• Sonuç bulunamadı

Bu çalıĢmada, Osmanlı Devletinin son dönemlerinden günümüze kadar geçen süreçte, sığır tüberkülozu mücadelesi kapsamında yapılan çalıĢmalar, yürütülen iĢlemler uygulamalar ve mevzuat çalıĢmaları incelenmiĢtir. Ancak, araĢtırmanın, uzun bir zaman dilimini kapsıyor olması bir dizi problemler ile karĢılaĢılmasını kaçınılmaz kılmıĢtır. Kayıt sisteminin düzensizliği, bazı kurumların arĢivlerinin bulunmaması, arĢiv ve/veya belgelerin korunmamıĢ

olması, bazı belgelerin henüz tasnif edilmemiĢ olması, bazı kurumlardan araĢtırma yapılması için gerekli izinlerin alınamaması gibi problemler ile karĢılaĢılmıĢtır. Tüm bu problemlerden dolayı, çalıĢma süresince elde edilen verilerde kronolojik boĢluklar oluĢmuĢ ve bir bütünlük ve devamlılık oluĢturulamamıĢtır. AraĢtırmanın sınırlılıkları arasında kabul edilebilecek bu durumun, çalıĢma sonucunda ortaya atılacak spekülasyonların gücünü zayıflatacağı düĢünülebilir.

Salgın hayvan hastalıkları ile mücadelede 1700‟lü yıllar kilometre taĢı niteliği taĢımaktadır. Bu dönemde, Avrupa‟da çıkan ve on milyonlarca hayvanın telef olmasına neden olan sığır vebası salgını, hükümetlerin hayvan hastalıklarına bakıĢını değiĢtirmesini sağlamıĢtır. Avrupa‟daki Sığır vebası salgınına yönelik çare arayıĢları bir yandan bilimsel veteriner hekimliği eğitiminin baĢlangıcı için tetikleyici bir etki yapmıĢ, öte yandan ruam ve çiçek gibi hastalıklarla beraber hayvan sağlık zabıtasının oluĢturulması için uygun bir zemin hazırlamıĢtır.

Nitekim 18‟inci yüzyılın sonralarına doğru sağlık zabıtası artık son halini almaya baĢlamıĢ; hastalıklarla mücadele teĢkilatları kuvvetlendirilmiĢ, sınır kontrolü ve ıslah çalıĢmaları açısından detaylar ĢekillendirilmiĢtir. Louis Pasteur‟ün (1822–

1895) keĢifleri ve devamında geliĢen yeni buluĢlarla Avrupa hastalıklarla mücadeleye neredeyse hazır hale gelmiĢtir. Mevcut eksiklikler, yasalarla getirilen yükümlülüklerle ortadan kaldırılmaya çalıĢılmıĢtır. Bu dönemde, Osmanlı Devleti de Batıdaki geliĢmeleri yakından izlemeye almıĢ ve bu geliĢmelere olabildiğince ayak uydurmaya çalıĢmıĢtır. Türk tarihindeki ilk veteriner hekimliği okulunun eğitime baĢlaması (1842) bu geliĢme sürecinin bir ürünüdür. Bu geliĢme sürecine bağlı olarak 18‟inci yüzyılın sonu ve 19‟uncu yüzyılın baĢlarında bulaĢıcı hayvan hastalıklarıyla ilgili olarak da bir dizi ilerleme kaydedilmiĢtir (71). Bu çalıĢma kapsamında ulaĢılan kaynaklarla ortaya konan geliĢmelerden, hayvan sağlık zabıtası ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili mevzuatı oluĢturma çabaları, hastalıkların görüldükleri yerde hastalıkla ilgili tüm bilgilerin kayıt altına alınmaya çalıĢılması, hasta hayvanların et ve sütleri ile bunlardan elde edilen ürünlerin tüketimine getirilen sınırlamalar, kaçak kesimlerin engellenmesi ve kontrollü kesimlerin yapılabilmesi, hastalıkla mücadelede tazminatlı itlaf yolunun benimsenmesi gibi uygulamalar, sözü edilen ilerlemelere örnek olarak gösterilebilir.

Sığır tüberkülozu ile mücadelede yürütülen çalıĢmaların baĢında mevzuat altyapısı oluĢturmaya yönelik giriĢimler vardır. Bu giriĢimler arasında en eski düzenlemelerden olan Zabıta-i Sıhhıye-i Hayvâniye Talimat-ı Muvakkati

(1893)213 ve Zabıta-i Sıhhıye-i Hayvâniye Kanun-ı Muvakkati (1913)214 olarak gösterilebilir. Her iki düzenleme de geçici nitelikte olup, baĢlangıçta uygulanacak bölge sınırlı tutulmuĢtur. Bu ilk uygulama sonuçlarında baĢarıya ulaĢılması

213

“Zâbıta-i Sıhhıye-i Hayvâniye Talimat-ı Muvakkati”. H. 16 Cemazeyilahir 1310 (5 Ocak 1893). Düstur. (1939). I. Tertip. Cilt: 6. Devlet Matbaası, Ankara. (Ek 6).

214 “Zâbıta-i Sıhhıye-i Hayvâniye Kânun-i Muvakkatî”. R. 5 Kânunuevvel 1329 (18 Aralık 1913).

durumunda düzenlemelerin kalıcı bir forma kavuĢturulacağı ve bölgesel kapsamının geniĢletileceği bildirilmiĢtir. Nitekim geçici talimatın çıkıĢından 21 yıl sonra kalıcı talimatın (1914), geçici kanunun çıkıĢından ise 15 yıl sonra kalıcı kanun (1928) çıkarılmıĢtır. Bu uygulamalar doğrultusunda, Osmanlı Devleti döneminde hayvan hastalıklarıyla mücadeleye sistemli ve planlı yaklaĢıldığı söylenebilir. Benzer Ģekilde, 26 Ocak 1889 tarihinde yaklaĢık 34 vilayet, Nâfıa Müdürlükleri ve ġehremanetine gönderilen bulaĢıcı hastalıkların kontrolüne iliĢkin yazı215

ile 26 Ağustos 1889 tarihli resmi mektuba cevaben Edirne‟ye yazılan216

yazıdan yola çıkılarak Osmanlı‟da hastalıklarla mücadelede kayıt sisteminin önemsendiğini gösterdiği; hastalıklarla ilgili tüm bilgilerin kayıt altına alınma çabalarının ise yukarıda sözü edilen sistemli ve planlı yaklaĢıma örnek teĢkil ettiği kabul edilebilir. Öte yandan mevzuat çalıĢmalarında; hayvan sağlık zabıtasıyla doğrudan ilgili olan kanun, nizamname ve talimat çıkarma yanında, hayvan hastalıklarıyla mücadeleye dolaylı yoldan katkı sağlayacak belediye idaresi, demiryolu taĢımacılığı, pazar ve panayırlarda halk sağlığına iliĢkin

konular, veteriner teĢkilatının yapılanması gibi düzenlemelerin de hayvan hastalıklarıyla mücadeleye iliĢkin hükümler taĢıyor olması (33), mücadele çalıĢmalarına kapsamlı yaklaĢıldığına kanıt olarak gösterilebilir.

Osmanlı Devleti döneminde hayvan hastalıklarıyla mücadeleye kapsamlı Ģekilde yaklaĢıldığına örnek olarak, Ticaret ve Nâfıa Nezâretince yapılan 1882–

1883217 tarihli açıklama örneğinde olduğu gibi kaçak kesimin engellenmesi ve kesimlerin mezbahalarda yapılması hükümlerini içeren açıklama, emir ve düzenlemeler ile hasta ya da Ģüpheli hayvanlardan elde edilen hayvansal ürünlerin

215 BOA, DH.MKT. 1598-26/1306 C. 24 [H. 24 Cemazeyilevvel 1306 (26 Ocak 1889)]. (Ek 4).

216 BOA, DH.MKT. 1692-68/1307 C. 3 [R. 14 Ağustos 1305 (26 Ağustos 1889)]. (Ek 3).

(et, süt ve bunlardan mamul ürünler) tüketimine iliĢkin sınırlamalar, mücadele çalıĢmalarının kapsamlı yürütüldüğü iddiasını destekleyen kanıtlara örnek olarak

sunulabilir.

Avrupa‟da 18‟inci yüzyıl baĢında ortaya çıkan sığır vebası salgınına çözüm bulmak amacıyla Venedik Dükü tarafından görevlendirilmiĢ olan Dr. Bernandino Ramazzini hastalıkla mücadelede koruyucu önlemler üzerinde dururken, hastaların sağlamlardan ayrılmasının gerekliliği üzerinde önemle durmuĢtur. Yine Ġtalya‟da sığır vebası konusunda görevlendirilen hekimlerden biri olan Giovanni Lancisi, sığır vebası ile mücadelede en etkin yolun hasta hayvanların itlafı olduğunu bildirmiĢtir. Hastalığın 1714 yılında Ġngiltere‟ye geçmesinden sonra, hastalıkla mücadele yollarını araĢtırmak için görevlendirilen

Dr. Thomas Bates ise itlaf edilecek hasta hayvanlar için sahiplerine tazminat verilmesini önermiĢtir. Salgın ve bulaĢıcı hayvan hastalıklarıyla mücadele de itlaf ve tazminat ödenmesine iliĢkin bu öneriler, 18‟inci yüzyıl baĢında geliĢtirilmiĢ olmasına karĢın, genel olarak uygulamaya aktarılması daha sonraki tarihlere tesadüf eder (44). Salgın hayvan hastalıklarıyla mücadelede ortaya konan bu ilkelerden, hasta hayvanların itlaf edilmesi ve itlaf edilen hayvanlar için sahiplerine tazminat ödenmesi konusunda uluslararası topluluğun fikir birliğine vardığı tarih 2 Eylül 1889‟dur. Anılan tarihte Paris‟te (Fransa) yapılan Milletlerarası BeĢinci Veteriner Kongresinde karara bağlanan konulardan birisi de hayvan hastalıklarıyla mücadelede tazminat ödenmesidir (34). Türk tarihinde ise hayvan hastalıklarıyla mücadelede itlaf edilen hayvanlara tazminat verilmesine iliĢkin ilk tartıĢmalar, emanet baytar müfettiĢlerince kaleme alınarak Ticaret ve

Ziraat Nezâreti Celilesine gönderilen, 1886/1887218 raporda görülmektedir. Bu raporda, kesim esnasında hasta olduğu belirlenen hayvanların kıymetinin yarısının ya da üçte bir nispetinin sahiplerine verilmek üzere itlaf edilmesi gerektiği bildirilmiĢtir. Ancak, bu uygulamalardan hasta hayvanların itlaf edilmesi 1893 tarihinde çıkarılan Zabıta-i Sıhhiye-i Hayvaniye Talimat-ı Muvakkati; itlaf edilen hayvanlara tazminat ödenmesi ise 1913 yılında çıkarılan Zabıta-i Sıhhiye-i

Hayvaniye Kanun-i Muvakkati hükümleri ile yürürlüğe konmuĢtur. Her ne kadar Zabıta-i Sıhhiye-i Hayvaniye Talimat-ı Muvakkati‟nin maddelerinde tazminat ile ilgili bir hüküm yer almayıp, tazminat uygulaması 1913 yılında yürürlüğe konan Zabıta-i Sıhhiye-i Hayvaniye Kanun-i Muvakkati ile baĢlatılmıĢ gibi görünse de, sığır vebası mücadelesi kapsamında Mekteb-i Askeriye-i ġahane Nezâreti, Dahiliye Nezâreti ve Belediyeler arasında yapılan 1893 tarihli yazıĢmalardan219 anlaĢıldığı kadarıyla, yasal zemini olmamasına rağmen, tazminat uygulamasının baĢlatılması ve konuyla ilgili kaynak arama çalıĢmaları 1893‟e kadar uzanmaktadır. Bu yazıĢmaların, dönemin veteriner hekimlerinin ve veteriner eğitim kurumlarının uluslararası toplumun ilerisinde bilgi donanımı ve vizyona

sahip olduklarını gösterdiği düĢünülebilir.

Benzer Ģekilde, 1893‟te hayvan hastalıklarında itlafın, 1913‟te ise itlaf edilen hayvanlara tazminat ödenmesinin hükme bağlanmıĢ olması, Osmanlı Devletinin uluslararası toplumun almıĢ olduğu kararları hızla uygulamaktaki kararlılığına örnek olarak gösterebilir. Bu durum aynı zamanda, Osmanlı Devletinin çağın geliĢmelerini yakından izlediğini gösteren bir iĢaret olarak da

218 BOA, DH.MKT. 1386-59/1304 Ra. 24 [H. 1304 (1886/1887)]. (Ek 2).

kabul edilebilir. Nitekim 11 Aralık 1892‟de220, Avrupa‟da sığır tüberkülozu ile mücadelede uygulanan metotlarını araĢtırmak ve müzakere etmek için bir komisyon kurulmasının da, bu görüĢü desteklediği ileri sürülebilir. Osmanlı‟nın Avrupa‟daki geliĢmeleri yakından izlediği görüĢünü destekleyen uygulamalardan biri de tüberkülin uygulamasıdır. Osmanlı Devletinde 1893221

yılında uygulanması benimsenen tüberkülinin, Uluslararası toplum tarafından, 1895 yılında Bern‟de yapılan Milletlerarası Altıncı Veteriner Kongresinde benimsendiği (34) göz önüne alınacak olursa, Osmanlı Devleti‟nin hayvan hastalıklarıyla mücadele ve halk sağlığının korunması konularında ortaya konan

yeniliklerin izlenmesi ve uygulanması açısından dinamik davrandığı sonucuna varılabilir.

Ancak, tüm bu düzenlemelere ve uygulamalara karĢın, sığır tüberkülozu ile mücadelede Cumhuriyet öncesi dönemde istenen düzeyde baĢarıya ulaĢılamamıĢtır. BaĢarıyı olumsuz etkileyen bu tablonun ise mevzuatın uygulanamayıĢı, eleman yetersizliği ve bütçe olanaklarının elveriĢsizliği gibi nedenlerden kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim 1886/1887 tarihli arĢiv

belgesinden222 aktarılanlardan yola çıkılarak, Ġstanbul‟da sokak ortasında kesimlerin devam ettiriliyor olması; mevzuatın uygulanmayıĢı iddiasına örnek olarak gösterilebilir. Bu bölümün baĢında, sığır tüberkülozu mücadelesini olumsuz etkileyen faktörlerden birinin ise eleman yetersizliği olduğu ileri sürülmüĢtür. Nitekim 1880‟li yıllarda, Mehmet Ali Bey tarafından kaleme alınan yazılarda, ülkenin sivil veteriner hekim ihtiyacı defalarca ele alınmıĢtır (41). Bu sorunun izleyen yıllarda da güncelliğini koruduğu, hayvan hastalıklarıyla

220 BOA, DH.MKT. 2041-34/1310 C. 21 [H. 21 Cemazeyilevvel 1310 (11 Aralık 1892)]. (Ek 5).

221 BOA, DH.MKT. 2060-111/1310 ġ. 20 [H. 20 ġaban 1310 (9 Mart 1893)]. (Ek 8).

mücadeleyi konu edinen ve Londra‟da 1921 yılında yapılan Baytarî Kongre‟de alınan kararlardan da anlaĢılmaktadır. Bu kararlarda, toprakları geniĢ ve hayvanları dağınık memleketlerde her 5000 büyükbaĢ hayvan için bir veteriner hekim gerektiği belirtilmiĢ; bu hesapla Türkiye‟de en az 3000 baytar olması gerektiği bildirilmiĢ olmasına karĢın belirtilen tarihlerde Türkiye‟de çalıĢan baytar sayısı 200‟dür (52). Bu çalıĢmada kullanılan, 26 Ağustos 1889 tarihli tahrirata cevaben Edirne‟ye yazılan, Osmanlı‟da hayvan hastalıklarıyla mücadelede kullanılan kayıt düzeniyle ilgili bilgi verilen belgenin içeriğinden hareketle223 Osmanlı‟da veteriner hekim sıkıntısı yaĢandığı ileri sürülebilir. Bu paragrafın baĢında, hayvan hastalıklarıyla mücadele çalıĢmalarını etkileyen faktörlerden üçüncüsünün ise bütçe olanakları olduğu iddia edilmiĢtir. Bütçe olanaklarının mücadeleyi olumsuz etkilediğine iliĢkin veri sağlayan ulaĢılabilen en eski belge

1893224 tarihli belgedir. Bu belgede sığır vebasına yakalanan hayvanların hükümetçe itlaf edileceği; bu süreçte ortaya çıkan itlaf, defin, nakil, karantina ve çeĢitli tedbirler için yapılan masrafların belediyelere veya hayvanı sevk eden kuruma ait olduğu yazılmıĢsa da, bu yazıya cevaben belediyenin Umum-i

Mekatib-i Askeriye-i ġahane Nezâreti Celilesine gönderilen bilgi nitelikli yazıda bütçe olanaklarının elveriĢsiz olduğu bildirilmiĢtir. Bu yazıĢmaların ise; bütçe olanaklarının, bulaĢıcı hayvan hastalıklarıyla mücadele üzerindeki olumsuz etkisi hakkında fikir verebileceği söylenebilir.

Osmanlı Devleti sığır tüberkülozu mücadelesinde, tüberkülin uygulaması konusunda oldukça erken harekete geçtiği evvelce dile getirilmiĢti. Ancak, tüberkülin uygulamasının sayısal boyutu konusunda elde bulunan tek veri

223 BOA, DH.MKT. 1692-68/1307 C. 3 [R. 14 Ağustos 1305 (26 Ağustos 1889)]. (Ek 3).

tüberkülin üretim miktarlarıyla ilgilidir. Bu kayıtlara göre, Türk tarihinde tüberkülin üretiminin bilindiği kadarıyla ilk olarak Bakteriyolojihane-i Baytari‟de, daha sonra ise Pendik Bakteriyoloji Enstitüsünde yapıldığı yönündedir.

Bakteriyolojihane-i Baytari‟nin yedi senelik (1901–1907) tüberkülin üretim miktarı 250 cm3

(1750 doz); Pendik Bakteriyoloji Enstitüsü‟nün kuruluĢundan Cumhuriyetin ilanına kadar geçen sürede yaptığı üretim ise 3902 cm3‟tür (11706 doz). Türkiye‟de hayvan varlığının, 1920‟li yıllarda 15 milyon civarında olduğu düĢünüldüğünde; Cumhuriyetin ilanından sonra baĢlatılan “Tederrün Mücadelesi” adlı proje kapsamında 1929 yılında sadece Ġstanbul‟da tüberkülin uygulanan hayvan sayısının 7335 (Tablo 5) olduğu hesaba katıldığında 1901–1923 yılları arasında Bakteriyolojihane-i Baytari ve Pendik Bakteriyoloji Enstitüsü bünyesinde üretilen toplam dozun 13456 olması düĢündürücüdür. ÇalıĢma kapsamında, Cumhuriyet öncesi dönemde sığır tüberkülozu ile ilgili istatistikleri içeren baĢka kayıtlara rastlanmadığı için, düĢük gibi görünen bu dozun ne anlama geldiğine ve bu dönemin envanterine iliĢkin çok güçlü yorumlar yapma Ģansı da bulunmamaktadır.

Cumhuriyetin ilan edildiği tarihlerde ülke nüfusu 12–13 milyon, hayvan varlığı ise 23 milyon baĢ civarındadır. Uzun süren savaĢlar nedeniyle ülke ekonomisi kötü durumdadır. Ancak, buna rağmen Cumhuriyet hükümeti hayvancılık konusundaki problemler üzerinde önemle durmuĢtur (3). Türkiye Büyük Millet Meclisinden ilk çıkan yasal düzenlemenin hayvancılıkla ilgili olması da bunun göstergesidir (49). Cumhuriyetin ilânından sonra hastalıklarla mücadelede gerek yurtiçi gerekse yurtdıĢı mücadeleyi kapsayan bir dizi önlem alınmaya baĢlanmıĢtır. Bu bağlamda, sınır hareketlerinin ve kaçak giriĢlerin önüne

geçilmesi adına 40‟ın üzerinde uluslararası anlaĢma imzalanmıĢ, ulusal düzenlemeler oluĢturulmuĢ ve özellikle hastalıklarla mücadelede baĢarılı olabilmek adına var olan kurumlar elden geçirilmiĢ ve gereksinimler doğrultusunda yeni kurumlar oluĢturulmuĢtur. Bu bağlamda arĢivlerden elde edilen bilgiler ve sonrasında yürütülen çalıĢmalar Cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleĢtirilen yapılanmalarla ilgili bilgileri destekler niteliktedir (33, 52, 63). Çünkü Cumhuriyetin ilânından günümüze kadar geçen sürede, Türkiye‟nin sınır komĢuları baĢta olmak üzere sığır tüberkülozu ile ilgili doğrudan hüküm içeren 17 anlaĢma yapılmıĢtır.

Cumhuriyet döneminde sığır tüberkülozu mücadelesi konusunda yürütülen sistemli çalıĢmalar 1929 yılında “Tederrün Mücadelesi” adıyla baĢlatılmıĢtır. O tarihten baĢlayarak günümüze kadar geçen dönemde bölgesel ya da ülkesel ölçekli çok sayıda proje yürütülmüĢtür. Gerek özel iĢletmelerde gerekse devlet hayvancılık kurumlarında yürütülen bu sondaj çalıĢmalarında birbirinden farklı sonuçlara ulaĢılmıĢtır. Tederrün Mücadelesi adlı sondaj çalıĢması sonucunda, sığır tüberkülozunun Ġstanbul civarındaki prevalansının % 9,21 (Tablo 5) olduğu bulunmuĢtur. Her ne kadar 1930‟lu yıllarda Anadolu‟da sığır tüberkülozunun prevalansının ortalama % 2 civarında (Tablo 6, 7, 8, 9) olduğu ileri sürülse de (72) yapılan çalıĢmalar bu yıllarda 1930‟lu yıllarda % 3,3–10 arasında bir aralıkta (77), 1940‟lı yıllarda ise % 1,8–10,4 arasında (Tablo 9, 10, 11) bir seyir gösterdiğini ortaya koymuĢtur (1, 72, 77). KKGM tarafından yürütülen çalıĢmalarda, Türkiye‟de 1946–1974 yılları arasında yapılan tüberkülin testlerinde sığır tüberkülozu pozitif sonuçlarının % 0,3 ile % 2 arasında olduğu saptanmıĢtır

tüberkülozu mücadelesi öncesinde OIE verilerine göre hastalık 1987 yılında „enzootik‟ (yaygın) karakterde iken 1988–1993 yılları arasında (1989 % 0,12, sığır popülasyonu araĢtırmalarındaki prevalansın 1990‟da % 1,3, 1991‟de % 1,2, 1992‟de % 2,8 ) „sporadik olay‟ olarak (Tablo 14, 15, 19) nitelendirilmektedir (31,

56). Ancak 1993 yılında oran % 13,6‟ya yükselmiĢtir (25). Etlik Merkez Veteriner ve Kontrol AraĢtırma Enstitüsü tarafından 2000 yılında yürütülen bir çalıĢma sonucunda pozitiflik gösteren hayvanların oranı, % 9,9 olmuĢ; bu veriden yola çıkılarak, Türkiye‟deki prevalansın tahminen % 10 civarında olduğu ileri sürülmüĢtür (56) (Tablo 21). Tüm bu veriler, Türkiye‟de sığır tüberkülozu prevalansının iniĢli-çıkıĢlı bir seyir izlediğini göstermektedir. ĠniĢli-çıkıĢlı bu seyrin ise birden çok açıklaması olabilir. En baĢta, hükümetlerin hayvan hastalıklarıyla mücadeleye verdikleri destek düzeylerindeki farklılık bu iniĢli çıkıĢlı seyirden sorumlu olabilir. Yine bu çalıĢma bulgularında da ortaya konduğu gibi, 1985 yılına kadar ülkesel ölçekte bir projenin olmayıĢı, mücadelelerin bölgesel yürütülmesi hastalığın seyrinde iniĢ-çıkıĢa neden olmuĢ olabilir. Öte yandan, mücadele çalıĢmalarının daha çok, belli zaman dilimlerinde yürütülen projeler üzerinden yapılması, yani sürdürülebilirliğin olmaması, sözü edilen iniĢ- çıkıĢı doğurmuĢ olabilir. Öte yandan, F. Barwinek ve N. M. Taylor (31) tarafından hazırlanan rapordaki verilere göre 1988–1993 yılları arasında tüberküloz insidensi hastalığın “sporadik” seyrettiğini gösterecek kadar düĢürülmüĢ olsa da, aynı baĢarının sığır tüberkülozu ile mücadele tarihinin genelinde geçerli olduğunu söylemek yanlıĢ olacaktır. Kaldı ki, 1998–2006 yılları arasındaki mihrak sayıları

(Tablo 20) incelendiğinde, 1998 yılında 5 olan mihrak sayısı, 2002 yılında 49‟a, 2003‟te 95‟e, 2004‟te ise 135‟e çıkmıĢtır. Bu rakam 2007 yılında 63‟tür.

Eskiizmirliler‟e (2008) (19) göre, 2003‟te 95 olan mihrak sayısı her yıl düzenli artarak 2007‟de 306 olmuĢtur. Hastalığın iniĢli-çıkıĢlı seyrinden ve 2000‟li yılların tablosunu ortaya koyan bu mihrak sayılarından (Tablo 22, 23) yola çıkıldığında Türkiye‟nin sığır tüberkülozu konusunda baĢarılı bir mücadele ya da eradikasyon süreci izlenmediği ileri sürülebilir. Nitekim 1986 yılında baĢlatılan “Türkiye Tuberculosis Mücadele Projesi” dıĢında ülkesel bir projenin olmaması; sözü edilen bu projenin ise 1987 yılından baĢlayarak ödenek sıkıntısı baĢta olmak üzere bir takım sorunlardan dolayı planlandığı biçimde (Tablo 16, 17, 18) uygulanmaması sığır tüberkülozu ile mücadele çalıĢmalarında baĢarıya ulaĢılamamasının nedenleri hakkında fikir verebilir.

Akçay ve Atala, popülasyonun sayısı ve bölgelere göre dağılımı, hayvan hareketleri ve en önemlisi parasal kaynakların temini ile ilgili sorunların, sığır tüberkülozu eradikasyonu için yapılacak projelerin baĢarısı üzerinde etkili olduğunu ileri sürmektedirler (10, 25). Bu çalıĢmada sözü edilen mücadele çalıĢmaları genel olarak incelendiğinde, Cumhuriyet öncesi dönemde tüberkülin uygulamalarının sadece Ġstanbul ve çevresinde yürütüldüğü; benzer Ģekilde Cumhuriyet sonrası dönemde yürütülen projelerin ve mücadele çalıĢmalarının büyük bir kısmının da Ankara ve Ġstanbul ile bunların çevresindeki bölgelerde ve

genellikle devlet hayvancılık kurumlarında gerçekleĢtirildiği görülmektedir. Gerek Cumhuriyet öncesi dönem çalıĢmaları için, gerekse Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar sürdürülen tüm çalıĢmalar için geçerli olan bu tablonun, araç ve gereç yetersizliği, bütçe sınırlılıkları, baĢta veteriner hekim olmak üzere yetiĢmiĢ elaman eksikliği, popülasyonun dağıldığı alanın geniĢliği

edildiğinde, araç-gereç, personel ve bütçe olanakları kaynaklı sınırlılıkların eradikasyon çalıĢmalarında baĢarı Ģansını düĢürdüğü ve çalıĢmanın Akçay (10) ve Atala‟nın (25) bu konu üzerindeki görüĢlerini desteklediği ileri sürülebilir.

Türkiye‟de sığır tüberkülozuyla mücadele kapsamında yürütülen çalıĢmalar neticesinde hedeflenen baĢarı düzeyi henüz yakalanamamıĢtır. Üstelik, baĢarı oranını olumsuz etkileyen çok sayıda faktör mevcuttur. Ancak tüm bunlara rağmen, Avrupa Birliğine uyum sürecinde “Sığır Tüberkülozundan Ârî Çiftlik

Projesi” gibi sağlıklı bir hayvancılığı amaçlayan; aslî görevi eradikasyon ve

mücadele olan KKGM‟ye bağlı kamu kurum-kuruluĢları ve bu sürece araĢtırmalarıyla katkı yapmaya sağlayan üniversiteler ile Avrupa pazarına girme çabalarından türemiĢ ASÜD gibi sivil toplum kuruluĢları öncülüğünde hazırlanan proje sayısı, özellikle son on yıllarda önemli oranda artmıĢtır. Bu çalıĢma ve araĢtırmalar, Cumhuriyetin ilk yıllarında (1928) çıkarılan 1234 sayılı yasa ile kapsamlı bir çerçeveye oturtulan hayvan sağlık zabıtası mevzuatının, 2010 yılına gelindiğinde ilkeleri ve yaptırımları açısından, büyük ölçüde, Avrupa Birliği referansları ile Birliğin normlarını yansıtır hale getirilmesi suretiyle yasal açıdan desteklenmiĢtir. Bunlara ek olarak, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerle iĢbirliği çalıĢmaları ile mücadele güçlendirilmeye çalıĢılmıĢtır. Tüm bu geliĢmeler birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye‟de 2010‟lu yıllar itibarıyla, sığır tüberkülozu

mücadelesi açısından yoğun bir çaba içerisine girildiği sonucuna varılabilir. Sonuç olarak; gerek hayvanlarda ve gerekse insanlarda hastalığa neden olan, hayvanlardan insanlara bulaĢabilen ve halk sağlığı için tehlike arz eden sığır tüberkülozu mücadelesi konusunda, gerek Osmanlı Devletinin son döneminde gerekse Cumhuriyet tarihi boyunca tüm hükümetlerin, mücadelenin teorik

çerçevesini oluĢturma konusunda ilerici, yenilikçi ve dinamik davrandıkları; ancak aynı dinamikliği, mücadelenin uygulamaya aktarılması aĢamasında gösteremedikleri söylenebilir. Bu çalıĢma kapsamında incelenmeye çalıĢılan, yaklaĢık 160 yıllık Türk tarihi boyunca yürütülen mücadele çalıĢmaları sonucunda, dönem dönem iniĢli-çıkıĢlı bir baĢarı eğrisi olmakla beraber, genel olarak istenen baĢarı düzeyine ulaĢılamadığı sonucuna varılabilir. Bu tablonun ise özellikle mücadele çalıĢmalarının uygulanması aĢamalarında karĢılaĢılan araç- gereç yetersizliği, eleman eksikliği ve finansal destek konusundaki olumsuzluklarından kaynaklanmıĢ olabileceği ileri sürülebilir. Tüm bunlara rağmen son dönemlerde, Avrupa Birliği adaylığı süreci ve pazar arayıĢlarının da olası etkisiyle, eradikasyon veya kontrol amaçlı çalıĢmaların sayısındaki artıĢın umut verici olduğunu belirtmek gerekir.

Benzer Belgeler