• Sonuç bulunamadı

Türkiye’deki Aile Şirketler

1.7. Türkiye’de ve Dünyada Aile Şirketler

1.7.1. Türkiye’deki Aile Şirketler

Türkiye’de aile işletmelerinin bugününü anlayabilmek Türkiye’de özel sektöre geçiş aşamalarının anlaşılması ile mümkün olabilmektedir. Bundan dolayı Türkiye’deki aile şirketlerini Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet sonrası olarak iki başlık altında incelemek gerekmektedir.

1.7.1.1. Cumhuriyet Öncesi

Cumhuriyet öncesi dönemde özel sektörün gelişmesi amacıyla uygun ortamın oluşması gerekli idi. Devletlerin uygulamış oldukları iktisadi politikalar,

toplumun yapısı ve kültür, sektörün gelişmesi açısından önem arz eden faktörlerdir. Osmanlı’da üretim toprağa endeksliydi ve toprakta özel mülkiyetin varlığı söz konusu değildi. Toprak topluma aittir ve toplum adına toprağın sahibi; yönetimi elinde tutan padişahındır. Toprak sahiplere dağıtılıyor ve onlarda dirliklerindeki köylülerden vergi alarak savaşın olduğu dönemlerde orduya asker temin ediyordu. Bu şekilde devlet iktisadi yaşamda kontrol ve denetimi de elinde tutmakta idi. Osmanlı’da toprağın ve üretimin merkezden kontrol edilmesi amacıyla güçlü bir merkezi ordu ve bürokrasi oluşurken, tabanda ise sosyal düzen “çiftçilik” sistemine endeksli olan bir aile düzeninin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Osmanlı’da merkezi yönetim; üretimden ziyade, gelirin paylaşımı ve dağıtımı ile alakalı bir örgütlenmedir (Erkan, 2011: 22-23; Çaylak vd., 2009: 32-33).

Osmanlı ekonomisinde üreticinin tekel karşısında korumaya alındığı dönemde ana üretim ve ticaret anlayışı kaliteye dönük ve paylaşımcı bir nitelik gösteren Ahi teşkilatlarıdır (Öztürk, 2011: 6). Osmanlı’nın son dönemlerinde girişimci ve sermayedar kesimin oluşumuna olanak tanımayan devlet mekanizması Osmanlı’nın Batı ülkelerindeki gibi ekonomik dönüşümünü sağlayamamasına ve bundan dolayı da Osmanlı’nın endüstrileşememesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca devlet mekanizmasında kayırmacılık baş göstermiştir. Kanuni Süleymanın veziri Sokullu Mehmed, oğlunun Bağdat valisi olması için aracı olmuştur. Köprülü Mehmed Paşa’nın vasiyetiyle, oğlu sadrazamlığa getirilmiştir (Biber, 2016: 23).Osmanlı 16. yüzyılın sonlarıyla birlikte ekonomik ve mali buhranlarla karşı karşıya kalmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda bu buhranlar daha da derinleşmiştir. Osmanlı 18. yüzyıla merkezi yönetimin vergi gelirleri üzerindeki kontrolünün gittikçe azalmasına neden olan tahsil yöntemleri, çözülen tımar sistemi ve adem-i merkeziyetçi yapıyla girmiştir (Yılmaz, 2002: 188).

Osmanlı’nın sahip olduğu hammadde kaynakları, ulaşım olanakları ve çökmüş ekonomisi, sanayi devriminden sonra çok kısa bir sürede büyük ekonomik ve siyasal güce ulaşan İngiltere, Osmanlı’ya vermiş olduğu bazı desteklerle büyük imtiyazlar sağladığı en uygun bir pazar olarak görmeye başlamıştır. Bu dönem

içerisinde Osmanlı ve İngiltere arasında Ticaret anlaşması yapılmış ve bu anlaşma Osmanlı’yı bir bakıma gümrük bağımlığına itmiş ve Osmanlı böylece, Avrupa’nın açık pazarı olmuştur (Yıldırım, 2001: 317-318).

Osmanlı o dönem içerisinde tam anlamıyla dışa bağımlı bir duruma gelmiş ve bunu daha önceden İngiltere ile yapılan Ticaret Anlaşmasını daha da kapsamlı bir hale getiren Kapitülasyonlar izlemiştir. Kapitülasyonlardan sonra yabancı elçiler kendi toplulukları arasında ticari faaliyetler üzerinde idari ve hukuksal kontrol hakkını da elde etmişlerdir. Osmanlının son zamanlarında ülkenin endüstrileşmesine yarar sağlamak amacıyla fabrikalar kurulmuş, kurumların gelişmesi amacıyla da bazı teşvikler uygulamaya konmuştur. Sözü edilen bu teşviklerden biri olan 1913 Teşvik-i Sanayi Kanunu, bazı vergi muafiyetleri ile yerel üretimde kullanılacak giderlerin ithalindeki gümrük aflarını içermekte idi. Ayrıca sanayi fabrikalarının kurulması amacıyla da devlet arazisinin bedelsiz bir şekilde kullanılmasına da imkân verilmekte idi (Buğra, 2008: 69).

1.7.1.2. Cumhuriyet Sonrası

Cumhuriyet’in ilanı olan 1923 sonrasında, devletin teşvikleriyle milli burjuvazi yetiştirilmesine ve yerli sermayedarların büyüme ve kalkınmanın itici gücünü oluşturmasına olanak tanıyan “milli iktisat” okulunun ekonomi politikaları uygulamaya konulmuştur (Aydın, 2011: 21). Büyük Buhran (1929) dönemine dek genç Türkiye Cumhuriyeti özel girişimciliğe endeksli bir ekonominin alt yapısının hazırlanmaya çalışıldığı bu süreçte, serbest girişimin hâkimiyetinde olan bir ekonomi sisteminin kurulması amacıyla gerekli olan tedbir ve teşvik kararlarının alındığı ve ülkenin iktisadi yaşamı açısından dönüm noktası olan Türkiye İktisat Kongresi 1923 yılında İzmir’de toplanmıştır (Buğra, 2008: 143).

1930 yılında Türk parasını koruma kanunu, sonrasında Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) kurulması ile devletin kamu sektörünü geliştirme çabaları, dış ticaret faaliyetlerini kontrol altına alma uğraşlarının

yoğun olduğu bir dönemdir. Bu yıllar (1927-1932) bir bakıma belirsizliğin olduğu yıllardır. Bu süreçte özel teşebbüs istenilen düzeyde olmasa da küçük bir gelişme göstermiştir. Örnek olarak Sanayi Teşvik Kanunundan faydalanan şirketlerin sayısı 342’den 1473’e çıkmıştır. (Aydın, 2011: 22).

Çok partili sisteme geçiş olan 1946-1960 arası, ithal ikameci anlayış yerine ihracatın teşvik edildiği, tarım ve kamudan ziyade özel kesimi tercih eden, liberalizasyon ile birlikte, özel girişimin önünü açacak yeni yasaların düzenlendiği bir dönem olmuştur. 1960-1980 arası ise planlı ekonomi denemelerinin yapıldığı bir dönem olmuştur. 1980 Askeri Harekâtı sonrasında kurulan ve sonrasında 1983 seçimleri ile birlikte tek başına Turgut Özal liderliğinde iktidara gelen ANAP (Anavatan Partisi) liberal ekonomiyi benimsemiştir. Erkan (2011)’a göre; 1980 sonrası ülke ekonomisini, ekonomi tedbirlerinin alındığı, ANAP’ın dışa açılma ve ihracatın sürüklediği bir endüstrileşme modelinin uygulandığı, dış ticaret hacminin arttığı yıllar olarak nitelendirilmiştir. 1980-1990 yılları, krizlerin, ekonomik ve siyasi çalkantıların yaşandığı, enflasyonun ve bütçe açığının hızlı bir şekilde arttığı, buna karşın dışa açık sektörlerde de hızlı büyümenin yaşandığı ve yoğun IMF baskılarının uygulandığı yıllar olarak değerlendirilmektedir. 1990-2001 yılları ise, ekonomide arayış yıllarının hüküm sürdüğü bir dönem olmuştur. Erkan (2011); 2001-2007 yılları arasındaki dönemi ise, post modern muhafazakâr anlayışın yaşandığı bir dönem şeklinde tanımlamaktadır (Erkan, 2011: 58; Aydın, 2011: 23). Ülkemizde cumhuriyet sonrası aile şirketlerinin gelişimini ele aldıktan sonra, aile şirketlerinin dünya ekonomisine olan katkıları izleyen başlıkta ele alınacaktır.