• Sonuç bulunamadı

“Demokrasi” ve “sivil toplum” kavramları, Türkiye’de özellikle son on-

onbeş yıldır, neredeyse gündelik dilde bile en çok kullanılan kavramlar oldu. Tarihsel olarak devlet geleneğinin köklü olduğu ve bu geleneğin askeri müdahaleler

167 Ömer Çaha, “1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Arayışları”, a.g.m., s. 28-64. 168 Tosun, a.g.e., s. 292.

169 Çaha, Aşkın Devletten Sivil Topluma, a.g.e., s. 243. 170 a.g.e., s. 300-302.

ile toplum üzerindeki etkisinin tepe noktalarının görüldüğü bir toplumda; söz konusu kavramların sık kullanılışı, hemen belirmek gerekir ki, devlet-toplum mahiyetinin doğurduğu bir durumdur. Türkiye’de Osmanlı döneminden beri, politik düşüncemizi şekillendiren rijit bir devlet-toplum karşıtlığı söz konusudur. Osmanlı’da devlet geleneğinin ağırlığı, toplumda “devlete karşı fesad” ın olduğu anlayışı gibi bir merkez noktasına dayanmıştır adeta. Bu nokta Cumhuriyete geçişle merkez-kaç hale gelmemiş; tek parti dönemi, söz konusu anlayışı “modern” kurum, kavram ve kurallarla sürdürülmesi şeklinde tezahür etmiştir. Çok partili dönem ise, devlet iktidarının simgelediği merkezde politik bir parçalanma olarak, toplumu ön plana getiren bir hareket olmuştur ama; bunu yaparken bu kez devleti “topluma karşı fesad” ın kaynağı anlayışını ekmiştir.171

Türk toplumsal yapısının temel özelliği “bürokratik yönetim geleneği” olarak nitelendirilmektedir. Bu yapıda bürokrasi toplumsal grup ve sınıflardan ayrı olarak varlığını sürdürme ve özerkleşme peşinde olmuş ve demokratik gelişmelere rağmen devlet içindeki etkin yerini muhafaza edebilmiştir. Ülkemizde demokrasiye geçiş yönündeki çabalara rağmen sivil ve asker bürokrasinin halkın yönetime katılması ve etkin olması yönündeki gelişmelere mesafeli durduğu görülmektedir. Ancak sosyal ve siyasi yapıdaki gelişmeler blok bir bütün olarak devletçi seçkinci cephenin dağılmasına yol açtığından demokratik gelişmeler de mümkün olabilmiştir.172

2.4. 1990’ DAN SONRA TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM HAREKETLERİ

1980’lerin sonlarında, daha açık bir biçimde, 1990’larda, STK’lar toplumsal ve siyasal gündemde yer almaya başlamıştır. 1990’lı yıllar sivil toplum kuruluşlarını, Batı’daki sivil toplum kuruluşlarının işlevleri bakımından oldukça birbirine yaklaştırmıştır. Bu dönemde sivil toplum hareketleri toplumsal hareketliliği arttırmışlardır.

171 Ali Yaşar Sarıbay, Kamusal Alan ve Diyalojik Demokrasi, Alfa Yayın, İstanbul, 2000, s. 57. 172 Yılmaz, a.g.e., 337-338.

1990’lı yıllarda sivil toplumun yükselişe geçmesinin nedenlerinden biri de 1995 yılında, 1982 Anayasası’nda yasal düzenlemelerle yasaklanmış olan dernek kurma, sendikalaşma, vakıflar, kooperatifler, meslek kuruluşları ile ilgili yeni düzenlemelere gidilmiş olmasıdır. 1995’te yapılan yeni düzenlemeler

ile dernek kurma hürriyeti ile ilgili 33. maddenin 4. fıkrası kaldırılarak derneklere daha önceki düzenlemede getirilmiş olan, siyaset yasağı, 13. maddede yer alan genel sınırlamalar saklı kaydıyla kaldırılmıştır. Derneklerin

siyasi partilerden destek almaları ve destek vermeleri, başka sivil toplum kuruluşlarıyla hareket edebilmeleri mümkün hale getirilmiştir.

Sivil toplum unsurlarından basın da 1980 sonrası ekonomik ve siyasal gelişmelerden etkilenmiştir. 1991 yılında kaldırılan Türk Ceza Kanunu’nun 141,142,63. maddeleri basın üzerinde baskı kurarken, daha sonra 1994’te çıkarılan Terörle Mücadele Yasası’nın 8 maddesi ile basın üzerindeki baskılar yeniden arttırılmıştır.173

Daha sonra 2001 yılında yapılan anayasa değişiklikleri ve Avrupa Birliği Uyum Yasalarında öngörülen değişiklikler sivil toplumun hareket alanına daha da bir serbesti tanımıştır. Basın Kanunu’nda yapılan değişiklikler sivil toplumun siyasi gelişmelerden etkilenmesini önlemeye yöneliktir. Ayrıca, dernek, sendika ve mesleki kuruluşlara amaçları dışında da toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı tanınarak sivil toplumun hareket özgürlüğü daha perçinleştirilmiştir. Yine vakıflara tanınan, Türkiye’deki azınlıklara ait cemaat vakıflarının, taşınmaz mal edinip, bunlar üzerinde tasarrufta bulunabilmeleri, sivil toplumun alanını genişletmiştir.

Günümüzde STK’lar alanı dediğimizde sivil girişimleri, dernekleri ve vakıfları anlıyoruz. Bu üç STK biçiminden birincisi dışındaki ikisi çok sıkı olarak regüle edilmektedir. Günümüzde Türkiye’deki yasal regülasyonların STK’lar alanında bu tür girişimleri kolaylaştırmadığı, aşırı denetim kaygısı altında birçok girişimi daha doğmadan ortadan kaldırdığı söylenebilir.

1990’lı yıllarda özel radyo ve televizyonlarla ilgili anayasal yasakların kaldırılmasıyla sivil toplumun gelişimi üzerinde önemli etkileri olan özel radyo ve

173 Ergun Özbudun, “Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokratik Konsalidasyon”, Sivil Toplum,

Demokrasi ve İslam Dünyası, Der: Elizabeth Özdalga, Sune Persson, ( Çev: Ahmet Fethi), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbu, 1998, s. 114.

televizyonlar hızla çoğalmıştır. Uyum paketlerinde öngörülen değişiklikler de bunları destekleyici nitelikte olmuştur.

1990 sonrası sivil toplumun gelişmesinde etkili bir diğer önemli husus ise yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve sivil toplum unsurları ile ilişkilerini geliştirmeleri yönünde yapılan düzenlemeler olmuştur.

Türkiye’de sivil toplum kuruluşları 1994’ten beri bir gelenek yarattılar. Bir araya gelerek, sivil topluma yakışır biçimde, ortak sorunlarını tartıştılar, ortak anlayışlar geliştirmeye çalıştılar. 21-22 Haziran tarihlerinde 11.si gerçekleştirilen STK Sempozyumu’nun konusunu yerel yönetimler, sivil toplum ve yerelleşme oluşturdu. Bu kavramlarda ikisi toplumsal aktörleri diğeri ise bir süreci tanımlıyor. Günümüz Türkiye’sinde bu üç kavrama tekabül eden gerçeklikleri ancak iki bağlamda kavrayabiliriz. Bunlardan birini dünyanın yaşadığı sanayi toplumundan bilgi toplumuna, ulus devletler dünyasından küreselleşmiş dünyaya geçiş sırasında modernitenin aşınması oluşturmaktadır. Diğerini ise son on-onbeş yılda Türkiye’nin siyasal islam ve ayrılıkçı hareket dolayısıyla yaşanan rejim krizleri oluşturmaktadır.174

Yerel yönetimler belirli hizmetlerin sağlanmasını STK’lar aracılığıyla gerçekleştirebilmektedir. Bazı alanlarda halkın, bilgi, deneyim ve becerisinin harekete geçirilmesi, STK’ların desteğinin sağlanması çok önemli yararlar sağlamaktadır. Bu kapsamda yerel yönetimler, çeşitli meslek kuruluşları, sendikalar, kooperatif birlikleri dernekler ve diğer gönüllü kuruluşlarla çeşitli alanlarda işbirliği içesinde ve ortak yürütülebilmektedir. STK’ların katkılarıyla sağlanabilecek hizmetlerin sınırı yoktur. Günümüzde bu hizmetler, çevre koruma ve çevresel etki değerlendirmesi çalışmaları, bilgisayar yazılım programlarının hazırlanması, büyük çaplı kamu projelerinde danışmanlık, vb. alanlarda yayılmış bulunmaktadır.

Halk katılımını sağlamak açısından belediye girişimi ile gerçekleştirilmesi mümkün olan programlardan bir başkası, belli konularda kampanyalar düzenlemektir. Bu çalışma için yapılan araştırmalarda, Seyhan Belediyesi’nin STK’lar ile işbirliğine önem verdiği, ancak daha çok şehrin imarlı yapılanması, şehir

174 İlhan Tekeli, “Sivil Toplum Kuruluşları, Yerel Yönetimler ve Yerelleşmenin İçiçeliği”, http:// www.tarihvakfi.org.tr/haberler/ilhan tekeli.asp, (25.04.2004).

planlaması ve kaçak yapıların önlenmesi vb. alanlarda işbirliğini sürdürdüğü ortaya çıkmaktadır. Bu hizmetleri sürdürürken STK’lardan daha çok Mimarlar Odası ve Peyzaj Mimarları Odası ile işbirliği içerisine girmektedir.

Tüketicini korunması alanında ise yerel yönetimler ve STK’ların ortak bir çalışması bulunmaktadır. Buna göre Türkiye’de 1995 tarihinde çıkartılan yeni bir yasa ile kamu kuruluşları, STK ve sendika temsilcilerinden ve yine yasada belirtilen görevleri yerine getirmek üzere reklam kurulu ve tüketicinin sorunlarını çözmek, gereken önlemleri almak üzere, merkezde bir Tüketici Konseyi ile il ve ilçe merkezlerinde Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri’nin kurulması öngörülmüştür.175

Tüm dünyada, demokrasi anlayışı bakımından yeni yaklaşımların ortak noktası da “birey” i, yani sivil toplumu (örgütlerini) karar alma mekanizmalarına dahil etmek olmaktadır. Kuzey ülkelerde ombusdman kurumu olarak tezahür eden bu yaklaşım, anglo-sakson ülkelerde sivil toplum örgütlerinin sosyal sorumluluk projeleri geliştirerek karar alma mekanizmalarına etki etmelerinin sağlanması olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yeni yaklaşım ülkemizde ilk olarak 1995 tarihli 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun ile kendini göstermiş ve bir kısmı yasaya dayanan ve bir kısmı yasaya dayanmayan düzenlemeler ile sivil toplum kuruluşlarının devletin kuruluşunda yer almaları sağlanmıştır.

Tüketici Konseyi: 1995 yılında yürürlüğe giren 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 21. maddesi ile “tüketicinin sorunlarının, ihtiyaçlarının ve çıkarlarının korunmasına ilişkin gerekli tedbirleri araştırmak, sorunların tüketici lehine çözülmesi için alınacak tedbirleri ve bu kanunun uygulanmasına yönelik tedbirlere dair görüşleri ilgili mercilere iletmek amacıyla” kurulan Tüketici Konseyi, aynı maddenin devamındaki düzenlemeler ışığında tam anlamıyla sivil toplum örgütleri ve kamunun buluşmasına sahne olmaktadır.

Tüketici Sorunları Hakem Heyeti: 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 22. maddesi ile tüketici sorunlarına çözüm bulmak amacıyla kurulan Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri halen ülke çapında tüm il merkezlerinde ve 865 ilçe merkezinde görev yapmaktadır. “Başkanlığı Sanayi ve

175 “Yerel Yönetimler veSivil Toplum Kuruluşları”, http:// www.idari.cu.edu.tr/igunes/yerel/sivilt.htm , (25.04.2004).

Ticaret İl Müdürü veya görevlendireceği bir memur tarafından yürütülen tüketici sorunları hakem heyeti; belediye başkanının konunun uzmanı belediye personeli arasından görevlendireceği bir üye, baronun mensupları arasından görevlendireceği bir üye ve tüketici örgütlerinin seçecekleri bir üye olmak üzere başkan dahil 5 üyeden oluşur.” Görüleceği gibi heyet başkanı ve belediye temsilcisi dışındaki diğer üç üye sivil toplum örgütleri temsilcilerinden oluşmaktadır.

İnternet Üst Kurulu: Ana işlevi Ulaştırma Bakanlığı’na danışmanlık olmak üzere;Türkiye’de internetin alt yapıdan başlayarak tüm boyutları ile kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerini belirlemek, bu hedeflere erişmek için gerekli stratejik ve taktik ulusal kararların alınması ve uygulanması sürecinde danışmanlık görevini yürütmek, uygulamada gözlenen aksaklıkları belirlemek ve giderilmesi için öneriler oluşturmak, konu ile ilgili birimler arasında eşgüdüm sağlamak, geliştirme, yaygınlaştırma, hizmet üretimi konularında düzenleyici öneriler oluşturmak ve uluslar arası gelişmeleri yakından izleyerek ülke çıkarlarını korumak amaçları ile Ulaştırma Bakanlığı tarafından İnternet Kurulu oluşturulmuştur. Bu kurulun üyeleri arasında TOBB, TÜSİAD, Türkiye Barolar Birliği, Türkiye Belediyeler Birliği, tüketici temsilcisi gibi sivil toplum kuruluşları temsilcileri yer almaktadır.176

Yerel yönetimler ve STK’ları bir araya getiren en önemli faaliyetlerden biri de Demokratik Kent Kurultayı (Genişletilmiş Kent Meclisi) dir. Bu kurultayın gerçek amacı; yönetime halkın katılımının sağlanması olmakla birlikte, mevcut yerel yönetiminin sisteminin bilinen yetersizliklerini aşabilmek, kuruluşlar ve semt temsilcileri aracılığıyla doğrudan halkın ihtiyaçlarını belirleyip, çağdaş belediyecilik açısından, çözümler bulabilmek, belediye imkansızlıklarını halk katılımı ve yaratılacak kent imecesi ile aşabilmek; kısacası daha yaşanılır, çağdaş ve dayanışma içerisinde bir kent oluşturabilmek en belirgin amaçları arasındadır. Kurultaya muhtarlar, bölge temsilcilikleri, STK’ların temsilcileri, resmi kurumların müdürleri, üniversite ve okul temsilcileri katılabilirler. Kurultayın gündemi, katılımcılardan gelen öneriler doğrultusunda oluşturulur. Kurultay görüşmeleri ve kararları daha sonraki çalışmalara ışık tutar ve halkın bilinçlenmesine ışık tutar. Toplantıların

176 Bülent Deniz, “Sivil Toplum Örgütlerinin Yönetime Katılımı”, http:// www.hukukcularder.org/yargı %20reformu.htm, (15.06.2003).

düzenlenmesinde belediyeler önderlik yapmakla birlikte çoğunlukla STK’larla işbirliği yapılmaktadır. Bu ilişkiler bağlamında bu gruplar, kentin tümünü ve genel kamu yararını ilgilendiren görüşleri ve talepleri belediyeye yansıtmaları yanında, doğrudan temsil ettikleri kesimlerin çıkarlarını belediye nezdinde savunma işlevi de üstlenmektedirler.177

Temsili demokrasinin yaşadığı krizler karşısında dünyada ve Türkiye’de STK’ların gittikçe önemi artmaktadır. 1992 yılındaki Rio Çevre ve Kalkınma Zirvesi Türkiye’ye dokunmadan geçmişti. 1996’da İstanbul’da yapılan 2. Habitat Konferansında yayınlanan İstanbul Deklarasyonu’nda, Habitat gündeminde ve Ulusal Eylem Planı’nda Türkiye’de de hükümet, diğer ülke hükümetleri gibi, sivil toplum kuruluşlarının meşruiyet alanını genişleteceğine ve kamu hizmetlerinin görülmesinde sivil toplum kuruluşlarıyla ortaklıklar yapacağına ilişkin sözler vermiştir.

Nitekim İstanbul’daki 2. Habitat toplantısından sonra Türkiye’de STK’larda ciddi bir canlanma yaşanmıştır. İkinci Birleşmiş Milletler Yerleşim Konferansı ( Habitat 2) , 3-14 Haziran 1996’da İstanbul’da 171 ülkeden 16400 kişinin katılımıyla gerçekleşti. Bu toplantıda 500’ü Türkiye’den olmak üzere 1500 kuruluş Habitat 2 Konferansının parçası olarak sivil toplum örgütü forumuna katıldılar. Bu toplantıda yerel yöneticiler, sivil toplum örgütleri, özel sektör ve gençlik Habitat sürecinde bütünleşti.178

Devletle bağlantılı olmayan, ulusal ve uluslar arası alanda özgürce çalışabilen STÖ, özellikle insan hakları konusunda, eğitim, araştırma ve inceleme yapabilirler; insan hakları ihlallerine karşı çıkabilir, sorumluların yargılanmasını sağlamaya çalışırlar; ayrıca insan haklarının tanımını ve kapsamını belirleyebilirler. Öte yandan, bir çatışma ve olay sırasında devlet güvenlik güçlerinden kimilerinin yaşamlarını kaybetmeleri ya da karşılaştıkları insanlık durum karşısında onların ve geride kalan aile bireylerinin haklarının savunulması ve insan hakları ihlalinin olabildiğince giderilmeye çalışılması da, bu kuruluşların görev alanına girmelidir.

177 “Yerel Yönetimler ve Sivil Toplum Kuruluşları”, http:// www.idari.cu.edu.tr/igunes/yerel/sivilt.htm , (25.04.2004).

178 Yılmaz Aliefendioğlu, “Sivil Toplum Örgütleri ve İnsan Hakları”, http:// www.abchukuk.com/makale/ makale25.html , (20.03.2004).

Eylül sonu/1999 cezaevi başkaldırmalarında İstanbul Baro Başkanı’nın başsavcıyla birlikte ceza evlerini dolaşarak olayın barışçıl yatıştırılması yönünde çaba sarfetmeleri; Irak’ta PKK’nın eline düşen askerlerin yurda iadesi konusunda bir milletvekili ile birlikte İnsan Hakları Derneği Başkanı ve kimi üyelerin katılması olumlu örneklerdir.

İnsan hakları konusunda çalışan gönüllü sivil toplum örgütleri, olanak sağlandığında, bu amaca ulaşmada en yararlı kuruluşlar olabilirler. Nitekim bunun en güzel örneği 17 Ağustos depreminde yaşandı.179 Türkiye sivil toplum kavramını daha çok depremden sonra farketti. Daha doğrusu sivil toplumun gücünü… Bu süreçte çok önemli bir rolü olan sivil toplum kuruluşlarına duyulan ihtiyaç, ülkemizde 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde yaşanmış olan deprem faaliyetleriyle açıkça ortaya çıkmıştır. Sayılarının yetersiz olmasının yanısıra, aralarındaki iletişim, işbirliği ve bilgi alışverişindeki eksiklikten dolayı, kuruluşlar felaketi önlemeye ve zararlarını azaltmaya yönelik çalışmaları yeterince gerçekleştirememişlerdir.

Gelişmiş toplumlarda sivil toplum kuruluşları çok büyük bir öneme sahiptir. Özellikle de bilişim teknolojileri hayatımıza daha çok girdikçe, asıl görevi kamuoyu oluşturmak olan bu kuruluşların ulaştığı insanların sayısı çok arttı.

İnternet, ülkemizdeki kurum ve kuruluşların; - depolanmış bilgiye erişimini,

- bilginin işlenmesine,

- bilginin paylaşımına ve geniş kitlelere ulaştırılmasına olanak sağlayabilecektir.

Bu noktada, tüm bu bilgilerin yayımlanmasında en uygun platform; verilerin güncel olabilmesi, hızlı ulaşabilmesi, yaygın erişime olanak tanıması ve kalıcı olarak başvuru kaynağı oluşturması açısından, internettir.

Türkiye’de ortak bir platformda buluşan 3188 tane Yahoo grubu bulunuyor. Bu yolla düzenli olarak haberleşen sivil toplum grupları ise 771 tane. Türkiye, üçüncü sektörde henüz yolun başında. Dünyada ise gönüllü kuruluşların

179 Yılmaz Aliefendioğlu, “Sivil Toplum Örgütleri ve İnsan Hakları”, http:// www.abchukuk.com/makale/ makale25.html , (20.03.2004).

azımsanamayacak bir gücü var. Bu sektörün dünyada 1.1. trilyon dolarlık bir ekonomik hacmi var. Gayri safi milli hasılanın %4.6’sını, toplam istihdamın % 4.8’ini oluşturuyor. Gönüllü çalışanlarla bu rakam % 7’ye çıkıyor. İnternet ve bilgi teknolojileri de sivil toplum kuruluşlarının bilgi, iletişim ve işbirliği ihtiyacını karşılıyor. Sanal dünyada bir ağ oluşuyor. Ve bilgi teknolojileri sayesinde daha çok çocuk eğitim alıyor, her sene daha çok fidan dikiliyor, hayatlar kurtuluyor. İşte birkaç örnek...

ALIŞBAĞ: Alışbağ sitesi, sivil toplum kuruluşlarına katkıda bulunmak için kurulmuş bir site. Sitenin ziyaretçileri sivil toplum kuruluşlarına kendileri bağışta bulunmuyor, varolan sponsorları yönlendiriyorlar. Türkçe bilen herkes bu site aracılığıyla seçtiği bir sivil toplum örgütüne bağış yapabiliyor. Alışbağ sitesinden alışveriş yaparak bağış yapabileceğiniz gibi, hiç para harcamadan bir e-kart göndererek de birçok insanın hayatını değiştirebilirsiniz. Siteden şimdiye kadar 2 milyonun üzerinde e-kart gönderildi. Yani internet sayesinde bağış yapmanın şekli de miktarı da artıyor. Çünkü bağışlar sanal olsa da yapılan işler son derece somut.

AĞ17: 17 Ağustos depremi sonrası kurulan AĞ-17 yardım gönüllüleri derneği tamamen internet üzerinden çalışan bir topluluk. AĞ 17, depremin hemen ardından 20 Ağustos’ta kurulmuş bir örgüt. Birbirini hiç tanımayan insanlar bir günde e-mail üzerinden organize olup deprem bölgesine koşmuş. AĞ 17’nin çekirdek kadrosunda çok farklı meslek grubundan insan var. Hepsinin ortak noktası internet kullanmaları. AĞ 17’ciler kurdukları bu sanal ağ sayesinde yardıma ihtiyacı olanları buluşturuyorlar.

TEMA: Her yıl Kocaeli ve Bursa illerini yaklaşık 30 santimetre kaplayacak kadar verimli toprağı erozyonla kaybediyoruz. Tema vakfı bu tehlikeye karşı çalışmalar yapıyor. Dijital teknolojileri sayesinde de bağışçıları her geçen gün artıyor. Enflasyon, Avrupa Birliği ya da trafik sorunları her zaman gündemde. Erozyonla kaybolan topraklarımız, azalan su kaynakları ve yok olan ormanlar ve bunların getireceği sorunlar ise henüz bilinmiyor. Tema Vakfı “toprağına sahip çık” sloganıyla bu konulara dikkat çekiyor. Tema’nın en büyük desteği yapılan bağışlar. Bağışları arttırmak ve daha çok kişinin dikkatini çekmek için vakıf internetten yararlanıyor. İnternet kullanımının artması ile sivil toplum kuruluşlarına ilgi de

artıyor. Tema sitesi kurulduktan sonra bağışçılarının sayısında artış yaşanmış. Şu anada Tema gönüllüsü olan 181.000 kişi var. Bu gönüllülerin %80’i 30 yaşın altındaki kişilerden oluşuyor, yani bu kişiler, genel internet kullanıcılarının profili ile örtüşüyor.

İnternetin sivil toplum kuruluşlarına getirdiği bir diğer fayda da şeffaflık sağlaması. Örgüt faaliyetlerini, bilanço ve hesapları web sitelerinden anında takip eden kişiler, bu kuruluşlara daha büyük bir güvenle destek veriyor.180

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

3.1.TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da yarattığı yıkım, bu acı tecrübenin bir daha yaşanmamasını sağlamak için ülkelerin işbirliğine gitmesine yol açmıştır. Bunun için atılan ilk adım Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un 1951’de imzaladıkları Paris Antlaşması ile kurdukları Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu olurken, 1957’de aynı ülkeler Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu kuran Roma Antlaşması’na imza atmışlardır.181

Türkiye’nin uzun zamandan beri en önemli dış politika hedeflerinden birini hiç kuşkusuz Avrupa Birliği’ne katılım teşkil ediyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılım macerası 1959’a kadar dayanır.182 Kuruluşundan bu yana yönünü her zaman

Batı’ya dolayısıyla Avrupa’ya çevirmiş olan, tercihlerini ağırlıklı olarak batılı örgütlere girmek için kullanan Türkiye de, 31 Temmuz 1959’da Topluluğa ortak üye olabilmek için başvurusunu yapmıştır.183 12 Eylül 1963 yılında Ankara’da

imzalanan Ankara Antlaşması 1 Aralık 1964 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşma Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında temel bir belgedir. Roma Antlaşması’nın 292. maddesine göre ortaklık görüşmelerinin yapılması karara bağlanmıştır. Fakat Türkiye’nin çalkantılı dönemler geçirmesi Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ilişkilerin yürümemesine neden olmuştur. 1974 yılında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Brüksel’e mektubu göndererek ilişkilerin dondurulmasını istemiştir. Bu tarihten sonra Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ilişkiler durmuştur.

181 Ceren Uysal, “ Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Tarihsel Süreci ve Son gelişmeler”, http://www.akdeniz.edu.tr/iibf/yeni/genel/dergi/sayi01/uysal.pdf, (18.08.2005).

182 Sencar Karamuço, “AB Sürecinde Neredeyiz”, Balkan Mektubu Dergisi, Sayı:14, Ankara, 2004, s.5- 6.

183 Ceren Uysal, “ Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Tarihsel Süreci ve Son gelişmeler”, http://www.akdeniz.edu.tr/iibf/yeni/genel/dergi/sayi01/uysal.pdf, (18.08.2005).

Avrupa Ekonomik Topluluğu’yla kesilen ilişkiler Türkiye’nin 14 Nisan