi, Al-Fârâbl and the Foundation of Islamic Philosophy", s. 37-54, ,

Essays on Feirdbi University of Tahran, 1-3 February, 1975, Ed. by I. Afshar, Tah-ran 1976.

(21)

BATI KÜLTÜRÜNDE TÜRKLERIN ETKISI VE KATKISI 21

miş olmakla, Avrupa'da felsefe ve ilaliyatla uğraşan çevreleri derin ve sürekli şekilde etkilemiştir. Öyleki, filozofların, hiç şüphesiz olarak Ri- yaziyatta tamamen, Tabiiyatta haneli apodeiktik delilleri vard ır, ama,

âhiyatta. yoktur 28.

(28) Mübahat Türker, Üç Tehdfid Bakumndan Felsefe ve Din Miinasebeti, Doktora

Te-zi, 1956 DTC Fakültesi yayınları, TTK Mtb.; "Le Rapport entre la Philosophic et la Religion Suivant les Trois Tahâfots", Etudes Mediterrannes, Edition de Mi-nuit, Automme, no. 2, Paris, 1957 s. 7-22. Bu makalenin Arapçaya çevirisi: "al-'Alaka Bayna'l-Falsafa wa'd-Dın Hasaba Kutub al-Tahâfut al-Salâsa" çeviren: 'Allal al-Fâsi, (Fas "Kurtuluş Partisi" Başkanı) Da'wat al-Hakk, Rabat, 8, 1958, s. 4-11.

Referanslar

Benzer Belgeler

Another point where we perceive the conflict between reality and appearance is in the good characters of the play, such as Vittoria's mother, Cornelia and Bracciano's

No excess above the SM prediction is observed, hence the results are first used to derive model-independent 95 % CL exclusion limits on the minimum number of events beyond the

Within this frame, this study aims at revealing the attitudes and self-reported behavior of Turkish consumers with respect to organic foods, to increase awareness on this

Abstract: In automated assembly of printed circuit boards, the placement sequencing and feeder configuration problems turns out to be two of the four major problems that need to

Mülakatlar esnasında kadın araştırma öznelerinin nasıl konuştukları sorusunu saha ve sözlü tarih çalışması tecrübelerimden yola çıkarak takip etmek

Bu nedenle 3 yaş altındaki çocuk kafa travmalarını ve özellikle lineer fraktürlü hasta- ları fraktür iyileşene kadar (3 ay) yakından takip etmek, 4 mm den daha geniş lineer

• Sonuçtaki anlamlı rakama sayısı veriler arasında en az anlamlı rakam içerendeki kadar olmalıdır.... Kimya da ilk keşifler ve Dalton

Ayrıca rüzgar sonucu bir çok toz parçacığının atmosfere taşınması güneşten gelen ısınların geriye yansımasına bu da dünyanın olması gerektiğinden çok daha soğuk