meğini saat ona doğru hazırla. S ırası gelmişken söyleyeyim, yarından i tibaren burada d aha çok yalnı z kalmaya karar verdik. Hiçbir hizmetkar, sen hariç, geceyi konakta geçirmesin. Onlara üç yıllık maaşlarını ver, çekip gitsinler. Ana kapıyı sürgüle, aşağıdaki, yemek salonundaki meşaleleri yak, sen bize yetersin. Bundan böyle kimseyi ka
bul etmeyeceğiz."
Yaşlı adam titriyor ve konta dikkatle bakıyordu.
Kont bir sigara yaktı ve bahçeye indi.
Uşak, önce çok ağır, çok umutsuz bu acının efen
disinin aklı�u karıştırdığını düşündü. Onu çocuk
luğundan beri tanıyordu; çok ani bir uyanışın bu uyurgezer için ölümcül bir darbe olabileceğini o an anladı. Öncelikle görevi böyle bir sırra saygı göstermekti.
Başını öne eğdi. Bu dinsel düşe sadık bir suç or
taklığı mı? İtaat etmek mi? .. . Ölü'yü dikkate al
madan
onlara
hizmet etmeye devam etmek mi?Ne garip bir düşünce ! ... Tek bir gece mi sürecek-ti? .. . Ya yarın, yarın, heyhat! . . . Ah! Kim bilebi-lir? . . . Belki! . . . Ne de olsa kutsal bir tasarı! Hangi hakla kafa yoruyordu? .. .
Odadan çıktı, emirleri harfiyen yerine getirdi ve hemen o akşam alışılmadık yaşam başladı.
Dehşetli bir serap yaratmaktı sözü edilen.
İlk günlerin rahatsızlığı çabucak silindi. Ray
mond, önce şaşkınlıkla, ardından bir tür saygı ve şefkatle doğal olmaya öylesine çabaladı ki üç hafla akıp gittiğinde, kimi zaman kendi iyi
niyeti-ne kendisinin de kanmış olduğunu hissetti. O muğ
lak düşünce yok oluyordu ! Kimi zaman bir tür baş dönmesi hissedip kontesin kesin olarak öldü
ğünü kendine anımsatmak zorunda kalıyordu. Bu kasvetli oyuna kendini kaptırıyor ve gerçeği her an unutuyordu. Bir süre sonra, kendini ikna et
mek ve toparlamak için düşünmekten fazlası ge
rekiyordu. Kontun çevrelerindeki ortama yavaş yavaş işlediği korkunç büyüye kendini tümüyle kaptıracağını görmüştü. Korkuyordu, belirsiz, tatlı bir korku.
D'Athol, gerçekten de, sevgilisinin ölümünün ke
sinlikle bilincinde olmadan yaşıyordu! Onu her zaman orada buluyordu. Genç kadının biçimi tü
müyle onunkine karışmıştı. Kimi zaman, güneşli günlerde, bahçedeki bir bankın üzerinde onun sevdiği şiirleri yüksek sesle okuyordu; kimi ak
şamlar, ateşin yanında, tek ayaklı yuvarlak masa
nın üzerinde iki fincan çay, öteki koltukta oturur gördüğü gülümseyen
yanılsamayla
gevezelik ediyordu.
Günler, geceler, haftalar uçup gitti. Kimse ne yap
tığının farkında değildi. Artık tuhaf olaylar olu
yordu, düşle gerçek öylesine benzeşiyordu ki ayırt etmek güçtü. Havada bir varlık uçuşuyordu:
Bir biçim belli belirsiz ortaya çıkmaya, tanımsız
laşan uzamda kendini göstermeye çabalıyordu.
D'Athol ikili yaşıyordu, meczup gibiydi. Göz açıp kapayıncaya kadar, şimşek gibi, hayal meyal görü
len tatlı ve solgun bir yüz ; piyanoda aniden çalı
nan cılız bir akor; tam konuşacakken ağzını kapa
yan bir öpücük, benliğinin ikiye bölünmesi, tıpkı
akışkan bir siste oJduğu gibi, yanındaki sevgilisinin baş döndürücü tatlı kokusunu hissetmesi ve gecele
yin, uyku ile uyanıklık arasında alçak sesle işitilen sözler: Her şey onu uyarıyordu. Nihayet meçhul bir güç olup çıkan Ölüm'ün yadsınmasıydı bu!
Bir keresinde, d'Athol onu öyle yakınında gördü ve hissetti ki kollarının arasına aldı: Ama bu devi
nim görüntüyü yok etti.
"Çocuk," diye mırıldandı gülümseyerek.
Neşeli ve uykulu metresine surat asan bir aşık gibi tekrar uyudu.
Onun
doğum gününde, Vera'nın yastığının üzerine bıraktığı çiçek demetinin içine şaka olsun diye bir ölmezotu koydu; "Madem ki öldüğünü sanıyorlar," d iyerek.
Issız konakta karısının yaşadığına ve var olduğu
na aşkının gücüyle inanan Bay d 'Athol'un derin ve her şeye kadir istenci sayesinde bu varoluş, sonunda, karanlık ve ikna edici bir cazibe haline geldi. Raymond da artık hiç korku duymuyordu, bu duygulara yavaş yavaş alışmıştı.
Ağaçlıklı bir yolun dönemecinde fark edilen kadi
fe bir giysi; onu salond an çağıran neşeli b ir ses;
sabahleyin uyandığında, tıpkı eskiden olduğu gibi işittiği bir zil sesi; tüm bunlara alışmıştı: Ölü ka
dın sanki bir çocuk gibi saklambaç oynuyordu.
Bu yolla sevildiğini hissediyordu! Çok
doğaldı
bu!Bir yıl geçmişti.
Yıldönümü akşamı, Vera'nın o dasında, ateşin yakınına oturan kont,
ona
bir Floransa fabliyosu ** Halk hikayelerini konu alan kısa anlatı.
okumuştu:
Callimaque.
Kitabı kapadı; sonra çay getirirken :"Du§ka,"
dedi, "GülJer Vadisi'ni, Lahn Sahilleri'ni, Dört Kuleler Ş atosu'nu anımsıyor mu
sun'? ... Bu öykü sana kuşkusuz oraları anımsat
m ıştır."
Ayağa kalktı ve maviye çalan aynada kendini her zamankinden daha solgun gördü. Bir kupadan bir bilezik çıkardı ve incilere dikkatlice baktı. Vera biraz önce soyunurken çıkarmamış mıydı bunları kolundan? İnciler hala ılıktı ve parıltıları sanki teninin ısısıyla dinmişti. Ve şu Sibirya kolyesinin ucundaki opal; Vera'nın güzel göğsünü öyle sever
di ki genç kadın takmayı bir süre unuttuğunda altın kutusu içinde tamamen solardı! Bir zaman
lar kontes bu sadık taşı bu nedenle severdi! . . . Bu akşam opal, sanki yeni çıkarılmış gibi, sanki güzel ölünün eşsiz büyüleyiciliği hala içine işliyormuş gibi parı ldıyordu. Kont kolyeyi ve değerli taşı yerine koyarken kan damlalarının kar üzerindeki karanfiller gibi ıslak ve kıpkırmızı olduğu patiska mendile tesadüfen dokundu ! ... Orada, piyanonun üzerinde, o eski melodinin son sayfasını kim çe
virmişti? O da nesi! Kutsal gece kandili, kutsal sandığın içinde yeniden yanmıştı! Evet, altın sa
rısı alevi Madonna'nın gözleri kapalı yüzünü gi
zemli bir biçimde aydınlatıyordu ! Ya bu yeni top
lanmış Şark çiçekleri, orada, eski Saxe vazoların
da solan bu çiçekleri hangi el oraya yerleştir
mişti? Oda her zamankinden daha anlamlı ve yo
ğun biçimde neşe ve yaşam dolu gibiydi. Ama kon
tu hiçbir şey şaşırtamazdı ! Bu ona öyle olağan
geliyordu ki bir yıldır durmuş olan sarkaçlı saatin çaldığına bile dikkat etmedi.
O akşam, yine de, kontes Vera'nın, kendisiyle dolu bu odaya karanlıklardan geri gelmek için hayran
lık verici bir çaba gösterdiği söylenebilir! Orada kişiliğinden o kadar çok şey bırakmıştı ki! Varlı
ğının parçası olan her şey onu oraya çekiyordu.
Cazibesi orada dolaşıyordu; eşinin tutkulu isten
cinin uzun zorlamaları, çevresindeki Görün
mez'in muğlak bağlarını gevşetmiş olmalıydı! . ..
O rada olması
gerekiyordu.
Sevdiği her şey oradaydı.
Zambak beyazı yüzünü defalarca hay ranlıkla seyrettiği bu gizemli aynada bir kez daha kendine gülümseme arzusu duymuş olmalıydı ! Kuşkusuz o tatlı ölü, öte tarafta, sönmüş lambaların altında, menekşeleri içinde irkilmişti; o kutsal ölü, yeraltı gömütlüğünde tek başına, mezar kapağının üze
rine fırlatılmış gümüş anahtara bakarak tir tir titremişti. O da konta gelmek istiyordu! Ve isten
ci, buhur ve yalnızlık fikri içinde kayboluyordu.
Olüm gökyüzünü umut edenler için mutlak bir durumdur; ama Vera için Ölüm, hem Göklerin hem de Yaşamın kucaklayışı değil miydi? Ve eşi
nin yapayalnız öpücüğü, karanlığın içinde dudak
larını cezbediyordu. Ve melodilerin geçmişte ka
lan sesi, eskinin başdöndürücü sözcükleri, bede
nini örten ve kokusunu koruyan giysiler, karanlık sevgileriyle onu
arzulayan
bu büyülü taşlar - ve özellikle, varlığının engin ve mutlak etkisi, sonunda eşyaların da paylaştıkları kanı, hepsi, hepsi onu çağırıyordu; öyle uzun bir süreden beri ve
öyle belli belirsiz onu cezbediyorlardı ki Uyuyan Öl ü nihayet uyanmıştı,
yalnız O
eksikti !Ah! İdealar canlı varlıklardır! . .. Kont aşkının bi
çimini boşluğa oymuştu ve bu boşluğun, türdeşi olan tek varlık tarafından doldurulması gereki
yordu, yoksa Evren yok olurdu. O anda, kesin ola
rak, basit ve mutlak biçimde,
O 'nun orada, odada olması gerektiği
fikri geçti aklından! Kendi varlığının, etrafındaki her şeyin de bu kanıyla dolup taş tığından kesinlikle emindi. Her şey ortadaydı!
Ve elle tutulur, canlı