• Sonuç bulunamadı

1980 sonrası gerek feminizm gerekse modernleşme hareketleri sonucu kadınların kamusal alanlarda görünür olmaları desteklenmiş ve kadınlar, erkeklerle eşit imkânlardan faydalanmaya, eğitim görmeye, çalışma hayatına atılmaya başlamışlardır. İslamcı hareket içerisindeki kadınlarında özellikle eğitim, çalışma hayatı ve siyasete katılma gibi taleplerle gündeme gelmesi, Türk toplumunda kadın konusunda yeni bir tartışma alanı yaratmış ve kamusal alanda başörtü meselesi Türkiye gündeminin en hareketli konularından birisini oluşturmuştur.

Başörtüsü meselesi hem Müslüman ülkelerde hem de Batı Avrupa ülkelerinde siyasi bir mesele olmuştur: Kamu alanlarının laikleştirilmesi, bireyin farklı kültür ve inançlara sahip olma hakkı, dinin eğitimdeki yeri vb. gibi toplumun temel değerlerindeki gerilime ışık tutmaktadır. İslamcı öğrencilerin örtünmelerinin tartışmalı bir mesele gibi görünmesinin nedeni: Örtünmenin üniversite kampüsleri, siyasi partiler, sınai çalışma yerleri, şehir merkezleri gibi modern toplumsal ortamlarda gerçekleştirilmesidir (Göle, 2010: 15). Merkezi ve modern standart çalışma ortamlarında, geleneksel rollerin en açık göstergesi olan başörtülü kadınların bulunması, modernleşmek isteyen bir toplumla çatışma içerisine düşmekte, bu şekilde laik bir toplum düzeninin oluşturulamayacağı düşünülmektedir. Bu sebeple 1980 sonrası dönemde modern toplum düzeni içerisinden başörtülü kadınlar uzaklaştırılmak istenmiştir.

Başörtüsü konusunda ilk yasaklama 1980 askeri darbesinin lideri Orgeneral Kenan Evren tarafından getirilmiştir. YÖK (Yükseköğretim Kurulu) ise bu doğrultuda yasağı üniversitelerde uygulama başlamış ve başörtüsü yasağı bazı üniversitelerde

70

kısmen uygulanırken, bazılarında tamamen uygulanmıştır. Ancak askeri rejim yerini sivil olana bırakmasıyla, dönemin başbakanı Turgut Özal’ın gerçekleştirdiği demokratikleşmeye, askeri rejimin tasfiyesine ve sivilleşme çabalarına paralel olarak 1980’lerin ikinci yarısı 1990’ların başlarında yasakların uygulandığı üniversite veya fakülte sayısı, uygulanmayanlardan az olmuştur (Özipek, 1999: 16-17). Dolayısıyla Özal dönemiyle birlikte başörtülü kadınlar açısından, toplumda bir rahatlama hâkim olmuştur.

28 Şubat 1997’de gerçekleşen askeri darbe ile birlikte yasaklar yeniden ve bu kez daha kararlı bir şekilde uygulanmış, üniversitelerde başörtülü öğrencilerin serbestçe eğitim görmesi engellenmiştir. Bu askeri darbenin gerçekleştirilmesinin ardındaki asıl sebep aslında 1996 tarihinde Refah Partisi’yle – Doğru Yol Partisi’nin oluşturduğu koalisyonda Refah Partili Necmettin Erbakan’ın başbakan olmasıdır. Çünkü o dönemlerde İslamcıların faaliyetleri üst seviyelere ulaşmış, İrtica ve şeriat gelecek düşüncesiyle de 28 Şubat 1997’de askeri darbe gerçekleştirilmiştir. Bu askeri darbeyle birlikte birçok başörtülü kadınların kamusal alanlardan uzaklaştırılmasının yanı sıra eşleri başörtülü olan birçok erkek de irtica fikirleri ve faaliyetleri sebebiyle işten çıkarılmışlardır (İşıker, 2011: 81). Böylelikle toplumda düzen bozulmuş, başörtüsü meselesi sadece üniversite sıralarında kalmamış, kadın erkek herkesi ilgilendiren bir mesele haline gelmiştir. Ancak bunun yine de en büyük faturasını başörtülü kadınlar ödemiştir.

Sonuç olarak başörtüsü sorunu, başörtülü kadınların temel hak ve özgürlüklerini kullanmasının engellenmesine ve onların ayrımcılığa maruz bırakılmasından kaynaklanan bir insan hakları sorununu teşkil etmektedir. Sorunun kaynağında ise devletin tutum ve davranışları yer almaktadır. Başörtülü kadınların devlet okullarında, özel okullarda, üniversitelerde eğitim ve öğrenim görmeleri engellenmekte, kamu görevlisi olarak çalışmaları ve avukatlık gibi bazı meslekleri icra etmelerine izin verilmemekte, diğer vatandaşlara tanınan bazı kamusal tesis, hizmet ve

imkânlardan yararlanma hakları başörtülü kadınlara verilmemektedir (Özipek, 1999: 15). Bu durum ise toplumda kadınların uzun yıllar yıpratıcı süreçler

yaşamasına sebep olmuştur. Üniversite kapılarından geri çevrilen birçok genç kızın eğitim ile aralarına ya mesafe koymuşlar ya da başlarından başörtülerinin zorla

71

çıkarılmasına göz yummak durumunda kalmışlardır. Başörtülü öğretmenler ise bu mesleklerini sürdürebilmek için yeri geldiğinde yalan sözlere ve ikiyüzlü davranışlara itilmişlerdir. Başörtülü öğretmenler “kronik sinüzitten dolayı başörtülü çalışması sıhhi yönden gereklidir” şeklinde raporlar almaya mecbur bırakılmışlar ya da peruk takarak sahte bir kimliğe bürünmüşlerdir (Aktaş, 234: 2001). Tüm bu problemler günümüzde çözülmüş olsa da Türk toplumunun tarihinden maalesef ki silinmeyecek izler olarak kalacaktır. Hâlbuki hayat tarzı, yaşam standartı, dini inancı ne olursa olsun karşılıklı saygı ve sevgi çerçevesinde yaşam hakkı her birey için eşit olması gerekmektedir. 4.3.1. Dergi Ekseninde Başörtüsü Tartışmaları

Kadın Kimliği Dergisinde Başörtüsü sorunu, laiklik ilkesi ve cumhuriyet modernleşmesi ekseninde sorunsallaştırılmış, hem laik bir kadın hem de İslami bir kadın olabilme konusu dergi içerisinde tartışılarak bu ikilem kadınlar da kimlik bunalımına yol açtığı dile getirilmiştir. Bunun yanı sıra derginin genelinde hissedilen Cumhuriyet karşıtı söylem, başörtüsü meselesinde de aynen uygulanmış, başörtüsü sorunun faturası yine Cumhuriyet dönemi modernleşmesine kesilmiştir. Bu konuda Şule Yüksel Şenler derginin 6. sayısında “Öcüleri Seveceğim” adlı yazısıyla 1978-1979 yılları arasında başından geçen olaylara değinmiş ve çarşaf giymesinden kaynaklı yaşadığı çeşitli sıkıntıları dile getirmiştir. Yolda, sokakta, caddede yürürken arkasından “öcü” diye bağıran insanları şiddetle kınamış, adeta kaleme aldığı yazılarıyla o dönem yaşadıkları hakkında kendi içerisinde hesaplaşmış ve bu konuda daha bilinçli bir toplum olabilmek için dergi okuyucularına tavsiyelerde bulunmuştur. 28 Şubat 1997 askeri darbesinin ardından üniversiteli gençlerin başörtüsü yasakları hakkında derginin 25. sayısında şu sözler dile getirilmiştir.

“Din hürriyeti her insanın hakkıdır, kimse kimseye sen şu dine gir şöyle yaşa böyle yap, şöyle yapma deme hakkını kendinde bulamaz hele hele insanların inanç ve ibadet serbestliği başkasının hakkını gasp etmediği sürece kısıtlanamaz. Devlet buna bırakın müdahale etmeyi inançlarını rahat yaşaması için yardımcı olur. Osmanlıdaki cami ile Havra’nın Kilise’nin yan yana olması en canlı örneklerinden iken Fatih’te sarık cübbe avının yapılması üniversitelerdeki başörtü yasağı enteresan yönetim örnekleridir. Üniversite hocalarının bazıları her öğrencisinin saçlarını merak ediyor olabilir, yoksa bilmediğimiz anlamadığımız bir şeyler mi var… Kimin iktidar olduğu tartışmalı şu günlerde İslam’ın öngördüğü can, mal, namus, nesil ve din özgürlüğünün size yansıması nasıldır bilemiyorum ama Müslümanlar adına endişelerimin olduğu muhakkak…” (Belirtilmemiş, 1997: 8)

72

Bu sözlerden anlaşılacağı üzere yine cumhuriyet karşıtı bir söylem dile getirilirken Osmanlı yönetim şekli savunulmuş ve toplumun içerisinde yaşadığı sıkıntılar hakkında çekinmeden fikirlerini dile getirmişlerdir. Bunun yanı sıra yine derginin 24. sayısında ‘’Tansiyonu Kadınlar mı Yükseltti’’ adlı yazıyla 28 Şubat sürecinin yaşanmasının sebebi olarak kadınlar gösterilmiştir.

“1997’nin başından beri gerginlik sürüyor. Bu soğuk savaşın baş sebebi olarak dinin bütün resmi kurum ve kuruluşlarda egemen olmaya başlamasından rahatsız olduğunu söyleyip çeşitli önlemler almak isteyenler ile dinin her alanda yaşaması gereğini savunanlar arasında geçiyor. Bu gerginliğin bize göre baş sorumlusu ise kadınlardır. Hatırlayacağınız gibi ramazan ayının girmesiyle Fadime Şahin’in kamuoyunda patlak veren hikâyesi bir ay boyunca bilerek değişik mecralara gönderimler yapılmak için kullanıldı. Sonra Kudüs gecesi ve diğer soğuk eylemler medya için bulunmamış senaryo malzemeleriydi. Sonunda M.G.K (Milli Güvenlik Kurulu) olaya el attı. Medyanın isteği olmuştu. Hatta hükümet yıkılmalıydı. Bize göre tansiyonun yükselmesinin baş aktörü kadınlardır. Kadınların boş çenesi tarihte nasıl aileler, evlatlar yıkıp yaktırmak olduysa günümüzde de devam etmektedir. Merak ediyoruz kadınlar yönetimde hangi iyi ve yararlı konuya imzalarını attılar veya atacaklar. Yoksa işleri hep spekülasyonlar çıkarmak, hamurlu elleriyle hayırsız meseleler başlatarak: ‘’Yönetimi biz kadınlara bırakın bakın her şey nasılda düzelecek’’ sözüne hak vermek istiyoruz. Fakat her defasında hüsrana uğruyoruz. Artık bizler ‘’Gölge etmesinler başka ihsan istemeyiz’’ sözünü kadın yöneticiler içinde maalesef yüksek

sesle söyler olacağız” (Belirtilmemiş, 1997: 6).

Dolayısıyla denilebilir ki; İslamcı erkekler kadınların kamusal alanlarda yer almasını istemiyor ve yaşanan askeri darbenin sorumluları olarak yine kadınları gösteriyor. Böylelikle kadınlara özel alanlar tahsis edilirken kamusal alanlar yine erkeklere tahsis ediliyor, ancak yaşanan bu başörtüsü meselesinin kadınların erkeklerin çalışma alanlarını ihlal etmesinden kaynaklı ortaya çıktığını düşünmek çok sığ bir düşünce olacaktır. Başörtüsü meselesinin toplumda sorun olması ve birbirine zıt görüşteki insanları bu konuda karşı karşıya getirmesinin asıl sebebi başörtüsünün siyasi bir kimliğe bürünmesinden kaynaklanmaktadır. Dinsel bir sembol olan başörtüsü belli bir siyasi grubun sembolü haline geldiği zaman, insanlar birbirine düşman olmaktadır. Bu sebeple başörtüyü belli bir siyasi grubu ve toplumu ifade etmek için kullanan kesimlere kullanmamalarını tavsiye etmek daha doğru olacaktır.

28 Şubat sürecinin yansımalarından İmam Hatip okullarının kapatılması konusunda da dergi içerisinde çeşitli faaliyetlerde bulunulmuş, bu konu hakkında çeşitli yazılar kaleme alınmıştır. İmam Hatip okullarının kapatılmak istenmesinin

73

sebebi olarak da İmam Hatip okullarının Osmanlı’dan beri gerçekleştirilen batılılaşma hareketlerinin bir parçası olduğu dile getirilmiş, bu okulların kapatılmasıyla doğu kültürünün izlerinin toplumdan silinerek, Müslüman kimliğinden toplumun arındırılacağı düşünülmüştür. Dolayısıyla bu okulların kapatılmasıyla devlete hâkim olan güçler eğitim sistemine de hâkim olacak düşüncesiyle dergi içerisinde okulların kapanmaması için imzalar toplanmış ve bu konu hakkında daha fazla farkındalık oluşturabilmek için İmam hatip okullarına dair “HATİBİM” adıyla derginin 25. sayısında şiire yer verilmiştir.

Sonuç olarak başörtüsü meselesinde Türkiye gündemi yakından takip edilmiş her fırsatta başörtülü öğrencilerin yanlarında olduklarını dile getirmişlerdir. Derginin 28. sayısında ‘’Kimlik Haber’’ adlı bölümde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencilerinin üniversiteye kayıt yaptırmaları aşamasında açık fotoğraf istemi gerekçesiyle kayıtlarının yenilenmemesi ve bu durumda öğrencilerin gerçekleştirdikleri oturma eylemi durumu, dergi sayfasına taşınmış ve olaylar hakkında dergi okuyucularına bilgiler verilirken aynı zamanda başörtülü üniversite öğrencilerine yönelik destekte verilmiştir. Bu konu hakkında derginin 31. sayısında Ümmet Karakoç şu sözlere yer vermiştir.

“…Kılık ve kıyafetlerinden dolayı kız ve erkek kardeşlerimize ‘’inanıyorsanız üstünsünüz’’ ayetini hatırlatıyor; haklı davalarında sonuna kadar kendileriyle beraber olduğumuzu bir defa daha hatırlatıyoruz” (Karakoç, 1998a: 5).

Örtünmenin Allah tarafından ayetlerle desteklendiği halde bir takım fanatik laikler, insanların sokakta örtünmelerine karşı olmadıkları ancak kamu kurum ve kuruluşlarında başörtülü çalışmalarının Atatürk devrimlerine, karşı bir tutum olduğunu söylemektedirler. Tabi bazı fanatik laiklerin başörtülü hanımların çarşılarda, otobüslerde, görülmesine sıfır tahammül edemedikleri ise ayrı bir konu (Balcı, 1998: 42). Bu sebeple geçmişte Türkiye’nin bir ayıbı ve çıkmazı olan başörtüsü sorunu sadece üniversite sıralarında öğrencilerin maruz bırakıldığı konusunun çok daha ötesindedir. Düne kadar eşleri başörtülü diye ordudan ihraç edilenler, devlet dairelerinde çalışma izinleri olmayan kadınlar, sokaklarda başlarından başörtüleri çekilen ve her türlü hakarete maruz bırakılan kadınlar bugünün Türkiye’sinde gerek orduda gerekse tüm devlet dairelerinde çalışma imkânına sahiptirler.

74

Benzer Belgeler