• Sonuç bulunamadı

1947‟de ABD BaĢkanı Truman‟ın ilan ettiği doktrin Sovyet komünizmine karĢı Doğu Avrupa ülkelerine para yardımı yapmayı öngörmekteydi ki bu yardımdan Türkiye‟nin payına düĢen 100 milyon dolarlık askerî yardımdır ve bu doktrin SSCB‟nin Akdeniz‟e hâkim olma emellerini baltalamıĢtır (ġen, 2006: 184). II. Dünya SavaĢı‟nda ekonomisi tahribata uğramıĢ Avrupa ülkeleri bir de savaĢtan sonra Sovyetlerin etkisiyle baĢlatılan grevler nedeniyle ekonomik durgunluk ve rejim değiĢikliği tehlikeleriyle karĢılaĢmıĢlardır. Amerikan yönetimi DıĢ ĠĢleri Bakanı

61

Marshall‟ın giriĢimleriyle Avrupa ülkelerine parasal ve teknik yardım sağlamak için giriĢimlere 1948 yılında baĢlayınca Türkiye Cumhuriyeti de yardım için baĢvuruda bulundu (Demir,2014: 186) Türkiye‟ye yapılacak yardımı hibeler, ödünç miktarlar, dolaylı yardım ve teknik yardım oluĢturmaktaydı (Ertem, 2009: 390-393). Truman Doktrini, Marshall Planı ülkenin Batı dünyasına dahil olma faaliyetini hızlandırırken tam tersine komünist bloktan uzaklaĢmasına neden olmuĢ ve bu durum elbette ki Sovyet yönetimini hoĢnut etmemiĢtir (Ulunian, 2003: 41). Ancak Rusların II. Dünya SavaĢı‟ndan hemen sonra Türkiye‟den tehditkârca taleplerde bulunmalarının Türk dıĢ politika yapıcılarını Batı yönünde adımlar atmaya zorladığı da unutulmamalıdır.

3.2 BĠR GÜVENLĠK MESELESĠ OLARAK TÜRKĠYE’NĠN BATI ĠTTĠFAKI’NA YÖNELĠġĠ

Ġkinci Dünya SavaĢı sonrasında Avrupa‟nın barıĢ ve güvenliğini sağlamak amacıyla yapılan Truman Doktrini ve Marshall Planı, Amerika‟nın Sovyetler Birliği‟nin yayılmacı politika ve faaliyetlerine karĢı almıĢ olduğu ilk tedbirlerdir. Fakat ġubat 1948'de Sovyetler Birliği‟nin desteğiyle Çekoslovakya'da Prag Darbesi olarak anılan bir hükümet darbesi yapılmıĢtır. 1948 tarihinde yine Sovyetlerin Batılıları Berlin'den çıkarmak için giriĢtikleri teĢebbüs neticesinde ortaya çıkan Berlin Buhranı dünya düzeninde yeni bir dönem baĢlatmıĢtır. Bu süreçte ABD ve Sovyetler Birliği kendi çıkarları doğrultusunda artık yeni bir iĢbirliği yapma olasılığının kalmadığı anlamıĢlardır. ABD, Sovyetlerin yayılmacı politika ve faaliyetleri karĢısında yeni bir tedbir almak durumunda kalmıĢtır. Alınan bu tedbir 4 Nisan 1949 tarihinde kurulan Kuzey Atlantik Ġttifakı (NATO)‟dır.

Sovyetler Birliği‟nin Çekoslovakya‟da yaptığı Prag Darbesi ve Berlin Buhranı ile Batılıları Berlin'den çıkarma giriĢimleri Avrupa‟yı da endiĢelendirmiĢ, bunun sonucunda 4 Mart 1948 tarihinde ortak düĢmana karĢı müĢterek savunma ihtiyacından oluĢan Ġttifak düĢüncesi doğrultusunda Ġngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg bir araya gelmiĢlerdir. Toplantının baĢladığı gün Fransa DıĢiĢleri Bakanı Georges Bidault, Amerikan Hükümetinin DıĢiĢleri Bakanı Marshall‟a bir mesaj göndermiĢtir. Bidault, Avrupa demokrat memleketlerinin müĢterek savunmalarını teĢkilatlandırmak için Fransa‟nın Ġngiltere ile beraber iktidarları dâhilinde olan her Ģeyi yapmaya karar verdiğini bild irerek Amerikan Hükümetine iktisadi yardımlarından dolayı teĢekkür etmiĢtir (Ismay, 1954: 8). 4

62

Mart 1948 tarihinde Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve Ġngiltere temsilcilerinin katılımıyla baĢlayan Brüksel toplantısı, toplantıya katılan devletlerin 17 Mart 1948 tarihinde Brüksel AntlaĢmasına imzalayarak Batı Avrupa Birliği‟ni kurmalarıyla sonuçlanmıĢtır. Aynı devletler Eylül 1948‟de ise Sovyetler Birliği‟ne karĢı Batı Birliği Savunma Örgütü‟nü kurmuĢlardır (Erhan, 2001: 543). On maddelik Brüksel AntlaĢmasının 4. maddesi; “AnlaĢmayı imzalayan taraflardan biri Avrupa‟da bir silahlı saldırıya maruz kaldığı takdirde anlaĢmayı imzalayan diğer taraflar BirleĢmiĢ Milletler Beyannamesinin 51. maddesi uyarınca kendilerine tanınan haktan yararlanarak saldırıya uğrayan tarafa her türlü askeri ve diğer yardımları yapacaklardır.” Ģeklindedir (Ayın Tarihi, No: 172, Mart 1948, 97-99). Böylece bir kollektif savunma düĢüncesini açıkça ortaya koymuĢtur. Amerika BirleĢik Devletleri‟nin katılmadığı Batı Avrupa Birliği, Sovyetler Birliği karĢısında denge unsuru olabilecek kuvvette değildi. Bu nedenle ittifak geniĢlemeye özellikle Amerika BirleĢik Devletleri‟nin katılmasına ihtiyaç duymuĢtur. Bu ihtiyaç, Birliği teĢkil eden antlaĢmaya da yansımıĢtır. Savunma sisteminin geniĢleme Ģekli ile ilgili olan 9. madde Ģu Ģekildedir: “AnlaĢmayı imzalayan devletler oy birliği ile alınacak bir kararla, herhangi bir devleti bu anlaĢmaya dâhil olmaya davet edebilirler” (Ayın Tarihi, No:172, Mart 1948, 98). Brüksel AntlaĢması‟nın imzalanmasının ardından Amerikan BaĢkanı Truman özgür Avrupa ülkelerinin kendilerini müdafaa etme kararının aynı Ģekilde ABD‟nin Avrupalılara yardım etme kararına karĢılık geldiğini belirterek Sovyetler Birliği‟ne karĢı ittifak oluĢturacak devletlerle müttefik olacağını ortaya koymuĢtur (Ismay, 1954: 9). 11 Nisan 1948 tarihinde ABD DıĢiĢleri Bakanlığı yetkilileri ve Senator Arthur H. Vandenberg Kuzey Atlantik bölgesinin güvenliği meselesi hakkında hazırlık görüĢmelerine baĢlamıĢlardır. GörüĢmeler neticesinde Vanderberg adını alan karar metni hazırlanmıĢtır. Bununla birlikte 28 Nisan 1948 tarihinde Kanada DıĢiĢleri Bakanı St. Laurent Brüksel AntlaĢmasını da içine alan ve ondan daha geniĢ kapsamlı bir Atlantik AntlaĢmasının kurulması gerektiği fikrini ileri sürmüĢtür. Ancak Monroe Doktrini bu geliĢmeler karĢında engel teĢkil etmiĢtir. Bu engeli ortadan kaldırmak amacıyla Senator Vandenberg‟in hazırlayıp Amerikan BaĢkanına, ABD‟nin güvenliğini ilgilendiren ve karĢılıklı yardıma dayanan “bölgesel ve diğer ortak antlaĢmalara” katılma yetkisi veren “Vandenberg Kararı” adını alan kanun tasarısı 11 Haziran 1948 tarihinde kabul edildi (Sander, 1989: 212). Böylece “Vandenberg Kararı” ile ABD, 1823‟ten beri uygulamakta olduğu “Monreo Doktrini”ni terk etmiĢtir. ABD, kendi dıĢ politikasında bu değiĢikliği yaptıktan sonra

63

Batı Avrupa Birliği‟ni daha geniĢ bir ittifak haline getirmek için Kanada ve Batı Avrupa ülkeleri ile temasa geçmiĢ ve bu temaslar sonucunda 4 Nisan 1949 tarihinde on iki Batılı ülke tarafından kısa adı NATO olan Kuzey Atlantik Ġttifakı kurulmuĢtur. Ġmzalanan antlaĢma 24 Ağustos 1949 tarihinde yürürlüğe girmiĢtir (Ismay, 1954: 17- 21).

II. Dünya SavaĢı sonrası dünyanın görünümünde çok büyük değiĢiklikler olmaya baĢlamıĢtı. Almanya ve Ġtalya'da faĢist yönetimler yıkılarak; demokrasi ve milletlerarası barıĢın çekiciliği yaygınlaĢıyordu. Türkiye, savaĢ sırasında izlediği “oportünist” sayılabilecek tarafsızlık politikasının yarattığı gediği kapatmak için, oldukça geç bir kararla, mihver devletleriyle iliĢkilerini 1944 yılında keserek, savaĢın sonucu belli olduktan sonra -bir bakıma “durumu kurtarmak” için- 2 ġubat 1945'te Almanya'ya karĢı savaĢ ilân etti ve hemen ertesi gün BirleĢmiĢ Milletler Beyannamesini imzaladı. Bu durum Türkiye‟yi Batı dünyasına yaklaĢtıran önemli bir adım oldu. Bu yakınlaĢmada askerî nedenler de etkili olmuĢtur (Kürkçüoğlu,1978: 225). Bu geliĢmelere paralel olarak, Türkiye Batı dünyasının yeni önderi rolünü kesinleĢtirmek üzere olan Amerika BirleĢik Devletlerine daha fazla önem vermek durumuyla karĢı karĢıya bulunuyordu. Bu yeni “süper güç” le iliĢkileri geliĢtirmek sadece Türkiye'nin Batı dünyası nezdindeki itibarını artırmak için değil, fakat aynı zamanda ekonomisini düzlüğe çıkarabilmek için de gerekli görülüyordu. BaĢkan Roosvelt'in ölümü üzerine, yerine geçen Truman güneydoğu Avrupa'nın savaĢ sonrası durumuyla yakından ilgilenmek gerektiği görüĢündeydi ve nitekim Truman Doktrini çerçevesinde Yunanistan ve Türkiye'nin desteklenmesi iki yıl sonra gündeme gelmiĢti (Opie,1953: 89-90).

Burada dıĢ politik geliĢmelere baktığımız zaman Sovyetler Birliği'nin savaĢın bitiminden çok kısa bir süre sonra, Türkiye'den resmen toprak talebinde bulunması ve boğazların statüsünde söz hakkı istemesi, Türkiye'nin Batı dünyasıyla özel olarak Amerika BirleĢik Devletleriyle temaslarını sıklaĢtırmasını ve zamanla NATO‟ya girmesini zorunlu kılmaktaydı. Sovyetler Birliği, 7 Kasım 1945'te süresi bitecek olan Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık AnlaĢmasında, savaĢ sonrası ortaya çıkan köklü değiĢiklikler yüzünden, yeni Ģartlara göre ciddi değiĢikliklerin yapılmasını

istemekteydi (Turan,1999:143-144). Türkiye'nin Sovyetlerle yeniden iliĢki

kurabileceğini bildirmesi üzerine Sovyetler, Türk-Sovyet sınırında bazı değiĢiklikler yapılması ve Montreux SözleĢmesi'nin Boğazların ortaklaĢa savunulmasına imkân

64

verecek tarzda gözden geçirilmesi gibi birtakım Ģartlar ileri sürdü. Bu taleplerin Türkiye tarafından reddedilmesi Sovyetler Birliği'ni kararından vazgeçirmeye yetmemiĢ ve 24 Eylül 1946‟da ikinci bir nota vererek isteklerini tekrarlamıĢ, fakat Türkiye bu notayı da 18 Ekim günü reddetmiĢtir (Timur, 2003: 61-62). Avrupa dengesinde meydana gelen boĢluklardan yararlanan Sovyetler Birliği‟nin Türkiye üzerindeki toprak istekleri Ġkinci Dünya SavaĢından sonra Türkiye‟nin dıĢ politikasına egemen olan ve ona istikamet veren temel unsurlardan biri olmuĢtur.

Türk dıĢ politikasını Ģekillendiren ana etken; Sovyet tehdidi ve bu tehdide karĢı millî güvenliğin sağlanabilmesi maksadıyla ittifak arayıĢları olmuĢtur. Bu nedenle Türkiye için ana hedef batının öncülüğünde kurulan tüm siyasî, askerî ve ekonomik ittifaklara üye olmak olmuĢtur (Bağcı, 2014: 8). BaĢbakan Adnan Menderes, bu çerçevede 22 Mayıs 1950‟den 8 Mart 1951‟e kadar görev yapan birinci hükümet programındaki dıĢ politika esaslarını “Bugün herhangi bir partinin değil bütün milletlerin müĢterek kanaatinin bir ifadesi olan dıĢ siyasetimiz hakkında fazla bir Ģey söylemeye ve BirleĢmiĢ Milletler idealine olan samimi bağlılığımızı tekrara lüzum görmüyoruz. Geleneksel Ġngiliz ve Fransız ittifakına ve BirleĢik Amerika ile en sıkı dostluk ve iĢbirliğine dayanan, dostluklarına daima sadık kalan, uzak-yakın ve büyük-küçük bütün milletlerin istikbal ve toprak bütünlüklerine her zaman hürmetkâr olan dıĢ siyasetimizin barıĢçı mahiyeti bütün dünyaca malumdur. Truman Doktrini ve Marshall yardımıyla bu barıĢçı siyasetimizi desteklediğinden dolayı kendisine milletçe samimi Ģükran hisleri beslediğimiz büyük dostumuz BirleĢik Amerika ile büyük müttefikimiz Ġngiltere ve Fransa ile siyasi, iktisadi, kültürel münasebetlerimizi, samimi ve anlayıĢ havası içinde her gün daha kuvvetlendirmek en büyük emelimizdir” Ģeklinde açıkladı (Öztürk, 1968: 363-364). Görülüyor ki Menderes Hükümeti tarafından okunan bu programa göre, Batı ile olan dostluk iliĢkileri dıĢ güvenlik politikamızın temel taĢı olarak görülmektedir. Yine Doğu‟nun güvenliği de Batı ile kurulan bu dostluk iliĢkilerine bağlanmaktadır.

Türkiye Ġkinci Dünya SavaĢı‟na katılmamıĢtır. Ancak ekonomik ve askeri yönden zayıf çıkarken, Sovyetlerin tehditlerine de maruz kalmıĢtır. BaĢta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinden yardım ve destek istemiĢtir. Böylelikle Türkiye BirleĢmiĢ Milletlere kurucu üye olmuĢ, Truman Doktrini‟nden, Marshall Planı‟ndan yardım, Dünya Bankası‟ndan kredi, ABD‟den askeri yardım almıĢtır (Armaoğlu, 1990: 448). Ancak Türkiye NATO‟ya kuruluĢ aĢamasında alınmamıĢtır (Bağcı, 2007: 11). Rusya‟dan gelebilecek bir taarruza karĢı endiĢeli olan bu devletler NATO

65

ittifakı ile bir araya gelerek ortak bir cephe kurdukları halde, bu saldırıya her devletten daha çok hedef teĢkil eden Türkiye‟nin bu topluluğa girememiĢ olması memleketimizin dıĢ güvenlik meselesini çok kritik bir noktaya getirmiĢ bulunuyordu. DP, dıĢ politikasında bir güvenlik stratejisi olarak Batı ile birlikte hareket etmeyi en önemli unsur saymaktaydı (Yurdusev,1999: 377). Batı Bloğunda yer alarak savaĢ sonrası düĢtüğü yalnızlıktan kurtulmayı ve güvenlik meselesini çözmeyi planlıyordu. 3.2.1. Türkiye’nin NATO’ya Girme Çabaları

Türkiye, II. Dünya SavaĢına bilfiil iĢtirak etmeyerek savaĢın meydana getirdiği tahribatlardan kurtulmakla birlikte dıĢ siyasetinde oldukça zor bir durumda kalmıĢtır. Sovyetler Birliği‟nin Türkiye üzerinde tehdit ve emelleri bulunuyordu. Sovyetler Birliği‟nin izlediği yayılmacı politika sonucu Boğazlar ve Doğu Anadolu‟daki isteklerini açığa vurması Türk-Sovyet iliĢkilerini oldukça gergin bir duruma getirmiĢti. Batı Devletlerinin II. Dünya savaĢına Türkiye‟nin girmesi için yaptıkları tekliflere karĢı Türkiye‟nin öne sürmüĢ olduğu Ģartların yerine getirilmemesi veya getirilememesi neticesinde Türkiye savaĢa katılmamıĢtı. Bundan dolayı da Müttefik Devletler ile iliĢkileri istenilen seviyede değildi. SavaĢa katılmıĢ olan devletlere karsı sempati duyulurken, baĢlangıçta iĢtirak etmeyip harbin bitimine yakın sadece BirleĢmiĢ Milletlere üye olabilmek için harbe katılan devletlere de anti pati duyuluyordu. II. Dünya savaĢından sonra Türkiye‟nin dıĢ politikasına hâkim olan temel mesele, savaĢ sonrası Avrupa dengesinde oluĢan boĢluklardan yararlanıp kendisine karsıda tehdit oluĢturan Sovyetler Birliği‟ne karsı güvenliğini sağlama meselesi olmuĢtur. Bütün bu geliĢmeler sonucunda Türkiye, kendi emniyetini sağlamak için uygun bir savunma teĢkilatı içerisinde yer alma çabası içerisine giriĢmiĢtir (KürĢat, 1969: 7).

Türkiye, Batılı devletler tarafından Sovyetler Birliği‟nin yayılmacı emellerine son vermek adına kurulan NATO‟ya dâhil olma düĢüncesi aslında, Batı bloğu içerisinde yer alma giriĢimlerinin bir sonucudur. Türkiye‟yi Batı Devletleriyle iliĢki kurmaya iten ve Batıya yaklaĢtıran nedenler; ekonomik kalkınması için ihtiyaç duyduğu dıĢ yardım, Atatürk tarafından baĢlatılan çağdaĢlaĢma hareketinin kendisinden sonra gelen siyasilerce Batı devletleriyle sıkı iliĢkiler kurulması Ģeklinde devam ettirilme isteği ve II. Dünya Savasından sonra Türkiye‟ye yöneltilen Sovyet

66

tehditleridir (Gönlübol ve Ülman, 1966: 147). NATO‟nun kuruluĢ çalıĢmaları sürerken bir Akdeniz ülkesi olan Ġtalya‟nın NATO‟ya alınacağı söylentileri Türkiye‟yi harekete geçirmiĢtir. Türkiye 24 Kasım 1948 tarihinde Ġngiliz elçisine Türkiye‟nin Atlantik Paktı‟na alınma talebini resmen iletmiĢtir. Türkiye‟nin 1948‟deki katılım isteği, Amerika BirleĢik Devletleri ve Ġngiltere‟nin ortaklaĢa olarak DıĢiĢleri Bakanlığına verdikleri notayla, Paktın sadece Kuzey Atlantik bölgesini kapsayan bir savunma sistemi olduğu gerekçesi ile reddedilmiĢtir (AktaĢ, 2006: 47).

Türkiye II. Dünya SavaĢı‟ndan sonra temel dıĢ politika tercihini Amerikan – Batı bloku yönünde yapmıĢtır. 4 Nisan 1949 tarihinde Kuzey Atlantik Ġttifakı‟nın (NATO) kurulması ve Türkiye‟nin baĢlangıçta NATO‟nun dıĢında tutulması karĢısında Türk hükümeti büyük bir hayal kırıklığı yaĢamıĢtır. Türkiye‟nin NATO‟nun dıĢında tutulmasında duyduğu kaygının en önemli nedenleri ise özellikle Sovyetler Birliği‟nin Türkiye‟ye yönelik yayılmacı politikası karĢısında ülkesinin güvenliğinin korunması sorunu ve NATO‟nun kurulması ile ABD‟nin Türkiye‟ye yaptığı yardımları azaltacağı endiĢesidir. Tüm bu geliĢmeler yaĢanırken Türkiye, NATO‟ya girme yolundaki çalıĢmalarına devam etmiĢtir. Bu kapsamda Türkiye DıĢiĢleri Bakanı Necmettin Sadak BM Genel Kurulu‟na katılmak üzere ABD‟ye gitmiĢ ve 12 Nisan 1949 tarihinde ABD DıĢiĢleri Bakanı Dean Acheson ve 13 Nisan 1949 tarihinde ise ABD BaĢkanı Truman ile görüĢmüĢtür. Yapılan görüĢmelerde Truman ve Acheson, Türkiye‟nin NATO‟ya dâhil olmaması halinde bile; ABD‟nin Türkiye‟ye yardım yapacağı ve Türkiye‟nin toprak bütünlüğü karĢısında ilgisiz kalınmayacağına dair güvence vermiĢtir (Esmer ve Sander, 1996: 233-234). 26 Nisan 1949 tarihinde ise ABD BaĢkanı Truman CumhurbaĢkanı Ġnönü‟ye gönderdiği mesajda ABD‟nin 1947 yılında baĢlattığı Türk Yardım Programı‟nın ABD – Türkiye iliĢkileri açısından yeni bir dönemin baĢlangıcı olduğunu vurgulamıĢ, mesajda Kuzey Atlantik AnlaĢması‟nın imzalanmasının ABD‟nin Türkiye‟ye toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı konusunda verdiği desteği azaltmayacağı belirtilmiĢtir. Ayrıca ABD BaĢkanı Truman Türkiye‟ye karĢı duyduğu ilginin azalmadığı hususunda da güvence vermiĢtir (FRUS, 3 ġubat 1949, Sayı: 6, 1656–1657). Öte yandan Türkiye‟nin NATO üyesi olma çabaları devam ederken Ağustos 1949 tarihinde Türkiye‟yi memnun edecek bir geliĢme yaĢanmıĢtır. 8 Ağustos 1949 tarihinde yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında Türkiye‟nin Avrupa Konseyi‟ne alınması kararlaĢtırılmıĢtır. Bu durum Türkiye‟de memnuniyetle karĢılanmıĢtır (Gönlübol ve

67

Esmer, 1974: 235). Türkiye‟nin Avrupa Konseyi‟ne alınması Türkiye‟nin bir Asya ülkesi olma tezini zayıflatmıĢ, Türkiye‟nin bir Avrupalı olarak NATO‟ya üye olma tezini ise güçlendirmiĢtir.

1950 yılı Türkiye–ABD iliĢkileri açısından önemli bir yıldır. Bu dönemde de iki ülke arasındaki iliĢkiler geliĢtirmeye yönelik çeĢitli adımlar atılmıĢtır. Türkiye DıĢiĢleri Bakanı Necmettin Sadak Aralık 1949 tarihinde ABD‟ye bir ziyaret gerçekleĢtirerek ABD DıĢiĢleri yetkilileri ile görüĢmüĢtür. GerçekleĢen bu görüĢmelerde DıĢiĢleri Bakanı Sadak ABD ile Türkiye genelkurmayları arasında savunma ve yardım konularında ortak bir plan üzerinde önerilen çalıĢmaları içeren bir mektubu ABD yetkililerine vermiĢtir (FRUS, 1950, Sayı:5: 238). 1950 yılında Türkiye, NATO‟ya üye olma giriĢimlerine devam etmiĢtir. Türkiye‟nin NATO‟ya ilk resmi baĢvurusu 11 Mayıs 1950 tarihinde o dönemde iktidarda olan CHP hükümeti tarafından yapılmıĢtır. Türkiye‟nin yaptığı NATO‟ya üyelik baĢvurusu sadece Ġtalya tarafından desteklenmiĢ ancak Türkiye‟nin üyelik baĢvurusu kabul edilmemiĢtir (Erhan, 2001: 545). CHP sonrası iktidara geçen Demokrat Parti (DP), NATO‟ya üyelik çalıĢmalarına devam etmiĢtir.

3.2.2.Türkiye’nin Kore SavaĢına Katılması

14 Mayıs 1950‟de yapılan seçimler ile iktidar değiĢikliği olmuĢ fakat dıĢ politikaya bakıĢ değiĢmemiĢti (Bağcı, 2014: 14). DP hükümeti NATO‟ya girmek için çalıĢmalara hız verme kararı aldığı günlerde beklenen fırsat DP yönetiminin eline, 25 Haziran 1950 tarihinde geçmiĢtir (Birand, Dündar, Çaplı, 2007: 62). 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey ve Güney Kore arasında çıkan çatıĢmadan dolayı ABD‟nin giriĢimleri ile BM Güvenlik Konseyi olağanüstü toplanarak üye ülkeleri Kuzey Kore‟yi durdurmak için BM tarafından yürütülecek faaliyetlere katılmaya çağırmıĢtır. BM‟in bu çağrısından sonra CumhurbaĢkanı Celal Bayar baĢkanlığında toplanan bakanlar kurulu 25 Temmuz 1950 tarihinde Kore‟ye 4500 kiĢilik bir asker birliği gönderme kararı almıĢtır (Armaoğlu, 1991: 181). Türkiye bu kararı ile ABD‟nin ardından kara askeri gücünü Kore‟ye gönderme kararı alan ikinci ülkedir (Yazıcı, 1963: 33-35). Muhalefete ve TBMM‟ye danıĢılmadan alınan bu karar muhalefetin itirazına ve hükümet hakkında gensoru vermesine rağmen hükümeti bu karardan vazgeçirmemiĢ çünkü Demokrat Parti iktidarı Kore‟ye asker göndermeyi NATO üyeliği için kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak düĢünmüĢtür (Soysal,

68

1964: 196-198). Türkiye‟nin Kore SavaĢı‟na asker göndermesi, istisnai bir durumdur. Türkiye o tarihe kadar sınırları dıĢında herhangi bir askeri harekâta veya savaĢa girmeden kaçınmıĢtı. Kore‟ye asker göndermek, cesaretli, radikal ve yeni bir adımdı(FO, 371/187948-926669/RK-1071/20). Bu Demokrat Parti‟nin dıĢ politikada aktif ve dinamik bir siyaset izleyeceğinin göstergesiyd i. DıĢiĢleri Bakanı Köprülü 25 Temmuz 1950‟de BirleĢmiĢ Milletler Genel Sekreteri Trygue Lie‟ye gönderdiği cevap telgrafında, Türk Hükümeti‟nin Kore‟ye 4500 kiĢilik bir askeri birlik göndermeye karar verdiğini bildirmiĢtir (Bağcı, 2014: 20). Türkiye‟nin Kore‟ye asker göndermesiyle Türk Hükümeti bir bakıma Sovyet saldırıları sonrasında hiçbir adım atmamıĢ Ġngiltere ve Fransa hükümetlerini eleĢtirmiĢtir. Türk Hükümeti, Türkiye‟nin Kore‟deki duruma benzer koĢullarda zor durumda kalması halinde bu ülkelerin kendisine yardıma geleceğine inanmaktaydı (FO, 371/977948/RK1071-20). Türkiye‟nin Kore‟ye asker gönderme kararı Amerika tarafından memnuniyetle karĢılanmıĢtır. Türk Tugayı 24 Kasım‟da baĢlayan BM Ordusu‟nun genel taarruzuna 9‟ncu Kolordu‟nun ihtiyati olarak katılmıĢtır. BaĢlangıçta ilerleyen taarruz 26 Kasım akĢamından itibaren 800.000 kiĢilik Çin Ordusu‟nun savaĢa katılımıyla önce durmuĢtur. Sonra geri çekilme baĢlamıĢtır. Bu noktada Türk Tugayı‟na kritik bir savunma görevi verilmiĢ, tugay büyük kayıplar vermek pahasına savunma görevini baĢarı ile yapmıĢtır. Türk askeri, Kore SavaĢında, Kunuri Muharebeleri olarak anılan muharebelerde kahramanlığını bir kez daha ispat etmiĢtir. 1950 yılından 1953 Temmuz‟una kadar Türk DeğiĢtirme Tugayı, kendisine verilen her türlü muharebe görevlerini baĢarı ile yerine getirmiĢtir. Ancak savaĢın gerçek bir galibi olmamıĢ, savaĢ fiziki olarak baĢladığı yerde bitmiĢtir. Kore SavaĢı‟nda Türk Askeri‟nin gösterdiği kahramanlıklar Amerikan kamuoyunda süregelen Türkiye aleyhtarlığını tersine çevirmeye baĢlamıĢtır.

3.2.3.Türkiye’nin NATO’ya Kabul Edilmesi

Türkiye, her platformda güvenliğini garanti edecek giriĢimlerini sürdürmüĢtür (Gönlübol, Ülman, Bilge ve diğerleri,1987: 227). NATO‟nun dıĢında kalmanın ardından muhtemel bir Akdeniz ittifakının gerçekleĢmesi için 24 Mart 1950‟de Ġtalya ile “Dostluk ve Hakemlik AntlaĢması” imzalanmıĢtır (Sarınay,1988: 83). Türkiye, 1951 yılında NATO‟ya girme isteği ret olunca ABD‟nin, 1939 tarihli Türk-Ġngiliz- Fransız Ġttifak AntlaĢmasına katılması teklifinde bulunmuĢtur. ABD bu teklifi kabul

69

etmemiĢtir. Çünkü ABD, Türkiye‟nin üyeliğine iyimser bakmaya baĢlamıĢtır (Mütercimler ve Öke, 2004: 104). ABD, Türkiye‟nin petrol bölgelerine yakın olmasının stratejik önemi nedeniyle Türkiye ve Yunanistan‟ın NATO‟ya üye olmasını Ġngiltere ve Fransa‟ya teklif etmiĢtir (Ö. Kürkçüoğlu,1972: 43). ABD‟nin

Benzer Belgeler