• Sonuç bulunamadı

Ursula LeGuin

Ursula K. LeGuin Metis Yayınları, Başmusahip Sokak 3/2, Cağaloğlu/îstanbul

DEĞERLENDİRMELER ÜZERİNE BİR DENEME

II Nome della Rosa Gülün Adı'dır.

Semiolog Umberto Eco, II Nome della Rosa adlı R o m a n ın ı: "Bu elyazmasını kime bıraktığımı bilmiyorum, neye iliş­

kin olduğunu da bilmiyorum. Stat rosa pristina nomine, nominc duda tenemus (Adıyla bir zamanlar gül olan, salt adlar kalır elim izde.)"1 tümcesiyle noktalar.

Yanılmıyorsam, oylumlu kitapta "rosa"

sözcüğü başlık dışında bir tek bu son tüm­

cede yer alır, özenle, yanlış bir imlemeye, çağrışıma yol açmamak için.

Sayın Gül Işık da (Prof. Dr.) sayın Berke Vardar (Prof. Dr.) ile birlikte; Italyan gös- tergebilimci Paola Fabbri ile "Gülün Adı"

üzerine yaptıkları söyleşide2 yukarıdaki Latince cümleyi imleyerek; "Roman Gü­

lün Adı ile başlıyor ve bu son tümce ile kapanıyor, demek ki göstergebilimsel ev­

ren bir başlangıç ve bitiş noktasıyla belir­

tilmiş oluyor. Bu son tümce nasıl yorum­

lanabilir?" diye soruyor. Paola Fabbri ise:

"Sanırım, Eco Gülün Adı konusunda hiç­

bir açıklamada bulunmadı, bulunmak iste­

medi. Açıklamamak da daha yerinde olur,"

şeklinde yanıtlamakta ve "Ortaçağ bizim­

kinden son derece değişik ve uzak bir sis­

tem, gerçeklik ilkelerinin altüst oluşunu düşünmek yeter. Tanrı'ya daha yakın olan bütün şeyler daha soyutturlar, yani daha gerçektirler; Tanrı'ya daha uzak olan bütün şeyler daha somutturlar, yani daha az gerçektirler. Böyle bir kuram söz konusu olduğunda, gül, gerçek gül, adına daha yakındır," diye eklemektedir.

Sayın Vardar söyleşiye katılıyor; "Çalış­

mada Adcılık ilkesi var, aynı zamanda göstergenin nedensizliği üzerine bazı düşünceler de var..." P.Fabbri ise "... Bor- ges'in Platoncu'luğunun değil. Borgcs'in Schopcnhaucr'culuğunun etkisini duyuyo­

ruz; gerçek dediğimiz şey binbir gerçek­

leşme olasılığından yanlız bir tanesidir,"

diye yanıtlıyor.

Gülün Adı'nın Türkçe çevirisinin önsö­

zünde Şadan Karadeniz Eco'nun romanının adıyla ilgili bazı sofistikasyonlarına yer vermektedir. "Eco, bir romanın adının yo­

rumsal bir anahtar olduğunu, oysa roma­

nın 'yorumlar üreten bir makine' oldu­

ğunu, ama ille de bir romanın bir adı ol­

ması gerektiğini belirterek,... Gülün Adı­

na gelince Eco bu adı, kendisine, on ikinci yüzyılda yaşamış bir Bencdikten olan Be- nardo Morliacense'nin De Contemptu Mundi'smm bir dizesinden esinlendiğini, salt bir rastlantı sonucu bulduğu bu adı niçin seçtiğini şu sözcüklerle dile

getiri-yor: 'çünkü gül simgesel bir şeydir ve öylesine anlamlarla yüklüdür ki, neredeyse hiçbir anlamı yoktur: gizemlidir gül ve bir gül, güllerin yaşantılarını yaşamıştır; bir gül bir güldür, bir gül bir güldür, bir gül bir güldür3."

Bir anlamda romanın adının Gülün Adı ol­

ması; sayın Vardar'ın değindiği gösterge­

nin nedensizliği aracılığı ile romanı gü- zard"4 bilinir. Eco, yorumlar üreten aygı­

tının adına duyulan merakı biraz daha körüklemek istercesine: Gülün Adı üzerine yayınladığı "Setti Anni di Deridcrio"5 isimli kendi kendisiyle söyleşisinin 11.

sorusu olan "neden 'Gülün Adı' başlığını seçtiniz?" sorusunu, "Pinocchio başlığı daha önce kullanılmıştı da ondan," diye

gulamak istediği kesin gibi. Romanda gülün adı bir tek son tümcede geçmektey­

se de, gülün kokusu, romanın tümüne sin­

miş, gülün (güllerin) adı da yaprakların arasına gizlenmiştir.

Çalışmanın romana ilişkin sorunları çözü­

şü üzerine epey konuşuldu; bu konuya gir­

mek istemiyorum. Ben romanın tipleme­

lerini ele almak istiyorum. Başrahip, Se- verinus, Burgos'lu Jorge, Adelmo, Beren- gar, Benno ve Bemardo ve diğerleri hepsi birer tutkundurlar, tutkun oldukları ölçüde de sapkın. Açık iktidar, gizli iktidar, bilgi, seks, ilim tutkunudurlar. (Kanımca burada Eco'cu göstergebilimsel sofistikasyonda B harfinin bilinçli seçildiğini düşünmek yer­

siz olmaz. P.Fabbri romanı kişisel şifrele­

me olarak tanımlamıyor mu?) Eğer roman kahramanını kahraman yapan tutkusu ise tutku türlerinin zenginliği açısından, "Gü­

lün Adı", Eco'nun Comedia'yı "kitap-ların kitabı" olarak adlandırmasına benzetme ile

"Romanların Romanı" olarak adlandı­

rılabilir. Tüm tiplem eler, Ortaçağ'ın, günümüz orta insanının zihnindeki izle­

niminin tersine ayrık ve özgündür. Belki

"buldurmacı" tavrına rağmen okuyucuya yardım elini uzatmaktan geri kalmaz:

("Benno büyük bir tutkunun kurbanı ol­

du", dedi...

Bcrcngcr'inkindcn farklı bir tutku bu, ki- Icrcininkindcn de. Bir çok araştırmacı gibi onda da öğrenme tutkusu var. Salt öğren­

mek için öğrenmek. Bilginin bir bölümü kendisinden gizlenince onu elde etmek is­

tiyordu. Şimdi, böyle bir bilgi birikimini başkalarının hizmetine sunmamaya razı olduktan sonra, ona sahip olmak neye ya­

rar diye soracaksın bana. Ama benim tut­

kudan söz etmemin nedeni de bu. Rogcr B acon’un7 bilgiye susamışlığı luLku de­

ğildi: Bilgisini Tanrının kullarını daha mutlu etmek için kullanmak istiyordu o;

bilgiyi salt bilgi olduğu için istemiyordu.

Bcnno'nunki salt doymak bilmez bir me­

rak, düşünsel kendini beğenmişlik, bir ra­

hibin tensel isteklerini dönüştürme ve yatıştırmasının bir başka yolu ya da bir

sü. Kilcrcininkiyse gençliğinden beri ta­

nıklık etmek, dönüştürmek ve tövbe adının paradoksal yanına bir göz atmanın yararı olacağı kanısındayım. Bir bebeğe Rosa adı konurken eldeğmemiş; romans, sevgi dolu bir genç kız olacağı düşlenir, ama Rosa adı karşı cinste bilinçaltı bir mekanizma ile "yokcdici, sahip olucu", kösnül çağrışımlara yol açmaz mı? Fakat kösnül Rosa'lar Rosa adlı da olsalar ger­

çekte Rosa nominc değildirler, onlar Rosa imitazionc'dirlcr. Bu ikisinin ayrımı este­

tik ve etik bir sorunsal oluşturmaz mı?

"Ne adlar vardır. salt bir tutku çağına dönüşmesinden duy­

duğu tedirginliği dile getirir. Bu tutku, sonuçta tüm tutku türlerinin nihai ereği olan güç tutkusuna dönüşerek, "om- nipotens" ile ilgili sorunsalı oluşturur ve bu yönüyle de teolojik bir temanın içine olağanüstü bir şekilde oturur.

P.Fabbri ".... Eco, bilimsel kültür çer­

çevesinde değil, katolik ve akılcı batı kültürünün çerçevesinde yeralır," derken şüphesiz ki gerçeği söylüyor ve çok önemli bir noktaya işaret ediyor. (Benim gibi meslekten olmayan birisini Eeo'ya yaklaştıran ve Eco hakkında yazmaya yü­

reklendiren de bu olsa gerek.) Böylcce öz, biçim ve biçem birbirini tutuyor, gerçek, eğretisel ve göksel düzeyler birbiriyle çakışıyor. kalıyor: hakikat karşısında gülmelerini sağlamak." William sevgidir. Adso sevgi­

dir. "Gerçek" sevgidir. Sevilenin iyiliğini isleyen, tutkuya dönüşmemiş özgeci

(al-truist) sevgidir.

Romanın anlatıcısı ve aynı zamanda bir teolog olan Adso’nun elyazmasını kime bıraktığı ve neye ilişkin olduğu böylccc az da olsa aydınlanmış olmaktadır.

E şadlılık

Eeo'nun romanının düşünsel özünü Orta- çağ'da kilisenin (tüm çağlarda mutlak oto­

ritenin) "gülme"dc kutsala karşı bir tehdit görmesi oluşturur. Bu oluş Aristo'nun P o etica 'dan sonraki kitabı olan C om e- d id nın (Güldürü) kilisece ortadan yokcdil- mesi ile simgeleştirilir. Özellikle Aristo gibi bir düşünürün güldürü üzerine düşün­

celeri kitleleri giderek "şayianı da alaya al­

maya" yöneltecek ve "şayian korkusundan kurtulmanın bir bilgelik olduğuna" inan­

dıracaktır.

Olmadığı (ontolojik bağlamda), olmadığı bilindiği için (epistemolojik bağlamda) bi­

linen bir kitabın yokcdilmcsi plotu ile on­

toloji epistemoloji çatışması gibi bir ko­

nunun, tüm ip uçları ile birlikle yokcdil- miş olduğu için bilinilmcycbilcn (episte- molojk) ve (dolayısıyla) olmayan (onlolo- jik) şeklinde tersten konumlanmasının

(Borgcs'vari) boyutu ve buna olarak (yap­

mış olabileceklerimizden de sorumluyuz) şeklinde vülgarizc edilebilecek etik bir çıkarım düşünülebilir.

Ancak değinmek istediğim nokta, Eeo'nun nedensiz (aynı zamanda sofistike) göster­

gesinin, romanın adının, Türkçe uzayına girdiğinde tasarımcısını şaşkınlığa düşüre­

cek şekilde beklenmedik bir alegoriye dö­

nüşmesi; veya bir metaforun, Türkçe uza­

yında paranomia (cşadlılık) (belki de poly- semia (Çokanlamlılık)) tuzağına yakalana­

rak, basit bir cinasa dönüşmesi ve göster­

genin nedensizliği ilkesinin zedelenmesi­

Her ne kadar Gülün Adı'nın romanla ilgili, sorunları çözüşü üzerine yazmak cüretinde olmadığımı belirttiysem de bir noktaya daha değinmeden geçemeyeceğim.

Birincisi "Ortaçağ Shcrlock Holmes'i"

yakıştırmasını haketmenin ötesinde Bas- kcrville'li W illiam ile Adso İkilisinin Shcrlock Holmes ve Dr. Vatson İkilisine izdüşümü. Bu nazire "Baskerville" ile ilk ve son harfi düşürülmüş Watson ile açıkça sergileniyor. Anlatının Adso ağzından ya­

pılması hem dinsel ahlaka, hem dedektif romanı tekniğine şüphesiz ki çok uygun.

Yalnız Doyle'daki olayların hemen ardın­

dan yazma, Eeo'da bir ömürlük bir gecik­

me ile oluşuyor ki, böylesi, güllerin ardıl­

lığı ve ölümsüzlüğüne daha yakışıyor.

manını bu şekilde oluşturduğunda hem bir

"roman uzayı" tezini olumlamış hem de bu uzayın göstergebilimsel yönünü sav­

lamış olmaktadır. Konuyu biraz daha açık­

layabilmek açısından önce P.Fabbri'dcn roman plot'unun gösjcrgcbilimscl niteliği ile ilgili bir alıntı yapalım. "Örneğin katil ilk cinayeti kişisel nedenlerle işler. De­

dektif gelip bir takım mantıksal savlar ile­

ri sürmeye başlayınca, katil anlar ve daha sonraki cinayetleri dedektifin yanlış tahmi­

ninin 'görüntüleri' olarak işler." "Göster- gescl gerçek, savlara bağlı görüntüler oluşturarak tepki gösteren bir gerçek türüdür." Ve bu alıntıyı romana uyarla­

yalım; Romansal gerçek, savlara bağlı diz­

gesel göstergeler oluşturarak tepki göste­

ren bir gerçek türüdür. Örneğin yazar ilk adımı kişisel nedenlerle atar ama giderek mantıksal yapıyı kurmaya ve bunları göstergclemeye başlayınca, göstergeler tezleri yanlışlayan unsurların doğmasına ve yeni bir romanın tohumunun oluşu­

muna yolaçar.

Romandaki İngiliz unsurlar William'ın Baskerville'i oluşu ile göze batmayan bir önem kazanıyor. Kanımca Fransesken tari­

katının İngiltere'de yaygınlık kazanması ve Roger Bacon'un kişiliği bunda en

Gülün Adını değerlendirirken Fransesken Tarikatı'na değinmeden geçmenin eksiklik yaratacağını düşünüyorum. Bunu, Oscar Wildc'ın en iyi bir şekilde açıkladığını sanıyorum:

"İsa'dan önce de hıristiyanlar vardı... Ne yazık ki İsa'dan sonra Hıristiyan çıkma­

mıştır. Tek istisna tanıyorum: Asisili

Aziz Fransesko. Ne var ki, Tanrı ona doğuştan şair ruhu vermişti, kendisi de ol­

dukça genç yaşta mistik bir evlilik yapa­

rak yoksulluğu kendine eş olarak seçmişti;

bir şairin ruhuna ve bir dilencinin bede­

nine sahip olduğundan, mükemmele ula­

şan yol, ona zor gelmedi. İsa’yı anladı ve onun gibi oldu. Aziz Fransesko'nun haya­

tının gerçek Imitatio Christi9 olduğunu öğrenmek için Liber Conformitatum'a10 ihtiyacımız yok. Onun hayalı öyle bir

4. Voltairc'in bilgelik üzerine öyküleriyle aynı adı taşıyan kahramanı ve onun "Tesadüf diye

9. "Imitatio Chiristi: İsa'ya Benzemek, Latince anonim eser."

10. "Barhelemy de Pise'nin, İsa'yla Aziz Fran­

sesko arasındaki paralelliği vurgulayan eseri."

11. De Profondis, Oscar Wildc, (Türkçesi Roza Hakmen), Can Yayınlan, 1989, s. 139.

Benzer Belgeler