• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM: ALTERNATİF OLARAK YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ

3.1. YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ

3.1.3. FRANSIZ YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ

3.1.3.2. Yürütme

Daha öncede belirtildiği üzere De Gaulle, Dördüncü Cumhuriyet için önerilen yönetim sisteminin istikrarsızlıklara neden olacağını savunmuş ve

95

gerçekten de Dördüncü Cumhuriyet sadece on iki yıl dayanabilmiş ve bir askeri darbe ile devrilmiştir. Askeri cunta ve hükümet De Gaulle’un devletin başına geçmesi konusunda uzlaşmış ve De Gaulle olağanüstü yetkilerle devleti yönetmeye başlamıştır. Beşinci Cumhuriyet’i kuran De Gaulle, Dördüncü Cumhuriyet’in meclis odaklı yönetim sistemine tepkili olduğundan, Beşinci Cumhuriyet’te yürütme merkezli bir sistem kurmuştur ve hazırlamış olduğu 1958 Anayasası ve 1962 Anayasa revizyonu ile birlikte üstün güç “meclis” değil

“yürütme” haline gelmiştir.

Bu sistem yarı başkanlık ismini, başkanlık sistemindeki tekli otoriteyi ikiye böldüğü için yürütmedeki ikili yapıdan dolayı almaktadır (Sartori, 1997, s.

161). Yarı başkanlık sisteminin en karakteristik özelliği, yürütmenin iki başlı yapısıdır. Doğrudan halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve meclisin içinden çıkan başbakan yürütme işlemini birlikte gerçekleştirirler (Arslan, 2013, s. 256). Bu noktada cumhurbaşkanı “devletin başı” konumunda iken, başbakan

“hükümetin başı” konumundadır (Yazıcı, 2011, s. 109). Sistemde cumhurbaşkanı geniş yetkilerle donatılmıştır. Bu durum yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere, Üçüncü ve Dördüncü cumhuriyet dönemlerinde yaşanan siyasi krizlerle ve De Gaulle’ün karakteriyle açıklanabilir.

Beşinci Cumhuriyet’i kuran 1958 Anayasası’nda, devlet başkanını yedi yıllığına seçme yetkisi mecliste iken, 1962’de yapılan Anayasa revizyonu ile sistem son halini alarak cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi benimsenmiştir. Son olarak 2000 yılında yapılan referandumda ise, cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldan beş yıla düşürülmüştür (Roskin, 2014, s. 124).

Cumhurbaşkanı ve başbakanın yetkilerini Duverger şöyle formulüze etmiştir. Öncelikle cumhurbaşkanının kendisine özel olan ve gerek başbakanın gerekse de bakanlardan herhangi birinin onayına veya önerisine ihtiyaç olmadan kullandığı yetkiler, diğeri ise başbakan ile anlaşarak kullanabildiği yetkilerdir (Duverger, 1975, s. 124).

96

Cumhurbaşkanının genel olarak yetkilerini sıralayacak olursak;

başbakanı ve diğer kabine üyelerini atamak, kabine toplantılarına başkanlık etmek, üst düzey bürokratları ve askerleri atamak, ordu şefliği (başkomutan) görevini yerine getirmek, Meclis ve Senato başkanları ile görüştükten sonra, bir yıllık süreç içerisinde sadece bir defa olmak kaydıyla, Ulusal Meclisi feshetme yetkisini kullanmak, dışişleri ve ülkenin savunması konularında politika belirlemek, hükümetle beraber yasa tasarıları hazırlamak, Ulusal Meclis’ten gelen yasa önerilerini kabul etmek veya görüşmek üzere meclise geri göndermek meclisten veya hükümetten gelen kanun önerilerini referanduma götürmek, Yüksek Yargıçlar Konseyine başkanlık yapmak ve yüksek seviyedeki yargıçların atamasını yapmak ve son olarak gerekli hallerde anayasanın 16.

Maddesi’nde yer alan olağanüstü yetkileri kullanmaktır (Çam, 1987, ss. 164-166).

Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arasında, Anayasa’nın 16. Maddesi dikkat çekici bir madde olup, istisnai hallerde ve nadiren kullanılan yetkilerdir.

Anayasa’da sözü edilen madde şu şekilde geçmektedir.

“Cumhuriyetin kurumları, milletin bağımsızlığı, ülkesinin bütünlüğü veya uluslararası taahhütlerin yerine getirilmesi ciddi ve ani biçimde tehdit edildiği ve anayasal kamu güçlerinin düzenli işleyişi bozulduğu zaman Cumhurbaşkanı, Başbakanın, Meclis Başkanlarının ve Anayasa Konseyinin resmi görüşlerini aldıktan sonra, bu şartların gerektirdiği önlemleri alır.

Durumu bir açıklamayla milletin bilgisine sunar.

Bu önlemler anayasal kamu güçlerine en kısa süreler içinde görevlerini yerine getirmek olanaklarını sağlama iradesinden kaynaklanmalıdır. Bu konularda Anayasa Konseyinin görüşü alınır.

Parlamento kendiliğinden toplanır.

97

Millet Meclisi, olağanüstü yetkilerini kullandığı süre içinde feshedilemez.

Bu olağanüstü yetkilerin kullanılmasından otuz gün sonra, konu, Millet Meclisi Başkanı, Senato Başkanı, Millet Meclisinin altmış üyesi ya da altmış senatör tarafından bu fıkrada belirtilen şartların hâlâ devam edip etmediğinin belirlenmesi maksadıyla, Anayasa Konseyi’ne havale edebilir. Anayasa Konseyi kararını en kısa süre içerisinde halka açıklar. Anayasa Konseyi bu incelemeyi re’sen gerçekleştirir ve kararını, olağanüstü yetkilerin kullanılmaya başlandığı tarihten altmış gün sonra ya da bu tarihten sonra herhangi bir tarihte aynı şekilde verir.” (md. 16)

Duverger bu maddenin cumhurbaşkanına verdiği gücü şöyle yorumlamaktadır. “Cumhurbaşkanı geçici bir süre için gelmiş ve “durumun gerektirdiği tedbirleri” alacak olan bir diktatördür” (1975, s. 128). Ancak cumhurbaşkanının bu yetkileri kullanması o kadar basit değildir. Çünkü cumhurbaşkanı 16. Maddeyi kullanmaya başladığı an sistem kendisini koruyacak önlemleri de göz ardı etmemiştir. Örneğin, meclisi fesih yetkisi cumhurbaşkanının elinden alınmakta, parlamento hiçbir çağrı olmaksızın toplanmakta ve bu yetkilerin kullanımının devam edip etmeyeceği Anayasa Konseyi tarafından belirlenmektedir. Sonuç olarak 16. Maddede cumhurbaşkanına verilen bu yetkiler geçicidir ve bu yetkinin kötüye kullanılması durumunda ise Senato ve Meclis’in oylarıyla Cumhurbaşkanı yargılanabilir.

Yarı başkanlık sisteminde yürütmenin iki başlı olduğuna daha önce değinilmişti. Yürütmenin bir başında cumhurbaşkanı var iken, diğer başında ise başbakan mevcuttur. Hükümet ulusal siyaseti yapmak ve yönetmekle görevlendirilmiştir ve idari örgütle ordudan yararlanmaktadır. Bakanlar çeşitli idari örgütlerin şefi konumundayken, başbakan bütün idari örgütlerin şefi kabul edilir ve ulusal savunmada sorumluluk taşır. Başbakanın 13. Maddeyle Cumhurbaşkanına verilen yetkiler dışındaki konularda kararnameleri

98

imzalamak, askeri ve sivil memur atamaları yapmak gibi tek başına kullanabileceği yetkileri vardır (Çam, 1987, s. 170). Başbakan ve onun bakanlarının yetkileri anayasada açıkça belirlenirken, Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ise çok açık bir şekilde belirlenmemiştir. Bu noktada Sartori cumhurbaşkanının yetkilerindeki fluluğu ve dağınık olmasını “başkanın başlıca yetkilerini, ara sıra kullanılabilir nitelikte” oluşuna bağlamaktadır. Bunların normal ayrıcalıklar değil, nadiren kullanılabilen istisnai yetkiler olduğunu da dile getiren Sartori, anayasanın hazırlayıcılarının amaçlarının, yüce ve emperyal bir başkan yaratmak olmadığını savunmaktadır (1997, ss. 162-163)

Cumhurbaşkanı, seçimlerden çıkan sonuca göre meclisten güvenoyu alabilecek bir ismi başbakan adayı olarak göstermektedir. Ancak cumhurbaşkanı ile meclis çoğunluğunun farklı siyasi partilerden gelmesi halinde, Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın farklı siyasi partilerden olması durumuyla karşılaşılmaktadır. Bu duruma cohabitation -nikahsız yaşama- denir.

Bu uyumsuzluğu çözebilmek adına cumhurbaşkanı meclisi tekrar seçime götürebilir ama daha önce de değinildiği üzere hiçbir erken seçimin meclisin siyasi yapısını değiştirmesi kesin değildir. Böyle bir durumda cumhurbaşkanının yapması gereken şey meclisten güvenoyu alabilecek bir başbakanı atamaktır (Yazıcı, 2011, s. 99). Cohabitation’a ilk örnek, 1986 yılında görev süresinin bitmesine iki yıl kalan sosyalist Mitterrand’ın meclis desteğini kaybetmesi, seçimler sonucunda muhafazakar partinin meclis çoğunluğunu elde etmesi olmuştur. Beşinci Cumhuriyet’te ilk kez karşılaşılan böyle bir durumun akabinde solcu Mitterrand, Cumhuriyetçi Chirac’ı Başbakan olarak atayıp, kendi yetkilerini de sınırlayarak yola devam etmiştir (Roskin, 2014, s. 126). Diğer taraftan yine aynı durum 1993 yılında yaşanmış, Cumhurbaşkanı Mitterrand, Cumhuriyetçi Balladur’u Başbakan olarak atamıştır. 1997 yılında ise Cumhurbaşkanı olan Chirac, Sosyalist Jospin’i Başbakan olarak atayıp, kendi yetkilerini sınırlayarak sorunu çözmüştür (Lijphart, 2014, s. 150).

Cohabitation dönemlerinde sistemin kilitlenme ihtimali her dönem olmakla birlikte, bu dönemlerde Cumhurbaşkanlığı yapan Mitterrand ve

99

Chirac’ın, kendi yetkilerinde kısıtlamalara giderek, ılımlı davranmaları sistemi tıkanmaktan kurtarmıştır. Fakat Sartori, sistemi tıkanmaktan kurtaran şeyi çift-başlı yapının doğru işlemesi ve yarı başkanlık sisteminin tıkanıklıkları önleyici bir mekanizmaya sahip olması olarak ifade etmektedir (1997, s. 164).