St. Simoncular, Fourierciler ve genel olarak günümüzde sosyal ekonomi ve reform ile bağlantılı olan herkes, pankartlarına aşağı
dakileri yazdığı zaman,
"Herkes kendi yeteneğine göre, her yetenek kendi ürettiğine göre" (St Simon);
"Herkes kendi sermayesi, emeği ve yeteneğine göre" (Fourier)
1 50Mülkiyet Nedir?
-çok fazla kelime ile söylemeseler de, doğanın iş ve çalışma tarafından elde edilen ürünlerinin her çeşit üstünlüğe ve büyük
lüğe teklif edilen bir ödül, bir avuç, bir taç olduğunu söylemek istiyorlar. Toprağı içinde artık kılıçlarla ve mızraklarla, güç ve ihanet ile değil, kazanılan zenginlik, ilim, yetenek ve değerin kendisi ile ödüllerin çarpıştığı geniş bir alan gibi düşünüyor
lar. Bir kelime ile en yüksek kapasitenin en yüksek ödüle ve
rildiğini ve ticari ifade kullanmak gerekirse - ki bu en azından doğrudan olma değerine sahip - maaşların kapasite ve sonuçları tarafından yönetilmesi gerektiğini kastediyorlar ve herkes on
lara katılıyor.
Bu kendinden menkul iki reformistin takipçileri onların böyle düşündüğünü inkar edemezler; çünkü öyle yaparak onların res
mi yorumlarını yalanlamış ve sistemlerin birliğine zarar vermiş olurlar. Dahası, onlar tarafından böyle bir inkardan korkulmasına gerek yok.
İki
cemaat, kapasitelerin eşitsizliğini kastettiğini söyledikleri doğadan mantık yürüterek, şartların eşitsizliğinin pren
sibini oluşturmakla övünüyor. Sadece bir şeyle övünürler, yani, politik sistemlerinin mükemmel olması sosyal eşitsizliklerin her zaman doğal eşitsizliklerle uyum içinde olması. Kendilerini, ka
pasitenin bir ölçüsünü düzeltmek için yaptıklarından daha fazla şartların eşitsizliğinin - maaşları kastediyorum - mümkün olup olmadığını araştırmakla sıkıntıya sokmuyorlar1•
"Herkes kendi yeteneğine göre, her yetenek kendi ürettiğine göre"
"Herkes kendi sermayesi, emeği ve yeteneğine göre"
St. Simon ve Fourier'in ölümünden beri, sayısız takipçileri arasından bir kişi halka bu büyük vecizenin bilimsel bir göster
gesini vermeye teşebbüs etmedi; ve ben yüzde bir bahse girerim 1 St. Simon'un sisteminde, St. Simoncu papaz her değerin kapasitesini papaya ait hatasızlığa istinaden, Roma Kilisesini taklit ederek, belirliyor: Fourier'inkin
de, dereceler ve değerler, anayasal regime taklit edilerekoyla belirleniyor. Açık
ça, büyük insan okuyucu için bir dalga aracı; sırrını anlatmak istememişti.
P J. Proudhon
hiçbir Fourierci bu iki şekilli aforizmanin iki yoruma yatkın ol
duğundan şüphe bile etmiyordur.
"Herkes kendi yeteneğine göre, her yetenek kendi ürününe göre"
"Herkes kendi sermayesi, emeği ve yeteneğine göre"
Bu önerme, derler ya, ona genelde atfedilen manası ile alındı
ğında
-in sensu obvio
-yanlış, saçma, haksız, çelişkili, özgürlük düşmanı, tiranlık dostu, anti-sosyal ve mülkiyet :fikrinin açık et
kisi altında talihsiz bir biçimde şekillenmiştir.
Ve ilkin, sermaye ödüle layık görülen elementler listesinden çı
karılmalıdır. F ourierciler, - kitapçıklarından öğrenebildiğim kadarı ile - kullanma hakkını reddediyorlar ve çalışma dışında mülkiyet için bir temel tanımıyorlar. Benzer bir öncül ile başlayınca, mesele üzerinde akıl yürütselerdi - sermayenin sadece kullanım hakkından dolayı mülk sahibi için bir üretim kaynağı olduğunu ve bu yüzden bu üretimin gayrimeşru olduğunu göreceklerdi. Gerçekte, eğer ça
lışmak mülkiyetin tek temeli ise, ben başka birinden
kiraalır almaz arsamın sahibi olmayı bırakıyorum. Bunu bütün itirazların ötesinde gösterdik. Bütün sermaye için aynı d
urumgeçerli; böylece serma
yeyi kanun kararı ile bir işletmeye yatırmak, onu ürünlerden oluşan denk bir tutar ile takas etmek demek. Bu faydasız tartışmaya tekrar girmeyeceğim, çünkü sonraki bölümde sermaye yoluyla üretim ko
nusunu teferruatıyla incelemeyi teklif ediyorum.
Böylece, sermaye takas edilebilir, ancak bir gelirin kaynağı olamaz.
Emek ve yetenek kalır; ya da St. Siman 'un dediği gibi, ürünler ve yetenekler. Onları arka arkaya inceleyeceğim.
Ücretler emek tarafından mı belirlenmeli? Diğer bir ifade ile en fazla iş yapan en fazla mı kazanmalı? Okuyucudan bu noktaya çok dikkat etmesini istiyorum.
Problemi bir vuruşta çözmek için, kendimize sadece şu soru
yu sormamız gerekiyor: "Emek bir şart mıdır ya da bir mücadele midir?" cevap açık görünüyor.
1 52
Mülkiyet Nedir?
Tanrı insana, "Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın,"
dedi, -yani, kendi ekmeğini üretmelisin, az çok kolaylıkla, çaba
larını yönlendirme ve birleştirme yeteneğine göre, çalışmalısın.
Tanrı şunu demedi: "Ekmeğin için komşunla tartışmalısın" ancak
"Komşunun yanında çalışmalısın ve uyum içinde birlikte yaşa
malısınız," dedi. Bu kanunun anlamını geliştirelim, aşın basitliği yanlış yorumlamaya maruz bırakıyor.
Çalışmada, iki şey fark edilmeli ve ayırt edilmeli:
birleşme
veerişilebilir materyal.
İşçiler ilişkili oldukları sürece eşittirler ve birine diğerinden daha fazla ödenmesini söylemek bir çelişki içerir. Çünkü bir işçi
nin ürünü sadece diğer işçinin ürünüyle ödenebilir, eğer iki ürün eşit değilse kalan - ya da daha büyük ve daha küçük arasındaki fark - toplum tarafından ele geçirilemez ve sonuç olarak takas edilmemek ücretlerin eşitliğini etkilemez. Daha güçlü olan işçi
nin lehinde doğal bir eşitsizlik olacak, doğru ancak onun gücü ve üretken enerjisinden dolayı kimse acı çekmediği için sosyal eşitsizlik olmayacak. Bir kelime ile, toplum sadece eşit ürünleri takas eder - yani kendi çıkarı için olan dahil hiçbir emeği ödül
lendirmez; sonuç olarak bütün işçilere eşit ödeme yapar: onun alanı dışında ürettikleri ile onların sesleri ve saçları arasındaki farklılıklar dışında yapabileceği bir şey yoktur.
Eşitsizlik prensibini öneriyor gibi görünüyorum: bunun ter
si doğru. Toplum için belli bir yere yapılabilecek işin toplam miktarı (yani takasa uygun işin), işçilerin sayısı ne kadar fazla ise o kadar büyük ve her birinin görevi büyüklük olarak daha az olunca - doğal eşitsizliğin kendisini birleşme genişledikçe ve so
nuç olarak üretilen değerlerin tüketilebilirliğinin miktarı arttıkça nötrleştirdiği anlaşılıyor. Bu şekilde toplumda çalışma eşitsizli
ğini geri getirebilecek olan tek şey kullanım hakkıdır - mülkiyet hakkıdır.
Şimdi, bu günlük görevin çiftçilik, çapalama, iki dekametre kareyi hasat etmeyi içerdiğini ve bunu bitirmek için ortalama
ge-P J. ge-Proudhon
reken sürenin yedi saat olduğunu varsayın: bir işçi altı saatte bi
tirecek diğeri için sekiz saat gerekecek; ancak çoğunluk yedi saat çalışacak. Ancak her biri talep edilen iş miktarını, ne kadar süre çalışırsa çalışsın, tamamlarsa, eşit ücretleri hak ederler.
Görevini altı saatte bitirme yeteneği olan işçi, daha üstün gücü ve aktivitesi olduğu için, daha
az
yetenekli işçinin görevini kullanma ve sonuç olarak onu işinden ve ekmeğinden etme hakkına sahip olmalı mıdır? Böyle bir teklifi sürdürmeye kim cesa
ret edebilir? Diğerlerinden önce bitiren eğer isterse dinlenebilir;
kendisini gücünün devamı, zihninin irfanı ve hayatının lezzeti için faydalı egzersize ve çalışmaya adayabilir. Bunu kimseye za
rar vermeden yapabilir: ancak sadece kendisini etkileyecek iş
lerle kendisini sınırlamasına izin verilsin. Kuvvet, deha, dikkat ve bundan kaynaklanan bütün kişisel avantajlar doğanın eseridir ve belli bir dereceye kadar insanın eseridir; toplum onları değer verdikleri saygı ile ödüllendirir ancak onlara ödenen ücret güçle
rine göre değil ürettiklerine göre ölçülür. Şimdi her birinin ürünü hepsinin hakkı tarafından sınırlanır.
Eğer toprak boyut olarak sınırsız olsaydı ve erişilebilir mater
yallerin miktarı tüketilemez olsaydı, o zaman bile bu sözü kabul edilemezdi - her biri kendi emeğine göre. Ama neden? Tekrar ediyorum çünkü toplum, öznelerin sayısı ne olursa olsun, hepsi
ne aynı ücreti ödemek zorunda çünkü sadece onların ürünlerine ödüyor. Henüz yapılan hipotez üzerine, sadece güçlü olan onların bütün avantajlarını kullanmaktan engellenemezse, doğal eşitsiz
liğin uyumsuzlukları sosyal eşitliğin bağrında yeniden görüne
cektir. Ancak yaşayanların üretici gücünü ve çoğalma yeteneğini düşününce, toprak kısıtlı; ayrıca, ürünlerin yoğun çeşitliliği ve işin aşın bölünmesi ise sosyal görevin başarılmasını kolay kılar.
Şimdi, bu üretilebilir şeylerin kısıtlanması ve .onları üretmenin kolaylığı yoluyla, mutlak eşitlik kanunu etkisini gösterir.
Evet, hayat bir mücadeledir. Ancak bu mücadele insanlarla insanlar arasında değil insanlar ve doğa arasında ve kendi payını
1 54
Mülkiyet Nedir?
almak herkesin görevi. Eğer mücadele içinde güçlü olan zayıfın yardımına gelirse, onların kibarlığı övgüyü ve sevgiyi hak eder;
ancak yardımları bedava hediye olarak kabul edilmelidir - bir güç tarafından empoze edilmemeli ya da bir fiyat karşılığında teklif edilmemelidir. Hepsinin önünde aynı kariyer vardır, ne çok uzun ne de çok zor; her kim onu bitirirse sonunda ödülünü bulur:
oraya ilk gitmek gerekmez.
İşçilerin genelde götürü olarak çalıştığı baskı ofislerinde, diz
men, dizilen her bin harf başına; basımcı, basılan her bin kağıt başına para alır. Orada, başka yerlerde olduğu gibi, yetenekte eşit
sizlikler görülür. Donuk zaman için şans yoksa (baskı ve dizgi, di
ğer ticaretler gibi bazen bekleme moduna geçer), herkes en iyisini yapmak ve yeteneklerini en üst düzeyde kullanmak konusunda özgürdür: daha fazla yapan daha çok kazanır; daha az yapan daha az alır. İş gevşeyince, dizmenler ve basımcılar işlerini bölerler;
tüm tekelcilerden soyguncular ya da hainler gibi nefret edilir.
Bu baskıcıların tutumlarının, ne ekonomistler ne hukukçular tarafından ortaya çıkarılmamış bir felsefesi vardır. Eğer kanun yapıcılarımız Kanunlarına yazıcı ofislerini yöneten dağıtıcı ada
let prensibini koymuş olsalardı; popüler içgüdüleri gözlemlemiş olsalardı - süfli taklit için değil, yenilemek ve genelleştirmek için - çok geçmeden bu özgürlük ve eşitlik hareket ettirileme bir temel üzerine kurulmuş olurdu ve şimdi biz mülkiyet hakkı ve sosyal ayrımların gerekliliği üzerine tartışmıyor oltirduk.
Eğer iş bütün güçlü bireyler tarafından eşit olarak paylaşılsa, Fraıısa'da, her bireyin iş mesaisinin beş saati geçmeyeceği he
saplandı. Bu böyle iken, nasıl işçilerin eşitsizliğinden konuşma
ya yelteniyoruz? Eşitsizliğe sebep olan Robert Macaire'nin işi.
Herkes kendi emeğine göre
prensibi, şu anlamda yorumlanır,en fazla çalışan en fazla kazanır
ve bu yüzden iki somut hataya dayanır: birisi, ekonomide bir hata, toplumun çalışmasında görevlerin mecburen eşitsiz olması; diğeri fizikte bir hata, üretilebi
lir şeylerin miktarında sınır olmaması.
P. J. Proudhon
"Ancak," denecektir, "görevlerinin sadece yansını gerçek
leştirmek isteyecek olan bazı insanlar olduğunu düşünün?" . . . Bu çok utanç verici değil mi? Muhtemelen maaşlarının yansı ile tatminler. Yaptıkları işe göre ödeme yapıldığında, neden şikayet edebilirler ki? Ve başkalarına ne zararı olabilir? Bu anlamda, şu sözü uygulamak doğru olur -
Herkes kendi sonuçlarına göre.
Bu eşitliğin kanununun kendisidir.Aynca, polis sistemi ve çalışmanın organizasyonu ile ilgili sa
yısız zorluklardan bahsedilebilir. Onların hepsine şu bir cümle ile cevap vereceğim - hepsi eşitlik prensibi ile çözülmelidir. Bu
yüz
den, bazıları gözlem yapabilir, "burada üretime zarar vermeden ertelenemeyecek bir görev var. Birkaç kişinin ihmalinden dolayı toplum sıkıntı çekmek zorunda mı? Ve çalışma hakkına saygıdan dolayı, onların kendisine vermediği ürünü elleriyle garanti alma
ya cüret etmeyecek mi? Böyle bir dununda maaş kimin olacaktır?
İşi yapmasına izin verilen toplumda, ya kendisi ya da tem
silcileri aracılığı ile ama daima genel eşitliği hiçbir zaman ihlal etmeyecek şekilde olmalı ve sadece daha aylak olan aylaklığı için cezalandırılmalı. Aynca, eğer toplum tembel üyelerine karşı aşın şiddet kullanmazsa, kendini suiistimallerden korumak, sa
vunmak için hakkı var.
Ancak her endüstri, bunu ekleyecekler, liderlere, eğitmenlere, amirlere ihtiyaç duyar. Bunlar genel görevlere angaje olacaklar mı? Hayır; çünkü onların görevi yönetmek, eğitmek ve denetle
mektir. Ancak onlar işçilerin kendileri tarafından işçilerin arasın
dan seçilmeliler ve liyakat şartlarını karşılamalılar. Bütün kamu fonksiyonları için, yönetim olsun eğitim olsun aynı şey geçerli.
O zaman evrensel anayasanın ilk maddesi şu olacak:
"Erişilebilir materyallerin sınırlı miktarı işi bütün işçiler ara
sında bölmenin gerekliliğini kanıtlıyor. Herkes� verilen bir sos
yal görevi - yani eşit görev - tamamlama kapasitesi ve bir işçiye diğerinin ürünlerinden ödeme yapmanın imkansızlığı ücretlerin eşitliğini haklı kılar".
1 56
Mülkiyet Nedir?
7. Güçlerin Eşitsizliğinin Servetin Eşitliğinin Gerekli Şartı Olması Hakkında
Şuna itiraz edilir - ve bu itiraz St. Simoncuların şiarlarının ikinci bölümünü, Fouriercilerin üçüncü bölümünü oluşturur,
-"Bütün iş çeşitlerinin aynı kolaylıkla yapılamayacağı, bazı
ları yetenek ve zekanın yüksek üstünlüğünü gerektiriyor ve fiyat bu üstünlüğe dayanıyor. Sanatçıya, alime, şaire, devlet adamına sadece mükemmelliğinden dolayı değer verilir ve bu mükemme
liyet onlarla diğer adamlar arasındaki bütün benzeşmeye zarar verir; bu bilimin ve dehanın zirvesinin karşısında, eşitlik kanunu kaybolur. Şimdi eğer eşitlik mutlak değilse, eşitlik yoktur. Şa
irden romancıya, heykeltıraştan taşçıya; mimardan duvarcıya;
kimyacıdan aşçıya vb. iniyoruz. Kapasiteler sınıflandırılıyor ve sıralarına, cinslerine çeşitlerine göre alt sınıflara bölünüyor. Yete
nekte aşın olanlar orta yeteneklerle bağlanıyor. İnsanlık, insanın kendini karşılaştırarak değerlendirdiği ve fiyatım halk tarafından ürününe koyulan değer üzerinden sabitlediği geniş bir hiyerarşi."
Bu itiraz her zaman zorlu görünmüştür. Bu ekonomistlerin ve eşitlik savunucularının engelidir. Öncekileri korkunç gaflara it
miş, sonrakileri inanılmaz klişeler söylemesine sebep olmuştur.
Gracchus Babeuf bütün üstünlüğün
zorlayıcı bir şekilde bastı
rılmasını
istedi ve hattasosyal bir felaket olarak ezilmesini
istedi. Kendi komünist binasını kurm
ak
için, bütün vatandaşları en küçüğün ayarına indirdi. Cahil eklektikler bilginin eşitsizliğine itiraz etmekle bilinirler ve eğer birisi değerin eşitsizliğine karşı isyan ederse şaşırmamalıyım. Aristo yasaklanmıştı, Sokrat baldıran içti, Epaminondas zekada ve değerde daha üstün olduğunu kanıtladığı için bazı sefih ve aptal demagoglar tarafından suçla
narak hesap soruldu. Bu aptallıklar varlık eşitsizliği, yeni tiranla
rın güce gelmesinden korkarak, zenginler tarafından körleştirilen ve baskı gören halkı meşru kıldığı sürece tekrar edilecek.
P. J. Proudhon
Çok yakından incelediğimizden başkası daha yapay göıiin
mez ve sık sık hiçbir şey doğrunun kendisinden daha az doğru gibi göıiinmez. Diğer taraftan, J. J. Rousseau'ya göre, "her gün gördüğümüzü bir kez gözlemleyebilmek çok felsefe gerektirir."
Ve d' Alembert' e göre, "hayatın sıradan doğruları, eğer dikkatle
rini özellikle onlara vermemişlerse, insanlar üzerinde az etki dı
şında bir şey yapmazlar. Ekonomistlerin okulunun babası (Say), ondan şu iki alıntıyı yapıyorum, onlardan faydalanabilirdi; ancak körlere gülen kişi gözlük takmalıdır ve onu fark eden miyoptur.
Tuhafl Ki birçok zihni korkutan, sonuç olarak, eşitliğin bir itirazı değil - eşitliğin dayandığı asıl şart!
Doğal eşitlik talih eşitliğinin şartı! Bu ne paradoks ! İddiamı tekrar ediyorum ki kimse gaf yaptığımı düşünmesin - güçlerin eşitsizliği talih eşitliğinin olmazsa olmaz şartıdır.
Toplumda düşünülmesi gereken iki şey vardır - fonksiyonlar ve ilişkiler.
1 .
Fonksiyonlar. Her işçinin kendisine verilen görevi ye
rine getirebilme becerisinin olduğu varsayılır; ya da, genel bir ifade kullanmak için, " her işçi işini bilmelidir." İşçi eşittir işi -fonksiyonla görevli arasında bir denklem vardır.
Toplumda, fonksiyonlar benzer değildir; o zaman farklı kapa
siteleri olmak zorundadır. Ayrıca, - belli fonksiyonlar daha fazla zeka ve güç gerektirir. O zaman daha üstün zeka ve yetenek sa
hibi insanlar vardır. İşin yapılması için mecburen bir işçi gerekir;
ihtiyaçtan fikir doğar ve fikir üreticiyi doğurur. Biz sadece his
lerimizin neyi istediğini ve zekamızın neyi talep ettiğini biliriz;
anlayamadığımız şeylere arzu duymayız ve algılama gücümüz ne kadar büyükse, üretme kabiliyetimiz de o kadar büyüktür.
Bu yüzden fonksiyonlar ihtiyaçlardan doğar, ihtiyaçlar arzu
lardan, arzular gelişigüzel algı ve hayal gücünden. Hayal eden zeka üretebilir de; sonuç olarak hiçbir iş işçiden üstün değildir.
Bir kelime ile; eğer fonksiyon görevliyi devreye sokarsa, bu gö
revli fonksiyondan önce var olduğu içindir.
1 5 8
Mülkiyet Nedir?
Hadi doğanın ekonomisini takdir edelim. İzole insanın kendi başına karşılayamayacağı bize verdiği çeşitli ihtiyaçlara yönelik olarak, Doğa ırka, insana vermediği bir güç bahşetti. Bu
iş bö
lümü
prensibine yol açar -mesleklerin özelliğine
dayalı olan bir prensip.Bazı ihtiyaçların karşılanması insandan devamlı yaratmasını talep eder; diğerleri, tek bir bireyin çalışması ile; milyonlarca insanın binlerce asır çalışması ile tatmin edilir. Örneğin, kıya
fet ve yemek ihtiyacı devamlı yeniden üretim gerektirir; evrenin sisteminin bilgisi ebediyen iki
Y3:
da üç yüksek yetenekli insan tarafından sürekli elde edilebilir. Nehirlerin sürekli akımı ticaretimizi destekler, makinemizi çalıştım; ancak güneş, uzayın orta
sında bir başına, bütün dünyaya ışık verir. Çiftçileri ve çobanları yarattığı gibi, Platos'u ve Virgils'i, Newton'u ve Cuviers'i de yaratan doğa, öyle yapmayı uygun görmez; bunun yerine, de
hanın nadirliğini ürünlerinin dayanıklılığına göre oranlamayı ve kapasitelerin sayısını her birinin yeterliliğine göre dengelemeyi tercih eder.
Burada, bir adamı diğerinden ayıran mesafenin, yetenek ve zeka bakımından, medeniyetin tüketilebilir şartından mı kay
naklandığını ya da şimdi
gücün eşitsizliği
denilen şeyin ideal bir toplumda gücün çeşitliliğinden daha fazlası olup olmayacağını araştırmıyorum. Konuya dair en kötü bakışı seçiyorum ve döneklikle, zorluklardan kaçmakla suçlanmak istemiyorum. Bir insa
nın isteyebileceği bütün eşitsizlikleri kabul ediyorum
1
Eşitleme fikrini seven belli :filozoflar, bütün zihinlerin eşit ve bütün farklılıkların eğitimin sonucu olduğunu düşünürler. İtiraf ediyorum ki ben bu doktrine inanmıyorum
ki
doğru olsaydı bile, arzu edilenin tam tersi ile sonuçlanırdı. Çünkü eğer kapasiteler Herhangi birinin belli insanların eğilimlerinin ve isteklerinin temeline işaret ederek, şartların eşitsizliğini meşrulaştırmaya nasıl cesaret ettiğini anlayamıyorum.
Birçoğunun kurban düştüğü bu utanç verici kalp ve zihnin yozlaşması, mülki
yetin onları soktuğu sefalet ve bayağılıktan değilse nereden geliyor?
P J. Proudhon