• Sonuç bulunamadı

"Ağrı Dağı Efsanesi", romandan müzikli sahne gösterisine uyarlandı:Yaşar Kemal yazdı, Tayfun besteledi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share ""Ağrı Dağı Efsanesi", romandan müzikli sahne gösterisine uyarlandı:Yaşar Kemal yazdı, Tayfun besteledi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÜLTÜR-YAŞAM

V £j

“Ağrı Dağı Efsanesi”, romandan müzikli sahne gösterisine uyarlandı

\a şa r Kem al yazdı, Tayfun besteledi

“ AĞRI DAâl EFSANESİ” NİN KADROSU — "Ağrı Dağı Efsanesi" İstanbul'da uluslararası bir kadroyla sahnelene­ cek. (Soldan sağa) Süleyman Erguner, Tayfun, Okay Temiz, Hürdem Gürel, Hans Hartmann ve Lennart Aberg, Yaşar Kemal’in romanından yola çıkılarak gerçekleştirilen “ Ağrı Dağı Efsanesi" ni İstanbullulara sunacaklar.

Y a şa r K em al’in aynı

adlı romanından

Tayfun’un uyarladığı

“A ğrı Dağı Efsanesi’’

m üzikli sahne gösterisi

yarın ve cumartesi

günü Beyoğlu E m ek

Sinem ası’nda

sahnelenecek.

Göşteriye Lennart

A berg, Hans

Hartmann, Okay

Temiz, Süleyman

Erguner gibi ünlü

müzisyenler de

katılıyor.

TARIK ÖCAL

Çalışmalarım 1982’den bu ya­ na Almanya’da sürdüren besteci ve piyanist Tayfun, Yaşar Ke­

mal’in aynı adlı romanından ger­

çekleştirdiği “Ağrı Dağı Efsanesi” adlı müzikli sahne

gösterisiyle Türkiye'de. “Ağrı Da­

ğı Efsanesi”, yarın ve cumartesi

günü saat 20.30’da Beyoğlu Emek Sineması’nda sahnelene­ cek. Gösteriye Tayfun’un yanı sı­ ra İsveçli saksofoncu Lennart

Aberg, İsviçreli kontrbasçı Hans Hartmann, neyzen Süleyman Er­ guner, davul ve vurmalılarda Okay Temiz, bağlamada Nevzat Akpmar, sazıyla Kenan Durul ve

oyuncu Hürdem Gürel de katı­ lacak.

Gösteri öncesinde Tayfun’la konuştuk.

— Müzik yaşamın Türkiye’de başladı. Sonra ABD ve Alman­ ya. Türk olmak, yurtdışmda sa­ na ne gibi kolaylıklar ve zorluk­ lar getirdi?

TAYFUN — 1982’de Alman­

ya’ya gittim. 1,5 milyon Türk vardı. İster istemez bir Türk mü­ zisyeni olarak üzerinizde bunun baskısını hissediyorsunuz. Belli bir seviyede müzik yapmak isti­ yorsanız, bu baskı size bazı zor­ luklar getiriyor. 1960-70 arası Al­ manya’ya yerleşmiş bazı sanatçı­ ların, orada “Türk Sanatı” diye kabul ettirdikleri bir olgudan kaynaklanıyor bu baskı. Orada Türk tiyatrosu diye, artık bura­ da ilkokullarda bile oynanma­ yan, mesela Cahit Atay’ın “Ka­

raların Memetleri” oyununu bi­

liyorlar veya Türk müziği diye de dokuzuncu sınıf bir bar bağla­ macısının çaldığı türküleri din­

liyorlar. Ne AST’tan ne Genco Erkal’dan ne Meral Taygun’dan Almanların haberi var. Adamlar Türk sanatım ilkellikler içinde yaşamaya çalışan, egzotik bir olay olarak görüyorlar. Şimdi, bağlama deyince, bu enstrüma­ nı küçümsediğim zannedilmesin. Ama, Almanların Arif Sağ, Ya­

vuz Top, Talip Özkan gibi saz us­

talarının varlığından haberleri bile yok. Ben 1982’de böyle bir ortama geldim. Almanların gö­ zünde Türkler, bu oyunları izle­ yip bu müzikleri dinleyen ve kur­ ban bayramlarında banyoda ko­ yun kesen insanlardı.

— Ama buradan Almanya’ya birçok turne yapıldı. Kendi dal­

larında söz sahibi birçok sanat­ çımız gitti oralara....

TAYFUN — Geldiler gelmesi­

ne de Türk gettosunun içinde sı­ kışıp kaldılar. Dolayısıyla bu be­ nim karşılaştığım en büyük zor­ luk oldu. Mesela benim piyanist- liğimi, piyano çalmanın kriterle­ riyle değil, piyano çalabilen bir Türkün kriterleriyle değerlendi­ riyorlardı. Benim bütün çabam bu kriterleri değiştirmek üzerine oldu. Oysa bir yığın Türk sanat­ çısı, orada, Alman kritiklerinin kendilerine acıyan gözlerle bak­ malarını bir güzel suiistimal edip kendilerine bazı yerler edinmiş­ lerdi.

— İşin sanatsal yönünün dı­ şında bir de siyasi sömürü söz konusu galiba...

TAYFUN — Elbette. Ucuz bir

sömürü. Beş paralık bir adam, Türkiyeli bir sanatçı olarak kon­ sere çıkıyor. Adamı burada ne arayan var, ne soran. Türkiye’de kaç yıl zindanlarda çürüdüğünü, daha kaç yıl hapis istemiyle aran­ dığını şarkılarından önce anons ediyor. Artık ne çalarsa çalsın, zavallı Almanlar da çektiklerine hürmeten alkış kıyamet dinliyor­ lar. Ondan sonra çıkanlar da işi açık arttırmaya vuruyorlar, ö n ­ ceki otuzsa, sonraki otuz beş yıl istemiyle aranıyor. Elli, altmış yükseliyor mahpusluk. Baskı al­ tındaki sanatçıların mücadelesi­ ne büyük saygım var. Ancak bu­ nu hem de yalan söyleyerek me­ ta haline getirmeye son derece karşıyım.

— Peki bütün bunlara rağ­ men, sen, kendi çizgini kabul et­ tirdiğini söyleyebilir misin?

TAYFUN — Ben, Türklerin

yaptığı sanatın evrensel kriterle­ re göre değerlendirilmesinin kav­ gasını veriyorum. Ama ben tek başıma ne yapabilirim ki? Gerek Alman, gerek Türk, etrafımda­ ki herkesle bu konuda birleşmek istiyorum. Ben, kendi yaptığım işlerden memnunum. Bir kere Türk gettosunun dışına sesimi duyurabildim. Zaten benim din­ leyicilerimin yüzde 90’ını Alman­ lar oluşturuyor. İçinde yaşadığım toplumdan soyutlanmamak, on­ larla bir alışveriş içinde olmak, bir sanatçı olarak benim için çok sağlıklı bir şey.

— “Ağrı Dağı Efsanesi” pla­ ğında, beş kişilik grubun ikisi Al­ man. Yaptığın işin uluslararası boyutunu inkâr etmiyorum. An­ cak bem duygusal hem de müzi­ kal yönüyle “Türk” ağırlıklı bir çalışma. Grupta iki Almanın ol­ ması bazı zorluklar çıkarmadı mı?

TAYFUN — Çıkarmaz olur

mu? Arabesk bir kapitalizmin yetiştirmesi kişiler olarak, haki­ ki kapitalist bir ülkenin iki insa­ nıyla, profesyonel bir çalışmaya giriyorsunuz. Biz, randevularımı­ za geç geliyoruz, gelirken nota­ larımızı otelde unutuyoruz, kon­ ser öncesi içmeye gidiyoruz. Öte yandan, Almanlar son derece da­ kik ve ciddiler. Biz ne kadar Ba­ tılı olmaya, onlar ne kadar Do­ ğulu olmaya çalışsalar, kökenle­ rimizdeki yapıyı değiştiremiyo­ ruz.

— Son derece haklısın. Ancak ben müzikal plandaki zorlukla­ rı sormuştum.

TAYFUN — Müzikal planda

ortak bir şeyler üretebiliyoruz. İki taraf da birbirinden bir şey­ ler öğrenmek iyi niyetiyle bir ara­ ya gelince, ortaya çok güzel şey­ ler çıkıyor. Ama karşılıklı olarak,

“Sen Doğulu olacaksın”, “Sen Batdı olacaksın” zorlamasına

girmemek şartıyla. Güzel bir şey­ ler üretebilmek için kimsenin bir­ birine dönüşmesine gerek yok. Herkes birbirini anlamaya çalı­ şınca, müzikal planda hiçbir so­ run kalmıyor.

— Hangi planda kalır ki! Sa- ğol Tayfun. Teşekkürler ve başa­ rılar.

T a h a T o ro s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sonuç olarak, Tevatron hızlandırıcısın- daki diğer deney olan D0 ve CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı deneyleri de veri ile kuramsal beklenti arasındaki farkı

Red cell distribution width levels were found to be significantly higher in patients diagnosed with AA in comparison to the control group.. The commonly used, low-cost RDW test may

ve sayıları giderek artan işletmeleriyle Alman ekonomisine katkı sağlamaktadırlar. 2007 yılında bu işletmelerin sayısı 703 bine, yıllık toplam cirosu 32,7 milyar

Çünkü gezegen, ay›n ilk günlerinde bile Günefl’ten yaklafl›k bir saat sonra bat›yor ve par- lakl›¤› 1,7 kadir, yani oldukça düflük.. Bu s›rada Merkür’ü görmek

Geriye yüzer havuzlar yerine Pendik Tersanesi’nin büyük gemi inşaatları için yeni hizmete giren kuru havuzu kalıyor ki, bu havuz hem tamir havuzu olarak di- z.ajn

1933 yılında özel sektöre yalnızca yük taşımacılığının bırakılması, yolcu taşıma hakkının devlete verilmesi ile Şirketi Hayriye ke- penklerini indirdi..

Sinire uygulanan elektriksel bir stimulus uygula- nan akım belli bir düzeye ulaşınca sinirde depolarizas- yona neden olur. Düşük düzeyde verilen akımla olu- şan aktivite

Tip I, radial başın anterior çıkığıyla birlikte ulnanın kısa oblik veya yaş ağaç kırığı; tip II, radial başın posterior veya posterolateral