• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Gelişimi

BÖLÜM 2: TÜRKİYE’DE KISA VADELİ SERMAYE HARAKETLERİ VE

2.1. Türkiye’de Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Gelişimi

Türkiye 1950’li yıllardan başlamak üzere, ikinci dünya savaşında etkisiyle dünya ülkelerinde olduğu gibi dış ticarete müdahale eden bir politika izlemiştir. 1960’lı yıllara gelindiğinde ise ithal ikameci bir politika benimsemiştir. 1970’li yıllarda dünyada başlayan petrol krizi ve ülkelerin dalgalı kur sistemine geçmesi nedeniyle, uygulanan ithal ikameci politika bu dönemde yetersiz kalmıştır. Özellikle yüksek oranlarda gerçekleşen dış ticaret açığı, hızlı fiyat artışları ülkeyi bir bunalıma sürüklemiştir (Kepenek ve Yentürk, 2005: 195). 1980’e kadar sanayileşmeye yönelik önlemler alınmış; fakat bu önlemlerin yetersiz kalması üzerine 24 Ocak 1980’den başlamak üzere yeni bir ekonomi politikası uygulanmaya konulmuştur. Çünkü bu tarihe kadar Türkiye’de dışa kapalı bir finans piyasası söz konusuydu. 24 Ocak kararlarıyla beraber serbestleşme ve dışa yönelik büyüme modeli uygulanmaya başlanmıştır.

1981 yılında Sermaye Piyasası Kurulu kurulmuş; bununla birlikte faiz oranları üzerindeki sınırlama büyük ölçüde kaldırılmıştır. Kredi kullanımı gereği yüksek faiz oranı politikası izlenmiştir (Balseven ve Erdoğdu, 2005: 302). Bu ise, ülkeye spekülatif amaçlı kısa vadeli sermayenin girmeye başlaması demektir. Bunda IMF ve Dünya Bankası’nın küresel sermaye hareketlerinin büyümeyi sağlayacağına yönelik politika önerilerinin de etkisi olmuştur (Göksu, 2005: 52). 1984’de döviz alım-satımı serbestleştirilmiş.1980’lerin sonunda kötüleşen makroekonomik göstergeler nedeniyle, sermaye girişleriyle ekonomik büyümenin sağlanacağı düşüncesinden hareketle 1989’ da kambiyo kontrolleri tamamen kaldırılarak, dış finansal serbestleşme kararı alınmıştır (Kepenek ve Yentürk, 2005: 213). 11 Ağustos 1989 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan “Türk Parasını Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ına ya göre getirilen temel düzenlemeler;

• Türkiye’de yerleşik kişiler; bankalar, yetkili müesseseler ve özel finans kurumlarından, hiçbir sınırlama olmaksızın döviz alabilirler ve döviz bulundurmak için herhangi bir sınırlamaya tabi değildirler.

44

• Türkiye’de yerleşik kişiler, dışarıda yerleşik kişiler için veya bunlar adına, yurt içinde veya dışında yapmış oldukları tüm hizmetler karşılığı dövizleri serbestçe tasarruf edebilirler.(md-11)

• Dışarıda yerleşik kişilerin borsada kota edilmiş Türk Menkul Kıymetlerini, Türkiye’de Sermaye Piyasası Kanununa göre faaliyet gösteren bankalar dahil aracı kurumlar vasıtasıyla satın almaları, satmaları ve bu kıymetlere ait gelirler ile bunların satış bedellerini bankalar ve özel finans kurumları aracılığı ile transfer etmeleri serbesttir.(md-15)

• Türkiye’de yerleşik kişilerin bankalar, yetkili müesseseler ve özel finans kurumları vasıtalarıyla yabancı borsalarda kota edilmiş menkul kıymetleri; Merkez Bankası tarafından alım-satımı yapılan yabancı para birimleri cinsinden hazine bonosu ve devlet tahvili alınıp satılması ve bu kıymetlerin satış bedellerini yurtdışına transfer etmeleri serbesttir.(md-15)

• Türkiye’de yerleşik kişilerin yurtdışından menkul kıymet getirmeleri ve yanlarında yurtdışına çıkmaları serbesttir.

• Gayrimenkul satışları üzerindeki yasak kaldırılmış, gayrimenkul satışlarından elde edilen gelirin transferi serbesttir.(md-16)

• Yurtdışından döviz kredisi almak serbesttir.(md-17)

• Türkiye’de yerleşik olmayan kişilerin Türk Lirası hesabı açtırmaları ve bu hesaba ilişkin anapara ve faizleri Türk Lirası ya da döviz olarak transfer etmeleri serbesttir.(md-19)

Kısaca 32 no’lu KHK’nin döviz işlemleri ve sermayeyi tamamen serbest bıraktığını söyleyebiliriz. Böylelikle, Türkiye finans piyasası spekülatif amaçlı kısa vadeli sermaye hareketlerine tamamen açılmıştır. Yurtiçi mal ve finans piyasalarında gerekli tedbirler alınmadan atılan bu adımın maliyeti ise yüksek olmuş, ülkeyi finansal krizlere sürüklemiştir. 1989 yılında gelişmiş ülkelerde yaşanan durgunluk neticesinde oluşan atıl fonlar spekülatif amaçlı sermaye hareketlerini hızlandırmıştır. Türkiye’de sermaye hareketlerinin serbest bırakılması, normal faiz oranları yabancı yatırımcılar için Türkiye piyasalarına yönlendirmiş; Türkiye açısından ise, TL’nin reel olarak değer kazanması ve gelen likit para sonucunda yurtdışından borçlanma cazip hale gelmiştir (Çoşkun, 2006: 76). Gelen yabancı sermayenin ise daha çok kısa vadeli olmasından ötürü, ülkeden ani bir şekilde çıkma riski taşıması piyasaların kırılganlığını arttırmıştır.

45

Ayrıca artan faiz oranlarının ülke içinde de özel kesim yatırımları azalttığını ve ülke ekonomisinin zamanla daha çok dış kaynaklı sermayeye bağımlı olmasına neden olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim 1991 yılı Ocak ayında savaşa dönüşen Körfez Krizi sonucunda yabancı sermaye ülkeyi hızla terk etmiş, sermaye çıkışlarıyla ülke ekonomisi zarar görmeye başlamıştır.

Tüm bu gelişmeler sonucunda ülkede yeni bir kriz meydana gelmiş ve krizi aşmak için 5 Nisan 1994’de yapısal kararlar alınmıştır. 1994 yılı başında kamunun iç borçlanma mekanizması çömüş, dış açık nedeniyle devalüasyon beklentisi başlamıştır. 5 Nisan kararlarından sonra ise sıkı para politikası uygulayarak, eriyen döviz rezervleri artırılmaya çalışılmıştır.1995 yılında itibaren ise tekrar dış sermayeye dayalı likit para yaratma politikasına geri dönülmüştür (Kepenek ve Yentürk, 2005: 234). 1996 yılına gelindiğinde ise sermaye hareketleri oldukça artmış; kısa vadeli sermaye hareketleri 5,5 milyar Dolarla oldukça yüksek miktardadır (Berksoy ve Saltoğlu, 1998: 50).

1998 yılına gelindiğinde ise Asya ve Rusya’da yaşanan kriz ülkemizi de etkilemiş, 840 milyar dolar net sermaye çıkışı olmuştur. Uygulanan istikrar programlarıyla birlikte 1999 yılı ve Kasım 2000’e kadar ülkeye tekrar büyük miktarda sermaye girişleri olmuş; Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan krizler neticesinde önemli miktarda sermaye çıkışları yaşanmıştır. Bu dönemde 13,9 milyar Dolar civarında sermaye çıkışı olmuştur.2002 yılında sermaye çıkışları devam etmiş; 2003 yılına gelindiğinde ise sermaye girişleri başlamıştır. 2004 yılında da devam eden sermaye hareketlerinin %30’unu kısa vadeli sermaye hareketleri oluşturmuştur (www.tcmb.gov.tr/yayınlar/ödemeler dengesi istatistikleri, 20.04.2011). 2005 ve 2006 yılında olumlu ekonomik gelişmeler sonucunda ülkeye doğrudan sermaye girişi olmuştur. 2007 yılına gelindiğinde ise yaşanan siyasi olaylar ülke ekonomisine olumsuz olarak yansımış, sermaye giriş hacminde düşüş yaşanmıştır.

Tüm bunlar neticesinde görülüyor ki, ülke ekonomisinin dışa açılmasında sonra yaşanan krizlerde kısa vadeli sermaye hareketlerinin rolü büyüktür ve dolayısıyla bu hareketlerin denetlenmesi gerekmektedir. Bu konuyla ilgili ciddi bir adım atılmamakla birlikte, son yılda dünyada yaşanan küresel krizin de etkisiyle, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kısa vadeli sermaye hareketlerine caydırıcı uygulamaların getirilmesi tartışma konusu olmuştur.

46