• Sonuç bulunamadı

4 40’LI YILLAR; MĐLLĐ ŞEF DÖNEMĐ VE ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI POLĐTĐKALAR

1938 yılında “Ebedi Şef”in ölümüyle Đsmet Đnönü cumhurbaşkanı olmuş ve Türkiye’yi zorlu bir süreç boyunca yönetecek kişi konumuna gelmiştir. Tek parti yönetimi altındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin diktatörlükle yönetildiğine kuşku yoktur; Mete Tunçay, CHP’nin gerek felsefesi gerekse yapısı bakımından totaliter değil, (demokratik), çağdaşlaşmayı önleyen başlıca engele (yani Đslama) karşı Batılılaşmayı 109 A.g.e., s. 214-215 110 A.g.e., s. 215 111 A.g.e., s. 216 112 A.g.e., s. 216 113

gerçekleştirmeye çalışan “özünde pragmatik” bir tek-parti olduğunu vurgular.114 Tunçay kitabında, ”Türk tek parti sistemi, hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamış; tekele resmi bir nitelik vermemiş, onu sınıfsız bir toplumun varlığıyla ya da parlamenter çekişmeleri ve liberal demokrasiyi ortadan kaldırma arzusuyla meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Sahip olduğu tekelden dolayı daima rahatsızlık, hatta utanç duymuştur. Türk tek partisi, bir suçlu vicdanına sahip olmuş ve bu noktada, kendilerini taklit edilmesi gerekli modeller olarak gösteren faşist ya da komünist kardeşlerinden ayrılmıştır,” diyerek tek parti dönemini tanımlar. 1927 yılında kongrede değişmez genel başkanlık oylaması yapılmış ve Mustafa Kemal değişmez genel başkan seçilmiştir. Đnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu günlerde değişmez genel başkanlık durumundan memnun değildir ve çok partili siyasi yaşama geçme düşünceleri vardır, ancak bu düşüncelerini aktive edemememiştir; çünkü Đkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle çok partili siyasi yaşama geçiş sekteye uğramış, ancak değişmez başkanlık durumu değiştirilmeyerek parti içi sistem devam etmiştir. Aslında ‘şef sistemi’ CHP’ye yabancı bir kurum değildi, bu sistem Atatürk döneminde uygulanmaya konmuştu; Đnönü yönetiminin izlediği siyasetin genel eğilimi ve yönü ise, aslında bir muhalefet hareketine izin vermesine, hele hele bir muhalefet partisinin kurulmasına ya da bu yönde bir zamanlama düşüncesine kesinlikle uymadığıdır.115

Milli Şef döneminin en önemli olayı, kuşkusuz Đkinci Dünya Savaşı’dır. 1939 yılında Almanya’nın Polonya’ya girmesiyle başlayan savaşta Đngiltere, Fransa, Amerika ve Sovyetler Birliği müttefik devletlerini; Almanya, Đtalya ve Japonya mihver devletlerini oluşturmuştu. Savaşın alanı gittikçe genişlerken Türkiye sessizdi, ancak Almanya’nın ve özellikle Đtalya’nın yayılmacılığı endişeleri artırıyordu. Mussolini’nin Akdeniz’den “Mare Nostrum” diye bahsetmesi durumu zorlaştırıyordu. Türkiye 26 Haziran 1940’ta kendisine saldırılmadıkça saldırmayacağını açıkladı. Türkiye’nin bu tutumu, Đnönü’nün yol göstericiliği altında çalışan dış politika yöneticilerinin Türkiye’nin hem savaşın dışında kalmak hem de toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumak zorunda olduğu şeklindeki görüşüydü.116 Mecliste buna karşı çıkanlar olsa da, Numan Menemencioğlu ve Şükrü Saraçoğlu Đnönü’nün önderliğinde bu amaçtan sapmadılar. Çünkü genç

114

Mete Tunçay, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması”, Đstanbul, 1999 (Tarih Vakfı Yay.)

115

Cemil Koçak, “Türkiye’de Milli Şef Dönemi: 1938-1945” Đstanbul, 1996 (Đletişim Yay.), s. 21-22 116

Türkiye Cumhuriyeti’nin ne ekonomisi ne de askeri teçhizatı savaşa girmeye uygun değildi. Türkiye toprak kazanımının peşinde değildi, öncelikli hedef ülke bütünlüğünü korumaktı. Savaşın Almanya’nın Rusya’yı istilasıyla başlayan ikinci döneminde (1941– 1943) Türkiye, savaşan güçlerin kendi saflarına katılması için gittikçe artan baskılarına maruz kalıyordu. Başlangıçta Türkiye’yi savaşa sokmaya çalışan ülkeler Rusya ve Kafkasya seferleri başarıyla devam ettiği sürece Almanya olmuştu; 1942 sonlarına doğru savaşın kaderi Almanya’nın aleyhine döndükten sonra ise, Türkiye bu kez de Almanya’ya karşı savaşa girmesi için Müttefiklerin ısrarlı talepleriyle karşılaştı.117 Savaşın üçüncü dönemi (1943–1945) boyunca Türkiye savaşa girmeme kararlılığını sürdürdü. Đnönü ve yöneticiler savaşa girmemek için değişik politik manevralara başvurdular. Savaş sürecinde Almanya’nın giderek artan baskısı (1941–1943) ve Sovyet tehdidi, Türkçü faaliyetler üzerinde belirleyici rol oynamıştır; Türkiye’deki Pan-Türkçü eğilim özellikle Alman propagandası ve yöneticilerin esnek tutumlarının yol açtığı bir siyasi ortamda kendisine yer bulmuştur.

Almanya Türkiye’yi Mihver devletler safında savaştırmayı belki başaramadı, ancak savaşın ikinci döneminde yürütülen Alman propagandasının yankıları Türkiye’deki Türkçü faaliyetler için cesaretlendirici bir ortam oluşturdu. Türkçü beklentiler Türk dış politika yöneticilerinin Alman propaganda ve baskısı karşısındaki özel yaklaşımlarıyla daha da kuvvetlendi. Türk kamuoyu da genel olarak, Almanların gayretleri karşısında duyarsız değildi. Hem Nazi rejimi hem de Almanların Sovyet topraklarındaki seferleri, subay, yazar, politikacı ve gazetecilerden meydana gelen önemli bir çevrede olumlu tepkiler uyandırmıştı.118

Savaşın çıkmasıyla şiddetlenen Türkiye’deki Alman propagandası, çeşitli araçlar ve medya yoluyla yürütülüyordu. Bu propaganda, dış propagandadan sorumlu en yetkili kişi olan Ribbentrop tarafından özel olarak yönlendiriliyordu. Ayrıntılar ise Von Papen tarafından kararlaştırılıyordu.119 Türkiye’de propaganda malzemesi olarak çeşitli dergiler ve gazeteler yayınlanıyordu: haftalık olarak, Fransızca çıkan Đstanbul ve

Beyoğlu dergileri ile Türkçe çıkan Yeni Dünya dergisi; günlük olarak ise Almanca çıkan Türkische Post gazetesi, ayrıca Nazi Partisinin yayın organı olan Volkische Beobachter

117 A.g.e., s. 137 118 A.g.e., s. 144 119 A.g.e., s. 146

ile Göbbels’in özel propaganda yayını Signal de tüm ülkede dağıtılıyordu.120 Von Papen, Alman Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Dış Propaganda Dairesi’nin Türkiye’de kullanılmak üzere ayırdığı önemli bir fondan yararlanarak, özellikle 1941-1943 yılları arasında basın ve radyo yetkililerini de etkilemeye çalıştı.

Von Papen’in etkilemeye çalıştığı diğer bir kesim de Askeriye çevresiydi. 1925’ten beri, Alman emekli generallerinin çoğu ateşli Hitler taraftarıydı; Türk Harp Akademilerinin eğitimci kadrosunda bulunmaları, Türk Genelkurmay kadrosunda yer almaları ve hatta Türk Genelkurmay kadrolarına bir Alman generalinin hocalık yapması (Mittelberger) nedeniyle, Türk ordusunun Cermenofil olduğuna inanılıyordu. Von Papen’e göre, General Ali Fuat Erden (Harp Akademileri Komutanı) ile General Asım Gündüz (Genelkurmay Đkinci Başkanı) Alman militarizminin ateşli hayranıydılar. Von Papen Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile Ali Fuat Erden’i sürekli olarak “Üçüncü Reich”ın yenilmez bir güç olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyordu.121

1941 kışında, Alman ordusunun doğu cephesinde Sovyetler’e karşı nasıl savaştığını daha yakından incelemek üzere Ali Fuat Erden, Alman Genelkurmay Başkanlığı tarafından Almanya’da misafir edildi ve Alman stratejilerinin “üstünlükleri” konulu bir brifinge katılmak üzere Hitler tarafından karargâhında kabul edildi. General Erden’e,

Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan Alman yanlısı savaş incelemeleri ve 1940’ların

çeşitli Türkçü dergilerindeki yazılarıyla tanınan Emekli Tümgeneral Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet Paşa eşlik ediyordu.122 Bir başka emekli general, aynı zamanda Türkische

Post’un başyazarı olan Ali Đhsan Sabis, açıkça Alman yanlısı eğilim taşıyan aynı tür

savaş incelemeleri yazıyordu. Ali Đhsan Sabis Almanya’da askeri eğitim görmüş ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Erkilet Paşa’yla birlikte Alman generalleriyle yan yana Irak cephesinde savaşmıştı. Her iki eski generalin yaklaşımı parlamento üyelerinin büyük bir kısmı tarafından paylaşılıyordu.123

Faşist rejimlerin liberalizm ve parlamentarizmin “zaaf”larından dolayı ortaya çıktığı ve bunların milliyetçi özünün birey üzerindeki totaliter baskıyı dengelediği görüşü, aralarında tek parti döneminin önemli ideologlarından Recep Peker ve Mahmut Esat Bozkurt’un da bulunduğu bir kesim tarafından da paylaşılıyordu. Bu politikacıların, 120 A.g.e., s. 146 121 A.g.e., s. 146-147 122 A.g.e., s. 147 123 A.g.e., s. 148

Nazi rejiminin ekonomideki başarıları, korporatist örgütlenme yoluyla sağlanan düzen ve böylece sınıf mücadelesine son verilmesi gibi görüşleri, üniversite öğrencilerinin zorunlu müfredat programının bir parçası olarak adı geçen kişilerden ders almaları nedeniyle büyük bir öğrenci grubuna ulaşıyordu.124

Đnönü ve diğer yöneticiler hiçbir zaman Turancılığı bir devlet politikası olarak benimsememişlerdi, ancak Turancı yayınlara gösterilen müsamaha özellikle Sovyetler’i rahatsız etmişti. Alman belgelerindeki yazışmalarda Almanların Turancı faaliyetleri teşvik ettiği ve mali olarak desteklediklerini öğrenmişlerdi. Sovyetler Birliği ile Türkiye Đstiklal Savaşı’nın başlangıcından itibaren iyi ilişkiler kurmuş ve bu dönemde Sovyetler’in desteği alınmıştı; ancak kurulan bu dostane ilişkiler, Đkinci Dünya Savaşı ortamında bozulmaya başladı. Bunun en önemli sebebi, Sovyetler’in yayılmacı bir politika uygulayabileceği ve komünizm tehdidiydi. Đlişkilerdeki bozukluk 1945 yılında en üst seviyeye ulaştı ve hem Türk hükümeti içinde hem de kamuoyunda anti-Sovyet tutum yoğunlaştı; bu durum, iç politikada Türkçülerin konumunu olumlu yönde etkilemişti.125