• Sonuç bulunamadı

TELEVİZYONUN FELSEFESİ 2.1 Televizyonun Üstünlüğü

2.3. Televizyon ve Siyasal Sistem

Bir toplumsal yapı içerisinde, siyasal sistem, iletişim alanındaki ilişkilerin temel belirleyicisi olarak iletişim sistemini biçimlendirmektedir. İletişim araçlarının kurulması ve örgütlenmesi, faaliyette bulunması, var olan siyasal sistemin hukuksal çerçevesi içinde gerçekleşmektedir. Bir toplumun yasal düzenlemeleri içinde, iletişim hak ve özgürlüklerinin bulunması da, o toplumdaki hak ve özgürlükleri yansıtan temel göstergelerden birisidir (Işık 2002:11). Televizyon ile toplumdaki siyasal kurumlar arasındaki ilişkinin temelinde, televizyon yayını yapan kurumların ne kadar özerk olduğu ve bu özerkliğin ne tür yöntemlerle sağlandığı bulunmaktadır. Bundan dolayı,

toplumun siyasal yapısı, televizyonun bağımlılık ile özerklik arasında, hangi noktada yer alacağına karar vermektedir. Televizyon için belirlenen konum, televizyon kurumları için hangi denetim mekanizmalarının kurulabileceğini de ortaya çıkartmaktadır. Buradan da bakıldığında, televizyon ile birlikte tüm kitle iletişim araçlarının bir toplumdaki kültürün tamamlayıcısı oldukları görülmektedir. Bir ülkenin iletişim profilinin belirlenmesi, öncelikle o ülkenin siyasi sisteminin belirlenmesine bağlıdır (Çaplı 1995:11).

Televizyonun, temel ekonomik, siyasal ve sosyal aktörlerle ilişkisi bir yandan anayasalar, kanunlar, yönetmelikler ve diğer politik argümanlar gibi formel kurallarla sağlanırken, diğer yandan da en az bunlar kadar etkili ve kurumsallaşmış ve tarihsel süreç içinde biçimlenmiş ve belirlenmiş değerler ve normlar gibi informel kurallarla sağlanmaktadır. Bunlar, televizyonun aslında içinde yer aldığı siyasal kültürün ayrılmaz bir parçası olduğunu da göstermektedir.

Siyasi kültür alanında devletin iletişim rolünün ne olduğu daha önemli ve ilginç hale gelmektedir. Bu konuda çeşitli yaklaşımlar birbirinden farklı yorumlar getirmişlerdir. Batılı demokrasilerde, çoğulcu görüş çerçevesinde ortaya atılmış farklı görüşler bulunmaktadır. Bu çerçevedeki yaklaşımlardan bazıları, devleti “pasif bir hakem” olarak tanımlama eğilimindedir. Diğer görüş ise, devleti iletişim alanında daha aktif olarak rol almasından yanadır. Devletin aktif konumunu savunanlar, devletin politika sürecinde kamu çıkarlarını öne çıkaran bir aktör olduğunu ve bu şekilde karşıt çıkarlara kamu hizmeti ilkeleri çerçevesinde eşit muamele ederek rasyonel politikalar ürettiğini ileri sürmektedir. Pasif konumu savunanlar ise, devleti, programlarını yürütmeyi amaçlayan seçilmiş siyasetçilerin elindeki bir araç olarak görmektedirler. Bunun için, önemli olan devletin tarafsızlığını savunmaktır. Bu noktada tüm iletişim araçlarında çoğulculuğu savunan yaklaşıma göre devletin iletişim alanında çok önemli işlevleri bulunmaktadır. Bu işlevler şöyle sıralanabilir (Çaplı 1995:11):

1. Devletin yasal düzeni sağlaması, sürdürmesi, mülkiyet haklarını koruması,

3. Devletin, iletişim sistemi içindeki diğer aktörler üzerinde meşru müdahale gücüne sahip olması.

Bilginin kontrolü statükoyu korumak ve rızayı oluşturmak için kullanılır. Bu anlamda Sholle (1994:238-240), rıza üretiminin 'yanlış bilinç' paradigmasıyla açıklanabilmesine karşı çıkar. Çünkü, ona göre bilgi, üretilerek değil yok edilerek sisteme rıza yaratılmakta ve meşruiyet sağlanmaktadır. Ancak günümüz iletişim sistemi ve yapısı dikkate alındığında tamamen bilgisiz bırakılma daha düşük bir ihtimal olarak varsayılabilir. Dahası, önemli olan bilgiyi tamamen ortadan kaldırmak değil bilginin nasıl, hangi içerikte ve söylemde verildiği, nasıl anlamlandınldığıdır. Son tahlilde, bilgisiz bırakma rıza üretimi için baş vurulabilecek önemli stratejilerden birisi olarak görünmektedir. Ancak, bunun yanında daha önce yapılan tartışmaların da ışığında çarpıtılan iletişim ve bilgi üzerinde odaklanmak gereklidir. Kitle iletişim araçlarıyla haber görüntüsü altında bilgisizleştirici hikayeler sunulur. Bunun için, siyasal konulara ilişkin bilgiler kitle iletişim araçlarında her geçen gün azalmaktadır (Negrine, 1996:54). Özellikle, elektronik iletişim araçlarının bireyleri bilgisiz ve cahil kıldığı şeklindeki tezler kamusal senaryonun bilgisizleştirme aşamasına dikkat çekmektedir (Damlapınar 2005:121-122).

Haber, bilgi ve enformasyon azalması iktidarı oligarşik bir şekilde ayakta tutan mekanizmalar haline getirmeyi amaçlar. İktidarın bilgiyi tekelleştirmek istemesinin altında yatan neden de bundan kaynaklanmaktadır. Böylece, en ekonomik ve siyasal konulardaki salt gerçek haber ve bilgi, iktidarın elinde toplanmakta ve manipülasyon amacıyla kullanılabilmektedir (Kılıçbay, 1999:90-94).

İktidar otoritesini zedelemeyecek bilgileri vermekte cömert davranır. Ancak, sır iktidarın en önemli araçlarından birisidir. Yani; gizlilik, iktidarın özünde vardır ve hükümetlerin kendini koruma aracı olarak işlev görür. İktidarın aktörleri, ekonomik konularda halkın ayrıntılı bilgilendirmeye ihtiyacı olmadığı düşüncesinden hareketle, vatandaşları bilgiyi kontrol ederek mevcut durumu meşrulaştırmaktadır. Bu süreçte, kitle iletişim araçları bir gizlikapaklılık görevini yerine getirmek üzere kullanılır. Çünkü, kitle iletişim araçları "gizleme"nin somut örnekleridir (Damlapınar 2005:180)

Egemen sınıflar zor kullanma gücüne sahip olmalarının yanı sıra, bağımlı sınıfların rızasını biçimlendirmek ve kazanmak için aktif bir örgütlenmeye girişerek, egemen sınıfların iktidarının hem meşru hem de doğal görünmesini sağlayan hegemonyaya sahip olmaktadırlar. Böylece hegemonya, sadece üretim ve ekonomi alanlarında kazanmakla gerçekleşmez. Devlet, politika ve üst yapılar alanında organize edilmelidir. Bu alanda hegemonya, ideoloji alanında işler. İdeoloji aracılığıyla egemen sınıflar tarafından yeğlenen ve devlet ile sivil toplum alanlarında kurumsallaştırılan gerçeklik tanımları bağımlı sınıflar için yaşanan sosyal gerçekliği oluşturur. Böylece egemen sınıfın ideolojik bütünlüğünü sürdürmeyi sağlar (Damlapınar 2005:181)

Sonuç olarak televizyonun siyaset ile ilişkisi temel olarak, devlet olgusunun önemli politik, ekonomik ve sosyal yapılar ile ilişkilerini oluşturan bir platformda değerlendirilmelidir. Bu anlamda da toplumların iletişim alanındaki politikalarının açıklık ya da kapalılık derecelerinin araştırılması önem kazanmaktadır. Özellikle, belli çıkar gruplarının egemenliğinin sürmesi ya da farklı çıkarların çoğulcu bir ortamda mücadele olanakları kamu iletişim politikalarının yapısı anlamında oldukça önemli hale gelmektedir (Çaplı 1995:68).