• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

4.2.2. Tensîk

Maânînin bir sûret-i hasenede tensîkini mûcib olan sanâyi‘-i ma‘neviyye (siyâkatü’l-a‘dâd, tensîkü’s-sıfât, cem‘, tefrîk, taksîm, cem’üt-tefrîk, cem‘-i maa-t-taksîm, cem‘-i maa-t-tefrîk ve’t-taksim, leff ü neşr, müzâvece) denilen sıfatlardır.

şeklinde ifade edilen tensîk: “Bir isme bir çok sıfat sıralama”, lûgat anlamı olarak,

“düzene, yoluna koyma, düzenleme, sıralama” şeklinde ifade edilir.

A) Siyâkatü’l-a‘dâd: Bir fıkrada birkaç ismi zikredip bir münâsebetle onları bir diğerine bağlamaktan ibarettir. Şu örnekte olduğu gibi.

B) Tensîkü’s-sıfât: “Bir şeyin birkaç sıfatını arka arkaya sıralamaktan ibarettir” şeklinde söylenebilir.

C) Cem‘: Birkaç kelimenin içine aldığı hükümleri bir sûretle tek bir hükümde toplamaktır. Nef‘î’nin şu beyti güzel bir örnektir ki:

Hem °ade… hem bâde hem bir şû¾-i sâ°îdir göñül Ehl-i ‘aş°ıñ …â‡ılı ‡â…ib-meẕâ°îdir göñül

beytinde kadeh, bâde, şûh, sâkînin ahkâm-ı zevkiyyelerinin gönülde ittihâdı hep bu kabîldendir.

D) Tefrîk: Bir nev‘iden olan iki emrin arasına zıddiyet koymadır. Bâkî merhumun şu neytini örnek olarak gösterir:

Seni Kisrâ’ya ‘adâletde mu‘âdil ƒutsam Baş°adır sende olan devlet-i dîn ü îmân

beytinde “adâlet”in benzer hükümlerinin seçilmesi gibi.

E) Taksîm: Parçaları zikredip ondan sonra ta‘yîn-i mercî‘ ederek bir şeye izâfe etmektir.

F) Cem‘-i maa-t-tefrîk: Önce toplayıp sonra ayırmaktır yani iki şeyi bir ma‘nâya dâhil edip sonra bu dâhil olanların cihetlerini ayırt etmek olarak ifade edilir.

G) Cem‘-i maa’t-taksim: Eşyayı bir hükme dâhil ettikten sonra ta‘yin ederek taksim etmektir.

H) Cem‘-i maa-t-tefrîk ve’t-taksim: Đki şeyi evvelâ cem‘, sâniyen tefrîk, sâlisen taksîm etmektir.

I) Leff ü neşr: Đki veya daha fazla lafız ve hükmün zikredilmesinden sonra, aralarında münasebet olan lafız veya hükümlerin sıralanmasıdır. Ya da bir fıkrada birkaç lafzı neşrettikten sonra bir yere ta‘yîn etmeksizin lafzî ve ma‘nevî ipuçları ile dinleyiciye nakledilecek şekilde lafzın ve hükmün zikredilmesini leffetmektir. Yani birkaç isim yazıldıktan sonra bunların her birine ait olan sıfat veya fiillerin ayrıca sıralanması şeklinde ifade edilebilir. “Müretteb ve müşevveş olmak üzere ikiye ayrılır ki sırasıyla yazılı olanlarına “leff ü neşr-i müretteb” karışık olarak yazılanlarına ise “leff ü neşr-i müşevveş” denir.

Ayrıca Taksim ile leff ü neşr birbirine çok benzediklerinden birbirlerinden ayrılmaları lazımdır. Yani taksîm’de ta‘yîn-i mercî‘ etmek şart olduğunu ve leff ü neşr de ise ta‘yîn-i merci‘ câiz olmayıp lafızlarda gerekli olan ipuçları ile edâ etmek

şart olduğunu söyleyerek bu mebhası bitirip, bir diğer konu olan müzâvece bahsine

geçmektedir.

Đ) Şart ve cezânın her birine ait olan ma‘nânın diğeri üzerine irtibat ettirilmesi

şartıyla iki ma‘nâyı birleştirmektir. Nâbî’nin:

Ben pürr olsam ol tehîdir ol pürr olsa ben tehî Sâõar-ı meydir bu bezm-i õamda hem meşreb baña

beytinde birinci şart “ben pürr olsam” ve ikinci şart “ol pürr olsa” olup birinci cezâ “ol tehîdir” ve ikinci cezâ “ben tehî” olmakla ikinci mısranın hükmüyle bunlar birleştirilmiştir.

4.2.3. ĐRC‘:

Đrcâ‘ kelimesinin sözlük ma‘nâsı olarak: “Eski haline döndürme, döndürülme şeklinde geçmektedir.” Đrcâ‘ kelimesinin altına alınabilen sanâyi‘-i ma‘neviyyeler

“tecrîd, iltifât, rücû‘” olarak üç şeydir. Şeklinde ifade eden Mehmet Rifat bunları şu

şekilde açıklamaktadır:

A) Tecrîd: Kelime ma‘nâsı “soyma, soyulma. 2. ayırma, birer tarafa tutma” olarak açıklanmış olan kelimenin lûgatteki edebî olarak tanımı iki şekilde olmaktadır. Bunlardan birincisi “Bir şâirin kendini mücerred bir şâhıs, yânî ayrı bir adam farzederek ona hitâbetmesi”. Đkincisi ise “Noktasız harflerden oluşan kelimelerle cümle veya mısra yapma”37 şeklinde tanımlanan kelime Manastırlı Mehmet Rifat tarafından şu şekilde tanımlanmıştır:

Zî-sıfat olan bir emirden o vasıfta emr-i mezkûra mümâsil bulunan emr-i ahîri intizâ‘ etmektir ki hitâbi ve gayr-i hitâbi nâmlarıyla iki türlüdür:

37

Yine bu tecrîd ile ilgili olarak gayr-i hitâbî’yi şu şekilde tanımlar. Kendisinde hitâb tarîki olmayarak yapılan tecrittir ki şu beytte geçen “Âh ol hande üzre banadır

şimdi” tecrîd gayr-i hitâbî tarzında olan tecrîddendir. Tecrîd-i hitâbî ise “Bir kelâmın

zahiri gayra ve bâtını nefse hitâp olunduğu takdirde tevazu‘ ortaya hâsıl etme veya övme ya da kötüleme gibi vasıflar söylendiği halde başka bir kimseye söylenmiş gibi kayıtsız kalmadır ki iki kısma ayrılarak ifade edilmektedir.

a - Tecrîd-i Mahz: Başkasına hitâb edip nefsini murâd etmektir.

b - Tecrîd-i Gayr-i Mahz – Nefsine ve gönlüne veyahut nefsini ve gönlünü başkasına benzeterek ona hitâb etmektir.

B) Đltifât: Bir üslûbdan diğer üslûba veya bir sîgadan diğer sîgaya intikâl etmektir. Bununda üç nev‘i vardır:

a – Gaipten hitaba ve hitaptan gaibe intikâlidir. b – Fi‘l-i mâzi ve muzâriden emre intikâldir.

c – Mazî ile muzâri‘den veya muzâri ile mâziden ihbâr etmektir.

Mebâni’l-Đnşâ isimli eserde Tecrîd ile Đltifât arasında mühim bir farkın olduğunu ifade eden şu cümleler dikkate şâyândır: Tecrîd-i lafzın bazı ma‘nâlarını hazf ile bazısını irade etmektir ki bu da kelimenin anlaşılmasına işarettir. Đltifatta ise kelimenin ilişkisi olmayarak mâ‘nen bir nakil olduğundan iltifat ile tecrîd arasında umûm ve husûs mutlaka vardır. Tecrîd’in kinâye’yi de içine aldığını ama bunun pek rağbet görmediği yine bu mebhasta ifade edilmektedir.

C) Rücû‘:Bir nükte ve mazmûn sarfı için geçen kelâmı bozmaktır. “Belâ-yı hasret, dâğ-ı can-sûz-ı firkattir. Ve dâm-ı gurbet bir kafes-i mihnettir. Yok yok dâm- ı gurbet kafes değil âlem-i melâmettir.” mısralarında olduğu gibi

4.2.4. TEZKÂR:

Ziyâdeleştirme ve belli etme. Kelâmda bazı şeyleri hatırlamak için tesis edilmiş olan “müşâkele, istitrâd, teşâbih-i etrâf, irsâd” sanatlarını ihtivâ eder:

A) Müşâkele: Bir şeyi gayrın lafzıyla zikretmeye denir.

B) Đstitrâd: Maksadın yayılması için evvelin zikriyle ikincinin zikrine ulaştırmak kasdolunmayarak bir ma‘nâyı başka bir ma‘nâya bitiştirip nakletme usûlüdür. Bununla ilgili olarak Kemâl Bey merhûmun Lisân makalesinden bir örnek verir.

C) Teşâbüh-i etrâf: Sadra uygun bir kelime ile kelâma hitâm vermedir.

Şeklinde ifade ettikten sonra bazı edebiyat kitaplarında “Mürâât-ı nazîr”

maddelerinden biri olarak saydıklarını ve bu konuda bir mertebeye kadar da başarılı olduklarını ifade eder.

D) Đrsâd: Secili ve kafiyeli olan bir sözün sonu, neden ibaret bulunduğunu sözle bildirme. Şeklinde ifade edilebildiği gibi harf-i revî’nin herkes tarafından bilinmesi cihetiyle fıkra veya beytin aczine yani sonuna delâlet etmesidir. Bu irsâd san‘atı “ilim öğrenmek isteyen talebeler için güzel bir yol olduğu gibi edeb meclislerinde hoşca vakit geçirmek için mükemmel bir tarzdır” der. Ve şu fıkrayı anlatır. Meâlen:

…çünkü böyle bir mecliste öğretmen ya da edîb eline bir divan alıp matla‘ını okur ve kafiyesi herkes tarafından anlaşılması için tekrar eder. Ondan sonra o kasîdeden uygun beyitleri acze kadar okuyarak sonlarını okumaz ve ne olması gerektiğini orada bulunanlara sorar. Onlarda akılları erdiği kadar cevap verirler. Sonuç olarak içlerinden birisi nasıl olması gerektiğini bulur ve aferini kazanır. Bunun üzerine hem güzel bir eğlence olur hem de edepten istifade edilmiş olur.

4.2.5. TA‘LÎL:

Gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi beklenen bir hükmün sebebini önceden bildirmeye, “Ta’lîl” adı verilir. Kelâmda uygun sebepler îrâdıyla hüküm ve meâlî ziyâdeleştirmek amacıyla konu olan “hüsn-i ta‘lîl ve mezheb-i kelâmi” san‘atlarını ihtiva eder ki onlarda şu şekilde ihtivâ olunurlar:

A) Hüsn-i ta‘lîl: Gerçek olmayan güzel bir söz ile bir sıfat için uygun sebepler iddiâ etmektir. Ya da bir şeyin meydana gelmesine hayâlî ve güzel bir sebep gösterme şeklinde ifade edilir ki iki nev‘i vardır:

a – Đ‘tibâr-ı latîf bir sıfat-ı sâbite olup da illetin beyânı kasdolunmaktır. Fuzûlî’nin:

Perîşân-ı ¾al°-ı ‘âlem âh u efõân itdigimdendir Perîşân olduğum ¾al°ı perîşân itdigimdendir38

beytinde halkın perişanlığını kendinin perişanlığına illet olarak îrâd olunduğu gibi. b - Đ‘tibâr-ı latîf sabit olmadığı cihetle isbâtı murâd olunmaktan ibârettir.

Dâõ-dâr olmasa …ışmıñla eger Mübtelâ-yı kelef olmazdı °amer

Ḫidmetiñ itmese cevzâ39 niyyet Bağlamaz idi miyânına kemer40

Nazmında memdûhun hışmıyla kamerin kelefdâr, aşırı sevgisi olması ve onun hidmetine cevzânın niyet etmesi mümkün olmadığı halde hüsn-i ta‘lîl yoluyla evvelkisine kamerin kelefdâr olması ve ikincisine cevzânın nitak-ı bend görülmesi delâlet olunmuştur. Örneğin de olduğu gibidir ki hüsn-i ta‘lil san‘atının mühim

38 Ahmed Cevdet Paşa, 1299: 162.

39 Aynı kelime Ahmed Cevdet Paşanın Belâgat-ı Osmâniyyesinde “cevâz” şeklinde yazılmıştır. 40

olmasından dolayı edeb ilmiyle uğraşanların Muallim Naci Efendinin “Istılahât-ı Edebiyye” isimli eserine mürâcaât ederek daha tafsilatlı bilgiler almaları gerektiğini ifade etmektedir.

B) Mezheb-i kelâmî: Söz söyleyenlerin usûlleri vechiyle yani söyledikleri

şeyi isbatlamak amacıyla kelâmda istenilen şeye delil getirmektir.

4.2.6. TECÂHÜL-Đ ÂRĐF:

Bilinen bir nükteye binâen sözün gelişine göre bilinmiyormuş gibi ifade etme sanatıdır. Bunda da üç vecih vardır:

A) Medh kasdıyla mübâlâga yapmak için

B) Azarlamak, paylamak amacıyla yine mübâlâga için

C) Muhabbetin (üzüntüden dolayı) şaşkınlık ve hayret derecelerinde iken kötü söz söylenmesi yani konuşma sırasında ağza alınmayacak söz söylenmesidir.

4.2.7. MÜBÂLÂGAT:

Kelâmda îrâd olunan mübâlâgalar makbûl ve mazmûm olmak üzere ““teblîğ, gulüvv, iğrâk, ifrât” denilen şeyler olup bahsettiği konu ve açıklamalarıyla bunlarla ilişkisi olan “tefrît ile iktisâd” dahi bu konu içinde açıklanmıştır.

A) Teblîğ: Đddiâya sebep olan şeyin vasfı işin hakikatinde mümkün ve cereyân ettiği şekilde olmasıdır.

B) Đğrâk: Đddiâya sebep olan şeyin vasfı işin hakikatinde mümkün olması fakat cereyân ettiği şekilde olmamasıdır.

C) Gulüvv: Đddiaya sebep olan şeyin vasfı işin hakikatinde de mümkün olmamasıdır. Bunu da beş vecih üzerinde adetlendirir:

a - Vasıfta aşırı mübâlâğa yaparak edep dairesinin dışına çıkmamaktır

b - Vasfın sıhhatini hayâlde olsun yaklaştırmak için kendisinde bir mülâyim kelimenin dâhil olmasıdır ki bu da yine edep dairesinin dışında olmaması gerekir.

c - Hayâlde canlandırılan şeyin şiddet göstermesinde güzellikleri içine almasıdır ki bunun da edep dairesinde olması gerekir.

d - Şaka ve hilâ‘aya çıkarılacak olandır ki edeben caiz olmadığından buraya dercine gerek görülmediğini ifade eder.

e - Küfür veya Allah inancından dönmeyi içine alan ifadelerdir. Din ve edeb erbâbı nezdinde ağza alınması ya da kullanılması müstehcen olan şeylerdir.

D) Đfrât: Sözlükte kelime anlamı olarak “Aşırı gitme, pek ileri varma” olarak tanımlanan kelimeyi Mehmet Rifat şu şekilde ifade etmiştir. Gulüvv gibi değilse de zıddını îcâb ettirecek sûrette şiddetli mübâlâğa göstermekten ibaret olduğunu söyleyerek bazı hitâbiyyâttan başka yerlerde kullanılmasının uygun olmadığını söylemektedir.

E) Tefrît: Bir şeyin hakkı olan vasfını kasretmektir.

F) Đktisât: Đfrât ve tefrîtten sakınarak bir şeyin hakkını açıklamaktır.

Şeklinde ifade eden Mehmet Rifat bu Mübâlâgat ismi altında yazılan maddelerin

makbûl ve mezmûm, beğenilmemiş olanlarını güzelce öğrendikten sonra telâkkî edip kullanmaları gerektiğini ifade ederek başka bir konuya geçer.

H - ĐSTĐDRÂK:

Beğenilmemiş gibi görünen kelimeler ile medh veya medh zannolunan kelimeler ile beğenilmeme usûllerini ifade etme san‘atıdır. Bunlardan birine “te’kîdü’l-medh bimâ-yüşbihü’z-zemm” ve diğerine “te’kîdü’z-zemm bimâ yüşbihü’l-medh” denilmiştir. Bunları da şu şekilde açıklar:

A) Te’kîdü’l-medh bimâ-yüşbihü’z-zemm: Memdûhu beğenilmemiş

şeklinde bir üslûb ile medh etmektir. Nâbî’nin şu beyti:

Dehrde añlamayub bilmediği ola meger

B) Te’kîdü’z-zemm bimâ yüşbihü’l-medh: Medh eder bir şekilde ifade edilen şeyin aslında zemmedilmesidir. Bir diğer adı hiciv olduğundan daha fazla buraya derc etmeye ihtiyaç duymadığını ifade eder.

4.2.9. TELVÎHÂT:

Lafız ve ma‘nâ cihetiyle başka bir ma‘nâyı işaret ederek maksadı parlak göstermeye yarayan “mugâlata-i ma‘neviyye, tevriye, istihdâm, tevcîh, ta‘rîz, telvîh, remz” bahisleri içine alan bir ifade biçimidir ki şu şekilde açıklanmışlardır:

A) Mugâlata-i ma‘neviyye: Başka şeyde benzeri veya zıddı bulunan bir ma‘nânın zikredilmesiyle bir benzerinden diğer benzerine veya zıddına nakletmektir. Sözlükte geçen mugâlata kelimesinin anlamı “yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme” olarak ifade edilir. Bunun ma‘nen olması önemlidir.

B) Tevriye: Biri lafzın açıkça delil göstermesi yönüyle yakın ve diğeri gizli delil göstermesi yönüyle uzak olan muhtelif ma‘nânın veyahut biri mecâzî diğeri gerçek ma‘nâyı içine alan bir lafzı zikretmek ve yakın ma‘nâyı ifade ederek uzak ma‘nâyı murâd etmektir. Ya da “Birkaç ma‘nâsı olan bir kelimenin en uzak ma‘nâsını kasdetme41” şeklinde tanımlanır. Tevriye’yi hâvî olan lafzın ve melâyimlerinin zikir ve hazıflarıyla “mücerrede, müreşşaha, mübeyyene, müheyyie” isimleriyle beş nev‘iye ayırarak şu şekilde açıklar:

a - Tevriye-i mücerrede – Ma‘nâ-yı karîb ile ma‘nâ-yı baîdin levâzımından hiçbir şeyin zikrolunmamasıdır. Örneğin:

Ṣordum nigârı didiler a…bâb

Semt-i Vefâ’da ƒoğrı yoldadır

41

beytinde olduğu gibi ki burada (Vefâ ile doğru yol) lafızlarının yakın ma‘nâsı

Đstanbul’da Vefa Mahallesindeki sokak olup uzak ma‘nâsı ise yârin vefâdâr ve ırz

sahibi olduğu cihetle burada hiçbirinin levâzımı zikrolunmayarak zikrolunan uzak ma‘nâsı kasdolunmuştur.

b - Tevriye-i müreşşehâ – Kelimenin yakın ma‘nâsının levâzımından birinin tevriye lafzından evvel veya sonra zikrolunmasıdır.

c - Tevriye-i mübeyyene – Lafzın uzak ma‘nâsının levâzımından birinin lafz-ı tevriyeden evvel veya sonra zikrolunmasıdır. Şu örnekte olduğu cihetle:

Kûyuñda nâle kim dil-i müştâ°tan °opar Bir nağmedir Ḥicâz’da ‘uşşâ°dan °opar

beytinde hicâz lafzının yakın ma‘nâsı bilinen mübârek kıt‘anın olması ve uzak ma‘nâsı ise mûsikideki makâm olup burada uzak ma‘nânın levâzımından olan nağme ile nâle evvelce zikrolunmuş ve yine uzak ma‘nâ kasdedilmiştir.

d - Tevriye-i Müheyyie – Tevriyeyi iki lafızdan biriyle diğerinde tehiyye etmektir.

Ḳoyub °aldırmadan iki de bir de Ḳazan devrildi söndürdi ocağı

beytinde ocağı tevriyesini kazan lafzı tehiyye etmiştir. Ma‘nâsı ise Yeniçerilerin iki de bir de kazan kaldırma ta‘bîriyle olan arsızlıklarının meşhûr olması ve âkibetlerinin ise ocaklarının söndürülmüş olmasıyla bilinir.

e – Tevcîh: Olumlu ve zıt olmak üzere iki farklı anlama gelen bir kelâmın sevk ve îrâdıdır. Hal ve makâm hangisine müsâid ise o şekli ifade edilir.

Tek gözüyle bunı yazmış ¾aƒƒâƒ Keşki ikisi bir olsa idi

beytinde hattatın yazdığı şeylerin güzel veya fena olmasına göre ikinci mısralar döndürülüp güzel ise keşke diğer gözüde açık olsaydı makamında duaya ve onlar fena ise keşke öteki gözü de kör olsaydı şeklinde bedduaya işaret olunması gibi.

C) Ta‘rîz: Hakikat ve mecâz yoluyla olmayarak fehm cihetiyle bir nükte-i talebe delâlet eden kelâma denir. Büyük bir zatın yanında “Yaz geçti yine kış derdi var, Kış geldi henüz evde kömür yok” şeklinde ifade edilen beytte adeta kömür dilenmek gibi olmasıdır.

D) Telvîh: Kasdedilen ile kasdedilenin gayrı arasında naklolunan vasıtaların çeşit çeşit olduğu nüktelerdir.

E) Remz: Kasdedilen ile kasdedilenin gayrı arasında vasıtaların az olmasıdır ki gizli yollar ile yakına işaret etmektir.

Bu fasılanın sonunda Mehmet Rifat buraya kadar olanların yekdiğerileriyle olan ilişkileri ve yakınlıkları olduğundan aralarındaki münasebeti güzelce tefrîk etmek gerekir diyerek şu beş maddede bunları özetler:

1. Mugâlata-i ma‘neviyye ile cinâsın farkıdır. Cinâs bir lafzın iki kere zikrolunması ve sûrette müttefik, ma‘nâda müttehid bulunması olup mugâlata da ise lafzın bir kere zikrolunması büyük bir fark oluşturmaktadır.

2. Mugâlatanın kinâye ile farkıdır. Kinâye hem hakikat hem mecâz cihetlerine delalet olan lafızda olup her ikisine hamli caiz olursa da lafzın iki ma‘nâya delâletini veya lafzın ma‘nâ ile zıddını içine almaktan ibarettir.

3. Mugâlatanın ta‘rîz ile farkıdır. Ta‘rîz lafzın arz ve meylinden anlaşılmakta olup hakikat ve mecâz yönleriyle delâleti yoktur. Fakat mugâlata benzerini veya zıddını işaret ettiğinden buna benzer.

4. Mugâlata ile tevriyenin farkıdır. Tevriye daima uzak ma‘nâya bitişik olduğundan bellidir.

5. Tevriye ile tevcîhin farkıdır. Tevriye müşterek lafızlara mahsûs ve bir kelime ile uzak ma‘nâ kasdetmekle sınırlanmış olup tevcîh bunun tamamen aksi olduğundan aralarında büyük fark vardır.

4.3. MÜLHAKAT-I BEDΑ

Bedî‘ âlimlerinin esasen vaz‘ ettikleri usûller geçen iki bâbda açıklanmış olan yollar ile Lisân-ı Osmâniyye uygun olmadığından dolayı buraya alınmayan birkaç

şeyden ibaret olduğu halde sonradan yetişen edîblerin bir takım bedîalar çıkartarak

Bedî‘ ilmine dâhil ettiklerinden ibarettir. Bunların bazıları gerçekten tek ve bir takımı da izahına ihtiyaç duyulan şeyler olduklarından burada üç fasıl üzerine tedvîn olunduğunu ifade eder.

4.3.1. MÜLHAKAT-I MÜFÎDE: Kendilerinden cidden istifâde olunan “Đrsâl-ı mesel, Đktibâs, Tazmîn, Akd ü Hâl, Ahz ü Sirka, Telmîh” isimli olan bedîalardır ki bunlar:

A - Đrsâl-ı mesel: Konuşurken atasözü kullanma ile ya da “Bir maddenin açıklanması veya anlamının güçlendirilmesi için bilinen bir misâli aynen îrâd ve benzetme yoluyla edâ etmektir. Hevâî’nin:

Kirpikleri uzundur yâriñ ¾ayâle ‡ığmaz Meşhûr bir meãeldir mızra° çuvala ‡ığmaz

beytinde “mızrak çuvala sığmaz” mesel-i meşhûrunun îrâdı gibidir.

B - Đktibâs: Kelâm, şer’-i şerife aykırı düşmemek şartıyla dinleyicinin şevk ve neşesini arttırmak, genellikle öğüt vermek ya da kelâmın anlaşılmış olmasını

sağlamak için kabul edilen halleri te’diye eden olmak üzere o kelâma Kur’an-ı azîmü’ş-şân’dan veya hadîs-i şeriflerden bir kıt‘a almaktır ki bu da üç vecihtir:

A) Bir âyet-i kerîmenin veya bir hadîs-i şerif’in aynen nakl ü îrâdıdır.

B) Vezin zarûreti veya sair sebepten dolayı asıl ma‘nâsı bozulmamak veya tamamen anlaşılmış olmak şartıyla kelimelerin tezyîd veya tenkîs veya takdîm ve te’hîri ile olan iktibâstır.

C) Đktibâsda bazı mertebe ızmâr etmek, gizlemektir.

Bu madde de geçen bir san‘aatı icrâ edebilmek için Kur’an ve Hadîs’e hakkıyla vakıf olmak gerektiğinden bu bâb da ihtiyât lazımdır. Ufak bir yanlışta ma‘nâ bozulduğundan daha çok a‘lem-i ulemâdan olan edîblere mahsûstur.

C – Tazmîn: Sonrakinin kelâmından kendi kelâmına bir şey ilave etmektir ki iki şekilde olur:

A) Alınacak kelâm çok fazla bilinen olmalıdır

B) Alınacak söz o kadar bilinen olmazsa sahibine işaret olunarak alınmalıdır.

D – Akd ü Hâl: Mensûr bir kelâmı nazmetmeye “akd” ve manzûmu da nesretmeye de “hâl” denir. Akid de mesnevî tarzında olan kelâm nazmedilmiş olacağından letâfeti ziyâdeleşir. Fakat halde nazm nesredilmiş olacağından ve nesre nazaran zaten latîf olan nazım eski letâfetini kaybetmek gibi bir hâle düşeceğinden bunda letâfet-i sabıkasını kaybetmemeye gayret etmek gerekir.

E – Ahz u Sirkat: Başkasının şiirinden beyit veya cüz’î bir mısrayı tahrîfât ile almak veya kısmen yahut tamamen başka bir tarzda nazm ile kendi şiirine katmak çirkin olan usûllerdendir ki bu yola tevessül etmektense irsâl-ı mesel tarzında edâ etmek daha güzel olacağından, bu usûle yanaşmamak gerekir.

F – Telmîh: Đbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, atasözüne veya meşhûr bir şiire ya da bir söze işâret etmedir. Şeklinde sözlük ma‘nâsı olan kelimeyi Mehmet Rifat da şu şekilde ifade eder. Đbârede zikri geçmeyen bir kıssaya yahut

atasözü gibi çeşitli hükümde bulunan bir fıkraya veya bir meşhûr şiire işâret eylemektir.

4.3.2. MÜLHAKAT-I MUTAVASSITA

Zihnin açılmasına sebep olan mülhakat-ı bedî‘den “mülemmâ‘, muammâ, lügaz, târîh” denilen şeylerdir. Açıklamalarını ise şu şekilde yapmaktadır:

A – Mülemmâ: Birinin bir mısrası Türkî’den diğeri Arabî veya Farisî’den olmak veya beytlerin bu sûretle üç lisândan îrâd olunmaktır. Bunun için vezinde pek ziyâde maharetli olmak lazımdır. Çünkü Türkçe’ye, Farsça’ya uygun ise de Arap

Benzer Belgeler