• Sonuç bulunamadı

III. MÜCADELE YÖNTEMLERİ VE MAĞDURLARIN KORUNMASI

2. ULUSLARARASI KURULUŞLAR VE SİVİL TOPLUM

İnsan ticaretiyle mücadele etmeyi hedefleyerek kurulan ya da belli bir dönemden itibaren çalışmalarının önemli bir kısmını konuyla mücadeleye ayıran çeşitli uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum kuruluşları mevcuttur. Bunlar arasında Birleşmiş Milletler, Birleşmiş Milletler bünyesi altında çalışmalarını sürdüren ILO ve IOM, CAATW ve GAATW sayılabilir. Birleşmiş Milletler, yasal çerçeve bölümünde aktarıldığı gibi 20. yüzyılın başından beri konuyla ilgili uluslararası yasal çerçevenin oluşturulmasını örgütlemiştir. Yasal çerçeve bölümünde bahsedilen sözleşmeler dışında BM bünyesi altında çalışan IOM, ILO ve UNHCR gibi kuruluşlar, dünya genelinde gerek akademik, gerek kampanya düzeyinde çeşitli faaliyetler yürütmüşlerdir. Bunlardan IOM, ve ILO insan ticaretiyle ilgili birçok akademik çalışmayı desteklemişler, raporlar yayınlamışlar, dünya genelinde istatistiklerin tutulmasını sağlamışlardır. IOM bu bağlamda insan ticaretine dair sağlıklı bir bilgi sisteminin kurulması için “İnsan Ticaretiyle Mücadele Modülü Veritabanını” oluşturmuştur (Laczko, 2003: 187). Ayrıca mağdurların çeşitli koruyucu ve destekleyici hizmetlerden faydalanmalarını ve gerek hedef ülkelerde ikamet etmelerini, gerek de memleketlerine dönmelerini sağlayacak faaliyetler yürütmüştür.65 Yine BM’e bağlı bir kuruluş olan UNDOC’un (Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi) bir birimi olan “İnsan Ticaretiyle Mücadele Küresel Programı” küresel düzeyde bir veritabanı oluşturulmasını sağlamıştır. Bunlardan başka, feminist yaklaşımlar bölümünde aktarılmış olan ve dünya genelinde mücadele

65 Sözgelimi sadece Balkanlar’da mağdurların çeşitli şekillerde faydalanabilecekleri yirmi altı tane

stratejileri geliştiren önde gelen sivil toplum kuruluşlarından CAATW ve GAATW, çeşitli programlar ve projeler yürütmektedir.

2.1. Ulusal Düzeyde Yasal Düzenlemeler ve Sivil Toplum Kuruluşları İlişkisi

2000 yılında Palermo Sözleşmesi’nin kabul edilmesinden itibaren çeşitli ülkeler, mağdurların korunmasına ve desteklenmesine yönelik vize ve sosyal hizmet politikaları izlemiş, mağdurların çeşitli konularda yardım olanaklarından faydalanabilmeleri yönünde düzenlemeler yapmışlardır. Bununla birlikte bu düzenlemeler özellikle geçiş ülkeleri bazında son derece sınırlı kalmıştır66 (Clark, 2003: 257). Sivil toplum örgütleri temelli mücadeleler de, kimi zaman yetersiz kalmıştır.

Mağdurların korunmasına yönelik geliştirilen önemli bir politika, oturma izinlerinin mağdurları gözetecek şekilde yeniden düzenlenmesi olmuştur. Bu bağlamda mağdurlara travmatik etkilerin giderilmesini sağlayacak rehabilitasyon hizmetleri verilmesine yönelik bir süre tanınmasını amaçlayan geçici oturma izinlerini içeren düzenlemeler yapılmıştır.

Mağdurların korunmasına yönelik düzenlemelerin yer aldığı Palermo Sözleşmesi’nin yanı sıra Avrupa Birliği’nin 2004 tarihli direktifi, izlenecek politikaların motoru olmuştur. Direktife göre üye ülkeler 2006 yılına kadar iç hukuklarında belirleyecekleri sürelere göre mağdurlara geçici oturma izinlerinin verilmesini sağlayacak düzenlemeler yapacaklardır. Bununla birlikte direktifin öngördüğü süre içerisinde sadece birkaç üye ülke, bu yönde politikalar izlemiştir. Bu

66 Romanya, Ukrayna ve Makedonya, insan ticareti faaliyetlerinin bu bölgelerde de yoğun olarak

yürütülmelerine rağmen mağdurlara oturma izinleri verilmesine ilişkin düzenlemelere gitmeyen ülkeler arasındadırlar (Malpani, 2006: 25).

ülkeler arasında Finlandiya, Hollanda ve Polonya sayılabilir (Malpani, 2006: 22–25). İtalya’da da mağdurların geçici ya da kalıcı olarak ülkede kalabilmelerine ve bazı sosyal destek hizmetlerinden faydalanabilmelerine ilişkin düzenlemeler vardır (Clark, 2003: 257). ABD’de İnsan Ticareti Mağdurlarını Koruma Yasası’na göre ise, mağdurlara üç yıllık bir T-vizesi vermekte, üç yılın ardından da mağdurlar kalıcı bir oturma izni için başvurabilmektedirler (Bishop, 2003: 222). İlk bakışta mağdurlara çok geniş imkânlar sağlayan bir yasa gibi görünmesine rağmen T-vizesinin sadece “insan ticaretinin şiddetli biçimlerine maruz kalmış” mağdurlara verilmesine yönelik bir düzenleme olması, mağdurların yasada öngörülen belli mağduriyet kıstaslarını karşılamak zorunda kalmalarına işaret etmektedir. Bu durum, birçok mağdurun dışlanmasına sebep olabilir. Benzer biçimde Avrupa ülkelerinde de, izinlerin uygulamaya geçirilmesi için son derece zorlama ve mağdurları olumsuz etkileyecek düzenlemeler mevcuttur. Bazı ülkelerde, (mesela Hollanda’da) mağdurlara verilecek oturma izinleri tacirlere yönelik yargılama sürecine katılmalarına bağlıdır ki bu mağdurlar üzerinde çok ciddi bir psikolojik baskı anlamına gelmekte ve de ülkelerine dönmelerini zorlamaktadır. Ayrıca çeşitli ülkelerde, mağdurlar oturma izinlerini kullanmamaları yönünde baskı görmüşlerdir (Malpani, 2006: 28). İtalya ise mağdurların kalıcı bir oturma izni edinebilmeleri için insan tacirlerine karşı yargılama sürecine katılmaları zorunluluğunu içermeyen yasal bir düzenlemeye sahip olmasıyla (Clark, 2003: 257) takdir görmüştür. Bununla birlikte, mağdurların sosyal yardım hizmetlerinden faydalanmaları için yargılama sürecine katılmalarının beklenmiş olması (Clark, 2003: 257), yasal düzenlemenin aslında mağdurları korumaya ve desteklemeye yönelik perspektifinin sınırlı olduğunu göstermektedir. Munro’nun İtalya’da çeşitli STK temsilcileriyle yaptığı görüşmeler sonucu da,

yasanın bu maddesinin gerektiği gibi uygulanmadığı ve belli bir standardının olmadığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Mesela Roma’da mağdurlara yönelik telefonla yardım hizmetleri sunmakla yükümlü olan bir yetkili, mağdurları yardım programlarından yararlanabilmeleri için adli yargılama sürecine dâhil olmaları gerektiği hususunda yönlendirdiğini dile getirmiştir. Bu durumun STK temsilcileri tarafından mağdurların yardım programlarına olan başvuru yollarını tıkamasına sebep olduğu belirtilmiştir (Munro, 2005: 319–320).

İnsan ticaretiyle mücadele amaçlı ulusal düzeydeki yasalarca öngörülen sosyal destek hizmetleri ya da yürütülen kampanya gibi faaliyetlerden bahsedilecek olursa, genel olarak bu uygulamaların yeterince başarılı oldukları ya da amaçlarına ulaştıkları söylenemez. Mesela İtalya’da sığınma evlerinin ve mağdurlara yönelik gezici tıbbi hizmetler ve psikolojik destek gibi unsurları içeren çeşitli sosyal yardım programlarının67 (Clark, 2003: 257–258) örgütlenmesine rağmen, az önce bahsedildiği gibi yasal uygulamalar vasıtasıyla mağdurların bu hizmetlere ulaşılması resmen engellenmiştir. 2002 tarihli AB Komisyonu Çerçeve Kararı’nı onaylamış olmakla birlikte insan ticaretiyle doğrudan ilgilenen bir yasası bulunmayan (Munro, 2006: 320) İngiltere’nin68 de rehabilitasyon hizmetlerine yönelik girişimleri zayıf

kalmıştır. Holt, 2002 yılında hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde sığınma evlerinin bulunmasına rağmen, İngiltere’de henüz bulunmadığını aktarmaktadır (Holt, 2000, aktaran Melrose, Barrett, 2006: 120). Ayrıca 2003 yılında ülkede bu tarz faaliyetler yürüten bir sığınma evi kapatılmıştır (Newsnight, 29 July 2003, aktaran Melrose, Barrett, 2006: 120). Ülkede duyarlılığı ve farkındalığı artırmayı

67 2000 yılında İtalya’da mağdurlara yönelik bu hizmetler için 8 milyon Euro tutarında kaynak

ayrılmıştır (Clark, 2003: 257–258).

68 İngiltere Cinsel Suçlar Yasası vasıtasıyla cinsel sömürü amaçlı insan ticaretinin etkin bir tanımını

hedefleyen bir gelişme, “Whose Daughter’s Next?” (Sıra Kimin Kızına Gelecek?) isimli çocukları ve ergenlik çağındaki genç insanları cinsel sömürü amaçlı insan ticaretinden koruma amaçlı bir kampanya olmuştur (Scott, Harper, 2006: 314). Önemli bir hedef ülke olmasına rağmen İngiltere’nin girişimlerinin son derece zayıf kaldığı açıktır.

İnsan ticareti akımlarının kaynak ve geçiş ülkelerinin yer aldığı eski Sovyet ülkelerinde, bilhassa çok sayıda mağdur veren Balkan ülkelerinde kadın örgütlerinin de girişimiyle mağdurların maruz kaldıkları travmatik etkileri gidermek amaçlı yoğun mücadele faaliyetleri yürütülmüştür. Arnavutluk’ta “Kadın Hakları ve İnsan Ticaretiyle Mücadele Projesi” yürütülmüş, bölgedeki çok değişik etnik kökenlerden gelen cinsel sömürü amaçlı insan ticaretine maruz kalmış kadınlara yönelik faaliyetlerde bulunulmuştur. Ayrıca Kosova’da da Romanya ve Sırbistan kökenli kadınlara odaklanan çalışmalar yapılmıştır (Corrin, 2004: 188). Bölge genelinde çeşitli ülkelerdeki sivil toplum örgütlerini bir araya getiren La Strada çeşitli faaliyetleri örgütleyen bir yapıya sahiptir. La Strada ve Lara gibi başka örgütler telefon hattı ve sığınma evleri vasıtasıyla yardım hizmeti sunmaktadırlar. Moldova, Doğu Avrupa’daki önde gelen kaynak ülkelerden biri olarak, konuyla çok ciddi şekilde uğraşmaktadır. Yine de tüm bu destekleyici çabalara rağmen hizmetler sınırlı kalabilmiştir. Mağdurların gerekli yardım mekanizmalarından yararlanamamalarının bir diğer örneği, Bosna Hersek’te 2120 kadınla yapılan görüşmeler sonucu, yüzde 25’inin insan ticareti mağduru olduğu (530) ve sadece 230’unun Birleşmiş Milletler İnsan Ticareti Faaliyetlerini Durdurma Operasyonları Programından yararlandıklarının ortaya çıkmasıdır (Cwikel, Hoban, 2005: 307). Rusya da, önemli bir kaynak ve geçiş ülkesi olmasına rağmen sivil toplum

kuruluşları bazında gereken mücadele pratiklerini geliştirememiş ülkelerden biridir. Bu durum, Sovyet Sistemi döneminde sivil toplum oluşumlarına pek izin vermeyen ve bu tarz kuruluşları devlet ve komünist parti denetimi altına alan tutumlara dayanır. Sonuç olarak ülkede insan ticaretiyle etkin bir şekilde mücadele eden sivil toplum kuruluşları çok gelişememiş ve gereken tepki gösterilmemiştir. Ya da sivil toplum kuruluşlarınca yürütülen faaliyetler hükümet tarafından görmezden gelinmiştir (Orlova, 2004: 18).

Benzer Belgeler