• Sonuç bulunamadı

3.3. Algı Problemi Bağlamında Matematiğin Konumu ve Etkisine ĠliĢkin Bir KarĢılaĢtırma

3.3.1. Gizem ve Yanılgı

Berkeley‟nin “doğal dünyası, geride kalanlar açısından, çok ĢaĢırtıcıdır -o hayli yüzeysel bir dünyadır- fakat tam da bu nedenle gizemli bir yer değildir” (Magee, 2000, s.

143). Onun felsefesi birtakım gizemleri ortadan kaldırmak üzerine kuruludur. Algılarla ya da matematikle ilgili olsun, Berkeley her türlü gizemin karĢısında sadeliğin ve berraklığın tarafını tutmuĢtur.

Leibniz‟e göre de gizemlerin, birtakım anlamsız sözler haline gelmemesi için bir yere kadar açıklanması gerekir (2019, s. 113). Bu düĢünce The Analyst‟e çok önceden verilmiĢ bir cevap gibi de okunabilir. Leibniz‟e göre akıl bizi bir sınıra kadar aydınlatmakta ve sınırın öbür tarafı hakkında da fikir vermektedir. Dolayısıyla, sınırın ötesine iliĢkin birtakım gizemler her zaman varlığını sürdürecektir. Detayda bazı gizemler saklı olsa bile, matematiğin de katkısıyla bütüne iliĢkin uygun bir tasarım oluĢturmamız mümkündür. Dahası, “bir Ģeyi anlayabilmek için o Ģey hakkında birkaç tasavvur elde etmekle iĢ bitmez, o Ģeyin bütününü bize bildiren bütün tasavvurlara sahip olmak gerektiği gibi, üstelik bu tasavvurların açık, seçik ve „upuygun‟ (adequate) olmaları gerekir” (2019, s. 119). Dolayısıyla, Leibniz‟in bütünü kavrama arzusuyla matematikteki çalıĢmaları arasında önemli ölçüde bir eĢgüdüm söz konusudur. Sonsuz küçükler de yalın tözler de bütünü bütünlüğünü bozmadan kavramayı mümkün kılan yapı taĢlarıdır.

36 The Analyst; or a Discourse Addressed to an Infidel Mathematician.

89

Berkeley‟ye göre soyut töz kavranılamaz bir Ģeydir. Gerçek olan algıda var olanlardır;

bu var olanların ardında maddi bir dayanak aramak ise tümüyle anlamsızdır. Hegel idealizm için “dıĢsal gerçekliğin bu Ģekilde tektaraflı olarak yok edilmesidir” der (Hegel, 2011, s. 74).

Ancak Berkeley felsefesinde gerçeklik değil, maddi dıĢsal gerçeklik yadsınmaktadır.

Berkeley‟nin algı görüĢü, onun tecrübî bilgiye tanıdığı özel yer dolayısıyla ĢekillenmiĢtir.

Leibniz‟e göre ise matematik bize tecrübî olanın ötesinde bir bilgi sağlar. Leibniz‟e göre

“uçsuz bucaksız bir biçimde uzanan sonsuzluğun ancak küçük bir parçasının bilgisine sahibiz” (2013, s. 41). Tecrübe bu bilginin ancak bir kısmında ama elzem bir rol üstlenmektedir.

Hiç kuĢkusuz, akıllı ruhumuz bütün hakikatleri nüve halinde kendinde taĢır. Lakin tecrübe, bu nüvenin açılıp serpilmesini teĢvik etmek için zorunludur. […] Bununla birlikte tecrübe sadece geçici bir süreçtir;

Ģeylerin mantık ve matematik vasıtasıyla açıklanmasında, tecrübeyi zaten aĢıyoruz. (Boutroux, 2017, s.

41-42)

Deneyimin matematiksel olan yanında ikincil bir role atanmasının nedeni ise onun yanıltıcılığıdır. Duyular bize her zaman hakikati sunmaz.

Ġmanı dinlemek için akla yüz çevirmemiz ya da Kraliçe Christine‟in dediği gibi, „hakikati göreceğim diye gözlerimizi oymamız‟ gerekmez. Sıradan görünüĢler gizemlere zıt olduğunda, onları kabul etmeyiveririz, olur biter. Ama sıradan görünüĢleri inkar etmek hiçbir biçimde aklı inkar etmek demek değildir. Çünkü doğa olaylarında bile, deneyim ve üstün sebepler yardımıyla, görünüĢlerin çok defa bizi nasıl aldattıklarını anlıyoruz. (Leibniz, 2019, s. 89).

Duyunun zaman zaman yanıltabilmesine karĢılık iyi çalıĢan bir akıl her zaman saf gerçeğin bilgisini sunmaktadır. “Duyu organlarımız ne kadar ellerinden geleni yaparlarsa yapsınlar, onlar yardımıyla elde ettiğimiz tasarımlar çoğunlukla hakikate karĢıttırlar. Oysaki görevini tam yapan bir düĢünme yetisi için durum aynı olamaz” (Leibniz, 2019, s. 111).

Leibniz, aynı yazının devamında görme duyusunu örnek vererek, her zaman duyunun

90

zayıflığından dolayı değil, bazen tam da o duyunun yapısı gereği hatanın ortaya çıktığını açıklamaktadır. Daireye yandan bakılınca elips Ģeklinde görülmesi bu duruma örnek olarak verilebilir.

Berkeley‟ye göre ise yukarıdaki örnekte yanılgının kaynağı, iki farklı algılama deneyimini uygunsuz biçimde birleĢtiren akıldır. Hakikat önce daire sonra ise elips biçimine iliĢkin birer algıya sahip olunmasıdır. Akıl, art arda gelen iki algıyı iliĢkilendirerek, tek bir nesnenin farklı görünümlerine sahip olduğuna kanaat getirerek kötü bir alıĢkanlığı sergilemektedir. Berkeley‟ye göre, cismin algısı değil, algılardan soyutlamayla hatalı bir Ģekilde ulaĢılan soyut cisim ideası söz konusudur. Aynı hatalı vargı soyut hareket ve soyut uzam ideaları için de söz konusudur. Leibniz‟de ise, aklın vakıf olduğu bu gibi idealardan söz edilmektedir:

Cisimlerdeki etkinlik (activite) hareketten ibaret olduğu gibi, ruhdaki etkinlik de eğilimden (conatus) veya sanki en küçük (minimal) yahut anlık (punctual) bir hareketten ibarettir. Bununla birlikte ruh, gerçekte tek bir mekânsal noktadan (un seul point de l’espace) baĢka bir Ģey değildir, cisim ise bir mekân iĢgal eder. (Kadri, 2009, s. 140)

Leibniz‟e göre, ruhtaki „anlık‟ hareket ya da onun iĢgal ettiği „mekânsal nokta‟

duyuların sınırlarını aĢmaktadır. Bu noktalar matematiğin duyuyu aĢan yol göstericiliğini gerekli kılmaktadır. Leibniz‟in diferansiyel kalkülüs icadına yol açan da algıya iliĢkin bu gibi düğüm noktalarıdır. Berkeley‟nin „minimum görünür‟üne karĢılık, Leibniz‟de „sonsuz küçük‟

nicelikler vardır ki, bu nicelikler bilinçli algıya konu edilemeyen niceliklerdir. Berkeley‟nin dili, bir bakıma bilinçli algıların dili olduğundan, sonsuz küçük kavramı bu dilde tanımlanamayan birtakım özelliklere sahiptir.

Berkeley‟nin felsefesi, din adamı misyonundan ötürü de kimilerince baĢka bir zeminde değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, diğer taraftan, empirist geleneğin önemli bir

91

temsilcisi olmasından ötürü Hume tarafından daha da ileri taĢınmaya değer bulunmuĢ ve ayrıca üç buluĢuyla Mill‟in takdirini kazanmıĢtır: 1. Görsel algı kuramı; 2. Akıl yürütmenin hep tikeller üzerine olması; 3. Olgusallığı oluĢturanın duyusal kümeler oluĢu (Copleston, 1998, s. 64). Dolayısıyla, Berkeley‟nin asıl etkisi onun empirizme katkısındadır. Hume Berkeley‟nin „rahatsızlık veren‟ felsefesini Ģu sözlerle takdir etmiĢtir: “Bu konuda kabul edilen görüĢü rahatsız eden ve tüm genel idelerin tikel olanlardan baĢka bir Ģey olmadıklarını ileri süren büyük bir filozof” (Hume‟dan aktaran Zelyüt, 2012, s. 89).

Yine de Berkeley‟nin felsefesi sıklıkla “18. yüzyıl ateist ve materyalist unsurlara karĢıt bir din savunması” olarak okunmaktadır (Ġmamoğlu, 2014, s. 32). Ne var ki, Berkeley‟nin açıktan açığa yazdıklarında da bu yorumu destekleyecek pek çok kısım vardır. Örneğin:

“Tanrı ile ödevlerimizi göz önünde bulundurmak araĢtırmalarımızın ilk sırasında olmayı hak eder. Benim emeklerimin baĢlıca hedefi, amacı buna yardım etmektir” (Berkeley, 2015, s.

192). Berkeley‟nin böylesine öne çıkan dinsel kaygılarını bir kenara koymak mümkün görünmemektedir. Ancak, yine de, kalkülüsün çıkıĢında birtakım yeterince temellendirilmemiĢ kavramın ve yeni sezgisel mantığa iliĢkin saptamaların matematik alanına adeta can havliyle giriĢini ve dahası, bu çalıĢmaların anlaĢılmaksızın birer otoriteye dayandırılması giriĢimini eleĢtirmesi dikkate değerdir.

Benzer Belgeler