• Sonuç bulunamadı

Toplumu Homojenleştirme Çabaları: Eğitim-Dil Politikaları

BÖLÜM 3: ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE KÜRT SORUNU (1920-

3.6 Kürt Sorunu’nun Güvenlikleştirilmesi

3.6.6 Fonksiyonel Aktörler: Yazılı basın

3.6.7.3 Toplumu Homojenleştirme Çabaları: Eğitim-Dil Politikaları

Kürtlere Türkiye’nin ilk dönemi itiberiyle iki farklı şekilde yaklaşılmıştır. İlk yaklaşımda, Kürtlerin farklı olduğu ve bu nedenle sisteme entegre edilmesi gerektiği ikinci yaklaşımda da Kürtlerin farklı olduğu kabullenilmesine rağmen esasında Türk oldukları benimsenmiştir (Ergin, 2014: 326). Toplumdaki diğer farklı etnik ve dini kimlikleri sisteme entegre etmek ve daha homojen bir toplum oluşturmak için devlet

86

farklı yöntemler kullanmıştır. Bu yöntemler arasında en etkili kullanılanlar ‘Tek ulus ve tek dil’ söylemi etrafında şekillendirilimeye çalışılan eğitim ve dil politikaları olmuştur. Türk ulusu olmak ortak kültür, dil, din, kökler ve tarih gibi değerlere sahip olmak ile eş değer görülmüştür. Bu bağlamda, Cumhuriyet Halk Partisi(CHP) 1931 yılı programında ulusun birbirilerine ortak kültür, dil ve ülkülerle bağlı bireylerden oluşacağını belirtmiştir (Birdisli, 2014: 10-11; Heper, 2008: 146; Ensaroğlu, 2013: 8; Çoban, 2013: 447). Yeni devletin özellikle 1923 yılından itibaren oluşturmaya çalıştığı eğitim ve dil politikaların da bu amaçları taşıdığı söylenebilir. Onların inancına göre, ülkede ortak bir zemin ancak Türk kültürü ve dili ile sağlanabilir (İçduygu ve diğerleri: 1999: 993). Yani modernleşmeyi gerçekleştirmek, İslami rolün önemini azaltmak ve Osmanlı mirasından sıyrılabilmek için devlet medya, eğitim, sanat ve askeri alanları da kullanmıştır (Yavuz, 2001: 8: Ergin, 2014: 326). Benzer düşünceleri dönemin entelektüellerinin de paylaştığı söylenebilir. Özellikle dönemde etkili entelektüellerden olan Ziya Gökalp’e göre de ulus olmak ortak kültürel değerlere sahip olmayı gerektirir. Atatürk ve diğer devlet yöneticileri de Ziya Gökalp’in fikirlerini benimsemişlerdir (Heper, 2001: 5).

Söz konusu uygulamalara Kürtler açısından bakıldığı zaman Kürtler genel olarak Sorunun ortaya çıkışından itibaren dört seçenek ile karşı karşıya kalmışlardır. Söz konusu seçeneklere göre ilk olarak, Kürtler Türkiye’de var olan sistemde ve statükoda yaşamaya devem edecekler, ikinci olarak Türkiye’nin Batı kesimlerine göç edecekler, üçüncü olarak devletle işbirliği halinde olacaklar ve son olarak da devletin politikalarına karşı çıkan bir takım gruplara katılacaklardır. Bu sadece tek bir seçeneğin seçilmesi anlamına gelmemelidir. Çünkü bir Kürt hem batıya göç edebilir aynı zamanda oradan devletin politikalarına karşı çıkışlarda da bulunabilir (İçduygu ve diğerleri, 1999: 995). Bu seçenekler bağlamında, Kürtlerin verdikleri tepkiler değişiklik arz etmiştir. Örneğin, bazı Kürtler ulus-devlet sistemi ile bütünleşmeyi seçtikleri zaman siyasi mevkilerde ve iş makamlarında yüksek pozisyonlara yerleştirilmişlerdir. Diğer taraftan, bütünleşmeye direnç gösterdikleri zaman ise farklı uygulamalar ile karşılaşmışlardır (Tocci ve Kaliber, 2008: 3). Homojenleşmeyi sağlamak adına geliştirilen ortak dil ve ortak dil ile eğitim politikasındaki uygulamalar ve verilen karşılıklar da farklılık göstermiştir.

Daha öncede belirttiğimiz üzere dönemde uygar bir devlet olma öncelikli hedeflerden bir tanesi olmuştur. Amaçlanan medeniyet seviyesini yakalamanın ise ön koşulu toplumun birliğinin vatandaşları ile birlikte sağlanmasında görülmüştür. Söz konusu

87

toplum birliğini sağlamanın bir yolu dini bağlardan çok ortak bir Türkçe dilinin kullanılmasıyla mümkün olacağı görülmüştür (Mango, 1999: 3; Yavuz, 1998: 11). Yani diğer gruplar ve özellikle Kürtler için medeni bir dünyaya ulaşabilmenin ön koşulu devletin resmi dilini öğrenmeye bağlanmıştır (Bruinessen, 1998: 40). Benzer bir uygulama da Sevr Antlaşması’nın bazı maddelerinde yer almıştır. Maddelerde Türkçe diline atıflar yapılarak devletin vatandaşı olmanın dilin de dâhil edildiği kültürel değerleri benimsemekle mümkün olacağına dikkat çekilmiştir (İçduygu ve Kaygusuz, 2004: 37). Anayasa’nın 12. maddesinde, milletvekili seçilme koşulları arasında, “Türkçe okuyup yazma bilmeyenler milletvekili seçilemezler” hükmü yer almıştır (İnsel, 2000: 48). Atatürk de 13 Şubat 1931’de Adana da yaptığı konuşmada ülkede yaşayan herkesin Türkçe bilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Çünkü ortak bir dil bilmenin birleştirici bir güç onayacağını ve Türkçe dışında başka dilleri konuşanların başka çevrelerle işbirliği yapıp ülkeye karşı harekete geçebileceğine dair taşıdığı inancı da dile getirmiştir. Bu nedenle ülke de tek hâkim dilin Türkçe olması gerektiğini belirtmiştir (Heper, 2008: 139-142). Kürt sözcüğünün gazetelerde ve diğer yayın organlarınında kullanmı yasaklanmış, Kürtçe’nin resmi olarak özellikle eğitim dilinde kullanılmasının talep edilmesi, Kürt kültürünün yaşanmasına ve Kürtçe’nin kullanılmasına dair de birçok sınırlama getirilmiştir (Barkey, 1996: 66; Robins, 1993: 661; Çoban, 2013: 447). Dönem içerisinde Türkçe dili, Türk kültürü ve Türk tarihi kavramlarına yönelik vurgular da bir artış söz konusu olmuştur. Türk Tarih ve dil kurumlarının kurulması ve Güneş Dil teorisinin geliştirilmesi bu vurguların gücünü arttırır nitelikte olmuşlardır (Kirişçi, 2004: 277). Güneş Dil Teorisi dünyadaki bütün dillerin aslında Türkçe’den doğduğunu belirterek Türkçe’nin hâkimiyetini arttırmak amacı taşımıştır (Gunter, 2004: 200; M. Gunter, 2011: 7).

Özetle hem anayasalarda yapılan vatandaşlık tanımlamalarının belirli oranlarda sınırlarının bulunması ve günlük hayattaki uygulamalarının metinlerden farklı olması hem de eğitim alanında Türkçe dilinin zorunlu olması ve askeri sektörlerde çalışabilmenin ön koşulunun Türk olmak gibi şartlara bağlanması gibi homojenleştirme özelliği taşıyan uygulamalar Türk milliyetçi kimliğini de diğer farklı kimlikleri de çoğu zaman yakınlaştırmaktan ziyade radikalleştirme işlevi görmüştür (Yeğen, 2006: 127; Tezcür, 2009: 3). Uygulanan politikaların Kürt milliyetçiliğinin doğuşunu sağladığı ve Kürtlerin kendi kimliklerini tanımlamaya yönelttiği söylenebilir (Bruinessen, 1998: 41).

88

Ayrıca alınan tüm olağanüstü önlemler Kürtlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik açılardan etkileri bugüne kadar devam eden travmalar yaşamalarına yol açmıştır. Söz konusu alanlarda yaşadıkları sıkıntılar ise onları çoğu zaman şiddete ve başkaldırılara yöneltmiştir (Ensaroğlu, 2013: 9).