• Sonuç bulunamadı

St. Simoncular, Fourierciler ve genel olarak günümüzde sosyal ekonomi ve reform ile bağlantılı olan herkes, pankartlarına aşağı­

dakileri yazdığı zaman,

"Herkes kendi yeteneğine göre, her yetenek kendi ürettiğine göre" (St Simon);

"Herkes kendi sermayesi, emeği ve yeteneğine göre" (Fourier)

1 50

Mülkiyet Nedir?

-çok fazla kelime ile söylemeseler de, doğanın iş ve çalışma tarafından elde edilen ürünlerinin her çeşit üstünlüğe ve büyük­

lüğe teklif edilen bir ödül, bir avuç, bir taç olduğunu söylemek istiyorlar. Toprağı içinde artık kılıçlarla ve mızraklarla, güç ve ihanet ile değil, kazanılan zenginlik, ilim, yetenek ve değerin kendisi ile ödüllerin çarpıştığı geniş bir alan gibi düşünüyor­

lar. Bir kelime ile en yüksek kapasitenin en yüksek ödüle ve­

rildiğini ve ticari ifade kullanmak gerekirse - ki bu en azından doğrudan olma değerine sahip - maaşların kapasite ve sonuçları tarafından yönetilmesi gerektiğini kastediyorlar ve herkes on­

lara katılıyor.

Bu kendinden menkul iki reformistin takipçileri onların böyle düşündüğünü inkar edemezler; çünkü öyle yaparak onların res­

mi yorumlarını yalanlamış ve sistemlerin birliğine zarar vermiş olurlar. Dahası, onlar tarafından böyle bir inkardan korkulmasına gerek yok.

İki

cemaat, kapasitelerin eşitsizliğini kastettiğini söy­

ledikleri doğadan mantık yürüterek, şartların eşitsizliğinin pren­

sibini oluşturmakla övünüyor. Sadece bir şeyle övünürler, yani, politik sistemlerinin mükemmel olması sosyal eşitsizliklerin her zaman doğal eşitsizliklerle uyum içinde olması. Kendilerini, ka­

pasitenin bir ölçüsünü düzeltmek için yaptıklarından daha fazla şartların eşitsizliğinin - maaşları kastediyorum - mümkün olup olmadığını araştırmakla sıkıntıya sokmuyorlar1•

"Herkes kendi yeteneğine göre, her yetenek kendi ürettiğine göre"

"Herkes kendi sermayesi, emeği ve yeteneğine göre"

St. Simon ve Fourier'in ölümünden beri, sayısız takipçileri arasından bir kişi halka bu büyük vecizenin bilimsel bir göster­

gesini vermeye teşebbüs etmedi; ve ben yüzde bir bahse girerim 1 St. Simon'un sisteminde, St. Simoncu papaz her değerin kapasitesini papaya ait hatasızlığa istinaden, Roma Kilisesini taklit ederek, belirliyor: Fourier'inkin­

de, dereceler ve değerler, anayasal regime taklit edilerekoyla belirleniyor. Açık­

ça, büyük insan okuyucu için bir dalga aracı; sırrını anlatmak istememişti.

P J. Proudhon

hiçbir Fourierci bu iki şekilli aforizmanin iki yoruma yatkın ol­

duğundan şüphe bile etmiyordur.

"Herkes kendi yeteneğine göre, her yetenek kendi ürününe göre"

"Herkes kendi sermayesi, emeği ve yeteneğine göre"

Bu önerme, derler ya, ona genelde atfedilen manası ile alındı­

ğında

-

in sensu obvio

-

yanlış, saçma, haksız, çelişkili, özgürlük düşmanı, tiranlık dostu, anti-sosyal ve mülkiyet :fikrinin açık et­

kisi altında talihsiz bir biçimde şekillenmiştir.

Ve ilkin, sermaye ödüle layık görülen elementler listesinden çı­

karılmalıdır. F ourierciler, - kitapçıklarından öğrenebildiğim kadarı ile - kullanma hakkını reddediyorlar ve çalışma dışında mülkiyet için bir temel tanımıyorlar. Benzer bir öncül ile başlayınca, mesele üzerinde akıl yürütselerdi - sermayenin sadece kullanım hakkından dolayı mülk sahibi için bir üretim kaynağı olduğunu ve bu yüzden bu üretimin gayrimeşru olduğunu göreceklerdi. Gerçekte, eğer ça­

lışmak mülkiyetin tek temeli ise, ben başka birinden

kira

alır almaz arsamın sahibi olmayı bırakıyorum. Bunu bütün itirazların ötesinde gösterdik. Bütün sermaye için aynı d

urum

geçerli; böylece serma­

yeyi kanun kararı ile bir işletmeye yatırmak, onu ürünlerden oluşan denk bir tutar ile takas etmek demek. Bu faydasız tartışmaya tekrar girmeyeceğim, çünkü sonraki bölümde sermaye yoluyla üretim ko­

nusunu teferruatıyla incelemeyi teklif ediyorum.

Böylece, sermaye takas edilebilir, ancak bir gelirin kaynağı olamaz.

Emek ve yetenek kalır; ya da St. Siman 'un dediği gibi, ürünler ve yetenekler. Onları arka arkaya inceleyeceğim.

Ücretler emek tarafından mı belirlenmeli? Diğer bir ifade ile en fazla iş yapan en fazla mı kazanmalı? Okuyucudan bu noktaya çok dikkat etmesini istiyorum.

Problemi bir vuruşta çözmek için, kendimize sadece şu soru­

yu sormamız gerekiyor: "Emek bir şart mıdır ya da bir mücadele midir?" cevap açık görünüyor.

1 52

Mülkiyet Nedir?

Tanrı insana, "Ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın,"

dedi, -yani, kendi ekmeğini üretmelisin, az çok kolaylıkla, çaba­

larını yönlendirme ve birleştirme yeteneğine göre, çalışmalısın.

Tanrı şunu demedi: "Ekmeğin için komşunla tartışmalısın" ancak

"Komşunun yanında çalışmalısın ve uyum içinde birlikte yaşa­

malısınız," dedi. Bu kanunun anlamını geliştirelim, aşın basitliği yanlış yorumlamaya maruz bırakıyor.

Çalışmada, iki şey fark edilmeli ve ayırt edilmeli:

birleşme

ve

erişilebilir materyal.

İşçiler ilişkili oldukları sürece eşittirler ve birine diğerinden daha fazla ödenmesini söylemek bir çelişki içerir. Çünkü bir işçi­

nin ürünü sadece diğer işçinin ürünüyle ödenebilir, eğer iki ürün eşit değilse kalan - ya da daha büyük ve daha küçük arasındaki fark - toplum tarafından ele geçirilemez ve sonuç olarak takas edilmemek ücretlerin eşitliğini etkilemez. Daha güçlü olan işçi­

nin lehinde doğal bir eşitsizlik olacak, doğru ancak onun gücü ve üretken enerjisinden dolayı kimse acı çekmediği için sosyal eşitsizlik olmayacak. Bir kelime ile, toplum sadece eşit ürünleri takas eder - yani kendi çıkarı için olan dahil hiçbir emeği ödül­

lendirmez; sonuç olarak bütün işçilere eşit ödeme yapar: onun alanı dışında ürettikleri ile onların sesleri ve saçları arasındaki farklılıklar dışında yapabileceği bir şey yoktur.

Eşitsizlik prensibini öneriyor gibi görünüyorum: bunun ter­

si doğru. Toplum için belli bir yere yapılabilecek işin toplam miktarı (yani takasa uygun işin), işçilerin sayısı ne kadar fazla ise o kadar büyük ve her birinin görevi büyüklük olarak daha az olunca - doğal eşitsizliğin kendisini birleşme genişledikçe ve so­

nuç olarak üretilen değerlerin tüketilebilirliğinin miktarı arttıkça nötrleştirdiği anlaşılıyor. Bu şekilde toplumda çalışma eşitsizli­

ğini geri getirebilecek olan tek şey kullanım hakkıdır - mülkiyet hakkıdır.

Şimdi, bu günlük görevin çiftçilik, çapalama, iki dekametre kareyi hasat etmeyi içerdiğini ve bunu bitirmek için ortalama

ge-P J. ge-Proudhon

reken sürenin yedi saat olduğunu varsayın: bir işçi altı saatte bi­

tirecek diğeri için sekiz saat gerekecek; ancak çoğunluk yedi saat çalışacak. Ancak her biri talep edilen iş miktarını, ne kadar süre çalışırsa çalışsın, tamamlarsa, eşit ücretleri hak ederler.

Görevini altı saatte bitirme yeteneği olan işçi, daha üstün gücü ve aktivitesi olduğu için, daha

az

yetenekli işçinin görevini kullanma ve sonuç olarak onu işinden ve ekmeğinden etme hak­

kına sahip olmalı mıdır? Böyle bir teklifi sürdürmeye kim cesa­

ret edebilir? Diğerlerinden önce bitiren eğer isterse dinlenebilir;

kendisini gücünün devamı, zihninin irfanı ve hayatının lezzeti için faydalı egzersize ve çalışmaya adayabilir. Bunu kimseye za­

rar vermeden yapabilir: ancak sadece kendisini etkileyecek iş­

lerle kendisini sınırlamasına izin verilsin. Kuvvet, deha, dikkat ve bundan kaynaklanan bütün kişisel avantajlar doğanın eseridir ve belli bir dereceye kadar insanın eseridir; toplum onları değer verdikleri saygı ile ödüllendirir ancak onlara ödenen ücret güçle­

rine göre değil ürettiklerine göre ölçülür. Şimdi her birinin ürünü hepsinin hakkı tarafından sınırlanır.

Eğer toprak boyut olarak sınırsız olsaydı ve erişilebilir mater­

yallerin miktarı tüketilemez olsaydı, o zaman bile bu sözü kabul edilemezdi - her biri kendi emeğine göre. Ama neden? Tekrar ediyorum çünkü toplum, öznelerin sayısı ne olursa olsun, hepsi­

ne aynı ücreti ödemek zorunda çünkü sadece onların ürünlerine ödüyor. Henüz yapılan hipotez üzerine, sadece güçlü olan onların bütün avantajlarını kullanmaktan engellenemezse, doğal eşitsiz­

liğin uyumsuzlukları sosyal eşitliğin bağrında yeniden görüne­

cektir. Ancak yaşayanların üretici gücünü ve çoğalma yeteneğini düşününce, toprak kısıtlı; ayrıca, ürünlerin yoğun çeşitliliği ve işin aşın bölünmesi ise sosyal görevin başarılmasını kolay kılar.

Şimdi, bu üretilebilir şeylerin kısıtlanması ve .onları üretmenin kolaylığı yoluyla, mutlak eşitlik kanunu etkisini gösterir.

Evet, hayat bir mücadeledir. Ancak bu mücadele insanlarla insanlar arasında değil insanlar ve doğa arasında ve kendi payını

1 54

Mülkiyet Nedir?

almak herkesin görevi. Eğer mücadele içinde güçlü olan zayıfın yardımına gelirse, onların kibarlığı övgüyü ve sevgiyi hak eder;

ancak yardımları bedava hediye olarak kabul edilmelidir - bir güç tarafından empoze edilmemeli ya da bir fiyat karşılığında teklif edilmemelidir. Hepsinin önünde aynı kariyer vardır, ne çok uzun ne de çok zor; her kim onu bitirirse sonunda ödülünü bulur:

oraya ilk gitmek gerekmez.

İşçilerin genelde götürü olarak çalıştığı baskı ofislerinde, diz­

men, dizilen her bin harf başına; basımcı, basılan her bin kağıt başına para alır. Orada, başka yerlerde olduğu gibi, yetenekte eşit­

sizlikler görülür. Donuk zaman için şans yoksa (baskı ve dizgi, di­

ğer ticaretler gibi bazen bekleme moduna geçer), herkes en iyisini yapmak ve yeteneklerini en üst düzeyde kullanmak konusunda özgürdür: daha fazla yapan daha çok kazanır; daha az yapan daha az alır. İş gevşeyince, dizmenler ve basımcılar işlerini bölerler;

tüm tekelcilerden soyguncular ya da hainler gibi nefret edilir.

Bu baskıcıların tutumlarının, ne ekonomistler ne hukukçular tarafından ortaya çıkarılmamış bir felsefesi vardır. Eğer kanun yapıcılarımız Kanunlarına yazıcı ofislerini yöneten dağıtıcı ada­

let prensibini koymuş olsalardı; popüler içgüdüleri gözlemlemiş olsalardı - süfli taklit için değil, yenilemek ve genelleştirmek için - çok geçmeden bu özgürlük ve eşitlik hareket ettirileme bir temel üzerine kurulmuş olurdu ve şimdi biz mülkiyet hakkı ve sosyal ayrımların gerekliliği üzerine tartışmıyor oltirduk.

Eğer iş bütün güçlü bireyler tarafından eşit olarak paylaşılsa, Fraıısa'da, her bireyin iş mesaisinin beş saati geçmeyeceği he­

saplandı. Bu böyle iken, nasıl işçilerin eşitsizliğinden konuşma­

ya yelteniyoruz? Eşitsizliğe sebep olan Robert Macaire'nin işi.

Herkes kendi emeğine göre

prensibi, şu anlamda yorumlanır,

en fazla çalışan en fazla kazanır

ve bu yüzden iki somut hataya dayanır: birisi, ekonomide bir hata, toplumun çalışmasında gö­

revlerin mecburen eşitsiz olması; diğeri fizikte bir hata, üretilebi­

lir şeylerin miktarında sınır olmaması.

P. J. Proudhon

"Ancak," denecektir, "görevlerinin sadece yansını gerçek­

leştirmek isteyecek olan bazı insanlar olduğunu düşünün?" . . . Bu çok utanç verici değil mi? Muhtemelen maaşlarının yansı ile tatminler. Yaptıkları işe göre ödeme yapıldığında, neden şikayet edebilirler ki? Ve başkalarına ne zararı olabilir? Bu anlamda, şu sözü uygulamak doğru olur -

Herkes kendi sonuçlarına göre.

Bu eşitliğin kanununun kendisidir.

Aynca, polis sistemi ve çalışmanın organizasyonu ile ilgili sa­

yısız zorluklardan bahsedilebilir. Onların hepsine şu bir cümle ile cevap vereceğim - hepsi eşitlik prensibi ile çözülmelidir. Bu

yüz­

den, bazıları gözlem yapabilir, "burada üretime zarar vermeden ertelenemeyecek bir görev var. Birkaç kişinin ihmalinden dolayı toplum sıkıntı çekmek zorunda mı? Ve çalışma hakkına saygıdan dolayı, onların kendisine vermediği ürünü elleriyle garanti alma­

ya cüret etmeyecek mi? Böyle bir dununda maaş kimin olacaktır?

İşi yapmasına izin verilen toplumda, ya kendisi ya da tem­

silcileri aracılığı ile ama daima genel eşitliği hiçbir zaman ihlal etmeyecek şekilde olmalı ve sadece daha aylak olan aylaklığı için cezalandırılmalı. Aynca, eğer toplum tembel üyelerine karşı aşın şiddet kullanmazsa, kendini suiistimallerden korumak, sa­

vunmak için hakkı var.

Ancak her endüstri, bunu ekleyecekler, liderlere, eğitmenlere, amirlere ihtiyaç duyar. Bunlar genel görevlere angaje olacaklar mı? Hayır; çünkü onların görevi yönetmek, eğitmek ve denetle­

mektir. Ancak onlar işçilerin kendileri tarafından işçilerin arasın­

dan seçilmeliler ve liyakat şartlarını karşılamalılar. Bütün kamu fonksiyonları için, yönetim olsun eğitim olsun aynı şey geçerli.

O zaman evrensel anayasanın ilk maddesi şu olacak:

"Erişilebilir materyallerin sınırlı miktarı işi bütün işçiler ara­

sında bölmenin gerekliliğini kanıtlıyor. Herkes� verilen bir sos­

yal görevi - yani eşit görev - tamamlama kapasitesi ve bir işçiye diğerinin ürünlerinden ödeme yapmanın imkansızlığı ücretlerin eşitliğini haklı kılar".

1 56

Mülkiyet Nedir?

7. Güçlerin Eşitsizliğinin Servetin Eşitliğinin Gerekli Şartı Olması Hakkında

Şuna itiraz edilir - ve bu itiraz St. Simoncuların şiarlarının ikinci bölümünü, Fouriercilerin üçüncü bölümünü oluşturur,

-"Bütün iş çeşitlerinin aynı kolaylıkla yapılamayacağı, bazı­

ları yetenek ve zekanın yüksek üstünlüğünü gerektiriyor ve fiyat bu üstünlüğe dayanıyor. Sanatçıya, alime, şaire, devlet adamına sadece mükemmelliğinden dolayı değer verilir ve bu mükemme­

liyet onlarla diğer adamlar arasındaki bütün benzeşmeye zarar verir; bu bilimin ve dehanın zirvesinin karşısında, eşitlik kanunu kaybolur. Şimdi eğer eşitlik mutlak değilse, eşitlik yoktur. Şa­

irden romancıya, heykeltıraştan taşçıya; mimardan duvarcıya;

kimyacıdan aşçıya vb. iniyoruz. Kapasiteler sınıflandırılıyor ve sıralarına, cinslerine çeşitlerine göre alt sınıflara bölünüyor. Yete­

nekte aşın olanlar orta yeteneklerle bağlanıyor. İnsanlık, insanın kendini karşılaştırarak değerlendirdiği ve fiyatım halk tarafından ürününe koyulan değer üzerinden sabitlediği geniş bir hiyerarşi."

Bu itiraz her zaman zorlu görünmüştür. Bu ekonomistlerin ve eşitlik savunucularının engelidir. Öncekileri korkunç gaflara it­

miş, sonrakileri inanılmaz klişeler söylemesine sebep olmuştur.

Gracchus Babeuf bütün üstünlüğün

zorlayıcı bir şekilde bastı­

rılmasını

istedi ve hatta

sosyal bir felaket olarak ezilmesini

iste­

di. Kendi komünist binasını kurm

ak

için, bütün vatandaşları en küçüğün ayarına indirdi. Cahil eklektikler bilginin eşitsizliğine itiraz etmekle bilinirler ve eğer birisi değerin eşitsizliğine karşı isyan ederse şaşırmamalıyım. Aristo yasaklanmıştı, Sokrat bal­

dıran içti, Epaminondas zekada ve değerde daha üstün olduğunu kanıtladığı için bazı sefih ve aptal demagoglar tarafından suçla­

narak hesap soruldu. Bu aptallıklar varlık eşitsizliği, yeni tiranla­

rın güce gelmesinden korkarak, zenginler tarafından körleştirilen ve baskı gören halkı meşru kıldığı sürece tekrar edilecek.

P. J. Proudhon

Çok yakından incelediğimizden başkası daha yapay göıiin­

mez ve sık sık hiçbir şey doğrunun kendisinden daha az doğru gibi göıiinmez. Diğer taraftan, J. J. Rousseau'ya göre, "her gün gördüğümüzü bir kez gözlemleyebilmek çok felsefe gerektirir."

Ve d' Alembert' e göre, "hayatın sıradan doğruları, eğer dikkatle­

rini özellikle onlara vermemişlerse, insanlar üzerinde az etki dı­

şında bir şey yapmazlar. Ekonomistlerin okulunun babası (Say), ondan şu iki alıntıyı yapıyorum, onlardan faydalanabilirdi; ancak körlere gülen kişi gözlük takmalıdır ve onu fark eden miyoptur.

Tuhafl Ki birçok zihni korkutan, sonuç olarak, eşitliğin bir itirazı değil - eşitliğin dayandığı asıl şart!

Doğal eşitlik talih eşitliğinin şartı! Bu ne paradoks ! İddiamı tekrar ediyorum ki kimse gaf yaptığımı düşünmesin - güçlerin eşitsizliği talih eşitliğinin olmazsa olmaz şartıdır.

Toplumda düşünülmesi gereken iki şey vardır - fonksiyonlar ve ilişkiler.

1 .

Fonksiyonlar. Her işçinin kendisine verilen görevi ye­

rine getirebilme becerisinin olduğu varsayılır; ya da, genel bir ifade kullanmak için, " her işçi işini bilmelidir." İşçi eşittir işi -fonksiyonla görevli arasında bir denklem vardır.

Toplumda, fonksiyonlar benzer değildir; o zaman farklı kapa­

siteleri olmak zorundadır. Ayrıca, - belli fonksiyonlar daha fazla zeka ve güç gerektirir. O zaman daha üstün zeka ve yetenek sa­

hibi insanlar vardır. İşin yapılması için mecburen bir işçi gerekir;

ihtiyaçtan fikir doğar ve fikir üreticiyi doğurur. Biz sadece his­

lerimizin neyi istediğini ve zekamızın neyi talep ettiğini biliriz;

anlayamadığımız şeylere arzu duymayız ve algılama gücümüz ne kadar büyükse, üretme kabiliyetimiz de o kadar büyüktür.

Bu yüzden fonksiyonlar ihtiyaçlardan doğar, ihtiyaçlar arzu­

lardan, arzular gelişigüzel algı ve hayal gücünden. Hayal eden zeka üretebilir de; sonuç olarak hiçbir iş işçiden üstün değildir.

Bir kelime ile; eğer fonksiyon görevliyi devreye sokarsa, bu gö­

revli fonksiyondan önce var olduğu içindir.

1 5 8

Mülkiyet Nedir?

Hadi doğanın ekonomisini takdir edelim. İzole insanın kendi başına karşılayamayacağı bize verdiği çeşitli ihtiyaçlara yönelik olarak, Doğa ırka, insana vermediği bir güç bahşetti. Bu

iş bö­

lümü

prensibine yol açar -

mesleklerin özelliğine

dayalı olan bir prensip.

Bazı ihtiyaçların karşılanması insandan devamlı yaratmasını talep eder; diğerleri, tek bir bireyin çalışması ile; milyonlarca insanın binlerce asır çalışması ile tatmin edilir. Örneğin, kıya­

fet ve yemek ihtiyacı devamlı yeniden üretim gerektirir; evrenin sisteminin bilgisi ebediyen iki

Y3:

da üç yüksek yetenekli insan tarafından sürekli elde edilebilir. Nehirlerin sürekli akımı ticare­

timizi destekler, makinemizi çalıştım; ancak güneş, uzayın orta­

sında bir başına, bütün dünyaya ışık verir. Çiftçileri ve çobanları yarattığı gibi, Platos'u ve Virgils'i, Newton'u ve Cuviers'i de yaratan doğa, öyle yapmayı uygun görmez; bunun yerine, de­

hanın nadirliğini ürünlerinin dayanıklılığına göre oranlamayı ve kapasitelerin sayısını her birinin yeterliliğine göre dengelemeyi tercih eder.

Burada, bir adamı diğerinden ayıran mesafenin, yetenek ve zeka bakımından, medeniyetin tüketilebilir şartından mı kay­

naklandığını ya da şimdi

gücün eşitsizliği

denilen şeyin ideal bir toplumda gücün çeşitliliğinden daha fazlası olup olmayacağını araştırmıyorum. Konuya dair en kötü bakışı seçiyorum ve dönek­

likle, zorluklardan kaçmakla suçlanmak istemiyorum. Bir insa­

nın isteyebileceği bütün eşitsizlikleri kabul ediyorum

1

Eşitleme fikrini seven belli :filozoflar, bütün zihinlerin eşit ve bütün farklılıkların eğitimin sonucu olduğunu düşünürler. İtiraf ediyorum ki ben bu doktrine inanmıyorum

ki

doğru olsaydı bile, arzu edilenin tam tersi ile sonuçlanırdı. Çünkü eğer kapasiteler Herhangi birinin belli insanların eğilimlerinin ve isteklerinin temeline işaret ede­

rek, şartların eşitsizliğini meşrulaştırmaya nasıl cesaret ettiğini anlayamıyorum.

Birçoğunun kurban düştüğü bu utanç verici kalp ve zihnin yozlaşması, mülki­

yetin onları soktuğu sefalet ve bayağılıktan değilse nereden geliyor?

P J. Proudhon

eşit ise, güçlerinin derecesi ne olursa olsun (kimse zorlanama­

yacağı için) kaba, aşağı, alçaltıcı göıiilen, daha yüksek ödemeyi hak eden fonksiyonlar var - eşitliğe, her yeteneğe kendi ürettiği­

ne göre prensibinden daha az zıt olmayan bir sonuç. Tam aksine, bana içinde her çeşit yeteneğin toplumun ihtiyaçlarıyla uygun rakamsal bir ilişki içinde olduğu ve her üreticiden kendi özel fonksiyonuna göre üretmesini talep eden bir toplum verin ve asla fonksiyonların hiyerarşisine zarar vermeden, talih eşitliğini çı­

karayım.

Bu benim ikinci noktam.

2. İlişkiler

Çalışma unsurunu düşününce, bir sosyal görevi yerine ge­

tirme kapasitesine sahip olan üretici hizmetlerin aynı sınıfında, ödül eşitsizliğinin bireysel güçlerin eşitsizliğine dayandırılama­

yacağını gösterdim. Ancak, belli kapasitelerin belli hizmetleri yapma konusunda oldukça beceriksiz olduğunu söylemek adil olur; böylece eğer insan endüstrisi eğer sadece bir sınıf üıiinle kısıtlı olsaydı, sayısız yetersizlik ortaya çıkardı ve sonuç olarak en büyük sosyal eşitsizlik olurdu. Ancak herkes, benden bir ima olmadan, endüstrilerin çeşitliliğinin bu zorluktan kaçındığını gö­

ıiiyor; bu o kadar açık ki bunu tartışmayı bırakmamalıyım. O za­

man sadece fonksiyonların birbirine eşit olduğunu kanıtlamamız gerekiyor; aynen aynı fonksiyonu gerçekleştiren işçilerin birbi­

rine eşit olması gibi.- Mülkiyet insanı harem hadım eder sonra da

kuru

çüıiiyen bir ağaçtan başka bir şey olmadığı için azarlar.

Dehayı, bilgiyi, cesareti - bir kelime ile dünyanın beğendiği

bütün mükemmellikleri - yüksek makamdakilere karşı saygıyı,

güç ve zenginliğin ayrıcalıklarını reddettiğim için bana şaşırıyor

musunuz? Onu reddeden ben değilim: ekonomi, adalet ve özgür­

Dehayı, bilgiyi, cesareti - bir kelime ile dünyanın beğendiği

bütün mükemmellikleri - yüksek makamdakilere karşı saygıyı,

güç ve zenginliğin ayrıcalıklarını reddettiğim için bana şaşırıyor

musunuz? Onu reddeden ben değilim: ekonomi, adalet ve özgür­