• Sonuç bulunamadı

3. GEREÇ ve YÖNTEM

3.5. Verilerin Oluşturulması ve İstatistiksel Analiz

Olguların BT görüntüleri retrospektif olarak incelenip, lezyon lokalizasyonu, boyutları, biyopsi traktında geçilen parankim mesafesi, lezyon çevresinde ve biyopsi traktında amfizem varlığı, lezyonda kavite ve nekroz varlığı, işlem sırasında ve sonrasında gelişen komplikasyonlar değerlendirilip, bulgular kaydedildi.

Çalışmada olgular lezyon boyutlarına göre; 0-2 cm aralığı grup 1, 2,01- 4,99 cm aralığı grup 2, 5 cm ve üzeri değerler grup 3 olacak şekilde sınıflandırıldı.

Biyopsi giriş yeri lokalizasyonuna göre, biyopsi traktında plevral yüzeyden lezyona kadar geçilen parankim mesafesi, plevral tabanlı lezyonlar 0 kabul edilerek,

plevral tabanlılar grup 1, 0,1- 2 cm aralığı için grup 2 ve 2,1 cm ve üzeri değerler için grup 3 olacak şeklinde sınıflandırıldı.

Nominal ve ordinal değişkenler arasındaki dağılımları karşılaştırmak için Ki- kare testi kullanıldı. Olguların yaşı, lezyon boyutu ve geçilen parankim mesafesi ortalamaları ile komplikasyonlar arasındaki ilişkiyi karşılaştırmak için bağımsız örneklem T-testi uygulandı. İstatistiksel değerlendirme bilgisayar ortamında SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) For Windows (sürüm 15,0)’ programı kullanılarak yapıldı. 0,05’ten küçük P değerleri istatistiksel anlamlılık için yeterli kabul edildi.

4. BULGULAR

Bu çalışmada 185’si erkek, 66’i kadın toplam 251 hastanın verileri yer almıştır. Hasta yaş ortalaması 60,25 ± 14,41 (4-94), lezyon boyutu ortalaması 4,9 ± 2,3 cm ve geçilen parankim mesafesi ortalaması 1,24 ± 1,48 cm olarak bulundu (Tablo 8).

Tablo 8. Olguların yaşı, lezyon boyutu ve geçilen parankim mesafelerinin istatistikleri Olgu sayısı Minimu m Maximu m Ortala ma Standart sapma BOYUT 251 9 126 49,67 23,178 DERİNLİK 251 0 7 1,24 1,483 YAŞ 251 4 94 60,25 14,414

251 biyopsi işleminin 224 tanesinde patoloji sonuçlarına ulaşılabildi.224 olgudan 8 tanesine çeşitli nedenlerden dolayı ikinci kez biyopsi işlemi tekrarlandı. 224 biyopsi işleminin patoloji sonuçları 160’ı malign, 40'ı benign olarak değerlendirilmiştir. 24 biyopsi işleminde ise histopatolojik tanı elde edilememiştir (Tablo 9).

Tablo 9. Patoloji bulguları ile ilgili istatistikler

Patoloji Olgu sayısı Yüzde

Malign 160 63,7

Benign 40 15,9

Nondiagnostik 24 9,6

Total 224 89,2

Çalışma grubundaki lezyonların boyutlarına göre dağılımı; grup 1’de 26 (%10,4), grup 2’de 99 (%39,4) , grup 3’de 126 (%50,2) olarak bulundu.

Boyut Olgu sayısı Yüzde

Grup 1 26 10,4

Grup 2 99 39,4

Grup 3 126 50,2

Total 251 100,0

Biyopsi sırasında geçilen parankim mesafesine göre oluşturulan grup 1’de 103 (%41), grup 2’de 100 (%39,8) ve grup 3’de 48 (%19,1) olgu mevcuttu.

Tablo 11. Geçilen parankim mesafesi ile ilgili istatistikler

Geçilen parankim mesafesi Olgu sayısı Yüzde

Grup 1 103 41,0

Grup 2 100 39,8

Grup 3 48 19,1

Total 251 100,0

Olgulardan 22 ‘sinde (%8,8) kavite ve 70’inde (%27,9) nekroz saptandı. 62 (%24,7) hastada amfizem saptandı.

Yüzyirmibeş hastada komplikasyon gelişmiş olup, 33 hastada birden fazla komplikasyon görüldü.

Pnömotoraks en sık karşılaşılan ikinci komplikasyon olmuştur (Tablo 12). 251 işlemden 63’ünde (% 25,1) pnömotoraks gelişti.

Pnömotoraks gelişen olguların 57’si (% 97,6) herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan takiplerinde spontan düzeldi. Akciğer hacminin % 20’sinden fazla pnömotoraks oluşan 6 (% 2,4) olgu ise plevral drenaj kateteri takılarak tedavi edildi.

Pnömotoraks Olgu sayısı Yüzde

Yok 188 74,9

Hafif 57 22,7

Tüp gerektiren 6 2,4

Total 251 100,0

Pnömotoraks gelişimi ile lezyon boyutu arasındaki ilişki değerlendirildiğinde; grup 1’de 10 (%38,5), grup 2’de 23 (%23,2), grup 3’de 30 (%23,8) pnömotoraks izlendi. Pnömotoraks ile lezyon boyutuna göre oluşturulan gruplar arasında Pearson ki- kare testi ile yapılan analizde istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p: 0.251).

Geçilen parankim mesafesine göre oluşturulan Grup 1’de 12 (% 11,7), Grup 2’de 34 (% 34) ve Grup 3’de 17 (% 35,4) olguda pnömotoraks gelişmiş olup, gruplar arasında pnömotoraks gelişimi açısından istatiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p: 0,001).

62 hastada parankim bulgusu olarak amfizem saptandı. Amfizemi olan hastaların 13’ünde (% 21) pnömotoraks oluştu. Amfizemi olmayan hastaların ise 50’sinde (%26,5) pnömotoraks gelişti. Parankimal amfizem varlığı ile pnömotoraks gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p: 0,387).

Tablo 13. Pnömotoraksı etkileyen faktörleri gösteren istatistiki bilgiler

Pnömotoraks Toplam olgu Yüzde P

sayısı Lezyon boyutu Geçilen parankim mesafesi Kavite Nekroz Amfizem Hasta pozisyonu Grup 1 Grup 2 Grup 3 Grup 1 Grup 2 Grup 3 Var Yok Var Yok Var Yok Lateral Pron Supin 10 16 23 76 30 96 12 91 34 66 17 31 7 15 56 173 16 54 47 134 13 49 50 139 6 11 42 126 15 51 26 99 126 103 100 48 22 229 70 181 62 189 17 168 66 %38,5 %26,1 %23,8 %11,7 %34 %35,4 %31,8 %24,5 %22,9 %26 %21 %26,5 %35,3 %25 %22,7 0,251 0,000 0,447 0,610 0,387 0,566

İşlem sonrası pnömotoraks gelişen hastaların 7’sinde (%31,8) kaviter lezyon saptanırken, 56’sında (%24,5) kaviter lezyon izlenmedi. Lezyonda kavite varlığı ile pnömotoraks gelişmesi açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p: 0,447).

Pnömotoraks ile hasta pozisyonu arasındaki ilişki değerlendirildiğinde; Lateral pozisyonda alınan biyopsi işleminde 6 (%35,3) hastada, Pron pozisyonunda 42 (%25) hastada ve supin pozisyonda ise 15 (%22,7) hastada pnömotoraks geliştiği saptanmış olup istatiksel olarak pnömotoraks ve hasta pozisyonu arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır (p:0,566).

İşlem sonrası pnömotoraks gelişen hastaların lezyonlarının 16’sınde (%22,9) nekroz saptanırken, 47’sinde (%26) nekroz mevcut değildi. Lezyonda nekroz varlığı ile pnömotoraks oluşması açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p: 0,610).

Çalışma grubundaki olgularda yaş, lezyon boyutu ve geçilen parankim mesafesi ortalamaları ile pnömotoraks gelişmesi arasındaki ilişkinin istatistiksel analizi için bağımsız örneklem T-testi uygulandı (Tablo 14).

Tablo 14. Boyut derinlik ve yaş ortalamaları ile pnömotoraks arasındaki istatistikler

Pnömotorak

s Olgu sayısı Ortalama Standart sapma

BOYUT Yok 188 51,04 23,525 Var 63 45,57 21,777 DERİNL İK Yok 188 1,09 1,482 Var 63 1,70 1,399 YAŞ Yok 188 59,54 14,753 Var 63 62,44 13,184

Hastaların yaş ortalamaları ile pnömotoraks gelişimi arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki izlenmedi (p: 0,188, bağımsız örneklem T-testi).

Pnömotoraks oluşan hastalarda lezyon boyutu ortalaması 4,55 ± 2,17 cm, oluşmayanlarda ise 5,10 ± 2,35 cm olarak bulundu. Lezyon boyutları ortalamaları ile pnömotoraks oluşması arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı (p: 0,105, bağımsız örneklem T-testi).

Pnömotoraks oluşan hastalarda geçilen parankim mesafesi ortalaması 1,70 ± 1,39 cm, oluşmayanlarda ise 1,09 ± 1,48 cm olarak bulunmuş olup, istatiksel olarak anlamlı ilişki saptandı (p: 0,004, bağımsız örneklem T-testi).

İncelenen diğer parametreler ile pnömotoraks arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.

Parankimal kanama Olgu sayısı Yüzde Gruplar Yok 156 61,9 İğne traktında 82 32,9 Lezyon komşuluğunda 11 4,4 Farklı loba uzanan 2 0,8 Toplam 251 100,0

Parankimal hemoraji en sık karşılaşılan komplikasyondu. Çalışmadaki hastalardan 93’ünde (%37,3) iğne trasesinde ve aynı lobda kalan hafif parankimal hemoraji izlendi. Parankimal hemorajilerin 82’si iğne traktında, geri kalan 11’i lezyon komşuluğundaydı. 2 vakada ise farklı loblara uzanan parankimal hemoraji saptandı. Parankimal hemorajili tüm vakalar müdahaleye gerek kalmadan geriledi.

Tablo 16. Parankimal kanamayı etkileyen faktörleri gösteren istatistiki bilgiler

sayısı Var Yok Lezyon boyutu Geçilen parankim mesafesi Kavite Nekroz Amfizem Hasta pozisyonu Grup 1 Grup 2 Grup 3 Grup 1 Grup 2 Grup 3 Var Yok Var Yok Var Yok Lateral Pron Supin 21 5 37 62 37 89 10 92 48 52 37 11 8 14 87 142 22 48 73 108 22 40 73 116 6 11 62 106 27 39 26 99 126 102 100 48 22 229 70 181 62 189 17 168 66 %80,8 %37,4 %29,4 %9,3 %48 %77 %36,4 %38 %31,4 %40,3 %35,5 %38,6 %35,3 %36,9 %40,9 0,001 0,001 0,880 0,192 0,685 0,830

Parankimal hemoraji gelişimi ile lezyon boyutu arasındaki ilişki değerlendirildiğinde; Grup 1’de 21 (% 808), Grup 2’de 37 (%37,4) ve Grup 3’de 37 (%38,9) parankimal hemoraji izlendi. Lezyon boyutuna göre oluşturulan gruplar arasında, parankimal hemoraji gelişimi açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p: 0,001).

Biyopsi traktında geçilen parankim mesafesine göre oluşturulan Grup 1’de 10 (% 9,3), Grup 2’de 48 (% 48) ve Grup 3’de 37 (% 77) olguda parankimal hemoraji

gelişmiş olup, gruplar arasında parankimal hemoraji gelişimi açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p: 0,001).

İncelenen diğer parametreler ile parankimal hemoraji arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.

Resim 3. Sağ akciğer üst lobdaki kitleden tru cut biyopsi sonrası aynı lobda sınırlı 5 cm den büyük parankimal hemoraji görünümü

Resim 4. 4 yaşında posterior mediasten yerleşimli plevral tabanlı kitleden tru cut biyopsi işlemi yapıldı. İşlem sonrası komplikasyon gelişmedi. Patoloji sonucu ganglionörinom geldi.

Resim 5. Sağ akciğer alt lob yerleşimli kitleden tru cut biyopsi sonrası sağ akciğer alt ve orta lobda parankimal hemoraji görünümü

Resim 6. Sağ akciğer alt lob yerleşimli kaviter kitle lezyonun duvarından tru cut biyopsi işlemi sonrası hafif boyutlu pnömotoraks gelişti. İşlem sonrası ek müdahele gerekmeden spontan absorbe oldu.

Resim 7. Sağ akciğer alt lob yerleşimli kitleden tru cut biyopsi işlemi yapıldı. Paraseptal amfizemi bulunan olguda işlem sonrası 5 cm çapında pnömotoraks gelişmiş olup tedavi amaçlı toraks tüpü yerleştirildi.

6. TARTIŞMA

Akciğer radyogramlarında ya da başka sebeple yapılan toraks BT tetkikinde saptanan toraks kitlelerinin önemli bir kısmı akciğer parankim kökenli kitlelerdir. Böyle bir kitle saptandığında; kitle klinik ve radyolojik olarak incelenmeli, gerektiğinde sitolojik veya histopatolojik tanısının konulması açısından invaziv yöntemler gerekmektedir. Akciğer kanserlerinin tanısı için balgam sitolojisi, bronkoskopik forseps ve aspirasyon biyopsisi, transbronşiyal biyopsi, transtorasik biyopsiler, torakotomi ile açık akciğer biyopsisi gibi yöntemler bulunmaktadır [56].

Pnömotoraks ve parankimal hemoraji PTB’nin en sık görülen komplikasyonlarıdır (57, 58). Pnömotoraks riskini arttıran etkenler arasında ileri hasta yaşı, kronik obstruktif akciğer hastalığı, lezyonun derin yerleşimli ve küçük boyutlu olması, geçilen parankim mesafesinin uzun olması, birden fazla plevral geçiş, iğne kalınlığında artış, iğnenin plevra içerisinde uzun süre kalması, interlober fissürden geçiş, şiddetli amfizem ve iğnenin cilt giriş açısında azalma bulunmaktadır. Pnömotoraks PTB’nin en sık karşılaşılan komplikasyonudur. Sıklığının %8-61 arasında değiştiği bildirilmektedir (59, 60). Ancak bizim çalışmamızda literatürden farklı olarak pnömotoraks en sık karşılaşılan ikinci komplikasyon olmuştur. 251 biyopsi işleminden 63’ünde (%25,1) pnömotoraks gelişmiştir.

Yeow K-M. ve arkadaşları BT rehberliğinde koaksiyel kesici iğne biyopsisi yapılan 660 olguda, pnömotoraks ve hemoraji gelişimine neden olan risk faktörlerini araştırmak için yaptıkları retrospektif çalışmada, lezyon boyutu, lezyon derinliği ve işlemi uygulayan radyoloğun deneyiminin pnömotoraks oranlarını arttıran en önemli risk faktörleri olduğunu tespit etmişler. Çalışmalarında pnömotoraks riskinin lezyon derinliği 2 cm’ye kadar olan olgularda plevraya bitişik lezyonlara oranla 7 kat fazla olduğu, ancak lezyon derinliği arttıkça pnömotoraks risk oranının düştüğünü ve pnömotoraks gelişmesinde lezyon derinliğine bakılmaksızın havalanan akciğer parankiminin geçilmesinin önemli bir faktör olduğunu vurgulamıştır (61). Çalışmamızda plevral tabanlı lezyonlarda % 11,7 plevral tabanlı olmayan lezyonlarda

ise % 34 oranında pnömotoraks gelişmiş olup istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p: 0,001). Biyopsi traktında plevral yüzeyden lezyona kadar geçilen parankim mesafesine göre oluşturulan grup 1’de % 11,7, grup 2’de % 34 ve grup 3’de % 35,4 oranında pnömotoraks görülmüş olup, geçilen parankim mesafesine göre oluşturulan gruplar arasında, pnömotoraks gelişimi açısından anlamlı farklılık saptanmıştır (p: 0,001). Sonuçlarımız literatür ile uyumlu olup, bizim çalışmamızda da plevral tabanlı lezyonlarda daha düşük oranda pnömotoraks mevcutken, parankimin geçilmesi ile pnömotoraks riskinin arttığı tespit edilmiştir.

Literatürde lezyon boyutu küçüldükçe pnömotoraks oranının arttığını belirten çalışmalar bulunmaktadır (61, 62). Rizzo S. ve arkadaşları yaptıkları çalışmada BT eşliğinde uygulanan akciğer biyopsilerinde pnömotoraks ve pulmoner hemoraji oluşmasında, istatistiksel olarak anlamlı faktörlerin lezyon boyutunun küçülmesi ve intrapulmoner iğne traktının uzunluğu olduğunu tespit etmişler (62). Çalışmamızda pnömotoraks ile lezyon boyutu arasındaki ilişki değerlendirildiğinde; grup 1’de 10 (%38,5), grup 2’de 23 (%23,2), grup 3’de 30 (%23,8) pnömotoraks geliştiği görülmüştür. İstatiksel olarak pnömotoraks ve lezyon boyutu arasında literatürden farklı olarak anlamlı ilişki olmamakla birlikte (p :0,251) grup 1 de yer alan 2 cm ve altındaki lezyonların pnömotoraks oranın yüksekliği literatür ile benzerlik göstermektedir. Küçük boyutlu lezyonlarda biyopsi işleminin teknik olarak zor olması nedeniyle, lezyona ulaşmak için daha fazla sayıda iğne rotası düzeltilmesi ve birden fazla plevral geçiş gerekebilmektedir. Bu da işlem süresinin uzaması ve pnömotoraks oranlarının artması ile sonuçlanmaktadır.

Rizzo S. ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada BT eşliğinde uygulanan akciğer biyopsilerinde fine needle aspirasyon biyopsi (FNAP) yöntemi kullanılmıştır. Bu çalışmada 27 (%28,7) hastada pnömotoraks ve 8 (%8,5) hastada parankimal hemoraji geliştiği bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda ko aksiyel yöntemi ile BT eşliğinde yarı otomatik tru cut biyopsi uygulanmıştır. Komplikasyon oranları karşılaştırıldığında pnömotoraks oranı (% 25,1) bu çalışmayla benzer olarak bulunmuş olmakla birlikte parankimal kanama oranı (% 38,2) belirgin yüksek bulunmuştur.

Yamagami T ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada BT eşliğinde biyopsi işleminde 50 hastada full otomatik biyopsi iğnesi ve 66 hastada yarı otomatik biyopsi iğnesi kullanılmıştır. Full otomatik iğne ile yapılan çalışmada pnömotoraks oranı %44

olarak bulunmuş olup yarı otomatik iğne ile yapılan çalışmada bu oran %48,3 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada full otomatik iğnenin yarı otomatik iğneden daha iyi olduğu bildirilmiştir (8). Bu çalışmadan farklı olarak bizim çalışmamızda yarı otomatik iğne ile yapılan biyopsi işlemlerinde pnömotoraks oranı %25,1 olarak bulunmuştur.

Cox ve arkadaşları 346 hastada 331’i BT, 24’ü fluoroskopi rehberliğinde yaptıkları transtorasik biyopsiyi kapsayan çalışmada biyopsinin uygulandığı lobta amfizem varlığının pnömotoraks oranlarıyla birlikte göğüs tüpü ya da plevral drenaj kateteri gerekliliğini de arttırdığını belirtmişlerdir (63). Benzer şekilde Topal U. ve Berkman Y.M. yaptıkları çalışmada şiddetli amfizem varlığında pnömotoraks riskinin 1,5-2 kat arttığını ancak iğne trasesinde kanama varlığında ise amfizemli olgularda pnömotoraks oranının azaldığını bildirmişlerdir (60). Ancak literatürle farklı olarak çalışmamızda biyopsi traktında ve lezyon çevresindeki amfizem olan olguların %21 inde, amfizem bulunmayan olguların ise %26,5 inde pnömotoraks gelişmiş olup, istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır (p: 0,387). Nekrozu olmayan 181 lezyonun 47’sinde (%26), nekroz görülen 70 lezyonun ise 16’sınde (%22,9) pnömotoraks gelişmiştir. Lezyonda nekroz varlığı ile pnömotoraks gelişmesi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır (p: 0,610).

Pnömotoraks gelişimini etkileyen diğer faktörler değerlendirildiğinde, çalışmamızda hasta yaşı, cinsiyet, hastanın pozisyonu ve kavite varlığı ile pnömotoraks arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için yapılan istatistiksel çalışmalarda anlamlı farklılık saptanmamıştır.

Plevral geçiş sayısı ve iğnenin plevra içerisinde kalış süresinin uzaması pnömotoraks riskini arttıran faktörlerdendir. Literatürde hastaya, lezyona ve tekniğe ait çeşitli faktörlerin iğnenin plevra içerisinde kalış süresini uzattığını ve iğnenin yeniden yönlendirilme ve açılandırma sayısındaki artmanın, plevral giriş yerini genişlettiğini, ancak plevral geçiş sayısı ve iğnenin kalış süresi ile pnömotoraks oranları arasında korelasyon olmadığını bildiren çalışmalar da vardır (63, 64). Bizim çalışmamız retrospektif olduğu için plevral geçiş sayıları ve işlem süreleri kaydedilmemiştir.

Pnömotoraks küçük ve asemptomatik ise genellikle spontan absorbsiyon ile düzelir. Pnömotoraksın ilerleyici olduğu olgular ise göğüs tüpü ya da plevral drenaj kateteri takılarak tedavi edilir. Çalışmamızda pnömotoraks gelişen olguların 57’si (%97) spontan absorbsiyon ile düzeldi. Akciğer hacminin %20’sinden fazla pnömotoraks

oluşan 6 (%2,4) olgu ise plevral drenaj kateteri takılarak tedavi edildi. İşlem sırasında pnömotoraks gelişen olgularda kılavuz iğne çıkarılmadan önce kılavuz iğneden veya plevral boşluğa ayrı bir iğne ile girilerek manuel aspirasyon yapılabilir (58). Pnömotoraks oluşumunu önlemek için kullanılan yamama tekniği adı verilen yöntem, iğne geri çekilirken, 2-3 cc hastanın kendi kanının veya fibrin doku yapıştırıcıların enjekte edilerek biyopsi traktının kapatılıp hava kaçağının engellenmesidir (58, 60). Biyopsi traktı kılavuz kanül çıkarılırken, 3-4 cc %0,9 NaCl solüsyonu damlatılarak da kapatılabilir (65). Diğer bir etkili manevra ise biyopsi sonrası hastayı ponksiyon yeri altta olacak şekilde yatırmaktır. Bizim çalışmamızda da olgular, işlemden hemen sonra ponksiyon yeri altta kalacak şekilde yatırılarak takip edildi.

PTB’nin ikinci sıklıkta görülen komplikasyonu parankimal hemorajidir ve % 5- 10 sıklığında görülür (58, 61). Ancak bizim çalışmamızda 95 (%37,8) hastada parankimal hemoraji gelişmiş olup literatürden farklıydı. Olguların 83’ ünde (%32,9) görülen hemoraji lezyon çevresinde ve iğne traktında sınırlı kalmıştır. 11 (%4,4) hastada kanama aynı lobda ancak çapı 5 cm den büyüktü. Sadece 2 hastada farklı loblarda kanama bulgusu olan hasta mevcuttu. Tüm hastalarda kanama müdahaleye gerek kalmadan rezorbe olmuştur. Khan ve arkadaşları transtorasik biyopsilerde pnömotoraks ve intrapulmoner hemoraji gelişmesi riskini etkileyen değişkenleri değerlendirdikleri çalışmada, lezyon boyutunun, intrapulmoner biyopsi traktının uzunluğunun ve plevral geçiş sayısının hemorajiyi etkileyen faktörler olduğunu belirtmişlerdir (66). Bizim çalışmamızda da literatür ile uyumlu olarak parankimal hemoraji ile lezyon boyutu ve geçilen parankim mesafesi arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p değeri her iki hesaplamada da 0,001 bulunmuştur). Lezyon boyutunun küçülmesi ve geçilen parankim mesafesinin artmasıyla parankimal hemoraji oranı artmaktadır. Bu sonuçların büyük boyutlu lezyonların plevral yüzeye yakın yerleşimli olması ve bu nedenle daha az parankimin geçilmesine ve küçük boyutlu lezyonlara erişimin zor olması nedeni ile daha fazla iğne manipülasyonu gerektirmesine bağlı olduğu düşünülmüştür.

Patoloji sonuçlarına ulaşılabilen 224 biyopsi işleminin 160 (%71,4)'ı malign, 40 (%17,9) ‘ı benign olarak bulundu. 24 (%10,7) biyopsi işleminde ise histopatolojik tanı elde edilememiştir. Tanı koyma oranı (%89,3) literatür ile benzer şekildedir.

Çalışmamızda parankimal kanama ile nekroz (p:0,192), kavite (p:0,880) ve amfizem (p:0,658) varlığı, hasta pozisyonu (p:0,830), hastanın yaşı (p:0,655) ve cinsiyeti (p:0,372) arasındaki değerlendirmede istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır.

Çalışmamızın en önemli sınırlılığı retrospektif olmasıdır. Prospektif olarak yarı otomatik tabanca ile yapılan PTB çalışmasının diagnostik başarısı ve olası komplikasyonları öngörmede ve önlemede daha faydalı bilgiler vereceği düşüncesindeyiz.

Sonuç olarak; yarı otomatik tabanca ile yapılan PTB’nin en yaygın komplikasyonları pnömotoraks ve parankimal hemorajidir. Literatüre göre çalışmamızda yarı otomatik tabanca ile yapılan PTB’lerin parankimal hemoraji oranları daha fazla bulunmuştur. Ancak literatür kaynaklarında yarı otomatik ve tam otomatik tabancalar ile yapılan PTB’lerin komplikasyon oranları benzerdir. Komplikasyon gelişimini etkileyen en önemli risk faktörleri ise lezyon boyutu ve biyopsi traktında geçilen parankim mesafesidir. Lezyon boyutunun küçülmesi ve biyopsi traktında havalanan akciğer parankiminin geçilmesi pnömotoraks ve parankimal hemoraji oranlarını önemli ölçüde arttırmaktadır. BT rehberliğinde yarı otomatik tabanca ile uygulanan PTB’ler tam otomatik yabanca ile yapılanlar gibi toraks kitlelerinin histopatolojik tanısını elde etmede etkili, yüksek doğruluk oranına sahip ve risklerin önceden bilinmesiyle, önüne geçilebilecek, kabul edilebilir düşük komplikasyon oranlarıyla, daha invaziv olan cerrahi işlemlere duyulan ihtiyacı azaltan güvenilir bir yöntemdir.

7. KAYNAKLAR

1. Westcott JL. Direct percutaneous needle aspiration of localized pulmonary

Benzer Belgeler