• Sonuç bulunamadı

XIX YÜZYILA KADAR ÇUKUROVA’DA DOĞAL AFETLER VE SALGIN

1. DOĞAL AFETLER 1.1. Deprem

Osmanlı literatüründe deprem kelimesine karşılık olarak; “hareket-i arz”, “hareket-i arziyye”, “zelzele”, “tezelzül”, “tezelzülât”, ve “tezelzülât-ı arziyye” (Kuzucu, 1999a: 678), “zelâzil”, “hareket” (Tozlu, 2001: 93) gibi tabirler kullanılmıştır.

Modern deprem kuramlarında kabul edilen levha tektoniğine göre; yeryuvarlağının dış kısmı, levha adı verilen katı kaya tabakalarından oluşmaktadır. Kıta adı verilen levhalar, sıvı magma üzerinde hareketli olduklarından devamlı birbirlerini iter, çarpışmalar yoluyla birbirini etkilerler (Bolt, 2008: 38-39, 185). Avrasya plakasıyla, Arap plakası Anadolu plakasını doğuya doğru iterken Anadolu mikro plakası ise Ege mikro plakasını itmektedir. Bu şekilde farklı plakaların hareketleri depremleri oluşturmaktadır. Bu hareketlenmeler özellikle Suriye ve Halep çevresinde tarih boyunca pek çok depremin meydana gelmesine neden olmuştur (Panzac, 1997: 4, 5, 7).

Anadolu, Alp-Himalaya Deprem Kuşağı üzerinde olduğundan gerek geçmişte gerekse günümüzde can ve mal kaybına yol açan depremlere sahne olmuştur. Kuzey Anadolu fay kuşağından sonra Anadolu’daki en önemli fay kuşağı Doğu Anadolu fay kuşağıdır. Doğu Anadolu fay kuşağı, Kızıldeniz’den başlayıp Antakya, Bingöl üzerinden Varto’da Kuzey Anadolu fay kuşağı ile birleşir (Atalay, 1994: 21). Arabistan kıtası, Anadolu’ya baskı yaptığından, Anadolu bu sıkıştırmadan kurtulmak için hareketlenir, bu hareketlenmeler de Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu fayları üzerinde hareketlere neden olmaktadır (Bolt, 2008: 88). Antakya-Amik-Maraş oluğu ve Güneydoğu Toros yayının dış sınırı Anadolu’da deprem olasılığının yüksek olduğu yerlerdir (Erler, 2010: 103).

Adana çevresinde Misis5, depremden en çok etkilenen yerlerin başında gelmektedir. Misis’te tarih boyunca pek çok deprem meydana gelmiştir. Adana’ya yakın olmasından dolayı bu depremler, Adana’yı da etkilemiş olmalıdır. M.Ö.64’te

5 Misis, Ceyhan Nehri’nin sağ kıyısında Adana’ya 27 km mesafede olup 1960’tan sonra adı Yakapınar

Pompei, M.Ö.69’da depremden harap olan şehri onartmıştır (Sahillioğlu, 1991: 229). Doğu Akdeniz’de en çok deprem görülen yerleşim yerlerinin başında Antakya da bulunmaktadır. Antakya’da meydana gelen depremler yakın olmasından dolayı Adana ve çevresinde de hissedilmiş olmalıdır. M.S.35’te Antakya depremle sarsılmış ve 115’te şiddetli zelzeleyle tahrip olmuştur (Sahillioğlu, 1991: 229). 21 Temmuz 365’te Ege ve Doğu Akdeniz’de çok şiddetli bir deprem meydana geldiği bilinmektedir (Demirkent, 2001: 53). 526’daki deprem de Antakya’da büyük bir tahribata sebep olmuştur. 20 Mayıs 526’daki depremle ilgili olarak Kedrenos, bütün bina ve tapınakların yıkıldığını, binlerce erkek, kadın ve bebeğin öldüğünü söyler (Demirkent, 2001: 57; Sahillioğlu, 1991: 229). 250 bin kişinin öldüğü 526 yılındaki deprem ve daha sonra bölgede meydana gelen depremler, Antakya’nın kalkınmasını da engellemiştir (Streck, 1978: 456-457). 528’de Antakya’da meydana gelen depremlerde şehirler oturulamayacak kadar tahrip olmuştur (Atalay, 1994: 22). 551, 557 ve 577’de ve 580-581 yıllarında da Antakya’da depremler olmuştur (Sahillioğlu, 1991: 22; Demirkent, 2001: 62).

Misis’in deprem yüzünden tahrip olan surları Mansur Dönemi’nde 756- 757’de tamir ettirilmiştir. 803’teki depremde de Misis tahrip olmuş, 811’deki depremde şehrin surları ve bazı mahalleler ile civardaki üç köy harap olmuştur. Süryani Mihail, depremden sonra Ceyhan Nehri’nin sularının gemiler karaya oturacak kadar alçaldığını belirtmiştir. 859’daki depremde Suriye, el-Cezire ve Çukurova’daki birçok yerleşim yeri ile Misis de harap olmuştur (Demirkent, 2005: 179). 1108 yılı eylül ayında Ceyhan ve çevresinde meydana gelen deprem önemli ölçüde tahribata neden olmuştur. Süryani Mihail, deprem öncesinde gökyüzünde önemli değişiklikler görüldüğünü anlatmıştır. “Depremden beş ay önce Mart-Nisan 1108’de Ceyhan bölgesinde geceleyin üç saat devam eden güneşe benzer parlak bir aydınlık, gökyüzünü kaplamıştır. 4 Nisan 1108 sabahı gökyüzü ilk üç saat toz dumana benzer kesif bir karanlıkla kaplanmıştır. Bu zaman diliminden sonra ışık vermeye başlayan güneş, müteakip üç saatlik zamanda da ateşe benzemiş fakat ışık vermemiştir. 5 Mayıs günü üç saat süren bir güneş tutulması meydana geldikten sonra yine aynı yıl haziran ayı başında bir kuyruklu yıldız, her gün ilerlemek suretiyle on beş gün gökyüzünde kalmıştır. Bu alametlerden üç ay sonra da deprem meydana geldi.” diye depremi anlatmıştır (Kesik, 2001: 30). 29 Kasım 1114’te

Maraş’taki deprem Sis, Misis, Antakya ve Halep’te de yıkıma yol açmıştır (Kesik, 2001: 31-32). 1141’de Akdeniz bölgesinin sahil kesiminde deprem meydana gelmiş, Kilikya’da bulunan Kalinag adlı bir kasaba ile aynı mıntıkanın sahil kısmında kaynakların adını vermediği birçok yerde yıkım meydana gelmiştir (Kesik, 2001: 38). 1143’te Kilikya’da ve Suriye’de meydana gelen depremde birçok kasaba ve şehir tahrip olmuştur (Kesik, 2001: 39). 1144’teki depremde de Kuzey Suriye ile Misis ve Çukurova’nın birçok köyü tahrip olmuştur (Demirkent, 2005: 180). Süryani Mihail, 1150 yılında Antakya’daki deprem hakkında bilgi vermiştir. 27 Eylül 1156’da Suriye’de şiddetli bir deprem olmuştur. Sonra 3 Nisan 1157, 4 Temmuz 1157 ve 14 Temmuz 1157’de üç şiddetli deprem daha meydana gelmiştir. Halep civarı, Asi Vadisi ve Doğu Akdeniz bu depremlerden etkilenmiştir. 29 Haziran 1170’te merkez üssü Suriye olan deprem ile 1200-1201’deki bir diğer deprem de Doğu Akdeniz’i etkilemiştir. 1222’de Kıbrıs’ta meydana gelen deprem Akdeniz kıyılarında da hissedilmiştir (Altan, 2001: 41-43,45, 46). 1269’da depreminde de Misis bir kez daha tahrip olmuştur (Demirkent, 2005: 180). 1404’te Suriye’de Trablusşam’da meydana gelen depremde birçok kişi öldüğü gibi bazı kaleler de yıkılmıştır. Mayıs 1406’da Antakya’da meydana gelen depremde evler insanların üzerine göçmüş ve çok sayıda insan ölmüştür (Little, 2001: 155). Yaşanan bütün bu depremler, bölgenin fay hattı üzerinde olduğunun önemli bir kanıtıdır.

Topraklarının tamamına yakını deprem kuşağında bulunan Osmanlı ülkesinde zaman zaman görülen yer sarsıntıları, büyük can kayıpları ve maddi hasara sebep olmuştur (Ayar, 2007: 2). Doğu Akdeniz fay hattındaki hareketlilik, Osmanlılar döneminde de Çukurova’da depremlerin etkili olduğunu göstermektedir. 1615’te Antakya’da (Sahillioğlu, 1991: 231), 1513-1514’te Tarsus’ta, 7 Mart 1610, 1657, 22- 23 Mart 1680 (Ambraseys- Finkel, 1995: 169- 173), 1614’te (Vogt, 2001: 30), 1701, 1719, 1722-1723’te Halep’te meydana gelen depremler, bölgede hareketliliğin sürekli olduğunu göstermektedir. Mart 1719’da Halep’te meydana gelen depremde üç cami ile iki yüz ev hasar görmüştür. 15 Nisan 1726’da Halep’teki depremde duvarlar yıkıldığı gibi İskenderun’da da panik meydana gelmiştir (Ambraseys- Finkel, 1995: 104, 110, 169-173). 1740 eylül ayında Zeytun’daki ana depremin ertesinde iki saat içinde yirmi kadar sarsıntı daha meydana gelmiştir. Depremde taş ve alçıdan yapılan Hristiyanların evleri yıkılmış, sağlam yapılı Türk evlerinde hasar

meydana gelmemiştir (Vogt, 2001: 55, 56). 10 Haziran 1759’da Halep’te, 13 Ekim 1760’ta Antep, Antakya ve Suriye’de deprem meydana gelmiştir. Bu depremin, hasara sebep olup olmadığı bilinmemektedir (Ambraseys- Finkel, 1995: 134). İskenderun’da 21 Aralık 1759’da deprem meydana gelmiştir. 30 Ekim’den beri bölgede yer sarsıntıları devam etmiştir. Neyse ki evler alçak olduğu için bir yıkım meydana gelmemiştir (Vogt, 2001: 24). 1765’te ve 5 Mayıs 1778’de Halep’teki depremde hasar meydana gelmemiştir. 8 Haziran 1779’da ve 14 Aralık 1783’te Halep’te şiddetli bir sarsıntı meydana gelmiş; Aralık 1795’teki depremde bazı evler hasar görmüştür (Ambraseys- Finkel, 1995: 136, 155, 158, 159, 167). Bu depremlerin Adana ve çevresindeki etkisi ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Ancak coğrafi yakınlıktan dolayı depremler, Adana ve çevresinde de hissedilmiş olmalıdır.

Çukurova’da XIX. yüzyıl sonlarında sazdan ve kamıştan yapılan huğlar hane olarak kullanılıyordu (Cevdet Paşa, 1991: 208). Göçebe aşiretler de genelde çadır kullandıklarından bu depremlerde can ve mal kaybının yok denecek kadar az olduğu söylenebilir. Ayrıca genelde bataklıklarla kaplı alanlarda yerleşim yerleri az olduğundan sadece Adana gibi büyük yerleşim yerlerinin bu depremlerden etkilendiği söylenebilir.

1.2. Kuraklık ve Kıtlık

Kıtlık, insanların hayatlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları gıda maddelerinin temin edilememesi ve bu halin şiddetli ve uzun sürmesi durumunda ölümlerin yaşanabileceği büyük bir felakettir. Sürekli kıtlıklar yaşayan insanlar değişik beslenme usulleri geliştirmiş; gıda maddelerinin bulunmadığı zamanlarda her türlü bitki, bitki kökü, her çeşit et hatta leş yemek suretiyle hayatta kalma savaşı vermişlerdir.

Kıtlıkların ortaya çıkmasının bazı sebepleri vardır. Bunlardan biri savaşlardır. Uzun muhasaralar sonucu kıtlıklar yaşanmıştır. Sürekli devam eden savaşlar, toprağın işlenmesine ve üretime izin vermemektedir (Bezer, 2001: 67-68, 81-82). Bu durum da kıtlığın şiddetini arttırmaktadır.

Yağış azlığından dolayı yaşanan kuraklıklar da kıtlıklara neden olmaktadır. Kuraklık, canlıların varlıklarını idame ettirebilmeleri ve özellikle bitkilerin yetişmesi için ihtiyaç duyduğu suyun kaynağı olan yağmurların mevsiminde yağmaması

sebebiyle ortaya çıkar (Bezer, 2001: 69). Akdeniz çevresinde yağışlı mevsim kıştan evvel başlayıp kış sona erdikten sonra bitmektedir. Kurak geçen yıllarda otlar kuruduğundan birçok hayvan telefatı meydana geldiği gibi göçebe aşiretler de otlak bulmak amacıyla güzergâhlarını değiştirmişlerdir (Braudel, 1993: 217). İlkçağlardan itibaren Herodot başta olmak üzere birçok tarihçi yıllarca devam eden kuraklıklardan bahsetmiştir. Herodot, yedi yıl boyunca yağmurların yağmadığını anlatmıştır (Herdodos, 1973: 275).

Adana ve çevresinde XIX. yüzyıla gelinceye kadar birçok kuraklık ve buna bağlı olarak kıtlığın yaşandığı bilinmektedir. Tarsus’a gelen Danyal Peygamber’in de bir kıtlık senesinde buraya geldiği, peygamberin buraya gelmesinden sonra bolluk ve bereket yaşandığı yönünde görüşler bulunmaktadır (Karaman, 2005: 212). 1149’da Suriye’de, 1165’te Antakya ve Çukurova bölgesinde kuraklık yaşanmıştır. Süryani Mihail, Antakya ve Çukurova bölgesinde önce buğdayın fiyatının yükselmesi sonra da büsbütün kaybolması yüzünden yaşanan kıtlığın da kuraklık sebebiyle olduğunu bildirmektedir. 1171’de Suriye’de bir kıtlık daha yaşanmıştır. 1191’de Müslümanlarla Haçlılar arasında cereyan eden bir savaşın ayrıntılarından Antakya havalisinde bir kıtlık olduğu görülmektedir. Bagras Kalesi’ne baskın düzenleyen Antakyalılar, 12.000 ölçek buğday ele geçirmişlerdir. Bu ganimet, çok şiddetli bir kıtlık zamanına denk geldiği için makbule geçmiştir. 1230-1231’de yine Suriye ve civarında kıtlık yaşanmıştır (Bezer, 2001: 70, 71, 74). 1300 yılında Anadolu’nun birçok şehrinde çekirge istilası yanında yaşanan kuraklık ve kıtlıktan birçok insan ölmüştür (Turan, 1998: 684).

Osmanlı döneminde yaşanan şiddetli kıtlıklar, iktisadi darlığı büsbütün arttırdığından çiftçilerin eşkıyalığa temayül etmelerine neden olmuştur. 1494-1503 yılları arasında Türkiye müthiş bir kuraklık ve büyük bir veba salgınına sahne olmuştur. 1564’te de Anadolu’da büyük bir kıtlık yaşanmıştır. 1574-1576 yıllarında Anadolu’da yaşanan kıtlıktan dolayı başta Adana eyaleti olmak üzere birçok eyalete zahire mübaşirleri gönderilmiştir (Akdağ, 1999: 75, 79, 83). XVI. yüzyılın ikinci yarısında çıkan kıtlık üzerine buğdayın Avrupa’ya satışı yasaklanmıştır (Kurt, 2005: XXIX).

Bir hafta müddetle esen sıcak bir doğu rüzgârı Havran, Humus ve Halep hububatını son derece kötü etkilemiştir. Bu sebeple buğday üretimi azalmıştır.

Gerçekte kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep olan olaylar oldukça fazladır. Sel, yangın, kuraklık, deprem, salgın hastalık, aşırı soğuk ve sıcakların da kıtlık olayına yol açtığı bilinmektedir. Halep’te Fransa konsolosunun 1 Eylül 1757, 3 Mart 1758 ve 6 Eylül 1758 tarihlerinde yazdığı raporlara göre; Musul, Diyarbakır ve Urfa’daki kıtlık nedeniyle buralarda yaşayanların büyük çoğunluğu şehirlerini terk etmişlerdir. Halep’te kışın sefalet arttığından “Her gün şehrin caddelerini 15-20 kadar açlıktan ve soğuktan ölmüş zavallılar doldurmuştur.”. XVIII. yüzyılda askerî seferler dolayısıyla arttırılan vergi miktarları nedeniyle halk, toprağını ve çiftini terk ederek büyük şehirlere göç etmeye başlamıştır. Göç alan şehirlerde kıtlık ve işsizlik daha da artmıştır (Erler, 2010: 82, 140, 141).

Konya ve Ankara’da 1845’te yaşanan kuraklık Adana’da da etkili olmuştur (Erler, 2010: 82). Anadolu’da 1874-1875’te başta Ankara, Yozgat, Konya, taraflarındaki kıtlıkta binlerce kişi zarurete düşmüş ve nüfus kayıpları yaşanmıştır. Birçok kişi yerlerini terk ederek İstanbul’a gelmiştir. Komisyonlar kurulmak sureti ile ahaliye yardım edilmiştir. Padişah 5.000, sadrazam 500, şeyhülislam 250, Şurâ-yı Devlet reisi 400 lira yardımda bulunmuştur. Galata’da 800 lira toplanmış ayrıca zahire gönderilmiştir. Yabancı gemiler de yardımda görev almışlar, Ermeni patriği tarafından da 3.000 lira yardım toplanmıştır. Valide Sultan da yardımda bulunmuştur. Ayrıca, Kırım ve Mısır’dan da yardımlar toplanıp Anadolu’ya gönderilmiştir. Toplanan yardımlar beş milyon elli iki bin altı yüz kuruşa ulaşmıştır. 1874-1875 senesi için beş milyon bütçe açığı meydana gelmiştir. Açığın bu kadar çok olmasının sebebi Anadolu’daki kıtlık, hayvan hastalıkları, yağışlardan dolayı mahsulatın az olmasıdır (Vak’anüvis Ahmet Lûtfî Efendi, 1993: 17, 18, 47).

Osmanlı Devleti’nde değişik tarihlerde etkisini hissettiren kurak hava şartları, tarımsal üretim yapılan bölgelerde üretimin düşüşüne sebebiyet vermiş ve kıtlığa yol açmıştır. Osmanlı’da görülen kıtlık nedeniyle, gıda maddelerinde belirginleşen aşırı fiyat yükselişi ve buna bağlı olarak diğer maddelerin fiyatlarındaki artış, kıtlığın meydana geldiği bölgedeki halkı ekonomik açıdan etkilemiştir. İstikrarlı bir ortamda, can ve mal güvenliğinin sağlanabildiği koşullarda üreticinin çalışkanlığı artmakta ve üretim artış göstermektedir. Savaşlar, çiftçi ve rençperlerin büyük gruplar halinde askere alınması, nakliye araçlarının ordunun hizmetinde kullanılması üretimi düşürmektedir. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yaşadığı Sırp ve Yunan isyanları,

Mısır meselesi, özellikle 1854 Kırım Savaşı ve 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı gibi kargaşa ve isyanların yaşandığı yıllarda tarımsal üretimle uğraşan çiftçi ekim yapamamış, böylece üretim düşmüştür. Eşkıyalık olayları da tarımsal üretimi etkileyen bir diğer sebeptir. Yerel idareci, âyân ve mültezimlerin baskısı çiftçiyi yorgun düşürmüştür. 1865’te Derviş Paşa ve Cevdet Paşa idaresinde Çukurova’daki eşkıyalar üzerine “fırka-i ıslâhiye” birlikleri sevk edilerek güvenlik sağlanmaya çalışılmıştır. Sis bölgesinde bulunan on bin çadırdan fazla bir nüfusa sahip olan aşiretler, yüzbinlerce baş hayvanlarıyla Kilikya Ovası’nın ziraî kalkınmasına büyük darbeler vurmuştur. Tanzimat döneminde Çukurova bölgesindeki ıslah edilen yeni arazilere aşiretler iskân edilerek üretim arttırılmaya çalışılmıştır (Erler, 2010: 31-36, 49-51, 55, 63-65).

1.3. Yangın

Osmanlıdöneminde, başkent İstanbul başta olmak üzere birçok şehirde büyük yangınların çıktığı bilinmektedir. İstanbul yangınları; dikkatsizce eritilen yağların parlaması, ev ve dükkânlarda hizmet eden çırakların acemiliği, efendilerine kin besleyen uşakların fesatlığı, hırsız ve yağmacıların kasıtları, sırf zenginlere zarar vermek için bilinçli olarak çıkarılan yangınlar olarak sınıflandırılabilir. Özellikle hava gazı ve petrol kullanımının yaygınlaşması da yangınlardaki artışın bir diğer sebebidir (Kuzucu, 1999b: 687). Evlerin taştan ve kerpiçten yapıldığı Orta Doğu’da yangınlar az görülürken, büyük çoğunluğu ahşaptan yapılmış olan Anadolu ve Balkanlardaki evlerin büyük kısmı yangınlarla yok olmuştur. İstanbul, Osmanlı döneminde birçok yangına sahne olmuş (Panzac, 1997: 8, 9), bu yangınlarda ahşap yapılı Türk yerleşmeleri bir anda kül olmuştur (Ayar, 2007: 2).

Çukurova’daki yerleşim birimlerinde de tarih boyunca yangınlar meydana gelmiştir. 525’te Hatay yanmıştır (Sahillioğlu, 1991: 229). 1268’de Antakya Memlukler döneminde ateşe verilmiştir (Streck, 1978: 457). Özellikle savaşlar ve kargaşa dönemlerinde yerleşim yerlerinin bilinçli olarak yakıldığı anlaşılmaktadır.

XIX. yüzyılda İstanbul yangınları dışında taşrada da büyük yangınlar çıkmıştır. Bu yangınlarda yüzlerce ev yanmış ve can kayıpları meydana gelmiştir. Mesela; 2 Ağustos 1890 tarihli bir belgeden Karaman’da çıkan yangında 376 civarında emlâk yanmıştır (BOA, İ.DH., 1187/92911). 21 Kasım 1894’te Adana’da

meydana gelen yangında 500-600 ev yandığı haber verilmiştir (BOA, BEO., 520/38957). Yangınlarda maddi hasar yanında bazı dönemlerde can kayıpları da meydana gelmiştir. Çukurova’daki yangınlar için gerekli tedbirlerin alınmaya çalışıldığı görülmektedir. Özellikle yangınların önlenmesi için ot, kamış ve ahşap yerine taş, kireç ve çinko gibi malzemelerin kullanılması istenmiştir. Ayrıca yangınlara acil olarak müdahale edilmesi için yangın tulumbalarının taşradaki şehirlerde yaygınlaştırıldığı görülmektedir. Aşağıda yangınlar bölümünde Çukurova’daki yerleşim yerlerinde çıkan yangınlar ve alınan tedbirler arşiv belgeleri ışığında değerlendirilmiştir.

1.4. Sel

Ovalar, coğrafi yapıları itibarı ile kış boyunca yağan şiddetli yağmurlardan su baskınlarına uğrardı. Bu baskınlardan korunmak için bentlerin ve setlerin yapılması gerekirdi (Braudel, 1993: 78). Çukurova’da Seyhan, Ceyhan ve Berdan Nehirleri yağışların çok olduğu ve dağlardaki karların erime dönemlerinde büyük sellere neden olmuştur.

Selçuklular döneminde de Çukurova’da büyük seller ve yağışların meydana geldiği bilinmektedir. Türkiye Selçuklu Sultanı Mesut döneminde 1154 yılında Kilikya bölgesinde şiddetli seller ve fırtına meydana gelmiş, sultan Ermenilerle olan savaşı bırakmak zorunda kalmıştır (Turan, 1998: 192).

Tarsus yakınından geçen Berdan Çayı’nın suları yükselince büyük sel meydana gelirdi (Ramsay, 2000: 12). Selçuklular döneminde 1245 sonbaharında Selçuklu ordusu, Tarsus şehrini kuşatmışken yağan yağmurlar ve sellerden atlar çamurlara ve sulara saplanmış; bataklıklar, yağmurlar ve sellerden ordu hareket edemez hale gelmiştir. Bu sebeple iaşe ve erzak sıkıntısı çekilmiştir (Turan, 1998: 453).

Osmanlı belgelerinde “istila-yı miyah”, şeklinde de geçen seller, Adana çevresinde de büyük hasarlara neden olmuştur (BOA, BEO., 178/13330). 25 Temmuz 1864’te Adana eyaletinde elli günden beri yağmur yağmadığı ama geçen günlerde yağan yağmurlarda meydana gelen sellerde arpa ve buğday tarlalarının sular altında kaldığı belirtilmiştir (BOA, M.VL., 705/69). 20 Mayıs 1875 tarihli belgeden Adana’nın doğusundan geçen Seyhan Nehri üzerinde bulunan köprünün

kemerleri yıllardır oluşan sellerden zamanla hasar görmüş ayrıca köprünün kaldırımları dahi bozulmuştur. Köprünün kemerleri ve kaldırımlarının tamir edilmesi için gerekli keşif yapılmış, köprü tamiri için 50 bin kuruş gerekli olduğu ve vilayetin imkânları ile bu paranın karşılanabileceği belirtilmiştir (BOA., İ.MMS., 52/2266).

Seyhan Nehri’nin taşmasından dolayı Adana’nın kuzeyinde bulunan setlerin 31 metre kadar olan kısmı zarar görmüştür. Gerekli tamiratın yapılabilmesi için 70 bin kuruş kadar paranın Nafia tahsisatından ödenmesi eğer bu para da yeterli olmazsa Gülek Boğazı tarik resminden gerekli ödemenin yapılması istenmiştir. Şurâ-yı Devlet tarafından setlerin tamirinin bir an önce yapılması için Gülek Boğazı tarik resminden acilen 125 bin kuruş da gerekli tamir için 13 Ağustos 1889’da tahsis edilmiştir (BOA, İ.MMS., 107/4570). 6 Nisan 1893 tarihli belgeye göre Adana’da günlerden beri yağan yağmurdan dolayı meydana gelen selden mahsul zarar görmüş, ekili alanlar su içinde kalmıştır. Sel esnasında Seyhan Köprüsü’nün tamirinde çalışan dört kişi de sel sularında sürüklenmiştir. Eğer gerekli tedbir alınmazsa telefatın artacağı Adana valiliği tarafından telgrafla bildirilmiştir (BOA, DH.MKT., 2445/35).

Yukarıdaki arşiv belgelerinde de anlaşılacağı üzere Çukurova’da Seyhan, Ceyhan ve Berdan Nehirleri’nin taşması sellere neden olmuştur. Sellerde özellikle Çukurova’daki ekili dikili arazi zarar görmüş, aynı zamanda nehirler üzerindeki köprülerin bir kısmı yıkıldığı gibi bir kısmı da büyük hasar görmüştür. Bazı yıllarda sellerde can kayıpları da meydana gelmiştir. Sellerin engellenmesi için, Seyhan, Ceyhan ve Berdan Nehirleri’nin kenarlarına setler ve bentler yapılması, selden zarar gören ekili ve dikili alanlarda meydana gelen zararların karşılanması ve vergi muafiyeti gibi tedbirler devlet tarafından kısa sürede alınmıştır. Ayrıca seller neticesinde Çukurova’da geniş bataklık alanlar meydana gelmiş, bu bataklıklar aynı zamanda sıtma gibi bulaşıcı hastalıklara neden olmuştur. Sivrisineklerin de kaynağı olarak görüldüğünden bataklıkların temizlenmesi ve taşkınların önlenmesi için XIX. yüzyıl boyunca devlet, Çukurova ile yakından ilgilenmiştir. Kurutulan bataklık alanların tarıma açılması ve yeni yerleşim yerlerinin kurulması gibi çalışmalar, uzun yıllar gündemi meşgul etmiştir. Kurutulan bataklık alanlara aşiretler ve muhacirler iskân edilmiştir.

Çukurova genelde ılıman Akdeniz iklimi etkisinde olmasına rağmen ender de olsa bazı yıllar, kış sert geçmekteydi. Bölgede, sel dışında özellikle soğuk geçen kış

ayları da yaşamı olumsuz yönde etkilemektedir. 1756’da Asi Nehri ile bölgede bulunan birçok nehir soğuktan donmuştur (Panzac, 1997: 10). Çukurova’nın kuzeyinde bulunan Toros Dağları’na yağan şiddetli kar yağışları da bazı yıllarda başta Sertavul ve Gülek geçitleri olmak üzere yüksek yerlerde ulaşımı olumsuz etkilemiştir.

1.5. Fırtına

Çukurova’da meydana gelen şiddetli fırtınaların özellikle deniz kıyılarında

Benzer Belgeler