• Sonuç bulunamadı

M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

O

smanlı tarihine yönelik ilgi-nin çeşitli sebeplerle arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Ciddi bi-limsel eserler yanında, “tarihî” romanlarla da desteklenen bu il-ginin önemli bir hissesi gayri-müslimlerin statüsü ve yaşayış bi-çimleri üzerinedir. Daha önce Osmanlı idaresinde bulunmuş ül-kelerde yaşayanlar, hâkim nüfus-tan farklı bir dine mensup kişiler olarak hayat süren atalarının tari-hini araştırırken, bazı din men-supları da Osmanlı coğrafyasının muhtelif bölgelerinde geçen tari-hî serüvenlerini toplamaya çalış-maktadırlar.

Bu büyük alakanın, aynı derece-de ilim dünyasına katkılar doğur-duğunu söylemek güçtür. Arşiv araştırmalarına dayanmayan, bir-kaç küçük bilgi ve belgeden deva-sa sonuçlar çıkartan, sistemler inşa eden eserler çoğunluktadır.

Osmanlı tarihi araştırmalarının pek çok sorunu bulunmaktadır. Bunların en önemlilerinden biri, yeterli arşiv inceleme ve araştır-masına dayanmadan yapılan

ge-nellemelerdir. İkincisi ise, günü-müze ait sosyal/siyasî/hukukî modeller esas alınarak yapılan in-celeme ve değerlendirmelerdir. Üçüncü bir sorun olarak, uzun yüzyıllar yaşayan Osmanlı Devle-ti’nin tarih içinde değişmediği zannıyla belli bir dönemine ait uygulamayı bütün tarihe mal et-me hatasını zikretet-mek gerekir. As-lında bu problemlerin her üçünü de tek bir hususa bağlayabiliriz: Genel olarak sosyal bilimlerde, pozitif bilimlerin aksine, evrensel modellerin olmadığı, bütün mo-dellemelerin belli bir zaman ve mekânla, tarihî süreçle bağlantılı olduğu, bir başka zaman ve me-kân dilimine tatbik edildiğinde isabetli sonuçlar vermeyeceği ger-çeğinin dikkate alınmaması.

Osmanlı çalışmalarında en çok alakaya mazhar olan konunun gayrimüslimlerin statüsü olduğu yukarıda belirtilmişti. Gerçekten de yazılan eserlerin önemli bir kısmı gayrimüslimlerin Osmanlı yönetiminde yaşayışı ile ilgilidir. Diğer alanlarda olduğu gibi, bu

DÎVÂN İlmî Araştırmalar sy. 15 (2003/2), s. 233-238

233

M. Macit Kenanoğlu

Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek

Klasik, İstanbul 2004, xvi+422 s.

(2)

alanda da öncelikle tanımaya yö-nelik çalışmalara ihtiyaç bulun-maktadır. Vakalara, belgelere da-yanan çalışmalar olmadan, ko-nuyla ilgili modellemeler yapmak mümkün olmayacaktır.

M. Macit Kenanoğlu’nun

Os-manlı Millet Sitemi: Mit ve Ger-çek isimli eseri, Osmanlı

çalışma-larında en çok alakaya mazhar olan bu karmaşık alana dair önemli bilgi ve tespitler içermek-tedir. Aslı bir doktora tezi olarak savunulan bu kapsamlı çalışma-nın, yukarıda belirttiğimiz üzere, belli bir modeli ispat veya savun-ma savun-maksadı taşısavun-madığını, bir du-rum tespiti yapmaya çalıştığını belirtmek gerekir.

Yazar, giriş bölümünde gayri-müslimlerin İslâm hukuk tarihin-deki yerini belirlemeye çalışmak-tadır. Bu çerçevede, İslâm huku-kunun teşekkülünün tamamlan-madığı ilk dönemlerden yani Medine Vesika’sından, sonraki dönemlerde gelişen ve “zimmet anlaşması” olarak ifadelendirilen uygulamalara kadar gayrimüslim tebaanın yönetimiyle ilgili huku-kî düzenleme ve ilkeler değerlen-dirilmekte, Osmanlı öncesi dö-nem için tarihî ve teorik bir çer-çeve çizilmektedir.

Kitabın birinci kısmı, gayri-müslimlerin kurumsal yapılan-malarına ayrılmıştır. Burada, Os-manlı Devleti’nde özellikle İs-tanbul’un fethinden sonra belli bir istikâmet alan uygulama ve

“yapı” üzerinde durulmakta, “Millet Sistemi” etraflı bir şekil-de incelenmektedir. Bilindiği üzere, Millet Sistemi, Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslim tebaanın yönetimi için geliştiril-diği düşünülen bir sistemdir. Da-ha çok iktisat ve idare tarihçileri-nin varlığını ileri sürdükleri bu sisteme göre, gayrimüslimler, idarî, malî ve hukukî bakımdan otonom bir yapı içinde yaşamış-lar, Osmanlı Devleti ve Müslü-man tebaa ile sınırlı münasebet-lerde bulunmuşlar, bazı tarihçile-re götarihçile-re “devlet içinde devlet” denecek derecede müstakil bir idare tarzıyla hayat sürmüşlerdir. Belli bazı verilerden ve elbette belgelerden hareketle ileri sürü-len bu sistem anlayışının önemli bir eksikliği “hukukî perspek-tif”ten mahrum oluşudur. Os-manlı Devleti’nin hukuk yapısı ve hukukî uygulamalar, özellikle de mahkeme kararları üzerinde etraflı çalışmalar yapılmadıkça, bir sistemin varlığını veya yoklu-ğunu iddia etmek mümkün ol-mayacaktır. Nitekim böyle bir sistemin olmadığını savunan ya-zarlar da, belli uygulamalardan hareket etmektedirler. Bu karma-şık yapıyı Kenanoğlu, dirâyetle ele almakta ve değerlendirmekte-dir. Millet Sistemi’nin lehinde ve aleyhinde serdedilen bütün gö-rüşleri nakledip değerlendirerek, geniş bir arşiv çalışmasının verdi-ği perspektifle konuyu vuzûha DÎVÂN

2003/2

(3)

kavuşturmaya çalışmaktadır. Ay-nı kısımda, patriklik ve hahamba-şılıklarla ilgili hukukî düzenleme-ler ve işleyişdüzenleme-leri hakkında da bilgi verilmektedir.

Kitabın ikinci kısmı “Ruhanî Reislerin İdarî, Malî, Cezaî ve Ahvâl-i Şahsiyeye İlişkin Hukukî Yetkileri” başlığını taşımaktadır. Belki kitabın diğer kısımlarının da esasını teşkil eden bu bölüm-de, gayrimüslim tebaanın dinî li-derliklerinin idare ve hukuk ala-nındaki yetkileri, uygulamalara dayanarak incelenmektedir. Mil-let Sistemi modelinin temelini teşkil eden, “idarî ve hukukî oto-nomi” meselesi bu bölümde açık-lığa kavuşturulmaktadır. Yazar, gayrimüslimlerin dinî liderlikleri-nin bazı idarî ve hukukî yetkileri-nin bulunduğunu kabul etmekte, ancak bu yetkilerin kullanımının çoğu zaman Osmanlı Devleti’nin iznine, bazen de sıkı kontrolüne tâbi olduğunu göstermektedir. Dinî liderliklerin, “Millet Siste-mi” modelinde savunulanın aksi-ne, yargı yetkilerinin bulunmadı-ğı, ihtilafların devletin genel yar-gı sistemi içinde halledildiği göz-ler önüne serilmektedir. Zaten ta-raflardan birinin Müslüman ol-duğu ihtilafların Osmanlı Devle-ti’nde genel yargı mercii olan şer‘iyye mahkemelerinde çözül-mesi gerektiği, gayrimüslimlerin Müslüman üzerinde “velâ-yet”inin bulunmadığı bilinmek-tedir. Tarafların ikisini de

gayri-müslümlerin oluşturduğu davalar ise, iki taraf da kendi dinî merci-lerinde yargılanmayı kabul etme-dikleri takdirde şer‘iyye mahke-melerinde görülmektedir. O hal-de, ihtilafın, tarafların beraberce kararlaştırmaları halinde dinî mercilerde görülebildiği, böyle bir durumda da teknik anlamıyla bir “yargı organı”ndan değil, bir hakem mahkemesinden söz edi-lebileceği anlaşılmaktadır. Kena-noğlu, her türden pek çok dava-nın Osmanlı mahkemelerinde görüldüğünü zengin örneklerle göstermektedir. Patrikhane’de görülen davalarda ise, iki tarafın ortak rıza ve talebi aranmaktadır: “(…) (R)ıza-yı tarafeynin mevcut olmadığı durumlarda zimmiler arasındaki ihtilafların Patrikha-ne’ye götürülebilmesi devletin iz-nine bağlıdır ve bu durum ancak 19. yüzyılın ortalarına ait bir ge-lişmedir” (s. 216).

Patrikhane’de görülen davalar-da ortak noktanın, aleyhine hü-küm verilen kişi üzerinde “cema-at baskısını kullanmak” gibi psi-kolojik bir sonuç sağlamak oldu-ğunu belirten Kenanoğlu, gayri-müslim dinî liderlerin yargılama-larıyla ilgili olarak da, yine Os-manlı yargı sistemi içinde olmak kaydıyla, 16. yüzyıldan sonra bel-li istisnaî düzenlemelerin ortaya çıktığı tespitini yapmaktadır. Bu-na göre, hukukî bir temiBu-nat ol-mak üzere, patrik ve metropolit-lerin yargılamalarının bir yüksek

DÎVÂN 2003/1

(4)

mahkeme olan Divân-ı Hümâ-yûn’da yapılması öngörülmüştür. Bu imtiyazın da, bütün din adam-larını kapsayacak şekilde genel olarak değil, talep üzerine ve du-ruma göre münferit olarak veril-diği anlaşılmaktadır (s. 217-218).

Davaların bazen “Divân-ı Hü-mâyûn’da vüzera ve kadıasker huzurunda” bazen de “huzûr-ı şeyhulislâmîde” görülmesine dair ibareler, tarihler dikkate alındı-ğında yapılan yeni düzenlemeyle alakadar olmalıdır. 18. yüzyıldan itibaren Divân-ı Hümâyûn’un önemi azalıp, sadrazam divanları-nın ön plana çıkması üzerine, da-ha önceleri Divân-ı Hümâyûn’da görülen davaların Cuma Divâ-nı’na alındığı bilinmektedir. Hu-zur Murâfaası da denilen bu Di-vân toplantısı, sadrazam başkanlı-ğında kazaskerlerden oluşan bir heyetle yapılmaktadır. II. Mah-mud zamanında, 1254/1838 ta-rihinde yapılan yeni kurumsal dü-zenlemeler çerçevesinde, Huzur Murâfaalarının şeyhulislâmın hu-zuruyla yapılması padişaha arz edilmiş ve bu talep muvâfık gö-rülmüştür. Bunun üzerine, daha önce sadrazam başkanlığında ya-pılan toplantılar şeyhulislâm baş-kanlığında sürdürülmeye başlan-mıştır. Yargılamanın “huzûr-ı şeyhulislâmîde” yapılmasına ge-rek gören kayıtların hicrî 1254 tarihinden sonraya ait olması bu sebepledir.

Yazar, ruhanî reislerin ceza hu-kuku alanındaki yetkilerini değer-lendirirken şöyle demektedir: “Patriklerin kendi cemaatleri üzerinde cezalandırma yetkisine dayanarak verdikleri cezalar esas itibarıyle ayine muhalif davrandı-ğı iddia edilen kişileri cezalandır-mak için tanınan ve devletin bil-gisi ve izni dahilinde ve yine dev-letin yetkili organlarınca icra edi-len cezalardır. Burada dikkat edil-mesi gereken nokta, veriledil-mesi is-tenen cezaların devletin onayın-dan geçmekte olması ve ilgili gö-revlilere emirlerin padişah veya yetkili devlet organlarınca veril-mesidir” (s. 227). Bu kanaati destekleyen pek çok belge, yazar tarafından takdim edilmektedir. İlgili bölümdeki değerlendirme-ler, genel yargılama alanında ol-duğu gibi, ceza hukuku alanında da, “cemaat mahkemeleri” diye-bileceğimiz, devletten bağımsız, otonom yargı kurumlarının bu-lunmadığını göstermektedir.

Ahvâl-i şahsiye dediğimiz, ev-lenme, boşanma ve bunlara mü-teallik davalarda ise gayrimüslim-lerin dinî otoritegayrimüslim-lerinin daha faz-la yetkili olduğu anfaz-laşılmaktadır. Yazar, kural olarak bu tür davala-rın ruhanî liderlerin yetkisinde olduğunu ifade etmekle (s. 245) beraber, Osmanlı mahkemeleri-ne götürülen dava sayısının da az olmadığını belirtmektedir (s. 247-248). Miras hukuku alanın-da ruhanî liderlerin yetkileri ko-DÎVÂN

2003/2

(5)

nusundaki tartışmalar değerlen-dirilirken, konunun kamu huku-kuyla alakası üzerinde durularak, bu konuda şer‘iyye mahkemeleri-nin yetkili olduğu belirtilmekte-dir. Mahkeme kararlarında da, “gayrimüslimlerin mirasla ilgili meselelerinin İslâm hukukunu il-gilendirdiği ve bunun şer‘î bir mesele olduğu”nun açık bir şe-kilde ifade edildiği görülmekte-dir (s. 255). Devletin miras hu-kukuyla ilgilenmesi, İslâm huku-kunun tabiatından kaynaklan-maktadır. Bilindiği üzere İslâm hukukunda nassların en teferru-atlı belirlediği alan miras huku-kudur. İnsanların en çok ve en kolay haksızlık yaptığı, zayıfların çoğu zaman mağdur edildiği bu alanda ayrıntılı düzenlemeler ya-pılması sûretiyle zayıfların huku-kunun korunması murad edil-miştir. Hukukun bu genel yakla-şımının gereği olarak yargı siste-minin de bu konuda gerekli has-sasiyeti göstermesi beklenmeli-dir. Ayrıca, devletin de belli şart-ların gerçekleşmesi halinde mi-rasçı olması, miras davalarında hâkimlerin belli oranlarda harç alması gibi sebepler de miras me-selesinin kamu hukukunu ilgilen-diren bir mesele olarak düşünül-mesi sonucunu doğurmuştur. Gayrimüslimlerin mirasla ilgili ihtilaflarında ruhanî liderlerin sa-hip olduğu sınırlı yetkiler de an-cak devletin tanıdığı birer yetki olarak göze çarpmaktadır.

Kenanoğlu’nun eserinin üçün-cü kısmı gayrimüslimlerin ferdî hak ve hürriyetlerine ayrılmıştır. Bu kısımda, “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlığı altında, iba-dethanelerin tamir ve inşası, ko-runması, mezarlıklar ve dinî alâ-metlerin alenen kullanılması gibi önemli konular, gayrimüslimle-rin yerleşim alanları, köle edin-meleri ve kıyafetleriyle ilgili dü-zenlemeler, meyhane açmaları ve içki imal etmeleri, silah kullan-maları ve malî mükellefiyetleri incelenmektedir.

Macit Kenanoğlu’nun eseri, gayrimüslimlerle ilgili pek çok konu bakımından değerli bilgiler ve belgeler içermektedir; konuy-la akonuy-lakalı literatürün hemen he-men tamamını görebilme, farklı görüşleri takip edebilme, bunun ötesinde görüşlerin “yaşayan hu-kuk”a ne kadar tekâbül ettiğini geniş arşiv malzemesi ile değer-lendirebilme imkânı vermekte-dir. Ancak, eserin belki en önem-li katkısı, Osmanlı hukuk sistemi-nin bütünlüğü, kapsayıcılığı, ge-nelliği, farklılıklara bu bütünlük içinde imkânlar tanıması, dolayı-sıyla otonom hukukî yapıların mevcudiyetinin olamayacağı hu-susunu ortaya koymasında ve Millet Sistemi olarak bilinen ya-pının, en azından klasik dönem itibariyle sözkonusu olmadığını göstermesindedir. Yazara göre, bir otonom sistem yerine, din-den kaynaklanan hususlara saygı

DÎVÂN 2003/2

(6)

gösteren, ama gayrimüslimleri Osmanlı tebaasının bütünlüğü içinde değerlendiren, malî ve idarî yönetimi kolaylaştıracak din esaslı bir “iltizam sistemi” mev-cuttur; hukukun şahsîliği değil mülkîliği ilkesi geçerlidir. Yazarın ifadesiyle, “Kilise teşkilatının devletin hukukî yapısı ile uyum-lulaştırılması anlamında oldukça elverişli bir vasıta olan iltizam ku-rumundan yararlanan devlet,

hem kendi otoritesini tesis etme-yi hem de gayrimüslim cemaatler üzerinde kendi ruhanî reislerinin manevî otoritesini devlet düzeni-ni koruma lehinde kullanmayı başarmıştır.”

Macit Kenanoğlu’nun çalışma-sında dikkati çeken zengin mal-zeme ve dirâyetli değerlendirme-ler, okuyucuya, kendisinden bu ve benzeri alanlarda yeni eserler bekleme hakkını vermektedir.

DÎVÂN 2003/2

Referanslar

Benzer Belgeler

lu, belki de pek yakın bir zamanda, havasızlığı, yerçekimi ve çok büyük ısı değişmeleri ile yeryüzünden epey başka olan Ay'da da, yine kendisinin Ay

Felsefenin, güncelliğini koruyan, pratikte toplumsal disiplinlere ciddi katkılar sunacak dalı olan siyaset felsefesini; temel özellikleri, temel problemleri, öncü

Ruslar Hristiyanlığı kabul etmelerini (988) takip eden onlarca yıl sonra Konstantinopolis yönünde veya civarına iki küçük deniz akını daha düzenlediler, fakat Osmanlı

Geleceğimiz için bir çözüm önerisi denemesi olarak sunduğum bu çalışma, hukuk devleti düşüncesi üzerine oluşturulmakla birlikte, hukuk devletinin sadece

metodu, hCG günü endometrium kalınlığı, follikül sayısı, bazal spermiogramdan hesaplanan total motil normal sperm sayısı (sperm konsantrasyonu X volüm X ileri hareketli sperm

Ozon tedavisi yeni bir kemoterapi ajanı gibi ciddiye alınmalı ve gerekirse faz 1 çalışmalarından başlanarak güvenliği ve uygulanabilirliği denetlenmelidir. Bu arada söz

Özellikle azınlıklara ilişkin getirilen hükümlerle kurulan yeni devletin bir ulus devlet olarak şekilleneceği ortaya konulmuştur. 1923’te ise yenilenmiş TBMM

b) Birden fazla ehil mirasçı olması ve bu mirasçıların miras dışı tarımsal arazilere sahip olması durumunda, bu mirasçıların mevcut arazilerini yeter gelirli