• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DE KÜRT MESELESİ VE ALGISI

Kürt sorununun ne olduğu ve bu konu hakkında nasıl bir algı olduğuna geçmeden önce bir tespit yapmak gerekir. Doğu Ergil’e (2016: 15) göre, bu tespit şöyledir; ne doğada ne toplumda sorun yoktur. Olgular ve gerçekler vardır. Bunlar iyi anlaşılmaz ve yönetilemezse soruna dönüşürler. Toplum yaşamında sorunların çokluğu genellikle olaylara bakışımızdaki tek yanlılık, ideolojik bağnazlık ve eşitlik konusundaki ısrarımızdan kaynaklandığı iddia etmiştir. Ona göre, siyasetteki sıkıntılarda bu nedenle olmuştur. Mesela Kürt meselesi ele alındığında; bir halk neden sorun olsun? Belli ki Kürtlük Türk olarak tanımlanan milli kimliğe uymuyor. Böylece dışarıda bırakılıyor ve görünmez kılınması için baskı altına alınıyor. Bunun neticesinde sorun ortaya çıkmış olduğunu ifade etmiştir. Kürt meselesi kime sorulursa sorulsun, Türkiye’nin en acil çözülmesi gereken sorunu kabul edilmektedir. Kimileri “Kürt sorunu yoktur” diyerek işin içerisinden çıkmaya çalışsa da, bu derece kolay bir çözüm yolu yoktur. Çünkü herkesin meseleyi algılama şekli ve çözüm önerisinin farklılık gösterdiği ifade edilebilir (Sönmez, 2012: 11). Kürt meselesi Türkiye gündemini uzun süreden beridir meşgul eden bir mesele olmuştur. Kürt meselesinin ne anlam ifade ettiği ile ilgili olarak birçok tanımlama yapılmıştır. Kürt meselesi tanımlanırken, tarihsel süreç içerisindeki olaylar bu tanımlamaların değişmesinde önemli rol oynamıştır. Bu açıdan Kürt meselesi ile ilgili olarak Türkiye’de nasıl bir algı olduğuna bakılması gerekir.

Kürt meselesi ile ilgili tartışmaların çoğu, sorunun adı ve tanımlanmasıyla ilgili olarak anlaşmazlıklar ortaya çıkarır. Bu anlaşmazlıkların çıkması doğaldır. Çünkü meselenin adı aslında onun kimliğini oluşturur. Kürt meselesi, tarihteki bazı hatalardan dolayı kimlik sorunu haline gelmiş ve şiddet potansiyelini artırmıştır. Sorunun terörle, ayrılıkçı düşünceyle, derin devlet ve devlet terörüyle, demokrasiyle, hukuk ve insan haklarıyla, ekonomik geri kalmışlıkla, jeopolitik ve dış güçlerle ilgili çok boyutlu bir mesele olduğu inkâr edilemez. Bu derece çok boyutlu bir sorunun farklı şekillerde algılanması anormal bir durum değildir (Konda, 2011: 23).

38

Yeğen’e (2014: 9-10) göre, Türkiye, bir ulus devlet olarak örgütlenmeye başladığı andan itibaren şark meselesi, güneydoğu meselesi gibi isimlendirmelerle bu türden meselelerle uğraşmaya başlamıştır. Türkiye Kürt meselesi ile uğraşırken, evrensel genel geçer bir çözüm yolu bulamamıştır. Modern siyasette bu türden meselelerle ilgili çokça enstrüman türetmiştir. Arındırma, mübadele, tehcir, ayrımcılık, tenkil, asimilasyon, grup hakları, özerklik, federasyon, konfederasyon, ayrılma bu enstrümanların en bilinenleridir. Türkiye son yüzyıl içerisinde bu enstrümanların çoğunu kullanmıştır. Bunların en önemlilerinden biri de yok saymaktır. Tan’a (2011: 400) göre, Kürtler tarih içerisinde varlıklarını sürdürseler de kimi zaman yok sayılmıştır. Bu görüştekilere göre Kürtler, Türklerin bir boyudur ve Kürt diye Türklerden ayrı bir halk veya millet yoktur. Sarp dağlarda, şehir merkezinden uzakta yaşayan bazı Türk boyları zaman içerisinde farklılaşmış ve dillerine karışan bir takım Farsça ve Arapça kelimelerin de etkisiyle kendilerini Kürt diye farklı bir isimle adlandırmışlardır. Bu konu hakkında Murat Belge (1996: 13), şöyle eleştiride bulunmuştur:

“Güney Türkiye’de zaman zaman Dağ Türkleri’ ne rastlanıyordu. Bunlar dağlarda dolaşırken ayaklarının altında kardan‘kart kurt’ sesleri çıkarmış, bundan da ‘Kürt’ diye uydurma bir ad türemiş. Askeri okullarda bu mealde konferanslar verildiğini işitiyorduk.”

Yeğen (2014: 50), aslında Kürtler ile ilgili olarak Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki anlayışın önemli ve kayda değer bir biçimde olduğunu belirtmiştir. Kürtler bu dönemde asimilasyonu bekleyen Kürt olmayıp, ülkenin etnik hukukuna saygı gösterilmesi gerektiğini söyleyen Müslüman kavimlerden olduğunu ifade etmiştir Mustafa Akyol’a (2014: 149) göre, Türkiye’de 1924’ten itibaren Kürt sorunu Kürtleri yok sayan bir anlayış ile çözülmeye çalışılmıştır. Yapılmak istenen Kürt vatandaşlarımıza “aslında Türk olduklarını” kabul ettirmekti. Ona göre, bu görüş tekrar edilerek gerçeğin kendisi olarak algılanmaya başlandı. Bu durum öyle bir hal aldı ki Kürtlerin nasıl olup da kendilerini Kürt sandıkları hayretle karşılanmıştır. Yeğen (2014: 53), 1924 anayasasına göre Kürtler hukuki ve siyasi özneler olarak Kürt olmadıklarını ve ülkenin diğer yurttaşları gibi hukuken Türk olduklarını belirtmiştir. Ona göre, 1924 Anayasası ile Kürtleri hukuken yok sayan Cumhuriyet, 1930’larda artık fiziki olarak da yok sayma yoluna gitmiştir. Bu dönemdeki algı Türk

39

vatanında Kürt yoktur algısı olmuştur. Bu durum 1990’lı yıllara kadar dolaşımda kalan bir algı olduğunu ifade etmiştir

Bu konuya örnek olabilecek bir algı, milliyetçilerin Kürt meselesine bakışıdır. Milliyetçiler o dönemde Kürtlerin her ne kadar Türkler gibi kaymakam, vali, bakan ve hatta cumhurbaşkanı olma hakları olduğunu söyleseler de Kürtlerin ayrı etnik kimlik olduğunu reddeden, onların Türk olduğunu savunan görüşte olmuşlardır (Bora, 2008: 695). Diğer bir taraftan her ne kadar cumhuriyet döneminde Kürtler diğer vatandaşlarla aynı hakları kullanmış ve Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı gibi makamlara gelmiş olsalar da, bunu ancak kamusal alanda etnik kimliklerini ifade etmeyerek ulaşabilmişlerdir (Konda, 2011: 38). Türk milliyetçiliği Kürtler ile mesafeli olsa da dostça yaklaşılmasa da bu tarihsel beraberliği yok sayamazdı. Altan Tan, milliyetçilerin dostça yaklaşmaması gerektiğini söylediği Kürtlerle yüzyıllardır, zaten birlikte dayanışma içerisinde yaşadığını vurgulamıştır. Tan, Türk–Kürt birlikteliğinde bin yıllık geçmişinde yer alan Malazgirt, Çaldıran ve Çanakkale gibi yüzlerce savaştaki Türk-Kürt beraberliğine örnekler teşkil ettiğini vurgulamıştır (Tan, 2011: 403). Kürtler Osmanlı Devletinde pek çok dönemde hizmet etmişlerdir. Birinci dünya savaşı sonrasında aynı şekilde kurtuluş mücadelesinde vatan savunmasında kahramanca savaşmışlardır (Akyol, 2014: 154). Mesut Yeğen (2013: 20), devletin Kürt meselesi ile ilgili olarak cumhuriyetin kuruluşundan beri düşündüğü şeyin, Kürdilikten uzak ve inkâr edilmiş bir anlayış olduğu düşüncesindedir. Bundan dolayı sorunu etno-politik kavramlarla değil, başka türden toplumsal sorunlara dair kavram setleri aracılığıyla açıklandığını vurgulamıştır. Kürt meselesini, saltanat ve hilafet özlemi olarak; irtica, modernlik öncesi kalıntılar olarak; aşiret direnci ve eşkıyalık, başka ülkelerin kışkırtması olarak; ecnebi kışkırtması veya iktisadi bütünleşme olarak; geri kalmışlıkla açıklamışlardır. Yeğen, devletin bu kavramlarla Kürt meselesini bir toplumsal sorun olarak ifade ettiklerini belirtmiştir. Kürt meselesi ile ilgili algının bu şekilde olduğunu ifade etmiştir.

Bu durumdan hareketle Kürt meselesi, ülkemizin insan hakları ve demokratikleşme sorununun bir parçasıdır, sorun bölge veya bir kimlik ile sınırlı değil toplumla ilgilidir. Aynı şekilde Kürt meselesi bir yönetim sorundur, bu yönetim

40

de bölge ve kimlikle sınırlı değildir. Devletin yeniden yapılandırılmasında, merkeziyetçilikten yerelliğe geçişte, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye dönüşümünde, bu süreçlerdeki sancıların hem nedeni hem de sonucu olmuştur. Kürt meselesi aynı zamanda bir ekonomik kalkınma ve geri kalmışlık sorunudur. Bu geri kalmışlığa çözüm olarak diğer bölgelerdeki gibi uzun vadeli bir kalkınma planlanmalıdır. Kürt meselesi aynı şekilde Türkiye’nin küresel güç olma ve Avrupa birliğine girme gibi hedeflerinde bir fren işlevi olarak betimlenmektedir. Kürt meselesi, dış politika, güvenlik, asayiş ve terör boyutları olan bir sorundur. Bütün bu açıklamalarla birlikte Kürt meselesinin hem çok boyutlu hem de dinamik bir yapıda olduğu ifade edilir. Kürt meselesi bu anlamda sürekli değişen bir yapıya sahiptir. Mesela bugün çözülemeyen Kürt meselesini iki üç yıl sonra başka bir Kürt meselesi hakkında konuşuyor olacağımız anlamına gelmektedir (Konda, 2011: 157-158). Kürt meselesi aslında Türkiye yurttaşı olan bütün Kürtlerin içinde yer aldığı, bir de aynı biçimde olduğu “etnik” bir meseleye indirgemek yanlış olduğu ifade edilmiştir. Kürt meselesi temel olarak Kürt yurttaşların da içinde olmadığı politik bir meseledir. Kürtlerin Kürt olmasıyla değil, Kürtlerin bir kısmının Kürtlüklerine atıfla gerçekleştirdikleri itiraz ile ilgili bir meseledir (Çalışkan vd., 2016: 25).

Bu ve buna benzer Kürt meselesi hakkında görüşler olmuştur. Kürt meselesi konusunda Türkiye’de var olan algının zaman içerisinde nasıl değiştiğini anlayabilmek için öncelikle Kürt kimliğinin ne olduğuna, Kürt meselesinin nasıl evirildiğine bakmak gerekir. Aynı şekilde Kürt meselesi veya Kürt sorunu ifadesi nasıl ortaya çıkmıştır, Kürtler ne zaman ayrı bir ırk olduklarını hissetmişlerdir ve ne zaman milliyetçi Kürt hareketleri başlamıştır? Bütün bunlar hakkında geçerli bir açıklama yapmak için, Kürt meselesinin ortaya çıktığı andan şuan içerisinde bulunduğumuz döneme kadar nasıl geldiğine bakmak gerekir.

Benzer Belgeler