• Sonuç bulunamadı

İktidar ilişkileri ve güç çerçevesinde ahlakın değerlendirilmesi, iktidarın siyasi içeriğinin ve politik kurumların dışında tutularak toplumsal yapıya olan etkileri bağlamında değerlendirildiğini göstermektedir. İktidar konusunda Foucault üzerinde en çok etki eden düşünür Nietzsche olmuştur. Nietzsche, felsefi söyleminin temeline iktidar ilişkilerini koymuştur.

Nietzsche’nin görüşlerinin temeli güç anlayışına dayanmaktadır. Toplumsal düzen içerisindeki ilişkileri güç ekseninde değerlendiren Nietzsche, ahlaka ilişkin düşüncelerini güç ekseninde analiz etmiştir. Güç olgusunu önemseyen ve olumlu bir anlam atfeden Nietzsche, bireyi yaşamı boyunca gücü elinde bulundurmak için mücadele etmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda bireyin gücü elinde bulundurmasının önünde engel teşkil eden öğeleri eleştirmiştir.

Hıristiyan ahlakının değerlerinden yola çıkarak tüm ahlak öğretilerinin eleştirel bir değerlendirmesini yapmıştır. Hıristiyanlığı benimseyen kişinin köle ahlakına sahip olduğunu vurgulamış, köle ahlakının Hıristiyan inancına dayandığını belirterek Hıristiyanlığın eleştirisini yapmıştır.

Nietzsche, Hıristiyanlıkta aşağılanmış ve ezilmişlerin içgüdülerinin ön plana çıktığını belirtmiştir (Nietzsche, 2010b: 28). Ahlak, köle insan tipini üretmektedir.

Ahlaki davranış biçimleri, insanlara hangi davranışı sergilemeleri gerektiğiyle ilgili yönlendirmede bulunarak bireylerin davranışlarını yaşanılan görünür dünya dışındaki gerçek dünyaya yöneltmektedir. Nietzsche (2012: 26), dünyayı gerçek ve görünür dünya olarak ayırmanın bir decadence olduğunu ve çökmekte olan bir yaşamın bir

94 belirtisi olduğunu ifade etmiştir. Gerçek dünyayı reddeden Nietzsche, Tanrı fikrini de yok sayarak asıl olanın görünen dünya olduğunu vurgulamıştır. Ona göre Tanrı, bireylerin davranışlarını gerçek dünyaya yönelterek sürü insan tipini üretmektedir.

Bu nedenle Tanrı ölmüştür. Tanrı’nın ölümü ile birlikte insanın üstinsan olma yolundaki engel kaldırılmıştır. Ahlaki dünya düzenini, insanlara neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiği konusunda ortaya konmuş Tanrı iradesi olarak ifade etmiştir (Nietzsche, 2010b: 36-37).

Ahlakın toplum için gereksiz olduğunu ifade eden Nietzsche, toplumun ilerlemesi ve bireylerin özgürleşmeleri için ahlakın yok edilmesi gerektiğini savunmuştur. Yaşamda önemli olanın gücü isteme olduğunu belirtmiş ve güçlü insanın ahlaka ihtiyaç duymadığını ifade etmiştir. Nietzsche’ye göre ahlak, güçsüz insanlar tarafından uydurulmuştur. Çünkü güçlü insanın ahlaka ihtiyacı yoktur.

Güçlü insanın davranış biçiminin ahlak tarafından, hangi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğunun belirlenmesine ihtiyacı yoktur. Güçlü insan, kendisine yarar sağlayan davranışı iyi, zararlı olanı ise kötü olarak nitelendirmektedir. Bu sebeple güçlü insanın ahlaka gereksinimi yoktur.

Modern toplum eleştirisi yapan Nietzsche, yozlaşmanın sebeplerinden biri olarak Hıristiyanlığı görmüştür. Hıristiyan ahlakının toplumu yozlaştırdığını belirten Nietzsche, ahlaki ve dinsel yargıların olmayan gerçekliklere dayandığını ifade etmiştir (2012: 48). Semavi dinlerin ahlaki temelinde, kişinin hangi davranışları yapıp hangi davranışları terk etmesi gerektiği söz konusudur. Kişinin bu ahlaki davranışlara uygun davranış biçimi sergilediği takdirde mutlu olacağını belirtmiştir (Nietzsche, 2012: 38).

Güç isteminin düştüğü yerde decadence olduğunu ifade etmiştir (Nietzsche, 2010b: 23). Yaşamın temeline gücü koyan Nietzsche, ahlakın köle insan tipini ürettiğini belirterek sürü insanı yaygınlaştırdığını belirtmiştir. Topluma güçlü olanın iktidar olma hakkı olduğu düşüncesi aşılanırsa ahlak ve din gibi öğretilere gerek olmadığını belirtmiştir (Orkunoğlu, 2007: 120). Nietzsche’ye göre dinin kökeni yoktur. Belirli bir anda, dini ortaya çıkaran şeyin meydana geldiğini, önceden olmadığını ve iktidar ilişkileri sonucunda icat edildiğini ifade etmiştir (Foucault, 2011b: 170).

Nietzsche, mutlak bir hakikat anlayışının karşısındadır. Bu sebeple Hıristiyan inancında bir inancın, bir hakikatin nedenler göstererek kanıtlanabileceği tasarımı

95 olmadığını, başka öğretilerin de var olduğunu, var olabileceğini kavramayan Hıristiyanlığı eleştirmiştir (Nietzsche, 2010b: 48). Kilisenin savunduğu düşüncelerin hakikatle bir ilgisinin olmadığını, rahibin egemenliğini sağlayan birer alet olduğunu belirtmiştir. Çoğulcu bakış açısına sahip olan Nietzsche, birlik yerine çoğula önem vermiş; tek doğru, tek gerçek, tek hakikat fikrine karşı çıkarak birin hakikati göstermediğini, hakikatin iki ile başladığını ifade etmiştir (Blanchot, 2001: 81). Bu bağlamda mutlak bir hakikat anlayışını reddeden Nietzsche, gücün varlığının çoğul olduğunu belirterek onu tekil olarak düşünmenin doğru olmadığından söz etmiştir.

Ona göre güç, ayrımı dile getirmektedir (Blanchot, 2001: 88). Dünyanın sonsuz bir yorumlama olduğunu belirten Nietzsche, dünyada pek çok insan ve pek çok yorum, bakış açısı olduğunu vurgulayarak perspektivist hakikat anlayışını benimsemiştir (Blanchot, 2001: 92).

Nietzsche gibi Foucault da modern toplum anlayışının bireylere dayatmış olduğu bilimsel bilgi anlayışını savunan pozitivist bilgi anlayışını eleştirerek bilginin nesnel ve tarafsız olmadığını ifade etmiştir. Modern hümanizma anlayışının bilgi ve iktidar arasında ayrım yapmasını yanlış bulan Foucault, bilgi olmadan iktidarın sürdürülemeyeceğini, bilginin de iktidarı doğurmamasının olanaksız olduğunu belirtmiş ve “Bilimsel araştırmayı tekelci kapitalizmin ihtiyaçlarından bağımsızlaştıralım” düşüncesini ifade etmiştir (Foucault, 2012: 36). Nietzsche’ye göre bilgi, içgüdülerle aynı doğaya sahip değildir. Bilginin temeli çatışma içgüdüleridir. Ona göre bilgi aslında insan doğasının bir parçası değildir. Bilgi, mücadele ve bir savaşın sonucudur. Bilgiyi ortaya çıkaracak olan şey risk ve rastlantılardır (Foucault, 2011b: 171).

Foucault, toplumsal alana yayılan iktidar ilişkilerinin topluma nüfuz ettiğini ve toplumu biçimlendirdiğini belirterek hakikat söylemlerinin üretimi olmadan iktidar ilişkilerinin işlev göremeyeceğinden söz ederek hakikat ve iktidarı birbiri ile ilişkilendirmiştir. İktidardan hareket ederek iktidar içinde ve iktidar yoluyla etkili olan hakikat söylemleri ekonomisi olmadan iktidarın işleyemeyeceğini belirtmiştir.

Foucault’a göre iktidar, hakikat arayışını kurumsallaştırmakta ve meslekileştirmektedir (Foucault, 2011a: 102-103). Hakikat siyaseti, hakikatin söylemler yoluyla iktidar sistemleri tarafından siyasal olarak inşa edilmesi anlamına gelmektedir. Mevcut iktidar ilişkileri kendilerini yeniden üretebilmeleri için hakikat söylemlerine ihtiyaç duymaktadır. Hakikat söylemleri iktidarı ve iktidarın ilişkiler

96 ağını meşrulaştırmak için kullanılan bilgiler bütünüdür. Foucault için hakikat söylemleri, hükmedenin hükmetme şeklini belirleyen, onu destekleyen ve üreten bilgi sistemlerinin yarattığı etkilerdir (Oranlı, 2012: 44-45). Foucault’un düşüncesinde hakikat, iktidar tarafından yaratılmaktadır. İktidar ve hakikatin birbiri ile ilişkili olduğunu ve iktidarın hakikati üreterek topluma egemen olduğunu belirtmiştir (Orkunoğlu, 2007: 226).

Modern toplumda, iktidar topluma bilgi aracılığıyla yayılmaktadır. Bu bağlamda iktidar ve iktidar ilişkilerini değerlendirme hususunda bilgi önemlidir. İktidar insan bilimleri aracılığıyla topluma yayılmaktadır. Modern toplum anlayışı bilimsel bilgi aracılığı ile insanı şekillendirmektedir. Tek doğru ve tek gerçek bilginin nesnel bilgi olduğunu savunan pozitivist bilgi anlayışını eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmişler ve bu bilginin yarattığı tek hakikat anlayışını da reddederek çoğulcu bir bakış açısıyla hakikati değerlendirmişlerdir.

3.4. JURGEN HABERMAS VE MICHEL FOUCAULT