• Sonuç bulunamadı

Cinsellik: Yetişkin bireyin cinsel kimliğine dair bir karar vermektedir Genç yetişkinlik dönemindeki bireylerden toplumun beklentisi ise cinsel moratoryumdur Bu kadınların

cinselliği hiç düşünmemeleri erkeklerin ise sınırlamalarıdır (Onur, 2011).

Genç yetişkinler çeşitli yaşam olanakları ve fırsatlar sunan bir çevrede yaşıyor olsalar da zamanlarının ve enerjilerinin çoğunu ailelerine ayırmaktadırlar. Genç yetişkinlik dönemindeki ahlaki düzey geleneksel düzeydir. Yani birey toplumun beklentilerini ve kurallarını içselleştirmiştir (Onur, 2011).

Erikson ise yetişkinlik dönemini üç dönemde ele almıştır. Bunlar:

Yakınlığa Karşı Yalnızlık Duygusu: Genç yetişkinlik 20-34 yaşlarını

içermektedir. Bu evrede bireyin yakın dostluklar ve arkadaşlıklar kurması beklenmektedir. Dostluk, arkadaşlık kurma ve evlilik konusunda başarısız olan bireylerin karşılaşacağı

olumsuz sonuç ise yalnızlık olacaktır. Bazı durumlarda bu evrede başarısız olmuş kişiler kendilerini bilime ve çalışmaya adamaktadırlar.

Üretkenliğe Karşı Durgunluk Duygusu: Yetişkin 35-60 yaşları arasındaki

bireyin, mesleğinde yükselmesi ya da üretken olması beklenmektedir. Bunun gerçekleşmemesi durumunda bireylerde durağanlık görülmektedir.

Ego Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk: Bu evrede, daha önceki aşamaları başarı ile

geçmiş olan birey bir ego bütünlüğüne sahip olacaktır. Geçmişte yaptıklarından pişmanlık duymayan birey artık değerlendirme sürecine girmektedir. Aksi durumda ise umutsuzluk ve ölüm korkusu görülmektedir (Erikson, 2014).

2.3 Algı

Algıyı açıklayan ve bugün kabul görmekte olan üç yaklaşım söz konusudur. Bunlar:

2.3.1 Ekolojik Yaklaşım: Bu yaklaşım algılanmış olan uyaranların çoğunun çevrenin

sağladığı zengin içerikte bulunduğunu kabul etmektedir. Ekolojik bakış açısına göre algının en önemli amacı, çevredeki uygun uyarıcıların işlevsel hale getirilmesi ve bunun sonucunda yapılmak istenen aktivitenin gerçekleştirilmesidir.

2.3.2 Yapısalcı Yaklaşım: Bu yaklaşıma göre algı, sistemi uyarıcılardan gelen parçalı

veriler doğrultusunda var olan gerçekliğin görüntüsünü oluşturmalıdır. Algı sistemi, görüntüleri tesadüfi bir şekilde oluşturmamaktadır. Geçmiş yaşantılar, deneyimler ve bireyin bilgileri beklentileri oluşturmaktadır. Bu da ne göreceğimizi ve duyacağımızı yani neyi görmek ve neyi duymak istediğimizi etkilemektedir. Beklentiler uyaranlar yetersiz ve güçsüz olduğunda algıyı kolaylaştırmaktadırlar. Eksik parçalarına rağmen bir resmin içeriğini olduğu gibi algılayabilmemiz gibi. Bununla birlikte algı sistemimizin büyük kısmı, uyarıcılardan gelen bilgilere dayanan gerçeğe dair çıkarımlarımızdan oluşmaktadır. Yapısalcı yaklaşım, ekolojik yaklaşımdaki destek mekanizması görüşünün yerine, algının insanların dünyaya ilişkin anlayışlarını nasıl desteklediği ile ilgilenmektedir.

2.3.3 Bilişsel Yaklaşım: Bu yaklaşım algılamanın nasıl gerçekleştiği üzerine

odaklanmaktadır. Bilişsel yaklaşımda, ekolojik yaklaşımdan farklı olarak sinir sistemi alınan uyaranı değiştirerek gerçekliği oluşturmaktadır. Yapısalcılardan farklı olarak yaşantı sayısı dikkate alınarak beklentilerin hesaplanması söz konusudur (Bernstein, Clarke- Stewart, Roy, Srull ve Wickens, 1994).

Duyu, dışsal bir uyarana dair elde ettiğimiz ilk bilgi parçacıklarıdır. Algı, beynin

binlerce farklı ve anlamlı olmayan duyuyu bir araya getirip anlamlı bir şekil ya da veriye dönüştürdükten sonra kazandığımız deneyimdir (Plotnik, 2009: 124). Gerrig ve Zimbardo (2013) ise algıyı, çevrede bulunan cisimleri, nesneleri, yaşanan olayları kavrama, anlayabilme, tanımlama, isimlendirme ve onlara tepki verme olarak tanımlamaktadırlar. Algının iki amacı bulunmaktadır. Bunlar; hayatta kalma ve duyusallıktır. Bu işlevler tehlike karşısında doğru ve zamanında tepki verme, zevk alınan ve hoşa giden etkinliklere yönelme gibi davranışlarda bulunulmasına sebep olurlar. Bu sayede hayattan zevk almak ve tehlikelerden korunmak mümkün olmaktadır.

Gerrig ve Zimbardo (2013), algı işlemini üç evreye ayırmaktadırlar. Bunlar, yaşanan olayların ve cisimlerin tanımlanması, duyumsanması, algısal düzenleme ve

özdeşim olarak sıralanmaktadır.

1.Duyum: Duyusal alıcıların, uyaranlarca aktif hale getirilmesi, nöral dürtülerin

oluşturulmasıdır. Örneğin, kulaktaki sinir hücrelerinin aldığı veriyi beyne iletmesidir.

2.Algısal Düzenleme: Beynin gelen verileri anlamlı bir hale getirme sürecinde yaşantıları

ve deneyimleri kullanarak bireysel bir bakış açısı oluşturmasıdır. Örneğin duyulmakta olan sesin, yüksekliği, frekansı, şiddeti gibi boyutlarına dair bir bilginin oluşturulmasıdır.

3.Özdeşim ve Tanımlama: Algılanan şeylerin anlamlandırılması sürecidir.

Plotnik (2009) ise duyuların algıya dönüşme sürecini şöyle açıklamaktadır:

1.Uyarıcı: Duyuların algıya dönüşümü çok hızlı olduğu için bunun farkında değilizdir. İlk

adım uyarıcıların duyu organlarınca fark edilmesidir.

2.Uyarlama: Uyarıcıdan gelen sinyallerin fiziksel enerjiden elektrik akımına

dönüştürülmesine uyarlama denir. Bu ikinci aşamadır.

3.Beyin, Birincil Alanlar: Duyu reseptörlerince alınan veriler ilk olarak beyindeki farklı

birincil alanlara gider. Bu üçüncü aşamadır.

4.Beyin, Çağrışım Alanları: Beynin birincil alanlarına gelmiş olan duyu verileri

anlamsızdır. Çağrışım alanlarında bu veriler algıya yani anlamlı parçalara dönüşür.

5.Kişiselleştirilmiş Algılar: Algılara dair süreç bu aşamada da işlemeye devam eder.

Görülmekte, duyulmakta ya da fark edilmekte olan uyarıcıya dair algılarımızı şekillendiren yaşantılar, anılar ve duygular devreye girer. Aynı nesnenin farklı kişilerce farklı algılanmasına sebep olan da budur.

Algıların farklılaşmasının temelinde belirsizlik yatmaktadır. Bu durum bir nesnenin birden fazla şekilde yorumlanması olarak tanımlanmaktadır (Gerrig ve Zimbardo, 2013). Algılamaların çoğu algısal beklentiler ile ilişkilidir. Algısal beklentileri oluşturan ise deneyimlerdir. Bu deneyimler hem sosyal hem de nesnel çevremize ilişkin algılarımızı şekillendirir. Bununla birlikte kendi kültürümüzde olduğu gibi uygun ya da uygun olmayan şekilde tanımlanmış davranışlar söz konusudur. Kültürden gelen bu algısal beklentiler bizi etkiler (Cüceloğlu, 2006). Kültürel etkiler, bir topluluk ya da etnik grubun üyelerini ortak davranış, düşünce ve inanışları paylaşmaya yönlendiren baskılardır. Bu baskılar ve etkiler bireylerin çevrelerini ve diğer bireyleri algılamalarını etkileyebilir (Plotnik, 2009).

2.3.4 Sosyal Algı (Sosyal Biliş)-Atıf Kuramı

İnsanlar günlük hayatlarında karşılaştıkları kişileri ve olayları açıklamaya ve diğer insanların güdü ve inançları hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırlar. Bu anlama tanımlama girişimi sosyal ve psikolojik süreçleri kapsamaktadır. Bu süreçler izlemin oluşturma ve atıfta bulunma olmak üzere ikiye ayrılmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2010).

2.3.4.1 İzlenim Oluşturma

Kişi algısı, görülen kişi ve kişinin niyeti hakkında izlenim oluşturmayı ve

özellikleri ile davranışları hakkında tahminler yaparak kişinin sevilebilirliği ve ne tür bir insan olduğuna ilişkin fikir sahibi olmayı içermektedir. İnsanlar hakkında karar vermenin sosyal açıdan sonuçları olacaktır ve bir kişiye karşı gösterilen davranışlar, o kişiye karşı görüşler ve tahminler tarafından yönlendirilmektedir (Plotnik, 2009: 582). Kişi algısının oluşumunda etkili faktörler ise;

1. Fiziksel Görünüm, 2. Açıklama İhtiyacı,

3. Davranışları Üzerindeki Etkiler, 4. Irk Etkileridir (Plotnik, 2009).

Yukarıda sayılmış olan faktörlerin dışında diğer insanlara ilişkin algıların oluşturulmasında; sözel olmayan iletişim, yüz ifadeleri ve duygular da etkili olmaktadır. Dolayısıyla insanların tutumlarını, duygularını ve ayırıcı kişilik özelliklerini içeren sözel olmayan davranışlara bakılarak onlar hakkında birçok şey öğrenilmektedir (Aronson, Wilson ve Akert, 2012).

İnsanları algılama üzerinde etkili olan bir diğer faktör ise sterotiplerdir. Sterotip, insanların bir gruba dâhil oldukları için sahip olduklarına inanılan özelliklerdir (Plotnik, 2009: 584). Öncelik etkisi doğrultusunda ilk elde edilen bilgiler bütüncül çıkarımlar üzerinde büyük etkiye sahip olmaktadır. İlk bilgileri etkileyen sterotipler aktif hale geçtikten sonra diğer insanlara ilişkin tahminleri etkilemektedir. İnsanlar diğer insanların davranışlarını sterotipler ile değerlendirmektedir (Smith, Nolen-Hoeksema, Fredrickson ve Loftus, 2012). Jussim (1991), bu etkiyi kendini gerçekleştiren kehanet olarak tanımlamaktadır. Sterotiplerin etkileri şu şekilde sıralanmaktadır: