• Sonuç bulunamadı

Vakıf Kurumunun Eğitim Kurumlarına Etkisi:

3. BÖLÜM: EĞİTİMİN YAPILDIĞI MEKANLAR

3.2. Vakıf Kurumunun Eğitim Kurumlarına Etkisi:

Sözlükte “durmak; durdurmak, alıkoymak” anlamındaki vakıf (vakf) kelimesi terim olarak “bir malın mâliki tarafından dinî, içtimaî ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde özetlenebilecek hukukî bir işlemle kurulan ve İslâm medeniyetinin önemli unsurlarından birini teşkil eden hayır müessesesini ifade eder.200 İnsanların

yaradılıştan sahip olduğu iyilik yapma isteği dîni teşvîk ile vakıf kurumunun ortaya çıkmasında önemli bir etken olmuştur. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan (vakfedilen), vakfın en hayırlısı da insanların en çok ihtiyaç duyduklarını karşılayandır” hadîsinin işaret ettiği doğrultuda önceleri ibadethane ve hastane gibi kurumlar desteklenmiştir. İlmin öneminin vurgulanması ve öğrenilmesinin farz olması yukarıdaki sosyal kurumların yanında medreselerin desteklenmesini de beraberinde getirmiştir.

Müslümanların inançları doğrultusunda hayır yapma istekleri sosyal yardımlaşma şekline dönüşüp, vakıf yoluyla kurumsallaşmıştır. Kurumsallaşma beraberinde süreklilik ve kalıcılık sağlamıştır. Böylece sadece cami gibi ibadethaneler değil, hastane, medrese gibi yapılar da vakıflarla desteklendiği için zaman içinde gelişip varlıklarını sürdürme imkanı bulmuşlardır.

Vakıflar genel manada Allah rızası kazanmak için varlıklı kimseler tarafından kurulan ve faydası tamamiyle ihtiyaç sahiplerine tahsis edilen müesseselerdir. Vakıf hukukundan kısaca bahsetmek gerekirse, fıkıh kitaplarındaki tanıma göre vakfın şartları şöyle sıralanabilir:

1. Bir malın ya da gelirin kullanımını halka tahsis edip, mülkiyetini Allah yolunda bağışlayıp mülk edinilmesini, alınıp satılmasını sonsuza kadar yasaklamaktır.201

200 Hacı Mehmet Günay, “Vakıf”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2013, C.ILII., s. 475. 201 Ziya Kazıcı, İslâm Müesseseleri Tarihi, İstanbul, Kayıhan Yayınları, 1991, s. 183

2. Bir mülkün menfaatini halka bağışlayıp, aynını Allah Teala’nın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten müebbeden men etmektir. Bu tarif “İmameyn’e” göredir.

3. İmam A’zam’a göre ise, bir mülkün aynı, sahibinin mülkü hükmünde kalmak üzere menfaatinin bir cihete tasadduk edilmesidir.202

Vâkıfın vakfettiği mal üzerinde arzu ve iradesini devam ettirme hakkına sahip olması ve ölümünden sonra da bu şartların sonsuza kadar bağlayıcı olması vakfa konu olan hayrın devamını sağlamıştır. Diğer yandan vâkıfın bağışladığı mal üzerinde söz söyleme hakkının devam etmesi konusu her mezhepte kabul görmemiştir. Mesela Mâliki mezhebi vâkıfın kendisini vakıf idarecisi olarak tayin etmesini yasaklamıştır. George Makdîsî bu konuya değinir ve medreselerin dağılımının bu görüş farklılığına göre şekillendiğini söyler. Ona göre; “diğer mezheplerin müntesiplerini arttırmak için vâkıfa vakfı üzerinde mütevelli olma ve bunu ölümünden sonra varislerine bırakma hakkı tanımıştır, fakat Mâliki mezhebi ise bunu kabul etmediğinden hem Bağdat’ta müntesiplerini kaybetmiş hem de Kuzey Afrika’da ve İspanya’daki Mâlikiler Bağdat’ta hiçbir zaman medrese kuramamışlardır. Doğu İslam dünyasının yine aynı sebep yüzünden Suriye dışındaki herhangi bir yerinde medrese kurulamamıştır. Mısır da dahil olmak üzere Kuzey Afrika’da Mâliki medreselerine nadiren rastlanırken, bu miktar İspanya’da daha da düşüktür.”203

Eğitimin kurumsallaşması ve medrese şekline gelmesinde başrol vakıf kurumunundur diyebiliriz. Mesela Aydın Sayılı İslam toplumunda hastane ve medreselerin ortaya çıkmasını da vakıflara dayandırır. George Makdîsî de vakıfların önemi üzerinde durur. Konu hakkında şöyle der: “Hayırseverler yüzyıllar boyunca, sosyal ve dini açıdan ilgi gören konularda büyük bağışlar yaptılar fakat eğitim kurumlarının ortaya çıkmasını sağlayan bu hayırseverlik faaliyeti şahsi olarak sağlanan yardımlarla değil, vakıf hukuku sayesinde yardımların kurumsallaşmasından sonra ortaya çıkmıştır. Vakıflar sayesinde eğitim kurumları süreklilik kazandı ve bağış sahibinin ne kadar yaşadığından ya da bazen bağış

202 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiye ve Islahat-ı Fıkhiye Kamusu, İstanbul 1969, C.IV, s. 284 203 Makdisi, Ortaçağda Yüksek Öğretim, s. 84

sahibinin şahsından bağımsız olarak yardım devam etti.” 204 Makdisi, bu tür

hayırseverliğin III./IX. yüzyılda yaygın olduğunu ve devam ettiğini belirtir.

Benzer şekilde Müslüman toplumunda dini gerekliliklerin sosyal hayata şeklini verdiğini belirten ve Memlükler (1250-1517) dönemi Kahire üzerine çalışan Jonathan Berkey de yönetici elitin meşrûiyetini ve toplum tarafından kabul edilebilirliğini sağlamak için hayır yapma yoluyla eğitime destek verdiğinden bahseder. Berkey, akademik ve dini eğitim kurumlarının doğuşunu ve gelişmesini sağlayan en önemli faktörlerden birinin “vakıf” müessesesi olduğunu vakıf sayesinde öğretim kurumlarını oluşturan şahısların kurumlar üzerinde dikkate değer bir özgür hareket alanına sahip olduklarına işaret eder. Vakfiye sahipleri farklı pozisyonlardaki şahıslar olduklarından – sultan ve emir, alim ve bürokrat, onların eşleri ve kızları- gibi, eğitim kurumları da tek tip olmamış çeşitlilik göstermiştir.205

Micheal Chamberlain, vakıfların medreselerin kurulmasındaki temel faktörlerden biri olduğunu söyler ancak vakıfların kullanılma şeklini farklı bir amaca bağlar. Ona göre medreselerin kurulmasındaki temel etken, elit aileler ilmin prestiji ile kendi stratejilerini birleştirerek vakıflarını kurmaları bu şekilde sahip oldukları malları da korumak istemeleridir. Bir bakıma medreseler gibi hayır kuruluşları yönetici elitin mallarının kontrolünü sağlayan araçlardır. Chamberlain durumu şöyle ifade eder: “Vakıflar, medreseler, yönetici elitin şehirde hakimiyet sağlamak için kullanabileceği şehir üzerinde sosyal kontrol ve meşruluk sağlayabilme kanalıdır. Böylece dinî konularda bilgili olan sivil elitin kendilerine desteğini de bu şekilde elde ederdi.”206

Vakıfların sadece ibadet için tahsis edilen mescid ve camiler için ya da hastanelere değil bilgi üretilen ve aktarılan hemen hemen bütün mekanlara destek verdiği görülür. Aydın Sayılı ulaşabildiği bilgilere göre vakıf geliriyle desteklen ilk rasathanenin Meraga rasathanesi, ilk hastanenin Tolunoğulları’nın (868-905) Kahire’de yaptırdığı hastane olduğunu ve ilk kütüphanenin de ‘Adud el-Devle’nin

204 Makdisi, Orta Çağ İslam, s.73 205 Berkey, Transmission, s. 16

206 Michael Chamberlain, Knowledge and social practice in Medieval Damascus, 1190-1350,

(949-982) kütüphanesi olduğunu söyler. Rasthanenin vakıfla desteklenmesini bu kurumun müslüman medeniyeti ile uyum içerisinde kaynaşmasına bağlar.207

Vakıfların kullanılış şekil ve amaçları özde aynı olmak kaydıyla, şartnameler ve mekanlar bazında farklılıklar göstermektedir. Ancak kullanım ve amaçlar farklılık gösterseler de vakıfların hayır kurumlarının sürekliliğini sağlamadaki güçlü rolü yadsınamaz. Vakıflar sayesinde hastaneler, mescid ve cami gibi ibadethaneler ve medreseler İslam topraklarının en ücra köşelerine kadar yayılma imkanı bulmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti’nin sadece beylikler döneminde kurulan medreselere baktımızda, Cahit Baltacı çalışmasında, içinde otuz kadar ismin sayıldığı uzun bir liste ile karşılaşırız.208 Ayrıca rasathane, kütüphane gibi bilgi üretimi ve aktarımı

sağlanan farklı mekanlara da yapılan vakıf desteği ile bilginin korunup aktarılmasının sürekliliği sağlanmıştır.