• Sonuç bulunamadı

2. ALMAN ROMANLARINDA YABANCILAŞMA

2.2. Max Frisch

2.2.2. Max Frisch’in ‘Homo Faber’ Eserinde Yabancılaşma Olgusu

2.2.2.2.1. Yabancılaşmanın Max Frisch Anlatımı: ‘Homo Faber’

İsviçreli yazar Max Frisch (1911 – 1991)’in en ünlü eserlerinden Homo Faber, 1957 yılında yayımlanmıştır. Latince bir sözcük olan Homo, ‘teknik insan’ anlamına gelir. Teknolojik gelişmeler doğrultusunda kendi özüne yabancılaşan zamane insanı, eserin konusudur. Eserin başkahramanı Walter Faber, bir mühendistir. Dünya görüşünü teknolojik gelişmeler çerçevesinde belirleyen, salt akla inanan Faber, ölçülemeyen her şeyi reddeder. Faber’in yanılgısı, yaşamın önceden tahmin edilemeyen ve bazen bir dizi rastlantıdan ibaret olan durumları kabul edilebilir olarak algılamamasından kaynaklanır ve onu büyük bir pişmanlığa sürükler. Salt mantık çerçevesinde düşünen insanın, insani değerlere yabancılaşmasının anlatıldığı eserde, teknolojinin beraberinde olumsuzluklar da getirdiği ortaya çıkarılmıştır. Yazıldığı dönemin problemini dile getiren Frisch, insanın her şeyi hesaplanabilir görmesi ile hayata egemen olabileceği algısını bu eseriyle kırmayı amaçlar. Yazarlık yaşamından önce, başarılı bir mimar olarak hayatını sürdüren Frisch, matematiğe ve tekniğe uzak bir insan değildir. Bir eseri incelerken, yazarı ile kıyaslama yapmaya alışkın okuyucuya, Frisch ‘Günlükler 1946 – 1949’da yer verdiği bir söz ile adeta okuyucuyu düşüncesinde haklı kılmıştır:

“Aslında biz yazan değil, yazılanız. Yazmak, kendini okumaktır.”51

Teknolojinin gelişmesiyle, teknoloji günümüzde artık insan davranışlarını belirleyici bir konuma gelmiştir. Her geçen gün teknolojinin akıl almaz bir şekilde ilerlemesiyle de insan davranışları üzerindeki bu rolü artmıştır. Öyle ki tekniği üreten insan, tekniğin ürettiği şey konumuna gelmiştir. Eserdeki başkahraman Faber, tam da bu noktada salt teknolojik donanımlı bir akıl ile her şeyi – insani olgular da dâhil olmak

51

üzere- yorumlar. Oysaki insani olguları, içsel sezişlerden uzak bakış açısıyla görmek ve kabul etmek yanlış olacaktır ve nitekim Faber, teknolojik bakış açısının ona getirdiği bu yanılsama ile ilim dünyasının getirdiği olumsuzlukların bahtsız bir örneğini teşkil eder. Tekniğin insan hayatını artan bir oranda etkilemesi ile insanlar arasındaki bağlar gittikçe zayıflar, geleneksele olan bağlılık azalır, genel anlamda bir inançsızlık durumu yaşanır. Bu inançsızlık durumu hem insanın kendi doğasına karşıdır hem de yaratıcısına karşıdır. Tekniğin insan hayatını etkiler bir hale gelmesini ve insan hayatındaki olumlu yanlar haricinde olumsuzlukları da barındırmasını Heistermann’ın şu sözleri ile vermek, teknolojiden kaynaklı yabancılaşma konusunu daha anlaşılır kılacaktır:

“Teknik sayesinde hayatın bütün görünen alanlarında kimsenin inkâr edemeyeceği, isteyerek vazgeçemeyeceği ilerlemeler ve gelişmeler oldu. Bununla beraber onda gittikçe çoğalan bir huzursuzluk, düşmanca bir güç, yabancı bir kuvvet de hissediliyor. İlmin oluşuna bağlı olarak, bütün hayat bağlarının şeyleştirilmesinin ve objektifleştirilmesinin ilerlemesi en açık ifadesini teknikte buluyor. Teknik yoluyla

varlık şartlarının değişmesi, insanın da değişmesine sebep oluyor”52

(Özoğuz, 1975:13). Walter Faber, teknik gelişmelerle biçimlenmiş tipik bir 20. yüzyıl insanıdır. UNESCO’da mühendis olarak çalışan Faber, geri kalmış ülkelere teknik yardım götürmek amacıyla sürekli seyahat eder. Frisch’in kahramanını seyahatler aracılığıyla dönüştürdüğü eseri, Goethe’nin bir şiirindeki şu dizeleri akıllara getirir: “Yolculuğu sen yaparsın / Nereye olduğunu kader çizer” Faber’in planladığının dışında gelişen seyahatleri ve bu seyahatlerin onu kendisini sorgulayan bir insana dönüştürmesi,

“yaşamın da bir yolculuk olduğuna”53

gönderme olarak yorumlanabilir. Ayrıca eserde kahramanın sık sık seyahat etmesinden dolayı seyahatin, önemli bir işlevi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır:

“Seyahat motifi, kilit bir motiftir. Faber eser boyunca seyahat eder. Modern dünyanın merkezi olan New York’ta başlayan seyahati, Orta ve Güney Amerika’da ve Avrupa’nın eski yerleşim merkezi olan Atina’da devam eder” (Gigl, 2011:74).

Faber mesleğine fazlasıyla önem veren tam bir işkoliktir, onu heyecanlandıran makinelerin kusursuz işleyişidir. Eser, Faber’in yine bir iş seyahati dolayısıyla New York’tan havalanan bir uçağa binmesiyle başlar. İnsanlarla iletişime olan soğuk bakışını, yan koltuğunda oturan yol arkadaşına karşı itici davranışlarıyla eserin en

52

Prof. Dr. Walter Heistermann (Berlin), ‘Wissenschaft und Profanitæt’, Çeviren:Tomris Mengüşoğlu, “İlim ve Profanlık”, Felsefe Arkivi sayı:16, s.79. Aktaran: Özoğuz, 1975:13

53

başında veren Frisch, Faber’in makinelere olan büyük güvenini uçağın arızalanıp ıssız bir çöle zorunlu inişiyle sorgulamasını sağlar. Tesadüfler dizisinden oluşan olaylar, Faber’i ilkin matematiksel hesaplar ile kendinden emin çizgisinden çıkarmaz, fakat her şeyin hesaplanamadığı bir dünyada olduğunun acı bir şekilde farkına varan Faber, eserin sonlarına doğru pişmanlığını dile getirir. Eser New York’ta başlar. Tekniğin son derece ileri olduğu bir merkez olan New York şehrinde başlayan eser, mistiszmin, eski kültürlerin ve sanatın beşiği sayılabilecek Yunanistan’da bitmesi açısından manidardır. Anlam yüklenerek seçildiği düşünülen bu iki şehir, aynı zamanda başkahramanın yaşadığı dönüşüme bir göndermedir. Faber, rastlantısal olayların akışında içsel sezişlerden uzak adeta bir makine olarak hareket eden bir insandan, kaderin hesaplanamayan, ölçülemeyen gerçekleri ile yüzleşen bir insana dönüşmüştür.

Max Frisch’in Türkçeye ilkin ‘Çarpık Sevda’ adı ile çevrilen romanı ‘Homo Faber’, tekniğin insanı bir robota dönüştürerek, duygularından arınmış, türdeşlerine uzaklaşan, doğanın ve insanın varlığını sürdürüşünü tekniğe bağlayan, inançsız ve anlamsız bir hayat süren fakat en sonunda başına gelen talihsiz olaylarla, insan hayatının salt akıldan ibaret olmadığını; bilakis aklın, duygunun, sezginin ışığında anlamlandırılabileceğini talihsiz bir şekilde kavramış bir mühendisi konu alır.