TÜRK H ALK HİKÂYELERİNİN TARİHÎ GELİŞMESİ
Tür İçlerin İslamiyeti kabulü ile görünür bir hâl alan cem iyetteki tabakalaşma, 15. yüzyılda iyice belirginleşti.
İsmet ÇETİN
İnsanoğlu hangi millete mensup olursa olsun, hangi târihî dönemde, hangi coğrafî bölgede yaşarsa yaşa sın, bir kısım hadiseleri başkalarına nakledecek y e . bu hadiseler zaman geç tikçe hikâye haline de gelecektir. Türk- ler de tâ:rih sahnesine çıktıktan son ra bugünkü şekil ve mânâda olmasa bile kendilerine mahsus bir hikâye ge leneğine sahiplerdi. Nitekim bugünkü mânâ ve şekilde olmayan destanlar da bir tür olarak manzum hikâyelerdir.
İlk Türk varlığını Orta-Asya sa hasında M.Ö. III. Binde görüyoruz.1 Kendilerine mahsus bir hayat tarzları olan bu insanlar, mutlaka zamanın şartlarına göre hadiseleri tehkiyeli o- larak birbirlerine anlatıyorlardı. An latılan. bu zamana ait edebî tür M.S. III. Yüzyılda «destan», ve «masal» ola rak görülerek Çin edebiyatında des tan ve masal geleneğini de başlatı- yor.z
Eski Orta-Asya Türk kültürü için de, uzun gecelerde şamanî Türklerin, şamalıların anlattıkları hikâyelerle za manlarını değerlendirdiklerinden ha- berdarız.3
Türklerin İslamiyeti kabulü ile gö rünür bir hal alan cemiyetteki taba kalaşma, 15. Yüzyılda iyice belirgin leşti, bu tabakalaşmaya paralel olarak aynı yüzyıldan itibaren yüksek züm re ve halk için edebiyat zevk ve ka bulleri de belirginleşti. Mesneviler Di van edebiyatı geleneği içinde hikâye ihtiyâcını karşılarken, halk arasında sözlü hikâye geleneği yaygınlaştı. Kay naklar, irticalen anlatılan hikâyeler ya
nında yazma eserlerden, daha sonraki yüzyıllarda (19. yy) basma eserlerden okunarak nakldilen hikâyelerin varlı ğmdan haber verirler.4
XIV. Yüzyıla kadar «ozan» keli mesiyle isimlendirilen hikâye anlatıcı ları, bu yüzyıldan itibaren Anadolu Türkleri tarafından «âşık» veya «med dah» ismi ile anılan, hikâyelerini saz la, veya sazsız \ anlatan, yarı kutsal olarak kabul gören insanlardır. Halk hikâyelerinin yaratıcıları veya icra cıları olan âşıkların eski Türk şaman gelenekleri ile, içinde yaşadıkları ve ya İslâmiyet öncesi, şaman kültür ve geleneğine bağlı edebiyat temsilcileri oldukları bilinmektedir.s
Buradan hareketle âşık edebiyatı nın 15. Yüzyılda teşekkül etmeye baş ladığı düşünülürse, hikâye geleneği nin de 14. Yüzyılda tesbit edilen Dede Korkut Hikâyelerine bağlayarak o dö nemden önce teşekkül etmeğe başla dığını söylemek mümkündür.6
Türklerin İslâm medeniyeti saha sına girmelerinden sonra, dinî kay naklı hikâyelerin Türk edebiyatında görülmesi, 14. Yüzyıldan daha önceki yüzyıllara gitmesi, tamamen Türk un suru taşımasa bile şimdiki mânâda bir hikâye geleneğinin varlığını isbatlar. Buna 13. Yüzyılda Türkçe olarak naz ma alınan Alî’nin «Yusuf ve Züleyha» mesnevisini örnek gösterebiliriz.7 Kal dı ki, dinî bir muhteva görülen bu e- serde Türk destan geleneği ile hikâye geleneği arasında köprü vazifesi gö ren Dede Korkut’ta bulunan bazı mo tiflerin bulunması da dikkate değer
bir noktadır. Buradan hareketle, Dede Korkut hikâyelerinin 13. Yüzyıldan ön ce teşekkül ettiği ve dolayısıyle halk hikâyelerinin de bu dönemlerde bir hazırlık devresi geçirmekte olduğunu tahmin edebiliriz. Nitekim, 13. Yüzyıl da «ozanlar»m Dede Korkut Hikâye leri ile Battal Gazi ve Danişmend Ga zi menkıbelerini söylediklerini biliyo ruz.8
işte bugün halk hikâyesi denilin ce ilk akla gelen biyografik halk hi kâyeleri, 16. Yüzyılda teşekkül etme den bir hazırlık devresi geçirmiş ol
malıdır. „
16. Yüzyıl itibariyle şehir merkez lerinde meddâh-kıssahanlann, taşrada âşıkların hikâye anlatıcılığını üstlen diklerini görüyoruz; Tufarganlı Abbas, Dede Kasım, Kurbanî ve Âşık Garib bu asırda yaşamış âşıklardır ve bun ların çevresinde teşekkül eden hikâ yeler belki bu asırda teşekkül etmiş- lerdir.9 17. Yüzyılda yalnız İstanbul’da 80 meddah-kıssahanm varlığını Evliya Çelebi bize haber vermektedir.^o.'Bu nun dışında Erzurum, Malatya ve Bursa’da meddah-kıssahların kahveha nelerde icra-i sanat ettiklerini görmek teyiz." Bu asırda, Karacaoğlan’m et rafında teşekkül eden Karacaoğlan ile ilgili hikâyeler ile Ercişli Emrah ile Selvihan, Kerem ve Köroğlu hikâye lerini görüyoruz.12 ıs. Yüzyılda Pertev Ahmet Çelebi ve Tarzi Mehmed, Çele- bi’nin isimleri günümüze kadar gel- mektedir/3 13. Yüzyılda matbaa im kanlarından faydalanılarak halk hikâ yeleri sözlü gelenekte yaşadığı gibi basılı kaynaklarda görülür. Bu yüzyıl da teşekkül eden birçok halk hikâye sinden Âşık Üzeyir’in Kirman Şah Hi kâyesi ile Tüçcarî’nin hikâyeleri çok yaygın olanlardır.14 20. Yüzyılda, Sümmanî’nin hayatı etrafında, teşek kül eden hikâyeler oldukça yaygındır. Bunlardan birkaçı şunlardır. Posoflu Müdamı’nin Ali Şir Hikâyesi, Âşık Ali İzzet’in Âşık Veli Hikâyesi, Kağızman lı Sezai’nin Ülfetin Hikâyesi, Şenlik’in
Latif Şah, Salman Bey, Sevdakâr hi kâyeleri sayılabilir.
Günümüzde Erzurum, _ Kars, Art- vin başta olmak üzere kısmen Doğu Anadolu Bölgesi âşıkları hikâye an latmakta ve zaman zaman da yeni hikâye tasnif etmektedirler. Bunlar dan bir kaçını isim isim saymamız gerekirse, Geçtiğimiz yılda kaybettiği miz Behçet Mahir başta olmak üzere, Âşik İslam Erdener, Murat Karahanlı, Âşık Çobanoğlu, Beyhanî, Sümmanîoğ- lu, gibi âşıklar sayılabilir.
1. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, İslami- yetten Önce Türk Kültür Tarihi
(2. Baskı), Ankara 1984, s. 7. U m ay Günay, Â şık Tarzı Şiir G e leneği ve Rüya Motifi, Ankara 1986, s. 17.
2. Dr. W olfram Eberhard, Çin Tari hi, (2. Baskı), Ankara 1987, s.
3. Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri, Ankara 1976, s. 19.
4. M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araş tırmaları (Meddahlar), Ankara
1986, S. 373-375.
5. U m ay Günay, a.g.e., s. 9-22. 6. Umay Günay, a.g.e., s. 22.
7. Akşemseddin - Zâde Hamdullah Hamdi, Yusuf ve Züleyha (Hazır layan : Yrd. Doç. Dr. M. Naci O-nur), Ankara, s. 7.
8. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, (4. Baskı), İstanbul 1986, s. 253.
9. Pertev Naili Boratav, Halk Hikâ yeleri ve Halk Hikâyeciliği, Anka ra 1946, s. 38. 10. Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, s. •3‘81. 11. Boratav, a.g.e., s. 41. 12. Boratav, a.g.e., s. 41. 13. Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s 393. 14. Boratav, a.g.e., s. 37-103. 36