• Sonuç bulunamadı

Davids, Türk tarihiyle ilgili tezleri sunmaya devam eder ve Türklerin kökeniyle ilgili iddialara da yorum getirir. Türklerin, Asyalı ırkın ulaşabildiği en gelişmiş medeniyet seviyesine ulaştığını belirten Davids, Türklere bakış açısını şu şekilde özetler:

“Orta Asya’dan çıkan tüm kavimlerin belki de en ilginci Türklerdir. İnsan ırkıyla ilgili çalışma yapmak için bizlere malzeme sunmaktadırlar. İlkel bir toplum durumundan gelişerek, farklı değişimlerden geçerek insanlığın aşamalı ilerlemesinde iz bırakarak, Asyalı ırkın ulaşabildiği en gelişmiş medeniyet seviyesine ulaşmışlardır.”

Yorumlarını ekseriyetle Osmanlı Türkleri ve diğer Türkler şeklinde yapan Davids’in Türkleri uygar Türkler ve ilkel Türkler şeklinde bir tasnif yaptığı görülmektedir:

Başarılı Osmanlılar hızlı adımlar atarak, en bilgili ve iyi eğitimli Avrupalı Devletleriyle rekabet ederken, aralarındaki ilişkinin tek kanıtının ortak dilleri olduğu kuzeydeki göçebe kardeşleri ise cehalet ve barbarlık içinde bulunuyorlardı.

23

Yorumlarına Türklerin dünya tarihindeki etkilerinden bahsederek devam eden Davids, Osmanlı Devletinin, Bizans İmparatorluğunun kalıntıları üzerine kurulduğunu ifade etmeyi ihmal etmemiştir. Dünya tarihini etkileyen Türklerin sanat konusunda zayıf kaldığını iddia etmektedir:

Bu iki uçta bulunan medeniyet ve toplum, zinciri farklı soydan gelen Türkler tarafından oluşturulmuştur. Antik çağda yaşamış İskitler, Tatarlar ve daha sonraki çağlarda yaşamış olan Türkler dünyanın yarısının kaderini etkilemişlerdir. İmparatorlukları yıkıp, krallıklar kurarak dünyanın en büyük bölgelerinde hâkimiyet kurdular. Fetihlerle beraber Çin İmparatorluğu’nu vergiye bağladılar. İtalya, Almanya, Fransa ve tüm Kuzey Avrupa ülkeleri onların gücünü hissettiler. İran, Hindistan, Suriye, Mısır ve Arabistan’ın hâkimiyeti onlara aitti. Halifeliğin saltanatı devralınarak Bizans İmparatorluğu’nun kalıntıları üzerinde güçlü bir krallık oluşturmuş ve halen bütün Hristiyanlığın yıkamadığı, modern Avrupa’nın gözünde fevkalade bir politik güç haline gelmişlerdir. Fakat sahip oldukları sanatlar, insanın varoluşunu yüceltici seviyeye ulaşmadığından bizim çok az ilgimizi çekmiştir. Çöldeki vahşi hayvanlar da insanlığın yok oluşuna aynı miktarda sebep olmuştur. Onların barış teması, edebiyatın geliştirilmesi ve desteklenmesi, bilim ve bilginin geliştirilmesi konularındaki çalışmalarına baktığımızda ancak az sayıda kayda değer konu bulabiliriz”

Benzer ifadeleri çağdaşı Leon Cahun da, Asya Tarihine Giriş adlı eserinde ifade etmektedir. Arthur Lumley’in “Fakat sahip oldukları sanatlar, insanın

varoluşunu yüceltici seviyeye ulaşmadığından bizim çok az ilgimizi çekmiştir” sözleri

ile Leon Cahun’un “Kurdukları özgün toplumlar ne dehalarının türünü gösterecek

kadar özümsenmiş bir felsefi doktrin, ne de bir sanat eseri ne de bir edebi eser üretmedi” ifadelerindeki benzerlikler dikkat çekicidir (Cahun:2006:5).

Türk tarihi ve kökeni hakkında değişik kaynaklarda geçen ifadelerin asılsız olduğunu belirten Davids, buna rağmen bu hayali hikâyelerin hak ettiklerinden fazla ilgi gördüklerini belirtir:

24

“Tüm eski ulusları çevreleyen kara bulutlar, Türk ırkının kökenini arka planda gizleyerek, eski milli gerçeklerin ortadan kaldırılmasına ve böylece efsanelerin yaratılması için uygun ortamın oluşturulmasına olanak sağlamaktadır. Bu imkân hem Türkler için hem de Çin, Pers, Arap ve hatta Avrupalılar tarafından değerlendirilmiş ve hayali soylar, akıl almaz gelenekler ve asılsız teorilerle sonrasında gelen nesillere adapte edilerek aktarılmıştır. Fakat bunlar antik çağda yaşamış insanların gerek varlığına dair, gerek hikâyelerindeki anlatımlara dayanarak tarih kitaplarında az yer hak ettikleri halde halen değerli olarak nitelendirilmektedir”

Yukarıdaki sözlerin ardından Davids, bizzat şahıslar ve eserleri hakkında tenkitlerde bulunur. Reşidüddin’i Moğol ve Türk geleneklerini karıştırmakla suçlarken, Ebu’l Gazi gibi pek çok Müslüman yazarı Reşidüddin’in eserini kaynak olarak almalarını eleştirir:

“Türklerin eski çağlarına ilişkin bilgi alabileceğimiz Müslüman yazarlardan birisi de Reşidüddin’dir. Bu yazar Cengiz

Han’ın soyundan gelen ve 13. Yüzyılın sonuna kadar İran’da

hükmeden Gazan Han’ın sekreteridir. Prensi tarafından Asya milletlerinin tarihini derlemekle görevlendirilmiştir ve Türklerin eski tarihiyle ilgili rivayetleri eyalet arşivlerindeki eski vakayinamelerden ve bir diğer kısmı da yaşlı insanlarından atalarından gelen bilgilerden gelmektedir. Ne yazık ki bu çalışmada yazar, Moğollarla Türklerin geleneklerini birbirine karıştırmış ve allak bullak etmiştir ve Müslüman dini silsileleri öyle bir karışmıştır ki şu anda bunları ayırt etmek neredeyse mümkün değildir. Ebu’l Gazi ve diğer bazı Müslüman yazarlar da çalışmalarını bu kaynaktan hazırlamış ve sonuç olarak aynı hatalara düşmüşlerdir.

Müslüman kaynaklarını sağlıklı bulmayan Davids, Perslerin ve Arapların Türklerle ilgili düşünceleri hakkında fikir vermeleri bakımından önemli bulur:

Müslümanların rivayetlerinden bu çalışmanın karışmasından dolayı saf bilgiler bekleyemiyoruz, fakat yine de Perslerin ve

25

Arapların Türkler hakkındaki en eski düşüncelerini verecektir. Genesis Kitabının (Kutsal kitapta dünyanın yaradılışını anlatan ilk bölüm) bir imitasyonunda, Müslümanlar (Muhammed’in inananları), milletlerin kökenini bazı prenslere dayandırmışlar ve doğunun yakın tarihle ilgili genel fikirlerini istişare ettikleri hususunda pek şüphe yoktur ve bu silsile hakkındaki hikâyeler uydurmadır(İİİ)”.

Görüldüğü üzere Davids, Türk tarihi ve şeceresi hakkında net bir bilgi vermenin mümkün olmadığını belirtir. Akabinde bu konudaki rivayetleri sunup, akıl yürütmelerde bulunur, kimi zaman da tenkit eder:

“Birçok Müslüman yazara göre Türk soyu, Yafes’in adı Türk

olan oğlundan gelmektedir. Ona atasından olan diğer çocuklar arasında büyük evlat hakkını vererek ve bir çeşit üstünlük göstergesi olarak Yafes oğlan ya da Yafes’in oğlu ismini vermişler ve babasına da meşhur oğlundan dolayı Ebu’l Türk yani Türklerin babası unvanını vermişlerdir.

Bazı az sayıdaki aynı otorite ya da önemde olmayan yazarlara göre ise bu üstünlük Çinlilerin atası olan abisi Tehin’e verilmiştir. Fakat delillerin birçoğu Türkler lehine itibar etmemiz gerektiğini gösteriyor. Soyun doğruluğu konusunu kabul ederek bu gerçeğin belirgin olduğunu belirtebilen Müslüman yazarların tümü, Türklerin tarih öncesi çağlardan beri varlığını ileri sürmüşler, fakat Çinliler ya da Türklerden hangisinin daha eski oldukları konusunda ise şüphe duymaktadırlar. Türklerin bir millet olması ve imparatorluk kurması eski çağlardan gelmektedir. Yafes’in ölümünden sonra Türk’ün bilgi düzeyi onu erkek kardeşlerinden üstün kılarak tüm dünyada yaşayan soydaşlarını da içerecek şekilde hükümdarlığını ilan etmiştir.”