• Sonuç bulunamadı

Bu çalışmanın sonucunda nötrofil aktivasyon göstergesi olan CD11b’nin doğumu izleyen ilk 28 gündeki ortalama düzeylerinin BPD gelişen bebeklerde gelişmeyenlere göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptandı.

Ayrıca çalışmaya bebeklerin yaşamın ilk günü alınan serum ve TAS örneklerindeki ortalama proinflamatuvar sitokin (TNF-α, IL-1ß, IL-6) düzeylerinin BPD gelişen bebeklerde, BPD gelişmeyenlere oranla anlamlı olarak yüksek olduğu bulundu. BPD gelişen bebeklerin, postnatal ilk 24 saatte alınan serum ve TAS örneklerindeki antiinflamatuvar sitokin IL-10 düzeyinin, BPD gelişmeyenlere göre anlamlı olarak düşük olduğu saptandı.

Ancak hem CD11b hem de sitokin konsantrasyonlarının BPD’nin şiddeti ile ilişkisi olmadığı gösterildi. Gestasyon haftası ve doğum ağırlığı azaldıkça BPD gelişme sıklığının hızlı bir artış gösterdiği bildirilmiştir (24). Nievas ve ark. (23), <26 GH’da doğan prematüre bebeklerde %70, >34 GH’da doğan bebeklerde ise %1 sıklığında BPD geliştiğini ve BPD gelişimi ile GH arasında anlamlı bir ilişki olduğunu bildirmişlerdir. Yip ve ark. (166), 110 DDA’lı bebeği içeren çalışmalarında, 501-750 gram ağırlığındaki olgularda

%100 oranında BPD geliştiğini, >1250 gram olanlarda bu oranın %6.25’e düstüğünü, ve >30 GH’da doğanlarda BPD gelişmediğini belirtmişlerdir.

Fakültemiz Yenidoğan Ünitesinde daha önceden yapılmış bir çalışmada ise Özkan ve ark. (24), BPD tanısı alan olguların %86’sında GH<32 hafta ve

%42’sinde doğum ağırlığının <1000 gram olduğunu bildirmişlerdir. Aynı çalışmada <28 GH doğan bebeklerde BPD sıklığı %37 iken, >32 doğan bebeklerde bu oranın %24’e düştüğü görülmüştür. Bizim çalışmamızda da gestasyonel haftası ve doğum ağırlığı BPD gelişen bebeklerde, gelişmeyen bebeklere göre anlamlı olarak düşük ve literatür ile uyumlu bulundu. BPD gelişiminin doğum haftası ve ağırlığı ile ilişkisi akciğerin prenatal gelişim evreleri ile açıklanabilir (30) (Tablo-3).

Daha önce yapılan çeşitli çalışmalarda BPD ile diğer neonatal morbiditeler arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Kul ve ark.’nın (167) ortalama

60

GH 30±2,5 ortalama doğum ağırlığı 1493±456 olan DDA’lı ve RDS tip 1 tanılı 49 bebeği içeren çalışmalarında %36,7 oranında BPD bulunmuştur.

Smith ve ark. (25), 28 günden fazla oksijen desteğine ihtiyaç duyan bebekleri BPD olarak tanımladıkları çalışmalarında, yoğun bakım ünitelerinde solunum yetmezliği nedeni ile ventile edilen tüm yenidoğanlar içinde BPD oranını %8.2, RDS ile izlenenler arasında bu oranın %41’e çıktığını saptamışlardır. Çalışmamızda RDS tip 1 tanısı alan bebeklerin oranı 21/50 (%42) olup, bu bebeklerde BPD gelişme oranı %62 saptandı.

Çalışmamızda RDS tip 1 ve BPD gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki görüldü.

Özkan ve ark. (34), BPD gelişen bebeklerde aynı zamanda anlamlı şekilde ROP ve NEK geliştiğini bildirmişlerdir. Yurttutan ve ark. (168), BPD gelişen 100 bebeğin %33’ünde NEK, %44’ünde İVK ve %34’inde ROP geliştiğini saptamışlar ve bu birlikteliğin istatistiksel olarak anlamlı olduğunu bildirmişlerdir. Kavuncuoğlu ve ark (169), ortalama GH 28±0.42, ortalama doğum ağırlığı 953±38 olan 31 BPD tanılı bebeği içeren çalışmalarında kontrol grubuna (ortalama GH 29.9±0.40, ortalama doğum ağırlığı 1188±45, BPD yok) göre İVK gelişme oranını anlamlı olarak yüksek bulmuşlardır (%54,8’e; %13, p=0.005 ). Aynı çalışmada BPD gelişen hastalarda RDS tip 1 tanısı alan prematüre bebekler 11/31 (%35.5) oranında saptanmış ve kontrol grubuna göre (%0) istatistiksel anlamda yüksek bulunmuştur (p<0.001). Bu çalışmada aynı zamanda BPD gelişen hastalarda ROP oranı 23/31 (%74), BPD gelişmeyen kontrol grubunda ise bu oran 8/31 (%26) olarak saptanmış olup istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.005). Bu hastaların izleminde BPD gelişmeyen 8 prematüre bebeğin hepsinde ROP gerilerken, BPD gelişen hastada 23 bebeğin 15’inde gerileme görüldü (169).

Daha önce yapılan çalışmalarda BPD’li hastaların takip edildiklerinde retinopati gelişme riskinin yüksek olduğu görülmüştür (25). Çetinkaya ve ark.

(170), mekanik ventilasyon uygulanma süresi ve oksijen alma süresinin ROP gelişimiyle anlamlı ilişkisini göstermişlerdir. Aynı çalışma da ROP’u olan prematüre bebeklerde BPD gelişimi anlamlı şekilde yüksek saptanmıştır.

Çalışmamızda da literatürle uyumlu olacak şekilde ROP, İVK ve NEK gibi

61

neonatal morbidite sıklığı ile ortalama oksijen alma süresi ve ortalama mekanik ventilasyon uygulanma süresi, BPD gelişen hastalarda anlamlı olarak yüksek olduğu saptandı.

Çalışmamızda BPD gelişiminde rolü olan faktörlerin lojistik regresyon analizinde bu faktörlerin hiçbirinintek başına BPD gelişimi için anlamlı bir risk faktörü olmadığı saptandı. Preterm bebeklerde TAS’ta IL-6 artışının BPD gelişimini önceden tahmin ettirebileceğini bildiren Choi ve ark. (171) da benzer şekilde lojistik regresyon analizi ile doğum ağırlığı, gestasyonel yaş, 1. ve 5. dk Apgar skorunun BPD gelişiminde tek başına bağımsız bir risk faktörü olmadığını göstermişlerdir. Bu da BPD gelişiminde bazı risk faktörlerinin eş zamanlı bulunmasının etyopatogenezde rolü olabileceğini düşündürmektedir.

Choi ve ark. (171) TAS’ta ≥316 pg/ml İL-6 düzeyinin %73 duyarlılık,

%71 özgüllük, %58 pozitif prediktif değer, %83 negatif prediktif değere sahip olduğunu göstermiştir. Toplam 7 sitokinin kanda çalışılarak BPD üzerine etkilerinin değerlendirildiği başka bir çalışmada da IL-8 ve IL-10’nun cut-off değerleri ROC analizi ile değerlendirilmiştir (172). Biz de BPD gelişiminin önceden tahmin edilmesine olanak sağlayabilmek açısından gerçekleştirdiğimiz ROC analizi ile serum ve TAS sitokinlerinin cut-off değerlerini belirledik. Aynı zamanda çalışmamızda CD11b’nin 1. ve 3. gün cut-off değerleri de ROC analizi yapılarak belirlendi. En anlamlı değerler CD11b (1. ve 3. gün), TAS İL-6 ve TAS TNF-α’da görüldü. Bu sonuçlar yaşamın ilk gününde kan ve TAS’ta cut-off değeri üzerindeki sitokin konsantrasyonlarının BPD gelişimini önceden tahmin ettirebileceğini düşündürmektedir.

Akciğer inflamasyonu BPD gelişim patogenezi üzerinde belirgin öneme sahiptir. Sıklıkla amniyotik kavitedeki mikroorganizmalara pulmoner fetal inflamatuvar yanıt olarak başlayan akciğer inflamasyonu mekanik ventilasyon ve oksijen tedavisi ile alevlenmektedir. Bunun sonucunda da kemokinler, adhezyon molekülleri, proinflamatuvar sitokinler ve proteazlar, anti-inflamatuvar sitokinler, reseptör antagonistleri arasında kompleks bir etkileşim ortaya çıkmaktadır (133). İnflamatuvar yaralanma ile ilişkili doku

62

hasarı sıklıkla pro-inflamatuvar sitokinlerin aracılığı ile gerçekleşmektedir. Bu sitokinler havayolu ve alveol epitel hücreleri, endoteliyum ve fibroblastlar gibi akciğer parankiminin çeşitli hücrelerine ek olarak havayolu ile interstisyumdaki nötrofiller ve diğer inflamatuvar hücreler tarafından sentezlenmektedirler (133). Doğumdan sonraki ilk birkaç saat içinde havayollarına çok sayıda aktive nötrofilin hızlı bir şekilde göç ettiği gösterilmiş olup, prematüre bebeğin bu inflamatuvar yanıtı kontrol edememesi nedeni ile akciğer hasarının devam ettiği öne sürülmüştür (173, 174). Ayrıca, transgenik sıçanları içeren bir çalışmada, TNF-α, TGF-ß, IL-6 ve IL-11 gibi çeşitli sitokinlerin artmış ekspresyonunun alveolarizasyonu engellediği gösterilmiş olup, preterm bebeklerin havayolundaki proinflamatuvar çevrenin septasyonda bozulma ile sonuçlanabileceği öne sürülmüştür (175).

CD11b gibi adezyon moleküllerinin nötrofil ekspresyonu nötrofil aktivasyonunu takiben artmaktadır. RDS’li bebeklerde dolaşımda anlamlı şekilde daha yüksek nötrofil CD11b ekspresyonu varlığının RDS’nin erken dönemlerinde bu hücrelerin sistemik aktivasyonu ile ilişkili olabileceğini düşündürmüştür (176). Nötrofil CD11b molekülleri nötrofil-endotel etkileşimi için gerekli olup, endoteliyal hücre yaralanması ve akciğer hasarı ile ilişkili olduğu gösterilmiştir (177). BPD’nin önceden tahmin edilmesi üzerinde sitokinlerin ve nötrofil aktivasyonu göstergesi olan CD11b ekspresyonunun rolünün gösterilmesi için sınırlı sayıda çalışmalar yapılmış olup, bazılarında serum bazılarında da TAS örnekleri değerlendirilmiştir. Kotecha ve ark.

(121), BPD gelişmeyen olgular ile karşılaştırıldığında, BPD gelişen olguların TAS örneklerindeki nötrofiller üzerinde artmış CD11b/CD18 ekspresyonu olduğunu belirlemişlerdir. Benzer şekilde, Sarafidis ve ark. (176), BPD gelişmeyen bebekler ile karşılaştırıldığında, BPD gelişen bebeklerde nötrofil üzerindeki CD11b ekspresyonunun anlamlı şekilde daha fazla olduğunu saptamışlardır. Yapılan başka bir çalışmada ise, BPD gelişen ve gelişmeyen olgular arasında arteriyel kan örneklerinde çalışılan CD11b değerleri açısından anlamlı farklılık olmadığı ancak BPD gelişen olguların seri arteriyel CD18 değerlerinin BPD olmayanlara göre anlamlı şekilde düşük

63

olduğu bildirilmiştir (122). Aynı çalışmada, deksametazon kullanımının da CD11b ve CD18 ekspresyonunu azalttığı gösterilmiştir (122). Başka bir çalışmada da, postnatal dönemde BPD tedavisinde kullanılan deksametazon tedavisinin CD11/CD18 ekspresyonunu azalttığı gösterilmiştir (178). Mekanik ventilasyon ihtiyacı olan preterm bebeklerin yaşamın ilk 24.

saatindeki kan CD11b düzeylerinin BPD gelişen ve gelişmeyen bebeklerde benzer olduğunu ve erken dönemdeki CD11b ekspresyonu belirlenmesinin BPD’nin öngörülmesinde yararlı olmadığı sonucuna varılmıştır (179).

Çalışmamızda ise BPD gelişen bebeklerin postnatal 1.,3.,7.,14., 21.

ve 28. günlerinde alınan CD11b düzeylerinin BPD gelişmeyen bebekler ile karşılaştırıldığında anlamlı şekilde yüksek olduğu görülmüş olup, bu da BPD gelişiminde nötrofil aktivasyonunun önemli bir yer tuttuğunu desteklemiştir.

Ancak, çalışmamıza EMR’li ve koriyoamniyonitli anne bebekleri dahil edilmediği için sistemik inflamasyondan çok pulmoner inflamasyonun BPD gelişiminde daha önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bu bebeklerin TAS örneklerinde CD11b düzeylerinin çalışılmamış olması, çalışmamızın kısıtlılığı olarak değerlendirilmiştir. Sınırlı sayıdaki çalışmalar arasındaki uyumsuz sonuçların çalışılan örneklerin alınma zamanı, alındıkları dokular ve grupların özelliklerine göre farklılık gösterebileceği düşünülmektedir.

Turunen ve ark.’nın (180) çalışmasında preterm bebeklerde RDS tip 1’in daha düşük T hücre sayısı ve daha fazla oranda aktive T hücresi varlığı ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Preterm bebeklerde RDS tip 1 varlığının yaşamın ilk gününde CD4 hücreler üzerinde artmış CD54 ekspresyonuyla ilişkili olduğu ve buna bağlı olarakta RDS tip 1 sonrası BPD gelişen bebeklerde yaşamın ilk gününde hem CD4 hem de CD8 hücreleri üzerindeki artmış CD54 ekspresyonu ve T hücre aktivasyonu BPD gelişimiyle ilişkili olabileceği bildirilmiştir (180). Çalışmamızda da RDS tip 1 olan preterm bebeklerde kan ve TAS IL-6 konsantrasyonlarında artış saptanmıştır. Ancak RDS tip 1 varlığı logistik regresyon analizinde BPD gelişimi açısından bağımsız bir risk faktörü olarak saptanmamış olup RDS tip 1 li preterm bebeklerdeki BPD gelişiminde sitokinlerin rolünün belirlenmesi için daha ileri çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.

64

Nupponen ve ark. (181) RDS tip 1 olan preterm bebeklerde artmış CD11b ekspresyonu ile karakterize bir sistemik inflamatuvar reaksiyon olduğunu bildirmiş olsalarda, bunun tek başına RDS tip 1 ile mi ilişkili olduğu yada mekanik ventilasyon, surfaktan tedavisi gibi ek faktörlere mi bağlı olduğunu açıklayamamışlardır. Çalışmamızda da RDS tip 1’li preterm bebeklerde yaşımın 1, 3, 7 ve 14. günlerinde artmış CD11b konsantrasyonu saptanmış olup bunun BPD gelişiminde rol oynayabileceği gösterilmiştir.

TNF-α bakteri, mikobakteri, mantar ve parazitlere karşı olan sitokin aracılı konak defansının en önemli kompanentlerinden biri olup, yapılan çalışmalarda BPD ile ilişkili olabileceği öne sürülmüştür (133). Yapılan bir çalışmada, prematüre bebeklerin yaşamın ilk 48 ve 72. saatlerinde alınan TAS örneklerindeki artmış TNF-α konsantrasyonunun BPD gelişen bebeklerde anlamlı olarak arttığı ve BPD’nin tahmin edilmesinde kullanılabileceği belirtilmiştir (182). Başka bir çalışmada da, şiddetli RDS nedeni ile kaybedilen preterm bebeklerin akciğer dokularında artmış TNF-α pozitif makrofajların bulunduğu ve bunun endotel bazal membranında belirgin kayıp ve interstisiyel glikozaminoglikanlardaki yıkım ile ilişkili olduğu saptanmıştır (43). Benzer şekilde, 70 prematüre bebekte, doğumdan sonraki ilk 2 saat içinde alınan TAS örneklerindeki artmış TNF-α düzeylerinin kötü pulmoner sonuçlar ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (183). Başka bir çalışmada da artmış TAS TNF-α konsantrasyonunun mekanik ventilasyon süresi ile ilişkili olduğu ve BPD gelişen bebeklerde arttığı gösterilmiştir (182). Tullus ve ark. (184) da ventile edilen prematüre bebeklerin TAS örneklerinde çeşitli proinflamatuvar sitokinlerin düzeyinin BPD ile ilişkisini değerlendirdikleri çalışmada, TAS TNF-α konsantrasyonunun BPD gelişen bebeklerde anlamlı şekilde daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. TNF-α‘nın primer transkripsiyon faktörü olan nükleer faktör kappa B (NF-KB) düzeyinin yaşamın ilk 3 günündeki TAS konsantrasyonlarının BPD gelişen bebeklerde gelişmeyenlerinkinden anlamlı şekilde yüksek olduğu bildirilmiştir (185).

Tersine, Bagchi ve ark. (152) ise yaşamın ilk 24 saatindeki TAS örneklerindeki TNF-α konsantrasyonunun BPD gelişimi ile ilişkili olmadığını bildirmişlerdir. Çalışmamızda ise postnatal ilk 24 saatte serum ve TAS

65

örneklerinde bakılan TNF-α konsantrasyonunun BPD gelişen bebeklerde, BPD gelişmeyen bebeklerden anlamlı derecede yüksek olduğu ve literatürdeki çalışmaların çoğu (43, 133, 182, 183) ile uyumlu olduğu gösterildi.

IL-1, erken inflamatuvar yanıtta önemli olup, BPD gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir. Yenidoğan sıçanlarda yapılmış bir çalışmada, perinatal dönemdeki akciğerdeki IL-1ß ekspresyonunun solunum yetmezliği ve sonrasında artmış mortalite ile ilişkili olduğu, intrauterin büyümesi normal olan sıçanların postnatal gelişiminin bozulduğu, IL-1ß’nın alveolar septasyonu bozduğu ve distal havayollarının septalarındaki düz kas aktin ve elastin birikiminde anormalliklere neden olduğu, kapiller gelişimin bozulduğu, akciğerlerdeki VEGF üretimini inhibe ettiği ve sonuç olarak da perinatal dönemde sıçan akciğeri epitel hücrelerindeki IL-1ß ekspresyonunun klinik ve histolojik olarak BPD’ye benzer akciğer hastalığına neden olduğu gösterilmiştir (186). Yeni yapılmış bir çalışmada, yenidoğan sıçanlardaki akciğer hasarının erken döneminde artmış IL-1α ve IL-1ß konsantrasyonları gösterilmiş olup, IL-1 aracılıklı etkinin antagonize edilmesinin akciğer hasarına karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir (187). Rindfleisch ve ark. (188) yaşamın ilk haftasında akciğer lavaj örneklerinde bakılan IL-1ß antijen konsantrasyonu ile IL-1 aktivitesinin BPD gelişen bebeklerde gelişmeyenlere kıyasla belirgin olarak arttığını ve bunun nedeninin IL-1ß ile IL-1 reseptör antagonisti arasındaki dengesizlik olabileceğini öne sürmüşlerdir. Kotecha ve ark. (121) 37 prematüre bebeği içeren çalışmalarında, BPD gelişen 12 bebeğin TAS örneklerinde artmış IL-1 konsantrasyonları olduğunu bildirilmişlerdir. Benzer şekilde, TAS’daki artmış IL-1 konsantrasyonunun mekanik ventilasyon süresi ile ilişkili olduğu ve BPD gelişen bebeklerde arttığı gösterilmiştir (182). Tullus ve ark. (184) da ventile edilen prematüre bebeklerin TAS örneklerinde çeşitli proinflamatuvar sitokinlerin düzeyinin BPD ile ilişkisini değerlendirdikleri çalışmada, TAS IL-1ß konsantrasyonunun BPD gelişen bebeklerde anlamlı şekilde daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Cayabyab ve ark. (143) doğum ağırlığı 575-1700 gram ve 24-32 GH arasında doğan 25 prematüre bebeği içeren çalışmalarında,

66

TAS’daki artmış IL-1ß konsantrasyonunun mekanik ventilasyon ihtiyacı, oksijen gereksinimi ve süreleri ile birlikte kötü pulmoner sonuçlar ile ilişkili olduğunu saptanmışlardır. Aynı zamanda, çeşitli çalışmalarda da artmış IL-1 konsantrasyonlarının BPD gelişen bebeklerin havayolu sekresyonlarında ve bronkoalveolar hücrelerinde saptandığı gösterilmiştir (39, 189, 190). Yeni yapılmış olan ve serum sitokin düzeylerinin karşılaştırılmış olduğu bir çalışmada da, artmış serum IL-1ß düzeylerinin ÇDDA’lı bebeklerde artmış BPD ya da ölüm oranı ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (191). Çalışmamıza benzer şekilde RDS’li bebeklerde hem kan hem de TAS sitokin konsantrasyonlarının değerlendirildiği bir başka çalışmada ise, doğumdan hemen sonra çalışılan TAS ve serum IL-1ß düzeyinin 28. gündeki oksijen ihtiyacını belirleyici rolünün olmadığı gösterilmiştir (160). Çalışmamızda ise yaşamın ilk 24 saatinde çalışılan serum ve TAS örneklerindeki artmış IL-1ß düzeylerinin literatürle uyumlu olacak şekilde BPD gelişen bebeklerde anlamlı şekilde yüksek olduğu saptandı. Lterat ve ark. (192), anti-inflamatuvar özellikleri olan, food spice tumeric hücrelerinden elde edilen curcumin kullanarak deneysel bir çalışma yapmışlardır. BPD riski taşıyan küçük prematüre bebeklerin bronkoalveolar lavaj sıvısı hücre kültürlerinin lipopolisakkaritle aktivasyonu ile 12 saat içinde artan TNF-α, IL-1ß ve IL-8 protein ekspresyonları 20 mikroM curcumin ile TNF-α haricinde inhibe edilebildiği gösterilmiş ve potansiyel tedavi modeli olarak gündeme getirilmiştir.

Başka bir pro-inflamatuvar sitokin olan IL-6’nın da RDS ve BPD’si olan olan bebeklerin yaşamın ilk gününde alınan TAS örneklerinde artmış konsantrasyonlarda olduğu gösterilmiştir (150, 151). Munshi ve ark. (42) RDS’li preterm bebekleri içeren çalışmalarında, BPD gelişen ve gelişmeyen bebekler arasında yaşamın ilk günündeki TAS IL-6 konsantrasyonu açısından fark olmasa da, BPD gelişen bebeklerde yaşamın 3. günündeki TAS IL-6 düzeyinin belirgin artmış olduğunu göstermişlerdir. Bagchi ve ark.

(152) da BPD gelişen bebeklerin AC lavajı örneklerindeki IL-6 aktivitesinin anlamlı şekilde yüksek olduğunu, bu yüksek aktivitenin yaşamın ilk 2 haftası boyunca devam ettiğini ve 28. günden sonra düşmeye başladığını

67

bildirmişlerdir. Benzer şekilde artmış TAS IL-6 konsantrasyonunun mekanik ventilasyon süresi ile ilişkili olduğu ve BPD gelişen bebeklerde arttığı gösterilmiştir (182). Tullus ve ark. (184) da ventile edilen prematüre bebeklerin TAS örneklerinde çeşitli proinflamatuvar sitokinlerin düzeyinin BPD ile ilişkisini değerlendirdikleri çalışmada, TAS IL-6 konsantrasyonunun BPD gelişen bebeklerde anlamlı şekilde daha yüksek olduğunu ve steroid tedavisinin bu düzeyleri azalttığını bulmuşlardır. Ayrıca, artmış IL1ß/IL6 oranlarının da BPD risk faktörleri ve özellikle Ureaplasma urealyticum kolonizasyonu ile ilişkili olabileceği öne sürülmüştür (191). Ambalavanan ve ark. (193) da artmış serum IL-6 düzeylerinin ÇDDA’lı bebeklerdeki artmış BPD ya da ölüm oranı ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Sarafidis ve ark. (176) da, yaşamın ilk 24 saatindeki artmış plazma IL-6 konsantrasyonunun BPD gelişimi ile ilişkili olabileceğini bildirmişlerdir. Tersine, toplam 7 sitokinin serum düzeylerinin BPD gelişimi üzerine etkilerinin incelendiği çalışmada, Vento ve ark. (194), yaşamın ilk günündeki IL-6 konsantrasyonunun BPD gelişen ve gelişmeyen olgular arasında farklılık göstermediğini, ancak BPD gelişen bebeklerin 3. ve 5. günde alınan serum IL-6 konsantrasyonlarının BPD gelişmeyenlerden anlamlı şekilde daha yüksek olduğunu bildirmişlerdir.

Çalışmamızda ise literatürle uyumlu olacak şekilde serum ve TAS örneklerindeki artmış IL-6 düzeylerinin BPD gelişen bebeklerde anlamlı şekilde yüksek olduğu saptandı. Ancak, RDS’li bebeklerde hem kan hem de TAS sitokin konsantrasyonlarının değerlendirildiği bir başka çalışmada ise, doğumdan hemen sonra çalışılan TAS ve serum IL-6 düzeyinin 28. gündeki oksijen ihtiyacını belirleyici rolünün olmadığı gösterilmiştir (160). Sonuç olarak bu farklı bulgular çalışmaların yapılma şekillerindeki, çalışma yöntemlerindeki sitokinlerin çalışıldığı materyallerdeki ve çalışma kohortlarındaki farklılıklar ile ilişkili olabilir.

Neonatal akciğer hasarında, inflamasyonu ve fibrozisi uyaran çeşitli faktörlerin kompleks etkileşiminin rol oynadığı bilinmektedir. Aynı zamanda BPD’deki akciğer inflamasyonunun erişkinlerdeki astımdaki inflamasyonla benzer özellikler taşıdığı gösterilmiştir (106, 195). Viscardi ve ark. (106), nötrofil aktivasyonunu önleyen ve akciğerdeki mast hücrelerini stabilize eden

68

kromolin sodyum profilaktik tedavisinin prematüre bebeklerde TAS IL-8 ve TNF-α konsantrasyonlarının azaltarak ve anti-inflamatuvar özellikler göstererek BPD gelişimini azalttığını göstermişler ve prematüre bebeklerin TAS örneklerindeki proinflamatuvar sitokin artışının BPD gelişimini arttırdığını göstermişlerdir.

Proinflamatuvar sitokinler ile anti-inflamatuvar sitokinler arasında proinflamatuvar sitokinlerin lehine olan dengesizliğin akciğer hasarının mekanizmasında rol oynadığı ve anti-inflamatuvar özellikler gösteren maddelerin BPD gelişimini önlediğine inanılmaktadır. Anti-inflamatuvar sitokinlerden biri olan IL-10’un; TNF-α, IL-1ß, IL-6 ve IL-8 üretimini inhibe ederek ve IL-1 reseptör antagonistinin düzenlemesini arttırarak AC’in hasarlanmasını önlediği düşünülmektedir (196). Yeni yayınlanmış bir çalışmada, IL-10’un yenidoğanlardaki antiinflamatuvar etkisinin esas olarak

Proinflamatuvar sitokinler ile anti-inflamatuvar sitokinler arasında proinflamatuvar sitokinlerin lehine olan dengesizliğin akciğer hasarının mekanizmasında rol oynadığı ve anti-inflamatuvar özellikler gösteren maddelerin BPD gelişimini önlediğine inanılmaktadır. Anti-inflamatuvar sitokinlerden biri olan IL-10’un; TNF-α, IL-1ß, IL-6 ve IL-8 üretimini inhibe ederek ve IL-1 reseptör antagonistinin düzenlemesini arttırarak AC’in hasarlanmasını önlediği düşünülmektedir (196). Yeni yayınlanmış bir çalışmada, IL-10’un yenidoğanlardaki antiinflamatuvar etkisinin esas olarak

Benzer Belgeler