• Sonuç bulunamadı

II.V. Geleneksel Dil Bilgisi Açıklamaları

II.V.VII. Yapı Üzerinde Odaklanma

Bu kısıtlamaları tamamen iletişimsel yöntembilimde ilişkilendirerek, dil bilgisi açıklamalarını ilgilendiren, biçimsel açıklamalarla iletişimsel dili harmanlayan yapı üzerine odaklanma olarak isimlendirilen yeni bir yaklaşım oluşmuştur. “Yapı üzerine odaklanma” temellerini dil bilgisi yapılarının açık bir şekilde verilmesi ile öğrenicilerin önce fark etmesi sonra ise iletişimsel girdi olarak dil bilgisi yapıları içine ele almasını gerektiren anlam odaklı yapıların kullanımı arasındaki farka dayandırır. Böylelikle öğreniciler dil bilgisi yapılarını bütünüyle iletişimsel girdi olarak alır. Bu görüşe göre dil bilgisi yapılarını belirgin bir düzenle öğreten geleneksel yapısal programların iletişimsel kazanımı sağlayamayacağıdır. Onlara göre öğreniciler kendi kendilerine diller arası gelişime ulaşmadıkları ve verilen yapıları ruhdilbilimsel açıdan kazanmaya hazır olmadıkları sürece sadece dil bilgisi kurallarının biçimsel bilgilerini üretebileceklerdir

İletişimsel programlar dil bilgisi açıklamalarını önemsemediklerinden dolayı fosilleşmeye ve sınıf içi karma dile neden olduklarından dolayı elverişsiz bulunurlar ve biçimsel açıklamalar altında bile yanlış yapmaya neden olurlar. Bu görüş, açıklamalı dil öğretiminin faydalarıyla ilgilenen bir araştırma tarafından öğrenicilerin öğrenme oranları ve başarı düzeyleri göz önüne alınarak desteklenmiştir. Dil bilgisi açıklamalarını iletişimsel dil öğrenmeyle bütünleyen ve öğrenicilerin dil yapılarını tanıyabildikleri benzer bir araştırmada da öğreniciler dili kullanmada yanlış yapmamayı başarmışlardır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM III.I. ANA DİLİ

Bir iletişim aracı olarak dil, insanoğlunun doğuştan itibaren toplumsallaşması sürecinde kullandığı bir araçtır. Gerek kişisel gelişim gerekse de toplumsal gelişmede dilin önemi inkâr edilemez. Dilin ne olduğu, iç ve dış yapısı üzerindeki dilbilimsel çalışmaların yoğunluğu ortadadır. Dile bilimsel yöntemlerle yaklaşımın doğal sonucu olarak da bir çalışma alanı olarak dilbilim ortaya çıkmıştır. Ana dili eğitimi de bu çerçevede ele alınması, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken eğitim öğretim sürecidir. Bu açıdan Türkçe eğitiminin bilimsel ölçülerle ele alınması bir mecburiyettir. Dilin düşünceyle ilişkisi iyi anlaşıldığından Avrupa ve dünya çapındaki etkinliklerde ana dili, dil eğitimi, iletişim gibi kavramların ön plana çıktığı gözlenmektedir (Sinan, 2006:75).

“İnsanın çocukken ailesinden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dil.”(TDK:2005) şeklinde tanımlanan ana dili çocuk, yaşamının ilk günlerinden başlayarak içinde yaşadığı çevreden edinmeye başlar. Dil tüm kurallarıyla birlikte, yaşantılar esnasında doğal olarak öğrenilmektedir. Dili öğrenirken çocuk ilk olarak ailede anne ve babayı, daha sonra sosyal çevrede ve okulda etkileşimde bulunduğu insanları model alır. Güven ve Bal’a göre “Modeller kadar çocuklara sunulmuş, zenginleştirilmiş dil çevreleri de onların dili kazanmalarında ve yaratıcı şekilde kullanmalarında, destekleyici etkenlerdir” (Güven ve Bal, 2000:13).

Çocukların, ilk çocukluk döneminden itibaren gelişim dönemlerine uygun olarak görsel, işitsel ve dilsel iletilerle beslenmeleri gereklidir. Çocuklara anlatılan, söylenen; türkü, ninni, mani, bilmece, tekerleme ve halk şarkıları onların söz varlığının zenginleşmesini sağlar. Bir dilin kelimelerini, deyimlerini, söz kalıplarını, özdeyiş ve atasözlerini çocuklara halka edebiyatı ürünleri kazandırır. Bir dilin bütün kuralları, anlatım imkanları önce sözlü edebiyat ürünü dediğimiz halk anlatılarından konuşma dilinden hareketle günlük yaşam içerisinde çocuklar tarafından doğal bir

süreç içerisinde fark edilir. Her çocuk bulunduğu ortamın kültür özelliklerine göre dilini geliştirir. Dile bağlı olarak değer ve davranış geliştirir.

Dil eğitimin temel amacı, kişinin düşünme ve iletişim becerisini geliştirmektedir. Bu sebepten dolayı bütün ülkelerin eğitim sistemlerinde, dil eğitimine, özellikle ve öncelikle ana dili eğitimine büyük önem verilir. Yetişmekte olanlara dilin çok iyi bir şekilde öğretilmesine çalışılır. (Kavcar, 1998:12)

Ana dilini kültürel ögelerle tanıyan ve kavrayan birey kültürünü yine öğrendiği ana dili sayesine taşır. Kültürün en önemli taşıyıcısı dil olduğu için dilin yabancı unsurlardan arındırılması, değerlerinin arındırılmış haliyle öğretilmesi, korunup kollanması gerekmektedir. Bu konu hakkında Mustafa Kemal, Cumhuriyet kurulmadan önce 1923 yılında Konya Türk Ocağı’nda şöyle bir konuşma yapmıştır:

“Münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz. Münevverlerimiz, milletimi en mesut yapayım, der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapayım, der. Lâkin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şerait birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için, bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkıyatından istifade edelim. Lâkin unutmayalım ki asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.”

Ana dili eğitimi ve öğretimi her ülkenin eğitim politikasında önemli bir yere sahiptir. Kişisel gelişim, ulusal kimliğin oluşması, yurttaşlık bilincinin yerleştirilmesi açısından da önemli olan bu konu her zaman tazeliğini korumaktadır.

Ana dili dünyaya gelişle birlikte okul çağına kadar doğal olarak kendiliğinden kazanılan, herhangi bir öğretim gerektirmeyen süreçtir. Aynı toplum içinde bireylerin birbirinden farklı dil kullanımları vardır. Bireylerin yaşa, eğitimlerine, yaşadıkları bölgelere, ilgi alanlarına göre farklı dil kullanımları dilin bireysel yönünü oluşturur. Ancak okullarda ana dili öğretiminde temel alınan dil

standart dildir. Türkçenin konuşulan ve yazılan biçimleriyle öğrencilere kazandırılması gerekmektedir.

Ana dili, dilbilimciler tarafından çoklukla bir kişinin içinde doğup büyüdüğü aile ya da toplum çevresinde ilk öğrendiği dil olarak tanımlanmaktadır. Bireyin çocukluk çağında tanıştığı ilk dil olması nedeniyle ana dilin öğrenilmediği; edinildiği ya da kazanıldığı hep tekrar edilir (Vardar, 1998:20). Ana dilin bir ulusa bağlılığı sağlamada gösterdiği kazancın büyük olması, dikkatleri onun öğretiminin üzerine çeker. Bu arada ülkemizde birçok insan “ana dili” ile “ana dil” terimlerini birbirlerinin yerine kullanmakta ve kafaları karıştırmaktadır. Oysa ana dili verilen tanımın çerçevesi içinde değerlendirilirken ana dil, kaynaklarda “birden çok dile kaynaklık eden dil, akraba dillerin türediği dil” olarak verilmektedir (Hengirmen, 1999:25). Yeryüzünde ana dillerin sayısı da çok fazla sayılmaz. Ana dil kavramı bir dilin tarihsel gücünü göstermek açısından oldukça önemlidir. Bugün birer kültür dili sayılan Fransızca ve İtalyanca gibi Romen dilleri Latincenin kolları durumundadır. Burada Latince bir ana dildir. Ana dili bilinci ve sevgisi aynı ulus içerisinde yaşayan insanlar arasında ortak bir düşünce sistemi, evreni birlikte anlama ve kavrama yeteneği kazandırır. Bu da aynı ulus içerisinde yaşayan insanlar arasındaki bağı kuvvetlendirir. “Ana dili” kavramındaki “ana” kavramından dolayı bazı dilbilimciler bu dilin anneden öğrenilen dil ile ilgili olduğunu savunmuşlardır. Ancak Danimarkalı dil bilimci Otto Jesperson ve birçok dil bilimci “ana dili” ile kastedilen kavramın “anne” ile ilgisinin yanında daha çok çevreden öğrenilen ve aynı ulus içerisinde ortak dil olarak kullanılan dilin anlaşılması gerektiğini belirtmişlerdir (Aksan, 1994:64). “Ana” kelimesinin hem dilimizde hem de başka dillerde hem isim hem de sıfat olarak kullanılmasından ve “ana dili” kavramında da “ana” kelimesinin anne ile ilgisinden dolayı bu göstergenin karşıladığı kavram konusunda belirsizlik vardır.

Dünyada kişisel ve toplumsal gelişmenin ortaya çıkmasında, kültürel, bilişsel ve akademik gelişmelerde, ana dili eğitim ve öğretiminin büyük katkısı bilindiği için bu alanda çok sayıda çalışma gerçekleştirilmiştir. 1999 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından 20 şubat günü, “Ana dilleri Günü” olarak kabul edildi. UNESCO, bu kararında 6000’i aşkın

dilden yarısının kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını ve son yıllarda yeryüzünden silinen dil sayısının hızla arttığını ileri sürmüştür. UNESCO buna karar verirken, toplumlardaki dilsel çoğunluğu desteklemek, dil öğretiminin geliştirilmesini sağlamak, dilsel ve kültürel değerler konusunda bilinçlenmeyi gündemde tutmayı amaçlamıştır. Çağdaş ülkelerde, ana dili araştırmalarının yabancı dil eğitimi ile ilgili olan ilgisi fark edilmiş bu disiplinler karşılıklı olarak birbirlerini de etkilediklerinden dolayıdır ki çok dilli programlar devreye sokulmuştur. Bu kapsamda Avrupa Konseyi, 19 Ocak 1999’da, 2001 yılının “Avrupa Diller Yılı” olması yönünde karar almıştır. Bu etkinliğin amacı, Avrupa’nın dil ve kültür mirasına sahip çıkmak, Avrupa Birliği’ne üye ya da üyelik için aday ülkelerin yurttaşları arasında çok kültürlülük ve çok dilli Avrupalılık bilincini geliştirmek, kendi ana dilleri dışında en az iki Avrupa dili daha öğrenmeleri için ilgi ve istek uyandırmaktır (Sinan, 2006:76).

İnsanın doğumundan ölümüne kadar süren öğrenme, anlama ve yorumlama süreci içinde kendini gerçekleştirdiği bilinen bir husustur. Bu aşamada ana dili eğitiminin çocuğun bilişsel gelişimi üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu unutmamak gerekir. Neyi, niçin öğretmesi gerektiğini bilmeyen, bu hususta gerekli yöntem ve araçları kullanmayan bir eğitim sisteminin başarılı olması da beklenmemelidir. Çocuğun bilişsel gelişim özelliklerini dikkate alan bir yaklaşımın başarıyı getireceği muhakkaktır. Bu arada biliş kavramını insanın, kendini ve çevresini anlama, yorumlama ve öğrenme eylemlerini gerçekleştiren zihin etkinliği olarak kabul etmek gerekir. Gerçekten de çağdaş ülkeler ana dilin ulusal bilinç ve duyarlılığın oluşmasındaki büyük rolü nedeniyle ana dili eğitim ve öğretimine büyük özen göstermişlerdir. Benzer bir duyarlılığın oluşmasındaki büyük rolü nedeniyle ana dili eğitim ve öğretimine büyük özen göstermişlerdir. Benzer bir duyarlılığı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu sonrasında da görüyoruz (Dilaçar, 1978:9). Türkçenin 1924 Anayasasında resmi dil olarak yer alması, devlet kurumlarında açık, sade bir yazışma dili kullanımının desteklenmesi, Türkçe çalışmalarına özen gösterilmesi, 1928 yılında yazı devriminin gerçekleştirilmesi bunların kimi örneklerini oluşturur. Gerek eğitim alanında gerekse diğer alanlarda yapılan devrimlerle birlikte ana dili

uygulamaları önemli bir yer işgal etmiştir. Özellikle yazı dilini konuşma diline yaklaştırma çabalarını ve İstanbul ağzını esas alan bir sistemi öngörmesi dolayısıyla Ziya Gökalp’i bu noktada anmak gerekir. Bu çerçevede Türkçe eğitim ve öğretiminin geçen zaman içinde modern yöntemlerle geliştirilmemiş olması ülkemizin kimi bölgelerinde Türkçe açısından sıkıntılar yaratmıştır. Dil düşünceyi aktardığı gibi düşünceyi de biçimlendiren bir sistemdir. Doğan Aksan bu hususta şöyle der: “Biz, dünyayı ana dilimizin penceresinden görür, ana dilimizin kavramlarıyla biçimlendiririz” (Aksan, 1999:15).

Dil öğretiminin, bir yığın kuru bilginin beyne yüklenmemesi olduğunu düşünen Kayaalp’e göre ana dilini yazılı ve sözlü olarak doğru kullanabilen yurttaşlar yetiştirmek devletin eğitim sistemine yüklediği bir mükellefiyettir. Kişinin etrafındaki insanlarla iletişim kurabilmesi, sosyal bir varlık olarak toplum içerisinde kendini ifade edebilmesi, bireysel gelişimini tamamlayabilmesi ve hayatın her aşamasında başarılı olmasının yolu iyi bir ana dili eğitim ve öğretiminden geçmektedir (Kayaalp, 1998:89). Ortak bir ana dili eğitim ve öğretiminden geçmiş çok farklı meslek gruplarına ait insanların oluşturduğu kültürel alt yapısı sağlam nesillerin yetiştirilmesi bir toplumu güçlü kılar. Ana dili dersleri ulusal, demokratik değerlerin benimsediği bir süreci oluşturur (Yalçın, 2002:29).

Sinan’a göre; ana dili dersi olarak Türkçe ve onun müfredatı ulusal, demokratik değerlerin benimsenmesine dikkati çekmektedir. Özellikle ders kitaplarında kelime ve kavramlar düzeyinde ciddi sorunlar söz konusudur. Türkçenin zengin söz varlığının sözcükleri ve deyimleriyle ders kitaplarında kullanılması gerekirken, bu zenginliğin ders kitapları ve diğer yardımcı araçlara yansıdığını söylemek güçtür (Sinan, 2001:516). Bu bilgiler ışığında çağdaş ana dili öğretiminin üç temel ilkesine göre etkili bir dil öğretimi için; dil öğretiminin öğrenme durumunda gerçekleştirilmesi, etkinlikler yardımıyla yapılması ve dil öğretiminde kullanılan her çeşit malzemenin içeriğinin anlamlı olması gerekir (Yıldız, 2003:9-10).

Türkiye’de çocukların Türkçeye hâkim olamayınca diğer dersler de sıkıntı yaşadığı görülmektedir. Bu da doğal bir sonuçtur. Çünkü ana dili dersi hem ana ders

hem de diğer dersler için bir araç derstir (Yıldız, 2003:55). Okuma, yazma, dinleme ve konuşma açısından dilin etkin öğretimi bu noktada önemlidir. Etkin ana dili eğitimi insanın doğuştan getirdiği zihinsel alt yapıyı dikkate alan bir niteliğe sahip olmak zorundadır. Akerson, insanın dil yetisinin belli bir dille desteklendiği zaman işlerlik kazanan bir yapıda olduğunu düşünmektedir (Akerson, 2000:12). Doğan Aksan’a göre; ana dille ulusal değerler yaratılır, anlatılır, estetik kaygılar uyandırılır (Aksan, 1994:69). O halde dil eğitimi aynı zamanda düşünce eğitimidir. İnsanın düşüncesi, kişiliğini de ortaya koyar. Çağdaş bilim, teknik ve sanat gelişmelerine ayak uydurabilmek için, ana diline bağlı ve saygılı kuşaklar yetiştirilmesi, ortak bir dil ve yazı dili ile ulusal birliğin güçlendirilmesinin kavranılması gerekir. Ana dili Türkçe olan bir neslin devamlılığı ancak dilini en iyi biçimde öğrenmesiyle mümkündür. Bu sebepten dolayı ilköğretimden itibaren Türkçe öğretimine önem verilmesi gerekmektedir.

Ana dili kazanımı dünyaya gelen bireyin anne ve diğer aile fertleriyle iletişimiyle başlar. 12-18 aylar arasında ilk sözcüklerle başlayan dil kazanımı yaşantı sonucunda gelişir, zenginleşir. Böylelikle birey içinde yaşadığı toplumun değerlerini, dilini, kültür dokusunu algılayıp kavrar, ana dili aracılığıyla bilgi kazanır, geliştirir. Ana dili dünyaya gelişle birlikte okul çağına kadar doğal olarak kazanılır. Okulda ise eğitim sayesinde ana dilin kuralları, biçimlenişi, işlevi ve doğru kullanımı öğretil

İlköğretimde Türkçe derslerinin genel amaçları, öğrencilerin anlama ve anlatma gücü ile dil bilgisi ve yazma kabiliyetini geliştirmek; okuma ve dinleme alışkanlığı kazandırmak; kelime hazinesini zenginleştirmek; Türkçeyi etkili ve doğru kullanma becerisi kazandırmak; dilimizi sevdirmektir.

Türkçeyi iyi kullanabilmek okul yıllarında, iş hayatında, yaşamı boyunca önemli yere sahiptir. İlköğretime yeni başlayan çocuk ana dilini anlamayı, dinlemeyi aile içinde bir nebze olsun öğrenerek gelmiştir. İlköğretimde konuşma becerisine okuma ve yazma becerisi eklenir, kelime dağarcığı gelişir. Konuşma becerisinin Türkçe öğretimi için temel olmasının yanı sıra okuma becerisi sadece Türkçe dersi için değil diğer derslerdeki başarısı için de gereklidir. Doğru ve hızlı okuyabilen,

okuduğunu anlayan, anladıklarını zengin kelime hazinesiyle ifade edebilen bir kişinin başarılı olması kaçınılmaz bir sonuçtur.

Türkçe eğitiminin temel amacı da bireyi ana dilinin beceri alanında yetkinliğe ulaştırmaktır.

“Türkçe öğretiminde öğrencilerin kazanımlar, etkinlikler yoluyla okuma, dinleme, konuşma ve yazma becerilerini geliştirmeleri, dilimizin imkan ve zenginliklerinin farkına vararak Türkçeyi doğru, güzel ve etkili kullanmaları hedeflenmektedir. Böylece öğrenciler, dil sevgisi ve bilinci kazanarak öğrenme sürecinde daha verimli olacak, kendilerini hayata ve geleceğe hazırlayacak birikimi edineceklerdir.”( Özbay, 2006a:VI)

Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı 2005 yılında hazırladığı İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programı ve Kılavuzu ile ilköğretim ikinci kademede Türkçe öğretiminin, programının genel amaçları şu şekilde belirlenmiştir:

Türkçe Dersi Öğretim Programı ile Türk Millî Eğitiminin genel amaçları ve temel ilkelerine uygun olarak öğrencilerin;

1. Dilimizin, millî birlik ve bütünlüğümüzün temel unsurlarından biri olduğunu benimsemeleri,

2. Duygu, düşünce ve hayallerini sözlü ve yazılı olarak etkili ve anlaşılır biçimde ifade etmeleri,

3. Türkçeyi, konuşma ve yazma kurallarına uygun olarak bilinçli, doğru ve özenli kullanmaları,

4. Anlama, sıralama, ilişki kurma, sınıflama, sorgulama, eleştirme, tahmin etme, analiz-sentez yapma, yorumlama ve değerlendirme becerilerini geliştirmeleri,

5. Seviyesine uygun eserleri okuma; bilim, kültür ve sanat etkinliklerini seçme, dinleme, izleme alışkanlığı ve zevki kazanmaları,

6. Okuduğu, dinlediği ve izlediğinden hareketle, söz varlığını zenginleştirerek dil zevki ve bilincine ulaşmaları; duygu, düşünce ve hayal dünyalarını zenginleştirmeleri,

7. Yapıcı, yaratıcı, akılcı, eleştirel ve doğru düşünme yollarını öğrenmeleri, bunları bir alışkanlık haline getirmeleri,

8. Bilgiye ulaşmada kitle iletişim araçlarından yararlanmaları, bu araçlardan gelen mesajlara karşı eleştirel bakış açısı kazanmaları ve seçici olmaları,

9. Türk ve dünya kültür ve sanatına ait eserler aracılığıyla millî ve evrensel değerleri tanımaları,

10. Hoşgörülü, insan haklarına saygılı, yurt ve dünya sorunlarına duyarlı olmaları ve çözümler üretmeleri,

11. Millî, manevî ve ahlakî değerlere önem vermeleri ve bu değerlerle ilgili duygu ve düşüncelerini güçlendirmeleri amaçlanmaktadır.(MEB, 2005)

III.II. Dil Bilgisi Öğretiminin Ana Dili Eğitimindeki Yeri ve Önemi

Benzer Belgeler