• Sonuç bulunamadı

ULUS-DEVLETLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE’DE ÇOCUK VE

1. MODERN ÇOCUKLUĞUN ORTAYA ÇIKIŞ SÜRECİ

1.2. ULUS-DEVLETLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE’DE ÇOCUK VE

Türkiye’de çocukluk fikrinin oluşmaya başlaması Batı dünyası ile sosyal ve siyasal ilişkilerin artması ve modernleşme çabalarının yaygınlık kazanması ile eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir. 19. yüzyılda Osmanlı’da gelişmeye başlayan modernleşme temayülünün fikrî altyapısı Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerine dayanmaktadır. Batı dünyası ile girilen sosyal ve siyasal ilişkiler, Osmanlı Devleti’nde askerî alan başta olmak üzere pek çok alanda imparatorluk halklarının tamamını kapsayacak şekilde birtakım değişiklikleri ve yenilikleri zorunlu hale getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesine kadar, İmparatorluğun hayatta kalma hamleleri şeklinde gerçekleşen reformlar kültürel anlamda Batılı tarzda bir modernleşme kültürel dönüşüm hareketi halini almıştır. Toplumun en küçük ve en merkezî birimi olan ailenin bu dönüşümün etkilerinden uzak kalması ise söz konusu değildir.

Türk modernleşmesinin ilk basamağı olan Tanzimat Dönemi’ne kadar belirgin bir sınıf olarak “çocukluk” üzerine yoğunlaşmış herhangi bir dikkate rastlanmamaktadır. Öztan, Osmanlı toplumunda çocuğun biyolojik özelliklerinin farkında olunmasının dışında, sosyo-politik açıdan görece “farklı” ve “müstakil” bir konumu olmadığının iddia edilebileceğini ve Tanzimat’a kadar kaleme alınan eserlerde çocuklara ve çocukluğa özel bir yerin verilmediğini belirtmektedir (2013: 34). Batı’da 16. ve 17. yüzyıllarda oluşmaya başlayan modern çocukluk fikrinin Osmanlı toplumunda 19. yüzyıldan itibaren gündeme geldiği görülmektedir. Bu durumun sebeplerini, Osmanlı’nın geç modernleşmesine bağlayan düşünceler olmakla birlikte; Batı’da çocukluk kavramanı üreten paradigmaların, -daha önce de

22 sözünü ettiğimiz gibi- Batılı toplumların kendi sosyal, siyasal ve ekonomik hadiselerinin bir neticesi olarak doğduğunu akılda tutmak gerekmektedir. Bu noktada, “Avrupa ile sosyo-ekonomik ilişkilerin gelişmelerin ve orta-sınıf olarak adlandırılan bir zümrenin ortaya çıkmasıyla giyim-kuşamdan oyuncaklara kadar bir dizi alanda çocuklar için özel ürünler getirtilmeye ve satılmaya başlanmıştır. Çocuklar için bilimsel ve edebî yazıların yazılmaya başlaması da 19. yüzyılın ikinci çeyreğine denk düşmektedir” (2013: 35-36). Bu dönemde telif eserler kaleme alındığı gibi, çeviri çocuk kitapları da yayımlanmış, çocuğa olan ilginin artması artan çocuk dergisi sayısında da kendisini göstermiştir.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle Tanzimat reformları daha ileri seviyeye taşınarak merkezî idarenin işleyişine kadar varan değişiklikler meydana gelmiştir. Devlet yönetimi ve toplumsal düzen Batılı tarzda yeniden şekillendirilirken, İmparatorluğun mevcut sınırlarının içinden ve dışından gelen milliyetçi ayaklanmalar, “hürriyet” ve “vatan” kavramları etrafında yankı bulmaya çalışmıştır. Füsun Üstel, II. Meşrutiyet dönemini tebaadan vatandaşlığa geçiş süreci olarak tanımlarken; bu sürecin Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ortalarından itibaren merkezî bürokratik devletin tahkimi doğrultusunda ortaya çıkan anayasal gelişmeler ve kanunlaştırma hareketleri bağlamında anlam kazandığını ifade eder (2016: 25). Buna göre devletin, kamusal bir özne olarak “vatandaş” ile kurduğu ilişki, yeni toplum üyelerini yetiştirme amacı ile önem kazanan “okul”lar aracılığı ile anlamını bulmaktadır. Bir yandan devletin kurtarılması gayretleri için siyasî ve askerî hamlelerde bulunulurken, diğer yandan yeni bir ulus yaratma ve vatandaşlık projesinin uygulanmaya çalışıldığı bir dönemdir.

“Vatandaşlık, bireylerin güvenlik, eğitim, sağlık gibi sosyal-hukuksal haklarının temin ve organizasyonu için örgütlenen bir devlet mekanizması çatısı altında “eşitlenmesi” anlamına gelebileceği gibi, ulusların inşa edilmesiyle de aynı anlama gelir. Çünkü vatandaşlık, yeni bir topluluk olan ulusun ve yeni bir siyasal egemenlik ideolojisi olan milliyetçiliğin yaratılmasını içerir” (Başbuğ, 2013: 13). Yeni ulusun başat öznesi olan “çocuk” üzerinden okullar, aileler ve çeşitli eğitim araçları ile millî bilince sahip yeni vatandaşın kurgusu söz konusu edilmektedir.

23 “Tanzimat ile birlikte giderek bağımsız bir “özne” olmaya başlayan çocuğun II. Meşrutiyet ile birlikte potansiyel bir kamusal özneye dönüşmesine tanık olunur. Çocuk, potansiyel bir kamusal özne olarak, artık yalnızca ailesine ait değildir. Çocuk, kimi zaman ulusun, kimi zaman ırkın geleceğidir. Yarının üreticisi, askeri ve vatandaşıdır. Kısacası çocuk, toplumun geleceği olarak görülmeye başlanır. Yarının nesli, hürriyet, müsavat, adalet, uhuvvet ilkeleri doğrultusunda yetiştirilmelidir. Yurttaşlık ilk ve orta öğretimin ana pedagojik amacıdır. Bundan böyle nesiller yurttaşlık bilinciyle donatılmalıdır. (…) Kısacası II. Meşrutiyet modern anlamıyla “vatandaş” kavramının yalnızca inşa edildiği değil, bu süreçte devletin okul aracılığıyla çocuk-vatandaş yetiştirme projesinin uygulamaya koyulduğu dönemin bir ifadesi olur.” (Üstel, 2016:32)

Buna göre II. Meşrutiyet döneminde okullar ve “Malumat-ı Medeniye” dersleri aracılığı ile ilk ve orta dereceli çocuklarla devletin kurduğu ilişki “vatandaşlık” kavramı çerçevesinde gelişmiştir denilebilir. Çocuklar Türk ulusunun yarını, geleceği ve askerleri olarak kimliklendirilirken; millîlik anlayışı çerçevesinde çocukluk fikrinin önceki dönemlere göre nasıl bir değişim geçirdiği görülmektedir.

Bu değişimin bir sonucu olarak erken Cumhuriyet dönemi çocukluk anlayışı, ulus inşası projesi üzerinden şekillenmiştir. “II. Meşrutiyet aydınlarının ‘yeni insan- yeni toplum’ projesi çerçevesinde üzerinde hassasiyetle durdukları ‘okul’ da vatandaşlık eğitimi, Cumhuriyet’in ilanını izleyen dönemde, kurucu önderlerin ulus inşa projesinin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır” (2016: 127). Devrimin temel ilkelerinin, inkılâpların, cumhuriyetçi değerlerin benimsendiği bir toplum yaratmanın ana koşulu; okullarda verilen eğitim ve edebî alanda yapılan çalışmaların niteliğidir. Cumhuriyet döneminde çocuk ve çocukluk algısı inkılapların niteliği doğrultusunda, eski sistemin tamamen yerle bir edildiği yeni bir dönemin eşiği olduğu anlayışıyla yeniden kurgulanmıştır. Cumhuriyet çocuğu, değerleri içselleştirmenin ötesinde geleceğe taşıyacak olan bireyler olarak görülmüş ve hayal edilen geleceğin ilk nesli olmaları bakımından ayrı bir öneme ve değere kavuşmuştur. Gelenek ya da geçmiş ile koparılan ilişki göz önünde bulundurularak; Cumhuriyet çocuğu geçmiş ile gelecek arasında sıfır noktasını temsil eden bir sınıf olarak tasarlanmıştır. “Eğitim ve öğretim alanında girişilen tüm inkılâplar cumhuriyetçi kuşaklar yaratarak yeni rejimin vaat ettiği modernleşme ve kalkınma idealine ulaşmak üzere tasarlanmıştır. Bu amaca uygun olarak -yetişkinler için olduğu gibi- çocukluk bağlamında da

24 gündelik yaşamdaki Osmanlı geçmişinin izleri silinmeye çalışılmış; saltanat ve hilafet makamları yerilmiş ve daha çok İslam öncesi döneme, Orta Asya’ya atıf yapılmıştır” (Öztan, 2013: 63).

Cumhuriyet dönemi çocuk yazını esas alındığında ortaya çıkan çocuk figürü, Türk modernleşmesini şahsında en güçlü şekilde temsil eden küçük bireylerdir. Modern Türkiye’nin yeni yüzünü temsil eden bu çocuklar, kendi toplumları içinde dikkate alınan, başka toplumlar tarafından da değer gören, hatta hayranlık uyandıran bireylerdir. Ulus-devletin geleceği, garantisi ve muhafızı olarak görülen çocuklar, çocuklukla yetişkinlik arasında bir yere konumlandırılarak birer “çocuk-birey” olarak inşa edilirler. Nitekim kimi zaman çocukluklarını inkâr eder ve gerektiğinde kendilerinden bekleneni yerine getirmek adına büyük sorumluluklar altına girmekten de çekinmezler. Sahip oldukları modern ve ahlâkî nitelikler gittikleri memleketlerde hayranlık uyandırır, Kemalizm ideolojisinin diğer memleketlerde yayılması ve bu değerlerin diğer toplumlar tarafından benimsenmesine de katkı sağlayacak hikayeler içinde var olurlar. Yeni ulusal kimliğin çocuklar üzerinden yükseltilmeye çalışıldığı dikkatleri çekerken, lider kültü etrafında güçlü bir aidiyet hissi kurularak çocukların bağlılıkları duygusal yönden de takviye edilmekte, ulusçu, vatansever bir nesil inşası çocuk temelinde kurulmaktadır.

25

İKİNCİ BÖLÜM

2. TÜRKİYE’DE ULUSAL KİMLİĞİN İNŞASI, ULUSLAŞMA