• Sonuç bulunamadı

2.8. Waldorf Yaklaşımı

2.8.2. Waldorf Yaklaşımında Antroposofik Bakış Açısına Göre Çocuk

“İnsanoğlunun üç doğumu” ve insan içinde var olan dört farklı bedenin bilincinde olmak, antropozofların çocukların nasıl yetiştirileceği, sayılacağı, saygı duyulacağı, görüleceği, kılavuzluk edileceği ve eğitileceği ile ilgili çok önemli etkilere sahiptir (Harwood, 1979). Antroposofi bilimi sayesinde eğitimciler ve ebeveynler gelişmekte olan bir çocuğun ruhuna hitap edenlerin ne olduğunu anlamışlardır. Çocuk gelişimine ilişkin açıklamalara benzer şekilde, gelişmeyle ilgili antroposofik bakış açısı da çocukların en iyi şekilde gelişmesi için ilk yedi yılı çok önemli saymaktadır (Almon, 1992). Çocuk yetiştirenler ve eğitimciler, çocukların nasıl geliştiğini kavrayarak ve her çocuğun bireysel gelişimini yakından takip ederek, bir çocuğun iç dünyasına nasıl hitap edeceklerini anlayabilirler. Bu bağlamda Rudolf Steiner’ın çocuğa bakış açısında yer alan dönemlerin anlamlandırılması önem kazanmaktadır.

Steiner hem fiziksel hem de ruhsal gelişim için 7 yıllık sürelerden oluşan üç evrenin olduğunu ileri sürmektedir. Bu evreler fiziksel bilinçlilik aşaması (0-7 yaş), algısal bilinçlilik aşaması (7-14 yaş) ve entelektüel bilinç farkındalığı aşaması (14 yaş ve üzeri) olarak ifade edilmektedir.

Fiziksel Bilinçlilik Aşaması: Steiner çalışmalarında bir bireyin sağlıklı veya sağlıksız

gelişimini ele aldığında, bir çocuğun hayatının ilk yedi yılının önemini çokça vurgulamaktadır. Bu yıllar içerisinde meydana gelen gelişimler ve değişimler,

44

bireyin zihinsel ve ahlaki hayatının ön koşullarını hazırlamakta ve çocuğun karakterinin şekillenmesini sağlamaktadır (Salter, 1987). Steiner (1965) yedi yaşından önce çocukların taklit ve örnekleme yoluyla çevresiyle bir ilişki kurduğuna inanır. Sonuç olarak, bu süreçte gördüğünü taklit eden çocuğun yaşadığı çevre ve çocukla etkileşimde olan yetişkinlerin taklit edilebilir nitelikte olmaları önemlidir (Carlgren, 1993; Salter, 1987). Taklidin bu dönem içerisinde çocuk açısından önemini anlamanın yanı sıra, çocuk yetiştirenlerin ve eğitimcilerin çocuğa müzikle ilgili faaliyetler gerçekleştirme, oyunlar oynama fırsatı vermenin, hikaye dinletmenin ne kadar önemli olduğunu da kavraması gerekir.

Üç yaşına gelene kadar çocuk çevresindekileri taklidini yapar ancak çoğunu bilinçsizce yapar (Carlgren, 1993; Steiner, 1965). Taklit etme, üç yaşından sonra bilinçli bir hareket olmaya başlar ve çocuğun öğrenmek ve gelişmek için bilinçli bir şekilde gerçekleştireceği ilk eylemdir (Carlgren, 1993). Bu nedenle, çocuğun etrafındaki fiziksel ortam çocuğun duyularına hitap edecek şekilde olmalıdır. Çevre, hem çocuğun etrafını saran malzemelerdir hem de çocuğun ait olduğu ortamdaki yetişkinlerin ahlaki ve ahlaksız davranışlarıdır (Willson ve Wierbicki, 1988).

Bu dönem içerisinde gelişenin çocuğun eterik vücudunun olduğu ve bu gelişiminin ana odağının çocuğun fikirlerinin, alışkanlıklarının ve hafızanın olduğunu hatırlamak gerekmektedir. Çocuğun yaşadığı ortam aynı zamanda çocuğa sevgi ve sıcaklık verecek hem de taklit edip, takip edeceği iyi örnekler sunacak bir “koruyucu örtü” olacaktır. Bu nedenle çocuk yetiştirenler ve eğitimcilerin her zaman ne söylediğine, ne yaptığına ve ahlaki değerlerine dikkat etmeleri gerekmektedir (Almon, 1992). Hem eğiticiler hem de çocuk yetiştirenler kendilerini çok iyi gözlemlemelidir ve kendine sürekli şunu sormalıdır: “Çocuk bunu taklit edecek olsaydı bunu onaylar mıydım?” (Querido, 1987).

Çocuğun bu erken yıllarında, şarkılar ve ritmik sesler çocuğun iç dünyasına ve hayal gücüne iyi bir şekilde hitap eder (Willson ve Wierbicki, 1988). Müzik ritminde olan dans hareketleri, fiziksel organları ve alt uzuvları geliştirmekte güçlü bir etkiye sahiptir ancak günümüzde okulöncesi eğitim kurumlarında bunlara yeterince önem verilmediği görülmektedir (Carlgren, 1993; Queriod, 1987; Steiner, 1965).

45

Oyun oynamak da bir çocuğun gelişimiyle ilgili çok önemli bir unsurdur. Çocuk, oyun oynayarak hayatı öğrenir. Oyun oynayarak gelecekte meydana gelebilecek durumlarla tanışır (Salter, 1987). Oyun oynama faaliyetleriyle hayatla ilgili yeni durumlar meydana gelir ve çocuğun arkadaşlık kurması ve problem çözmesi gerekir. Oyun oynamak aynı zamanda çocuk yetiştirenlerin ve eğitimcilerin yedi yaşından küçük çocuklarda geliştirmeye çalıştığı uzuvların hareketliliğini ve isteğin bedensel organlarını geliştirir (Edmunds, 1987). Oyun oynamak, çocuğun yetişkin gibi davranması, çalışması ve dünyaya katılmasıdır. Bu nedenle oyun oynamak resim yapmayı, model yapmayı, yemek pişirmeyi, dikiş dikmeyi, bir şeyler inşa etmeyi ve yapmayı, şarkı söylemeyi, hikayeler dinlemeyi ve hikayeleri canlandırmayı içermelidir (Edmunds, 1987).

Okulöncesi yıllarında, düşünmek daha görselleştiğinde ve istek meydana geldiğinde, oyun oynamak daha yaratıcı bir hal alır ve örnekler çocuğun gelişimi açısından o kadar önemli olur ki çocuğun zekası fantastik olaylar içerisinde yer almakla gelişir (Grunelius, 1991). Yine bu süreçte çocuğun bilincinin hayal dolu olduğuna inanılır (Salter, 1987). Çocuk yetiştirenler ve eğiticiler de görsel ve ritim dolu hikayeler anlatarak çocuğun zekasını bu dönemde geliştirebilmektedir.

Steiner’a (1965) göre doğa ile ilgili hikayeler ve masallar çocuğun iç dünyasına hitap eder çünkü bu hikayeler çocuğun ahlaki kavramları ve gerçekleri görsel bir şekilde anlamasını sağlayacak ruhani gerçekleri ortaya koyar (Grunelius, 1991; Salter, 1987). Yetişkinlerin bu yaşta çocuğun düşünce temelinin değil, istek temelinin kurulduğunu akılda tutarak, çocuğun yaşamının ilk yedi yılı boyunca çocuğun düşünce gücünün görsel olduğunu hatırlamalıdırlar. Salter (1987) çocukların düşünce süreçlerini resim yapmaya benzetir. Çocuğun görsel düşüncesiyle isteği çok yakından ilişkili olduğundan, hareketleri de yaratıcı olur çünkü çocuk görsel şekilde düşündükçe hareket eder ve yaratır. Bu faaliyet düşünmenin sonucu değildir. Aksine, faaliyet esnasında çocuğun aklına gelen görseldir. Çocuğun ilerleyen zamanlarda ruhunu daha fazla geliştirebilmesi ve ruhunun hayal gücünü sürdürülebilmesi için çocuk çevresindekileri dinlemeli ve gözlemlemelidir (Salter, 1987).

Algısal Bilinçlilik Aşaması (7-14 yaş): 7 yaşları civarında dişlerinin değişmesiyle,

46

(Edmunds, 1987). Yedi ve sekiz yaşındaki çocuklar görsel bir şekilde düşünür ve düşünce biçimleri de bir duygu sanatıdır; kafa yerine kalpte doğan duygu düşüncelerdir (Edmunds, 1987). Aynı zamanda çocuğun yedi ila on dört yaşları arasında otoriter bir figürü olması önemlidir; çünkü bu yaşlarda çocuğun başkasına hem kalbiyle hem de ruhuyla güvenmesi gerekir (Edmunds, 1987; Richards, 1980; Steiner, 1995). Bu nedenle öğretmen çocuğun karşısında insanlığın temsilcisi olarak durur ve çocuk da insanlığa öğretmeni üzerinden güvenmeyi öğrenir (Edmunds, 1987). İlkokul yılları süresince, eterik beden eğitimsizlik yerine eğitimle çalışır (daha fazla öğretmen etkisi ve yönlendirmesi ile). Bir çocuğun eterik bedeni, öğretmen tarafından resimler ve örnekler ile geliştirilir ve çocuğun hayal gücü yönlendirilir (Steiner, 1965, 1995). Gözle görülenden öte, çocuğun aklıyla gördüğü şeyler, onu yedi yaşından sonra daha çok etkileyen şeylerdir (Steiner, 1965). Yetişkin tarafından doğa, geçmiş hikayeler ve tarihi olaylarla ilgili gösterilen resimler ve kıssalar vasıtasıyla çocuktaki duygu geliştirilir, böylece güzellik ve sanatsal duygular uyandırılır (Steiner, 1965, 1995).

Entellektüel Bilinç Farkındalığı Aşaması (14 yaş ve üzeri): Bu dönemde fiziksel,

duygusal, zihinsel gelişim bütünleşir (Ogletree, 1997). İç dünya duygusu (kendi dünyasını yaratma duygusu) ergene daha önce kendisinde olmayan bir güç verir. Soyut düşünme becerisi bu dönemde gelişmiştir (Aydın, 2009). Steiner bu dönemde bireyin gerçeğin araştırıcısı olduğunu, ilgilendiği tek konunun gerçeklik olduğunu belirtmektedir. Bu aşamada Steiner’a göre bireyde analitik düşünme becerisi gelişmekte bunun sonucunda da birey öz disiplin oluşturarak kendi bağımsızlığını gerçekleştirmektedir (Uhrmarcher, 1995).