• Sonuç bulunamadı

3. Tarih Yazımı İncelemeleri ve Kamusal Alan Tartışmaları’nda Bir İmkân Olarak

3.1. Ana Akım Tarih Yazımına Feminist Eleştiri

3.1.1. Tarih Yazımı ve Toplumsal Cinsiyet İlişkisi

Akademik bir alan olarak kadınların tarihinin ortaya çıkışı feminist hareketten kadınlara kadınlardan da toplumsal cinsiyete doğru bir değişimi ifade eder. Söz konusu değişim siyasetten arınmış bir tarih ve oradan da analizi imkânlı kılan bir evrimdir.134 Tarihyazımına getirilen feminist eleştiriler sadece bir takım öncü kadınları veya kahramanları tarihin öznesi olarak kurgulamak yerine tarihyazımı boyunca ikincil konumda algılanan tüm sosyal grupların deneyim ve tecrübelerini de tarihin konusu kapsamında değerlendirir. Kadınlık ve erkeklik tarihselliği olan, sosyal ve kültürel kodlarıyla birlikte ele alınarak, özneler, tek tip “insan” kategorisi altında değil, toplumsal cinsiyete sahip bireyler olarak kurgulanır. Böylelikle tarihsel değişimin boyutu çok katmanlı olarak görülebilir hale gelir.135 Toplumsal cinsiyetin tarihyazımı araştırmalarında bir analiz kategorisi olarak ele alınmasını kavramak için tarihyazımında kadın kurgusunun tarihselliğini incelemek gerekir.

Tarihçilik tamamına ermiş bir geçmiş anlatısı ya da hakikate ulaşma iddiası taşımaz ancak işçiliği, söz konusu iddiayı idealize ederek ortaya koyduğu çabada görünür olur. Tarihyazımına getirilen feminist eleştiri bu noktada tarih anlatısının zenginleştirilmesine hizmet eder ve geçmişin görmezden gelinmiş noktalarına dikkat

134

Joan W. Scott, Feminist Tarihin Peşinde, s. 106-107

135

çeker. Bu eleştiriler kadınların tarihsel özne olarak kurgulanmasında çeşitli problemleri de beraberinde getirir. Kadın tarihi çalışmalarında öncelikli problem erkeklerin hikâyeleri ve tecrübeleri etrafında şekillenen toplumsal kurumları merkeze alan tarih anlatısının kadınlara kendi geçmişlerini ne ölçüde kazandırdığıdır. Patriyarkal tarih yazımı kadınlara kendi tecrübelerinin aktarımını sağlamıyor ve kadınlara ait deneyimler bir değer olarak kurgulanmıyorsa, var olan kurum ve değer sistemleri içine kadın tecrübelerini de eklemek, kadınlara kendi geçmişlerini kazandırmaz. Dolayısıyla kadınların hayatlarını ilgilendiren, kadınların geçmişlerinin kurulmasına izin veren bilgiler toplamak, kadınları patriyarkal tarihyazımının içine eklemekten daha değerlidir.136Nitekim erkeklerin egemen olduğu bir sistem kurgusu içinde ana kahramanın erkeklerin olduğu tarihsel anlatıların akışına ‘orada kadınların da olduğu’ bilgisi, tarihin akışını ve gidişatını değiştirmez.137

Kadınlara, kendi tecrübe ve deneyimlerinin bir değer sistemi olarak aktarımını mümkün kılacak tarihyazımının imkânı nedir? Öncelikle bunun portreci tarihçilik olarak da nitelenebilecek, tarihsel anlatı içinde çeşitli özelliklerine binaen ve sadece o özellikleri çerçevesinde anlatılan tekil kadın tecrübeleri olmadığını belirtmek gerekir. Belli bir zaman diliminde yaşamış tekil kadın portreleri etrafında kurgulanan anlatı o dönemin kadınlarının hayatlarına genellenemez. Geçmişteki olay, olgu ve özneleri tarihsel anlatının yapı malzemeleri olarak kabul edersek, tarihçi, bu malzemeleri kendi kurgusu etrafında eleyip, kendi perspektifine göre anlatıyı kurgulayan ve bu esnada ortaya çıkan boşlukları kendi düşünce dünyası içinde tasarlayan kişidir. Portreci tarihçilik, kadını, geçmişin inşasında yapı malzemelerinden bir malzeme olarak dahi ele almaz. Kendi ideolojisi, kurgusu ve düşünce dünyası içinde bu malzeme içinden seçtiği örneği müzeleştirerek kadını tarihte var sayar. Bu tutumun benzeri tarih bilgisine yeni bir yorum kazandırmayan ancak kadınlar etrafında şekillenen iktidar ve siyaset biçimlerini incelemeyi hedef

136

Elaine Showalter, “Women’s Time, Women’s Space: Writing the History of Feminist Criticism”.

Tulsa Studies in Women’s Literature. Vol. 3, No. ½ (1984): 29-43. s.30

137

Tilly’nin makalesi bu durumu açıklayan o ünlü soru ile başlar: “Kadınların Fransız devrimine katıldığını biliyorum, ama bu devrime dair düşüncelerim içinde neyi değiştirmeli?” Bkz. Louise A.Tilly, “Gender, Women’s History and Social History”. Social Science History. v. 13, n. 4 (1989) : 439-462. s. 439

alan telafi edici tarihçilikte138 de görülür. Kadın tecrübeleri inşa edilecek olan yapıya yeni bir yorum kazandırması açısından önemlidir ancak söz konusu anlatılar hem kadınların hayatlarını eksik kurgular hem de ana akım tarih anlatısına yeni bir yorum kazandırmaz.

Kadınların patriyarkal tarih anlatısının içine yerleştirilmesine karşı çıkışlar tarihyazımında farklı bir alan olarak kadın tarihini imkânlı kılar. Kadın tarihi çalışmalarının amacı, geçmişte bilinen belli başlı tecrübelerine ulaşılan kadınların tarihini yazmak yerine bir cins grubu olarak kadınların tarihini yazmak ve tarih içinde bilinen bir takım kadınlardan, kadınların genel tarihine ulaşmak, böylelikle kadınların tarihteki rollerini ortaya çıkarmaktır.139 Kadın tarihinin porteci tarihçilik ya da telafi edici tarihçilikten farklılaşan iddiası kadınlara sadece kendi tarihlerini kazandırmakla kalmayıp ana akım tarihçilik için de bir eleştiri niteliği taşımasıyla alakalıdır. Söz konusu farklılık “kadınları tarihe eklemek” ile “kadın tarihini tarihe eklemek” arasında kendini gösterir. 140 Kadın tarihi, ana akım tarih akışı içine yerleştirilmesi halinde genel anlatı ile çok muhtemel olarak çatışacak bir alternatiflik teşkil eder. Nitekim bir cins grubu olarak kadınların tarihinden hareketle cinsiyet rollerinin karşılıklı tanımlanabilirliğinin tarihselliğine evrim, yani toplumsal cinsiyet kategorisinin tarihsel analizler için kullanılabilirliği, kadın tarihi çalışmalarının ürünüdür.

Cinsiyet rollerinin birbirine göre ve birbiri ile ilişki içinde tanımlanmasını mümkün kılan toplumsal cinsiyet kavramı hem yüzyıllar boyu görünmez kılındığı iddia edilen kadın tarihini hem de erkeklik rolleri ile kurduğu ilişki üzerinden tanımlandığında iktidar ilişkilerini ortaya koyabilecek analitik güce ulaşır. Bunun sebebi tıpkı ırk, sınıf, eğitim farklılıkların iktidar alanını belirlenmesi gibi cinsiyet rollerinin toplumsal olarak belirlenmesinin de aynı işlevi görüyor olmasıyla alakalıdır.

Toplumsal cinsiyet, cins veya cinsel farklılık gibi ifadelerin kullanımına temel alınan biyolojik belirlenimi eleştirir. Kadınlık ve/ya Erkeklik ya da farklılaşan cinsel yönelimlerin toplumsal argümanlara göre geleneksel referanslarla birlikte sürekli ve

138

Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 20

139

Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, s. 41

140

yeniden üretilmesi toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Üstelik bu tanımlamalar birbirlerine göre karşılıklı ve sosyal iş bölümünde tamamlayıcılık ifadesi içinde tanımlanırlar. Dolayısıyla birini diğerinden tecrit ederek anlaşmak olanaklı değildir. Biyolojik cinsiyetler var oluşumuzun kurucu öğelerindendir. Heteronormativite’nin141 egemen olduğu bir kültürde, bir çocuk dişi olarak doğduysa içine doğduğu toplumdan dişiliği, erkek olarak doğmuşsa erkekliği öğrenecektir.142 Biyolojik cinsiyetle toplumsal cinsiyetin arasındaki “zorunlu bağ” bazı feminist kuramcılar tarafından eleştirilir. Simone de Beauvoir’ın ünlü “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözünü bahsi geçen eleştiriyi özetler nitelikte. Toplumsal olarak karşılaştıklarımızla yaşadığımız deneyimler üzerinden kurduğumuz ilişki Kadın ve Erkek olmanın sayısız çeşitlerini sahiplenmemize ve üretmemize sebep olur. Dolayısıyla biyolojik cinsiyet iki ile sınırlandırılabilirken, toplumsal cinsiyet sınırlandırılamazdır.143 Toplumsal cinsiyetin referans verdiği geniş anlam aralığı ve cinsiyetlerin birbirinden bigâne tanımlanamazlığı dolayısıyla toplumsal cinsiyet kavramını kullanmak toplumsal analizleri daha efektif bir noktaya taşımayı mümkün kılmaktadır.

Tarih içinde kadınların ne yaptığı ya da kadınlar hakkında ne söylendiğini tasvir etmekle, kadınların öznelliklerinin nasıl ve hangi ilişkiler içinde inşa edildiğini araştırmak aynı şey değildir. Irk, sınıf ve toplumsal cinsiyet teker teker kadın kimliğinin birer parçasıdır ancak bunu belirtmekle bu özelliklerin kadınları çeşitli ilişki ve bağlamlar içinde tanımlarken nasıl kullanıldığını sorgulamak aynı değildir.144

Toplumsal cinsiyet, tıpkı sınıf ilişkileri gibi nedeni oldukları hem iktisadi ve toplumsal oluşumlarda hem de siyasi kurumlarda derinlemesine yer etmiştir.145 Tarihi yapan özne olarak kadınları tarihe yazmak, onların tecrübelerini de tarih anlatısının içine eklemekten ibaret değildir. Dahası, şimdiye kadar geleneksel olarak

141

Heteroseksüelliğin, toplumsal ve doğal norm olarak kabul edilmesi ve/ya bu kabulü içeren kültürel yapıya verilen ad.

142

Zeynep Direk, “Judith Butler: Toplumsal Cinsiyet ve Bedenin Maddeleşmesi” Cinsiyetli Olmak:

Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, Der. Zeynep Direk. İstanbul, YKY, 2014: 67-84. s. 70

143

A.g.e. s.71

144

Joan W.Scott, Feminist Tarihin Peşinde, s. 51

145

tarihsel önem atfedilmiş kavramların ister istemez yeniden tanımlanmasını gerektirir ve bu tanımlama kamusal ve siyasal etkinliklerin yanında kişisel ve öznel olanın da kapsanmasını mümkün kılar. Bu tür bir yaklaşım biçimi kadın tarihinden ziyade yeni bir tarih ima etmektedir.146

Nitekim bu yeni tarih anlayışı sayesinde ana akım tarihçiliğin periyodizasyonuna eleştiri getirmek mümkün olur. İlk olarak, kadın tarihi ile birlikte erkeklerin tarihinin dönüm noktalarının kadınlar için de aynı şey olmadığını ve bunun ters çevrilmiş halinin yani kadınlar için dönüm noktası sayılabilecek periyotların da erkekler için dönüm noktası sayılmadığını anlamamıza yol açar.147 Ardından, cinsiyet sosyal bir kategori olarak tanımlanır. Sosyal analizlerde kullanılabilecek yeni bir grup olarak kadınların kendilerine özgü bir sosyal grup oluşturduğu fikrinin kabul edilmesi ve buna ek olarak bu sosyal grubun tarih boyunca görünmezliğinin kadının fıtratına atfedilemeyeceğini kabul ettirir. Son olarak, sosyal değişim teorilerinde kadın ve erkek rollerinin toplumdan topluma değiştiği ve sınırları soyut bir biçimde çiziliyor olmasından dolayı üretimdeki cinsiyet temelli rollerin de değişkenliği vurgulanmış olur.148

Toplumsal cinsiyet kavramı tarih anlatısını genişleten ve yeni bir tarihi imkânlı hale getiren kavramsal genişliğe sahiptir. Tarih-i Cevdet ve Tezakir’i kadın görünürlükleri perspektifinden değerlendirmek sıralamada kadın tarihi çalışmalarından sonra, toplumsal cinsiyet temelli analizlerden önce bir noktada konumlandırılabilir. Kadın görünürlüklerine hangi bağlam ve hikâyeler çerçevesinde rastlanıldığının tespiti, kadın rollerine göre karşılıklı olarak tanımlanacak olan erkeklik rollerinin de tanımlanabilmesini imkânlı hale getirir. Sadece kadın görünürlüklerini araçsallaştırarak tarihyazımı ve kamusal alanı kavrama adına bir basamak teşkil etmesi umulan bu çalışmanın dolaylı sonucu söz konusu imkâna hizmet etmesi ihtimalidir.

146

Joan W.Scott, Feminist Tarihin Peşinde, s. 63

147

Örneğin Rönesans dönemi hiç değilse Rönesans döneminde, kadınlar için de Rönesansı ifade etmemişti Bkz. Joan Kelly-Gadol, “The Social Relation of the Sexes: Methodological Implications of Women’s History” Signs. v. 1, n. 4 (1976): 809-823. s. 811

148