• Sonuç bulunamadı

Bireylerin toplumsal cinsiyet rollerini tanıyıp içselleştirmelerinde etkili olan ve toplumsal cinsiyet rollerinin aktarılmasını sağlayan kurumlar, çalışmanın bu bölümünde ele alınmıştır.

Aile

Çocuklar cinsiyetlerine göre kimlik algılarını öncelikle ebeveynleri aracılığıyla elde eder. Bu nedenle toplumsal cinsiyet rollerinin ve edinilen tutum ve davranışların anlam kazandığı ilk yer, toplumsallaşmanın da başlangıcı kabul edilen aile olmaktadır. İlk olarak anneyle özdeşim kuran çocuklar, sonrasında özdeşleşme sürecine baba ile devam eder. Kız ve erkek kimliklerini zaman içinde farkına varan çocuklardan aile içinde de bu rollere uygun davranışlar beklenir. Erdoğan (1999) anne ve babanın sahip olduğu toplumsal cinsiyet bakış açısının, zaman zaman açık, zaman zamansa örtük bir biçimde çocuklara aktarıldığını söylemektedir. Temeli ailede atılan toplumsal cinsiyet rolleri, ilerleyen yıllarda okul, arkadaşlar ve kitle iletişim araçları kanalıyla çocuk tarafından içselleştirilmektedir (Akgül Gök, 2013, s. 12).

Okul

Ailenin ardından okul, çocuğun toplumsallaşma sürecinde en önemli etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuk, burada akranlarıyla iletişime geçer ve ailesinden kendisine aktarılan toplumsal cinsiyet rollerini burada pekiştirir. Toplumsal cinsiyet

41

rolleri okulda hem direkt hem de dolaylı biçimlerde çocuğa aktarılır. Kuzgun ve Sevim (2004), geleneksel cinsiyet rollerinin bu aktarımlarla gerçekleştiğini ve bu iletilerin hem kadın hem de erkek için uygun görülen başarı kriterlerini tanımladığını söylemektedir (Akgül Gök, 2013, s. 13).

Medya

Sinema ve televizyon başta olmak üzere, çok büyük etki alanına sahip olan medya, toplumun şekillenmesinde ve toplumsal yapılanmada çok büyük bir gücün de sahibidir. Medyanın toplumsal cinsiyet rollerinin oluşması ve yerleşmesindeki önemi de bu güçten gelmektedir. Pek çok toplumsal kalıp gibi toplumsal cinsiyet kalıplarını da aktaran ve besleyen medyanın, ataerkil bir toplum oluşumundaki rolü de büyüktür. Doğduğu toplumun içinde, kendisine biçilen cinsiyet rollerini edinmeye başlayan birey, toplumun bir parçası olabilmek için bu rollerle uyum içinde olmak zorundadır. Bu süreçte medya da kendine düşen görevi yapmakta ve kadın-erkek eşitsizliğinde bir araç işlevi görmektedir. “Cinsiyetin biyolojik niteliğinden farklı olarak kadın ve erkeğin toplum içerisindeki algılanışlarını ve o toplumun kendilerine atfettiği kadın ve erkek olma biçimlerini belirten” medyada kadınların film, dizi, haber, reklam gibi içeriklerin tamamında arka planda kaldığını ve ikincil rollerde temsil edildiğini söylemek mümkündür. Örneğin siyaset gibi konularda uzmanların yanı sıra katılımcıların da çok büyük çoğunluğu erkeklerden oluşmakta, dizi ve filmlerde de erkek olmadan kadının var olduğu bir kurguya rastlanılmamakta, ürün tanıtımının yapıldığı reklamda ürünün “bilir kişisi” ya da sorun çözücü, çok büyük çoğunlukla erkekler olmaktadır. Televizyon reklamları ile ilgili önemli çalışmalar yapan Gillian Dyer, reklamlarla ilgili şunları söyler:

“Televizyon reklamlarının etkileri büyük bir olasılıkla uzun vadeli olacaktır. Bunun yanında reklamların genel veya antropolojik anlamda gerçeklerin belirlenmesi konusunda önemli rol oynadıkları hakkında da deliller mevcuttur. Örneğin; birçok reklamda görülen farklı cinslere yakıştırılan farklı roller (cilalı masasının veya bembeyaz çarşaflarının hali karşısında sevinç çığlıkları atan ev hanımı gibi) birçok sosyal bilimcinin de katıldığı gibi, genç veya yaşlı birçok kişinin geleneksel cinsiyet farklılıklarına sahip çıkmalarına sebep olmaktadır.” (Kırık & Korkmaz, 2014, s. 4-8).

42

Medya aracılığıyla dolaşıma giren diğer kültürel kodlar gibi toplumsal cinsiyet rolleri de insanlar tarafından eylemli bir şekilde sahiplenildiğinden medya, çocuğun yetişkinlik dönemindeki toplumsal cinsiyet algılarını kalıplaştırmada etkilidir (Paker, 2014, s. 132). Bireyin, yaşadığı topluma uyum gösterme zorunluluğu, medyanın ürettiği mesajların, toplumdaki egemenlik ilişkilerini yansıtan ve pekiştiren içeriklere sahip olmasının temel nedenidir. Kitle iletişimi ve medyanın temel mantığı “buyruk verme-güdümleme” ve “buyruk alma-uyumlanma” sistemi içinde yapılanmıştır (Aydoğan F. , 2004, s. 14-15). Bu nedenle hedef kitlenin yani toplumun sahip olduğu egemen normların en önemli taşıyıcılarından biri olarak medya, toplumsal cinsiyet rollerinin bireylere aktarılmasında önemli bir faktör haline gelmiştir.

Sosyal Çevre

Toplumsal cinsiyetin mekanla olan bağlantısı, cinsiyet rollerindeki değişimle uyumlu olarak zaman içinde farklılık gösterebilmektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından sosyal çevre ya da daha dar anlamıyla sokak, dikkat çekici bir alandır. “Sokak büyük bir

erkeklik/kadınlık tiyatrosudur.” diyen Connell, sokağın erkek egemenliğinde olduğunu

söylemektedir. Öncelikle erkeğe ait olan sokakta, kadın, kendisine uygun görülen toplumsal cinsiyet rolleriyle, belirli zamanlarda ve belirli mekanlarda var olabilmektedir. Bu sınırlılık halini, kız çocuğu küçük yaştan itibaren yaşar, içselleştirir ve mekanlara ait uygun davranış biçimlerini kazanır. Erkek çocuğu ise küçük yaşlarda tanıştığı özgür sokaklarla ilişkisini yetişkinlik sürecinde de geniş bir serbestiyet içinde devam ettirir (Yıldız Levent, 2015, s. 37-40). Çocukların yetiştirilme şekillerinde, çocuğun sokakla ve sosyal çevreyle ilişkisi, çocuğun cinsiyetine göre farklı bakılmaktadır. Kız çocukları kontrol ve denetim içinde büyütülürken, erkek çocukları bu denli bir kontrol mekanizmasıyla karşılaşmamaktadırlar. Mekansal sınırlarla ve evden çıkmak istediklerinde engelleme ile daha fazla yüz yüze gelenler daima kız çocuklarıdır. Buna karşılık erkek çocukları, evin dışında geçirdikleri zamanlarla ilgili sorun yaşamamakta, bununla ilgili sınırlarla karşılaşmamakta hatta ev dışı zaman geçirmeleri teşvik edilmektedir (İnceoğlu & Kar, 2010, s. 40). Tüm bu bilgiler ışığında, sokağın ve sosyal çevrenin, bireyin kadın ve erkek olarak, aile, okul ve medyadan edindiği toplumsal cinsiyet kalıplarını güçlendiren bir etkiye sahip olduğunu söylemek mümkündür.

43