6.1. TEMALAR
6.1.6. ÖZLEM
6.1.6.2. Tasavvufî Anlamda Özlem
Tasavvufî anlamda özlem, vuslat yolculuğudur. Bu yolculuk, vahdet-i vücut denen bütün varlıkların bir oluşu ve Hakk‟tan başka bir varlığın olmayışı teorisinden ileri gelir. Ete kemiğe bürünüp yeryüzünde yaşamaya başlayan insan, mutlak varlıktan ayrılmış demektir. İlahi aşkta ise ikilik, ayrılık yoktur bunun için insan fenafillaha erip mutlak birliğe geri dönmeyi arzular.
Allah‟ın varlığına ve birliğine geri dönme arzusu âşıkları derinden etkileyen bir özlem duygusudur. Allah‟ı ilahi aşkla sevip özleyen âşık, ona kavuşacağı günü özlemle bekleyerek vuslat yolculuğu yapar. Yolculuk uzun ve zorlu olacaktır. Öyle ki âşık derdinden divane olacak, bütün varlığından geçecek, özlemle kıvranacak; ama yine de yolundan dönmeyecektir.
Cemâl Hoca da aşk ateşine yanmıştır. Mutlak varlığa kavuşacağı günü özlemle beklemektedir. “Bana daraldı dünya” dese, türlü eziyetler çekse, bütün varlığından geçse bile yine de aşkından vazgeçmez:
Arzularım yârimi
Vermezem esrarımı Tanımışam pîrimi Herkes duyar zârımı Terk eder esrarımı Sere saldım ağrımı Zordur bunun durumu Soyar batan derimi Terk ettirir varımı Yandırır içerimi Delik delik bağrımı
Deldim yetmez mi Ya Rab (Ş.130)
Cemâl Hoca‟nın özlem temalı şiiri bir sicilleme örneğidir. Sicilleme Azerbaycan anonim halk şiiri olmakla birlikte, İç ve Doğu Anadolu Bölgesi, özellikle Kars yöresi
162 âşıkları tarafından kullanılan bir biçimdir. Bentlerin son dizeleri kendi arasında, her bir bendi oluşturan diğer dizeler de kendi arasında uyaklıdır. Ses uyumları, ezgisi, iç anlamı nedeniyle “Sicilleme söylenilmesi güç ve ustalık isteyen bir deyiş biçimidir.” (Yardımcı, 2008: 407)
Cemâl Hoca‟nın bu sicillemesi, çağdaşı Kağızmanlı Hıfzı‟nın“-dim yetmez mi Ya Rab” redifli sicillemesiyle yapı, anlam ve ses uyumları bakımından büyük benzerlikler göstermektedir. Cemâl Hoca‟nın sicillemesindeki bentlerin son dizeleri:
“oldum/ deldim/ buldum yetmez mi Ya Rab” iken, Kağızmanlı Hıfzı‟nın
sicillemesindeki bentlerin son dizeleri: “buldum/ çaldım/oldum/ sildim/ böldüm/
bildim/ aldım/ geldim/ saldım/ daldım yetmez mi Ya Rab” biçimindedir. Kağızmanlı
Hıfzı‟nın sicillemesinin ilk benti şöyledir: Ben bir gül-i nahande
Böyle bittim bitende Baykuş oldum vatanda Ah ederim ötende Can kalmadı bendende Kan kalmadı bu tende Pek dolaştım kemende Umudum kaldı sende Rahmet bu derdi bende
Buldum yetmez mi Ya Rab (Aslan, 1978: 43)
Âşk, âşığı yakıp kül eden bir ateştir. “Ey biçare Yunus senin aşk oduna yandı
canım” diyen Yunus, “Aşkın odu ciğerimi yaka geldi yaka gider” diyen Eşrefoğlu
Rûmi, “Âşık olmayan cigeri köz m‟olur” (Erkal, 2007: 217) diyen Sümmâni gibi, Cemâl Hoca aşk ateşiyle yanmaktadır:
Hasretinden bağrım odlara yandı
Bülbül tek figânım arşa dayandı De ki: Cemâl Hoca‟n ihtiyarlandı
163 Bu haberi ona vermeden gitme (Ş.30)
Bu derd-i veremi almışam senden Yaralarım azdı azdı direndi Didem yaş akıtır aşkın burcunda
Kara bağrım hasret oduna yandı (Ş.41) Söyle, Cemâl der ki: Alevlenmişim
Firak ocağına düĢüp yanmıĢım
Sikke-i aşk ile damgalanmışım Sineme çekildi hasret dağları (Ş.45) Yârin mah yüzüne baktım
Mecnun tek dağlara çıktım
Bağrımı odlara yaktım
Ben yanarım sen de yan git” (Ş.111)
Âşıklar nefislerini köreltip tüm varlıklarını ilâhi aşka adayarak; yani ölmeden önce ölerek bu dünya hayatında da vuslat anları yaşayabilirler; ancak onlar için asıl vuslat, maddî benliği (yani canı) yok ederek ikiliği ortadan kaldıran vuslattır. O nedenle vuslat, “şeb-i arûs” yani “düğün gecesi” denen kavuşmadır.
“Şeb-i arûs” denen nihaî vuslat demine ulaşana kadar, bütün günler feryat ve figanla geçer. Âşığın gözünden yaş eksik olmaz. “Hocam âşık olanların işi âh ile zâr
olur/ Hasretinden ol Mâşuk‟un gözü yaşı pınar olur” diyen Yunus, “Seni seven âşıkların/ gözi yaşı dinmez imiş” diyen Eşrefoğlu Rumî gibi, Cemâl Hoca da vuslata
erme özlemiyle ağladığını dile getirmektedir: Bağda gülün deremedim
Yâr cemâlin göremedim
Vuslatına eremedim
164 Gel bak âşıkın zârına
Vuslat bulamaz yarına
Yanmışam aşkın narına
Küller ağlar ben ağlarım (Ş.73)
Dini-tasavvufi halk şiiri anlayışında, âşık her ne kadar vuslat özlemiyle feryat figan etse, yanıp yıkılsa da ilahî sevgiliyi özlemekten şikâyetçi değildir. Tam tersine dertleri zevk edinmiştir. Aşk derdinin dermanı yine aşktır:
“Her derdin dermanı andadır bildim” diyen Âşık Velî, “Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm/ yanmada derman buldı bu gönlüm” diyen Hacı Bayram Velî “Benüm garib gönlüm ışkdan usanmaz” diyen Yunus gibi Cemâl Hoca dermanı dertte bulmuş
ve halinden şikâyet etmemiştir:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb
Kılma derman kim helâkim zehri dermandadır” diyen Fuzûlî, “Aşkdurur derdin dermânı aşk yoluna kodum canı
Yûnus Emre eydür bunu bir dem aşksız olmayayım”
diyen Yunus Emre,
“Belâ yağmur gibi gökden yağarsa
Başını ona tutmakdur aşk” diyen Eşrefoğlu Rumi, “Sana her vechile öz canım dedim
Her derdime lokmanım dedim Nazargâhım şâhım sultanım dedim
Minnet etmem senden başka ferde ben” diyen Figâni gibi, Cemâl Hoca da vuslat
özlemiyle çektiği sıkıntılardan şikâyet etmez. Aşkın şiddetiyle kendinden geçen âşık, sevgilinin kahrını da lütfunu de hoş görür. Özlem duygusuyla acı çekse bile, sevgiliye kavuşma ümidiyle bu dertlerden zevk alır.
165 Evet, vuslat yolculuğunun dertlerle dolu olduğu doğrudur; ancak bu derdin dermanı yine kendi içindedir. Yıllarca hasret çektiren ilahî sevgili, aşığına fenafillâhı lütfederek onun gönül yasını silebilecektir:
Elli yedi yıldır çektirdin hasret Niyazımdır –hâşâ- değil şikâyet Derûnuma doldur nur-ı hidayet Gönülden yasımı silsin ilâhi” (Ş.51)
Şiir özlemi anlatır, vuslatın şiiri yoktur; çünkü aşkın amacı bir yere varmaktan ziyade, o yere varabilmek için sürekli seyahat etmektir. Âşık, amacına ulaşabilmek için durmadan arzular, hasret çeker, vuslatı dört gözle beklerse âşıklık görevini yerine getirmiş olur.
Anın şevkiyle buldum aşkı bir dilber-i ra‟nâda Nice yıllar bu dem içre kalıp hasret-i Leylâ‟da Dökerdi gözlerim yaşı yüzüm gülmedi dünyada Gece gündüz çekerdim ah yanık bağrım kebâb ettim (Turan, 2007: 338)
Masal sonu tekerlemelerinde de “Onlar ermiş muradına, darısı bizim başımıza” veya “Kırk gün kırk gece düğünden sonra muratlarına ererler.” (Yardımcı, 2008: 105) denip sözün kesilmesi gibi, âşık da uzun ve zorlu vuslat yolculuğunun sonunda yaşadığı coşkuyu ifade edemez. Vuslat sözün bittiği yerdir. Bundan sonrası anlatılmaz, yaşanır.
Ârif, âşığın velîlik mertebesine ulaşmış halidir. Cemâl Hoca kemâle erip ârifler
yurdunda şerbet içmeyi arzular. Şeb-i arûs denen kavuşma gecesi olduğunda
yaşanacak sarhoşluğu anlatacak başka bir söz yoktur.